21 Aralık 2009 Pazartesi

Marc Levy Haftası No:2

Şuradaki yazımda nasıl da tesadüf sonucu Marc Levy'nin 'Keşke Gerçek Olsa'sının elime geçtiğini, bu kitap pek eğlendirici çıkınca da nasıl yazara takıp diğer romanlarına yumulduğumu anlatmıştım. 'Keşke Gerçek Olsa' üzerine okuduğum iki romanı pek tatmin etmemişti ama hoşlardı, şans verilebilirdi. Sanırım gereğinden fazla bir şans vererek üç kitabını daha okumuş bulunuyorum adamın: Neredesin, Sonsuzluk İçin Yedi Gün ve Dostlarım Aşklarım. Yanılmıyorsam okumadığım bir tek son kitabı kaldı, o da kronolojik sırada gidecek kadar takıntılı olduğum için. Can Yayınları'nın son aylarda bir hayli reklamını yaptığı bu kitap (adına bakamayacağım şimdi) okunmayacak tarafımdan, eksik kalsın. Marc Levy hafif midemi bulandırmış vaziyette şu aralar çünkü. Hayır tabii ki o kadar kötü değil... Ama doğrusu iyi de değil. Altı kitabını birden okumaya kalkmaksa tam bir vakit kaybı. Eminim bu tarzın hitap ettiği pek çok insan vardır, ama onlardan biri değilim ben, en son lisede Paulo Coelho okumuştum.

Hayır Marc Levy, her şey sevgiyle çözülemez! Ayrıca neden, neden, neden her ama her kitabında işlediğin karakterler birbirinin tıpatıp aynısı? Neden şehir her zaman San Francisco, ama karakterlerin büyük kısmı Fransız? Neden baş kadın karakter her zaman 20'lerinin sonlarında, bağımsız, kendi kendine yeten, tabii ki güzel, alaycı bir espri anlayışına sahip ve son derece zeki oluyor? Neden baş erkek karakter 20'lerinin sonlarında, duyarlı, romantik, zeki, baş kadının karşısında biraz ezik ama komik, tercihen de mimar ya da reklamcı bir adam oluyor? Neden baş erkek karakterin en iyi arkadaşı baş erkek karakterin tıpatıp aynısı oluyor? Üstelik her yazdığının Fransız klişeleriyle bezeli olması da okuyucuyu azıcık itiyor sevgili Levy, bilgine.

Eğer ille de "Kaçmaz benden Marc Levy" diyorsanız, tavsiyem 'Keşke Gerçek Olsa'yı okumanız, diğer kitaplarına hiç el atmamanız. Eğer doymuyorsanız, hadi 'Sizi Yeniden Görmek'i de okuyun bari (yine ilk yazıda anlatmış olduğum gibi, 'Keşke Gerçek Olsa'nın devamı). Çok da gerekli değil, ama çok istiyorsanız kendinizi sıkmayın. Ama o da bittikten sonra, orada durun. Okumamış olduğum son kitabı için bir şey diyemeyeceğim, ama diğer tüm kitapları için konuşacak olursak, gerçekten hiç gerek yok, emin olun hiçbiri 'Keşke Gerçek Olsa'nın tadını vermeyecek. Ayrıca okuyacak çok az zaman, okunacak çok fazla kitap var. Marc Levy'ninkiler bu değerli vakti harcamaya değecek romanlardan değil bana kalırsa.

Çok da istediğimden değil ama, Marc Levy ile ilgili ilk yazımda uyguladığım formatı bozmayayım, en son okuduğum üç kitabını da çok çok kısaca tanıtayım bari.

Sonsuzluk İçin Yedi Gün'de bir meleğimiz var Tanrının gönderdiği, sarışın, masum, iyi huylu, melek gibi bir kız. Bir de Şeytanın gönderdiği iblis, o da şeytan tüyü diye tabir ettiğimiz karizmatik özelliğe sahip, gizemli, çekici adam. Bunlar yeryüzünde karşılaşıyor, ikisini de patronları göndermiş dünyaya; Tanrı ve Şeytan yani. Bir bahse tutuşuyor çünkü Tanrı ve Şeytan dünyaya hangisinin hükmedeceğine dair, çünkü... Yazamayacağım hayır, o kadar sıkıcı işte. Hah, bir de bu melekle iblis tanışıp aşık oluyorlar birbirlerine yeryüzünde. Evet, o derece.

Dostlarım Aşklarım ise 30'larının başlarında iki tane boşanmış adamı anlatıyor, kadınlara bir nevi 'tövbe edip', çocuklarını da yanlarına alarak birlikte yaşamaya başlıyor bu iki dost. Her ne hikmetse bu iki adam tipik Marc Levy karakterleri. İkisinin birbirinden farkını da bulamadım ben, kitap boyunca karıştırıp durdum o yüzden. Romantik bestseller okuyucusunun Maeve Binchy'den alışık olduğu renkli -ama sahici olmayan- yan karakterler, sürekli verilen "aslında yaşamak çok güzel! hayatın anlamı, küçük ayrıntılarda saklı!" mesajları... Öhh.

Neredesin, tipik Marc Levy tarzından çok farklı. Ve nedeni bu mudur bilemeyeceğim, ama bu yazıda değindiğim kitaplar diğer iki kitapla karşılaştırıldığında, en okunası olanı. Susan ve Philip isimli iki karakterimiz var Neredesin'de, bunlar çocukluk arkadaşı, sevgililer de tabii. Ama lise (ya da belki üniversite?) bittiğinde Peace Corps'a katılıyor Susan, Honduras'a gidiyor. Philip kalıyor, reklamcı oluyor. Daha fazlasını yazıp spoiler vermeyeyim, —siz gene de okumayın ama olur da okursanız diye hani :)—, şu kadarını söyleyeyim sadece bu kitaba dair: Başladığı gibi ilerlemiyor, siz çok farklı bir roman beklerken bakıyorsunuz bambaşka bir yöne gitmiş... Çok bir iz bırakmıyor üzerinizde ama farklı, dili de çok akıcı, o yüzden de okunabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder