25 Aralık 2009 Cuma

The Longest Journey 2: Dreamfall

Tür: Action-Adventure
Çıkış tarihi: Nisan 2006
Firma: Funcom
Artılar: Olağanüstü bir hikaye, şahane grafikler, harika mekan tasarımları, masalsı atmosfer, çok başarılı karakterler, seslendirmeler ve müzik
Eksiler: Feci kıytırık aksiyon sahneleri, çok kolay bulmacalar, zor kontroller
GameSpot notu: 8.1/10
Oyuncu notu: 8.6/10
Çavlan'ın notu: 9.3/10

Oyunun trailerını buradan izleyebilirsiniz.

Dreamfall, The Longest Journey'den 10 yıl sonrasını anlatmakta. 23. yüzyılın sonlarındayız ve bu kez April'ı değil ama tıpkı April gibi güçlü ve güzel (ama onun kadar komik olmayan) bir kadın karakteri yönetiyoruz: Zoe Castillo. Baştan söyleyeyim, Zoe, mizah konusunda April'in yerini tutmuyor, fakat müthiş aksanı sayesinde April'i çok da aratmıyor. Nitekim oyunun ilerleyen bölümlerinde görüyoruz ki, April da kayıplara karışmış değil.

The Longest Journey'den bildiğimiz bir karakter olan Brian Westhouse'u oynayarak başlıyoruz Dreamfall'a. Geride bırakılan bir günlük, garip bir ayin, yeni dünya 'The Winter', Chaos Vortex ve biz daha ne olup bittiğini anlayamadan Casablanca'da bir hastanede buluyoruz kendimizi. Nihayet Zoe'yi yönetmeye başlayabiliriz, fakat komada Zoe. İç sesi bizimle konuşuyor, ama kendisi derin bir uykuda. Zoe'nin yönlendirmesiyle bundan birkaç hafta öncesine, kızın turp gibi sağlıklı olduğu günlere gidiyoruz ve ilk bakışta sıradan görünen bir gününü yaşamaya başlıyoruz. Zoe bir biyo-mühendislik öğrencisiymiş ama ne yapmak istediğinden emin değil, okulu bırakmış, erkek arkadaşından ayrılmış ve baba evine dönmüş. Hayatında hiçbir şeyin onu tatmin etmediği, ne istediğine bir türlü karar veremediği bir dönem yaşıyor.



İlk gün, tıpkı TLJ'de olduğu gibi, ana karakterimizin çevresini keşfetmek ve yakınlarıyla tanışmakla geçiyor. Zoe'nin babası, en yakın arkadaşı, dövüş sanatları hocası ve -hâlâ bağlı olduğu- eski erkek arkadaşıyla tanışıyor, Casablanca'nın mükemmel sokaklarında dolaşıyoruz. Zoe son günlerde, tıpkı April gibi, garip bir deneyim yaşıyor. Baktığı TV ya da bilgisayar ekranlarında birkaç saniyeliğine Ringu'dan fırlamışa benzeyen uzun saçlı bir kız çocuğu beliriyor ve Zoe'ye "find her, save her" diye fısıldıyor. En başlarda bu garip görüntüyü herkesin gördüğünden emin Zoe, sadece kendi başına geldiğini anlamıyor. Günlerini ara sıra spor salonuna giderek, bunun dışında evde robotumsu minik dostu Wonkers'la (ki sürekli 'Wankers' kelimesi geçip durdu aklımdan niyeyse... Zoe'nin aksanından olabilir) pinekleyerek büyük bir miskinlikle geçiren Zoe'nin hayatına, gazeteci olan eski erkek arkadaşı ondan bir iyilik yapmasını istediğinde birden renk geliyor. Reza, büyük ve tehlikeli bir hikayenin peşinde ve başı belada, bir şirketten alması gereken bir paket var, fakat kendisi gidemeyeceği için Zoe'yi gönderiyor. Ve olaylar gelişiyor :)

Dreamfall'da ana kahramanımız Zoe, ancak bazı bölümlerde iki karakteri daha yönetiyoruz ayrı ayrı. Bunlardan biri Kian Alvane isimli yağız bir delikanlı (soyismine dikkat). Yönettiğimiz diğer karakter ise The Longest Journey'nin April Ryan'ı. Ama hayır, Kian ve April henüz tanışmıyorlar oyunun başında. 10 yıl geçmiş, April yaşlanmaktan çok olgunlaşmış ve bezgin bir çehreye bürünmüş, sesi çok kalınlaşmış (yine aynı hatun seslendiriyor) ve ilk oyundaki o neşeli halinden, eğlenceli hareketlerinden, esprilerinden eser kalmamış. Garip bir buruklukla oynadım April'ı Dreamfall'da.. Nitekim Dreamfall TLJ'e göre çok daha ciddi bir oyun. Zoe ilerleyen bölümlerde, TLJ'den ezberlediğimiz mekanlara gidiyor. Stark'taki Newport/Venice örneğin, TLJ'nin başladığı yer. İlk oyunda 2D gördüğümüz bu mekanları Dreamfall'da 3D görmek, dilediğimiz gibi hareket edebilmek, kıyılarını köşelerini keşfetmek çok güzel, bir o kadar da hüzün verici, çünkü TLJ'de temiz, renkli, modern olan bu mekanlar Dreamfall'da karanlık, yıkık dökük, kirli yerlere dönüşmüş, artık evsizler mesken tutuyor buraları. April'in kaldığı pansiyon olan Border House artık yok, ama onun yerine yapılan binanın önünde, April'in Cortez'le konuştuğu bank hâlâ duruyor. April'in TLJ'de çalıştığı kafeye de gidiyoruz Venice'te ve April'in en yakın arkadaşları Charlie ve Emma'yı tekrar görüyoruz... Fakat sadece Stark'ta değil, Arcadia'da da TLJ'den bildiğimiz yerlere gidiyoruz Dreamfall'da, neyse ki onlar çok değişmemiş. The Journey Man olduğu gibi duruyor örneğin...


Dreamfall'da işte bu 3 karakteri yönetiyoruz: soldan sağa
Kian, Zoe ve The Longest Journey'nin kahramanı April...



Funcom, tabiri caizse ateşle oynamış ve bu oyunu, pür adventure olan The Longest Journey'den farklı olarak action/adventure türünde tasarlamış. Kontroller sadece point-and-click değil, klavye de giriyor işin içine, farenizin scrollbar'ı çok önemli sonra. Fare ile yönettiğimiz kamera açısını doğru ayarlayabilmek çok zor; farenin kamerayı algılayışını tersine çeviremiyorsunuz, bense hep bu özelliği reverse ederek böyle oyunları oynamaya alışmışımdır... Yani farenin başında saçımı başımı yoldum biraz kısaca. Özellikle küçük mekanlarda kamera sapıtıyor, karakteri göremediğiniz ve hareket ettiremediğiniz anlar yaşıyorsunuz. Oyunda, nesnelerle etkileşime geçmenize izin veren 'focus field'i kullanarak ilerliyorsunuz. Bu arayüzün bir Xbox konsolu ile mükemmel çalıştığına eminim, ama aynısı PC için geçerli olsaydı keşke. Üzülerek söylüyorum, bu oyunun kontrollerine alışmak zamanımı aldı, alıştıktan sonra da ara ara yoruldum, resmen yoruldum..




Aksiyon öğelerine yer verelim derken, sadece "eksik kalmasın" mentalitesinden yola çıkarak kavga/dövüş sahneleri eklemiş sanki Funcom. Aslında bu sahnelerden rahatsız olmadım ben, gayet keyifle oynadım, nitekim çok kolaydı ("hiç olmasa da olurmuş" denecek kadar kolay). Hem madem oyunu action/adventure türünde yapmayı tercih ettiler, tamam, dövüş sahneleri mantıklı. Ama madem bir işe girişiyorsunuz tam girişin demek geliyor içimden, bu kadar basite indirgenmese olmaz mıydı? Karakterimizi zıplatmamız dahi mümkün değil, öyle farklı tuş kombinasyonları, combo'lar falan yok, yaratıcılıktan son derece uzak, üç seçeneklik (primary attack, secondary attack ve defense) hareketler mevcut, karşımızdakini de hemencecik yeniyoruz.

Peki bulmacaların azlığından bu kıytırık aksiyon sahnelerini sorumlu tutabilir miyiz? Bence tutabiliriz. The Longest Journey'nin o muhteşem zorluktaki sürüyle bulmacası burada hem niceliksel hem de niteliksel olarak o kadar azalmış ki... Tür olarak action ile adventure arasında sıkışıp kalmak böyle bir şey demek. Keşke konsollara da yaranalım derken adventure ruhundan bu kadar taviz verilmeseymiş. Dreamfall çok az adventure öğesi kullanmış, bulmacalar da zaten kolay seviyede -ve zaten sayısal olarak az- olduğundan bu oyun akıp gidiyor, zaten diyaloglar çok uzun, bolca bir 'interaktif film' havasında geçiyor Dreamfall. Oynamaktan çok izliyorsunuz. Oynanabilirlik zayıf, inventory sistemi kullanışsız, kontroller zor, bulmacalar yok, ne action olabiliyor, ne de adventure... Diyeceksiniz ki "Yukarıda oyuna verdiğin 9.3 puan ne o zaman, deli misin?" Deli değilim, ama etrafımdakiler tarafından "sağlıklı olmayan bir düşkünlük" diye tanımlanan bir takıntım var Longest Journey'e karşı. Aslında pek de adventure olamayan bu oyunu hâlâ en sevdiğim adventure'lar listemin başlarına koyuyorum, çünkü grafikler, seslendirmeler, müzikler, atmosfer ve hikaye bakımından Dreamfall bir başyapıt, bu türün gelebileceği son nokta. En güçlü dayanağı, The Longest Journey'den alıp devam ettirdiği olağanüstü zenginlikte, inanılmaz derecede sürükleyici, başka hiçbir oyunda rastlayamayacağınız özgünlükte hikayesi.



Dreamfall'un ara videoları mükemmel, oyun içi grafikleriyse olağanüstü güzellikte. Karakterinizin içinde bulunduğu her ortamı içinizde hissediyorsunuz, kafanızı kaldırdığınızda gördüğünüz uçan araçlardan karanlık köşelerdeki evsizlere dek hiçbir ayrıntı atlanmamış. Seslendirmelerse parmak ısırtacak cinsten. Pek çok adventure oyununda karakterlerin aksanları ve seslerindeki tonlamalar, iniş çıkışlar sırıtır, eğreti durur, oysa Dreamfall'da başarılı bir film izler gibi seyrediyorsunuz diyalogları (katılıyorsunuz da tabii). Karakterlerin dış görünüşleri ile mimikleri ve sesleri son derece uyumlu. Karakterler, tıpkı TLJ'deki gibi eksiksiz tasarlanmış. Her karakterin kendi hikayesi var ve oyun boyunca da bir gelişim yaşıyor.

The Longest Journey ve Dreamfall bambaşka dünyalarda geçmelerine rağmen, ikisinde de politika, din ve felsefe üzerine pek çok gönderme mevcut. Politika ve dinin toplumu nasıl etkilediği, büyük bir incelikle eleştiriliyor bu oyunlarda.

Yazıyı The Longest Journey yazısında da yaptığım gibi oyundan alınmış screehshot'larla kapatıyorum; evet biraz fazla screenshot var burada ama oyunda manyak görüntüler var, bunlar pek çok eleme aşamasından geçmiş halleri. Üstlerine tıklarsanız görselleri gerçek boyutlarında görebilirsiniz.






Son olarak: Ragnar Tørnquist. Büyük adamsın.

Ve de The Undreaming/Chaos Vortex, Collapse, White Lady, Reza, Lady Alvane (ve şu ve bu ve daha binlercesi) gizemlerinin tam olarak çözülmesi için üçüncü oyunu bekliyoruz. Şimdiden çok bekledik. Eğer TLJ3'nin çıkış tarihi ile ilgilenen varsa, önce bu linke uğrasın (ki itiraf etmeli, okuduğumda ilk tepkim gözlerimin dolması oldu), sonra da "indefinite değil temporary, hatta definite!" diyen Tørnquist'in blogundaki ilgili posta, yani şu linke bir baksın. Metin olun! Ümit etmekten vazgeçmeyin! 3+ yıllık hasrete dayandıysanız bir 3 yıla daha dayanabilirsiniz!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder