3 Kasım 2006 Cuma

KÜÇÜK PRENS




Küçük Prens'i çok küçükken okumadım..Büyümüştüm okuduğumda, ama çok beğenmiş ve mutlu olmuştum okuduğumda..
İşte bir kaç not:

"Büyükler sayılara bayılırlar. Yeni bir arkadaş edindiniz diyelim; onun hakkında hiçbir zaman asıl sormaları gerekenleri sormazlar.
"Sesi nasıl"demezler örneğin, ya da "Hangi oyunları sever?Kelebek koleksiyonu var mı?" diye sormazlar..Onun yerine "Kaç yaşında" derler.."Kaç kardeşi var?" "Kaç kilo" "Babası kaç para kazanıyor?" Ancak bu sayılarla tanıyabileceklerini sanırlar arkadaşınızı...

"Kelebeklerle tanışmak istiyorsam, bir iki tırtıla katlanmayı öğrenmek zorundayım"..

"İnsanların artık anlamaya zamanları yok. Dükkanlardan her istediklerini satın alıyorlar. Ama dostluk satılan bir dükkan olmadığı için dostları yok artık"..

"İnsan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir. Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez"...

"Gülünü senin için önemli kılan, onun için harcamış olduğun zamandır"


Küçük Prens Kitabını Okumak isteyenler için

e-kitap adresi:
http://www.1001kitap.com/Cocuk/kucuk_prens/index.html

14 Ekim 2006 Cumartesi

Books for ChiLdReN !...


Books for ChiLdReN !...
Originally uploaded by aşk-ı beka.

Yeğenim Feyzanur'a aldığımız kitaplar :)

Çocukken kitap okumayı çok çok severdim..Hala da vazgeçemiyorum kitaplardan. Sanırım bunda çocukluğumun payı büyük.. 10 Yaşındaki yeğenim Feyzanur da kitap okumayı seviyor ve ben o okudukça çok mutlu oluyorum..
Hayal dünyaları ve ufukları geniş oluyor çocukların okudukça..

Ve şimdilerde, bizim çocukluğumuza göre-ki topu topu 10 yıl oldu:)- çok daha güzel çok daha çeşitli eserler var..

Çok güzel çalışmalar var..

Okuyalım, çocuklarımıza, kardeşlerimize, yeğenlerimize, komşu çocuklarına da okutalım efendim :)

Bir de bugün, Feyzanur, kendinden 4-5 yaş küçük bir kız çocuğuna kardeşi Furkan'a aldığı bir kitabı hediye etti:) çok mutlu olduk..
Paylaşmak güzel..Paylaşımlara devam edelim..
Hayırlı Ramazanlar !...

8 Ekim 2006 Pazar

Kocatepe Kitap Fuarı


Kocatepe Kitap Fuarı
Originally uploaded by aşk-ı beka.

Her yıl en az 5-6 kez uğramaya çalıştığım fuardan heybemize ilk düşenler bunlar oldu..İnşallah devamı olacak..:)
Bir de resimde olmayan Fardipli Sinha isimli roman vardı bugün heybemizde..Bir de Nuriye Akman'la çekilmiş fotoğraf..çok hoş bir sohbetti..
Güzel bir gündü vesselam..
Dostlarla olunca güzel olmaz mı hiç !...

Kitaplarımız:
Örtü- Nuriye Akman-Doğan Kitap:
Nefes isimli romanını okuduktan sonra Nuriye Akman'ın sıradaki eserini sabırsızlıkla bekliyordum ve görür görmez bu yeni eseri okumak istedim..

Siyah ve Yeşil-Necmettin Şahiner- İnsan yayınları:
Daha önce "Aynasını Arayan Adam" ve "Bir Çöl Hikayesi" kitaplarını okuduğum Necmettin Şahiner'in üslubunu çok beğendiğim için bütün kitaplarını okumaya karar vermiştim. Bugün sadece bu eserini bulabildim. Kur'anda siyah ve yeşil kavramını işliyor bu kitapta..Diğer kitapları da tavsiye listem içinde yer alıyor..

Tuz Yangını-Mehmet Akar- Timaş
Hayalsevda blogunun sahibi "mirdad"beyefendinin tavsiyesi üzerine edindiğim bir kitap. İzzet ve İffete dair çok hoş yazılar içeriyor..

Cam ve Elmas-Sadık Yalsızuçanlar-Timaş
Genel olarak kitaplarını sevdiğim bir yazar olan Sadık Yalsızuçanlar'ın bu kitabını uzun zamandır merak ediyordum.Bugün o da heybemize katılanlardan oldu..

Kuantum Diliyle Kainatın Hecesi-Hakan Yalman-Yeni Asya Yay.
Gece Yolculuğu programında Kubilay Aktaş ile birlikte program yapan Hakan Yalman abinin çok merak ettiğim eseri..

Cam Irmağı Taş Gemi-Nazan Bekiroğlu-Timaş
Sevdiğim bir yazar olan Nazan Bekiroğlu'nun daha önce roman ve denemelerini okumuştum, ilk defa bir öykü kitabını okuyacağım, üslubunu beğendiğim bir yazar olduğu için tereddütsüz aldığım bir eser..

Sarıkamış-İsmail Bilgin-Timaş
Bir televizyon programında tanıtımını izlediğim bu kitapta beni etkileyen şey, olayların o sırada yaşanıyormuşcasına canlı anlatılması olmuştu..

Fardipli Sinha- Mehmet Ali Bulut- Bilge
Uzun zamandır arkadaşlarımın tavsiye ettiği bir romandı..Sonunda o da listeye dahil oldu :)

fuarın bu ilk turunda edindiğimiz kitapların listesi böyle..
inşallah devamı gelecek..

7 Ekim 2006 Cumartesi


KAYIP GÜL

Serdar Özkan
2.Baskı:2004
Doğan Kitap


Sevgili kuzenim Ayşe'nin tavsiyesiyle okuduğum bu kitabı çok beğendim..
Akıcı, bir çırpıda okunabilen, güzel bir kurguya sahip bu roman..

Kitabın arka kapağından eklemek istediğim iki paragraf:

"Hatırlıyor musun, güneşli günlerde sana akın akın koşanlar güz gelince bir bir terk etmeye başlıyorlardı seni. Kış iyice bastırınca da hiç kimseyi bulamıyordun yanında. Gururun seni yalnız bırakıyordu ve o kuru gururun yüzünden ağlayamıyordun bile. Bahardaki övgüler seni ne kadar yükseltmişse, sonbahardaki düşüşün de o denli yüksekten oluyordu. Havanın değişmesi yerle bir ediveriyordu seni..Oysa bir gün için bu böyle mi?..Bir gül için, güz demek, yağmur demek..Güz demek, bahara hazırlık demek..

Üzgünüm dostum ama, sana tutkuyla bağlananlar bir gün seni terk edecekler.
Çünkü onlar sana değil, kendi tutkularına tapıyorlar yalnızca. Bir gün gelecek, o tutkuları başka bir tanrıça bulacak. Senden daha güzel, daha güçlü, daha yüce bir tanrıça ! İşte o zaman sen unutulacaksın. Kendini onların övgüleriyle var ettiğin için de, unutulduğun zaman yok olup gideceksin. "..



ve altını çizdiğim paragraflardan bir kaç bölüm aktarmalıyım buraya..:

...Sanki aynam kırılmıştı da, Başkalarının övgülerini görebilmek için Başkaları'na bakmak zorunda kalmış, takdirlerini kaybetmemek uğruna onlarla "iyi geçinmeye" mahkum edilmiştim. Kendimi onların beklentilerine cevap vermek zorunda hissetmem, beni en büyük düşümden, seni arayıp bulmaktan alıkoyuyordu..
diyor Diana..

Bu paragrafları okuyunca, bu "fikir" ağırlıklı bir kitap mı diyebilirsiniz, aslında bir roman, ama benim en çok beğendiğim yerlerden biri olduğu için bu bölümü paylaştım..

Aslında, annesinin vefatından sonra, ikiz kardeşini aramaya çıkan Diana'nın öyküsü bu kitap..



İyi okumalar efendim..:)

24 Ağustos 2006 Perşembe

Kayıt

Bugünlerde neler oluyor dersiniz?

23 Ağustos 2006 Çarşamba

İnternet ve Ödev

Net üzerinden para kazanmanın bir çok yolu var. Bunlardan biri de ödev sitesi oluşturmak. Her ne kadar ülkemizdeki ödev siteleri o denli gelişmiş olmasa da sayın talebelerimiz sınırları zorlamaya başladılar bile. Her geçen yıl ödev yapmak için başvuranların hem sayısı arttı hemde niteliği değişti. Önceleri bitirme tezi ile başlayan süreç, ilkokul ödevlerine kadar inmiş durumda. Bazı ebeveynlerin çocuklarına bilgisayar almasının temel sebeplerinden biri olmuş. Bir çok çocuğumuzun internet cafe denilen yerle ilk tanışmasının yegane sebebi de ödevdir sanırım.
İnternetten kopyalayarak ödev yapmanın etiğini tartışacak değilim. Daha başından itibaren yani çocuğun kendisiyle ilgili bir sorunu çözmekteki yaklaşımından başlayarak ne kadar zararlı etkileri olduğu açıktır. Emek sarfetmeden bir şeylere ulaşmak, içinde bulunduğumuz kokuşmuş yaşam biçiminin öngördüğü bir davranıştır olsa olsa. Sadece çocuklarımızı korumak içinde olsun bunu bir şekilde engellemek gerekiyor.
Öğretmen olarak bir kez daha düşünmek gerekiyor artık ödev verirken. İngiliz meslektaşlarımız ödev vermeden önce internette ki ödev sitelerinde var mı diye arar olmuşlar. İşleri oldukça zor. Bizimse henüz böyle bir derdimiz yok. Zaten internetten bulunup çıktıyla getirilen ödevlerin kalitesi korkunç durumda. Kısıtlı olan kaynaklardan ancak bu kadar bilgi elde edilebiliyor anlaşılan.
Geçen yıl başıma gelen olay oldukça düşündürücüydü. Kayaçlar konusunu anlatırken. Her öğrencinin çevresinde değerli olduğunu düşündüğü kayaçlardan getirmesini istemiştim. Getirdiler, hemde binlerce. Elbetteki gittikleri internet cafeden elde ettikleri resimlerdi bunlar.
Varsın olsun bu yıl daha dikkatli oluruz. Tembih ederiz artık. Netten bulunan ödevler dikkate alınmayacaktır deriz. Niçin internetten ödev yapmamaları gerektiğini ayrıntısıyla anlatırız. Büyük bir ihtimal dinlemeyeceklerdir, benden söylemesi.
Siz yine de bana internetten bulunmuş ödevi yutturamazlar diyorsanız. www.turnitin.com adlı siteyi bir ziyaret edin. Sitede netten elde edilmiş olduğunu düşündüğünüz ödevler milyonlarca sayfa da taranıyor. Bir tür copyguard sistemiyle. Umarım işinize yarar.

17 Ağustos 2006 Perşembe

Sosyalizm ve İnsan Ruhu

Express dergisi bu ay ki sayısında (ağustos - eylül) beraberinde kitap veriyor. Beyin açıcı sıfatında bir kitap. Oscar Wilde'ı bilenler bilir. Herşey hakkında söyleyecek bir sözü vardır mutlaka. Bu kez kendinden büsbütün farklı olduğu düşünülen bir konuda yazdıklarıyla çıkıyor karşımıza.
Ece Temelkuran'ın 2000 yılında, yenibinyıl gazetesinde kitapla iligili yorumu oldukça güzel.
"Kitabın sağ sayfalarında ana metin, yani Wilde'ın metni ilerlerken, sol sayfalarda meseleyle ilgili bambaşka "esas" adamların yazdıkları yer alıyor. Yani tıpkı internette sosyalizm ve insan ruhu diye bir search yapmışsınız da; birbirine linkle bağlanmış sayfaları anında görüyorsunuz gibi. Üstelik bu sefer download krizi yaşamadan."
Bu küçük kitapta ayrıca Murat Belge'nin bir önsözü de yer alıyor. En nihayet Fatih Özgüven'in yeniden düzenlediği çevirisiyle sunulmuş kitap.
Şu günlerde iyi bir okuma yapmak istiyorsanız oldukça ideal. Kitabın bir başka özelliğiyse kışkırtıcı olması. Okurda başka kitaplara ulaşma isteği uyandırıyor.

Söylemediğim Sözcükler

Arzusu hilafına: Ancak metinsel bir edim sırasında kullanabilirim. Önce bir arzunun bende hilaf etmesi de gerekir.
Hırpani:Ne güzel de tarif ederdim kendimi biri soracak olsa.
Umarım:Zar zor yerleştirdim dilime bu kelimeyi. Aynı zamanda bir düşünsel ayrılığın başlangıcı da oldu. Umarım her şeyden önce İnşallah’ın ağır dinsel bağlanıcılığının yerine, bireysel bir seçme eylemidir bende.
Kaldı ki:Son birkaç yılın, kimse kullanırken diline nereden yerleştiğini bilmese de en revaçtaki sözcüğü. Edattır aynı zamanda kendileri. Söyleyene ayrı bir ağırlık katar. Eğer dikkat edilirse kötümser bir havası vardır kaldı ki sözcüğünün ve/veya edatının. Bir kandırma eğilimi olduğunu düşündürür, kendisinden sonra gelecek sözcüğün. Yerine ısrarla zaten sözcüğünü öneriyor dilim. İçevurumsal bir kandırma olsa da işin içinde.
Sahi: Samimiyetine inanırım sahi’nin. Kişisel bir gerçekliğe ulaşılmak istendiğinde ne de güzel yerini bulur. İyi huylu bir bağlaçtır üzmez kimseyi. Hatırı sayılır. Sonrasında kullanılacak sözcüğe karşı yapabilecek hiçbir şeyinizi bırakmaz. Sahi, siz hiç kullanmış mıydınız?
Each man kills the thing he loves:Cilalı bir itiraftır, içten içe kullanılan diyaloglarda mırıldanılır en çok. Söyleyene derinlik katar eğilimindeyim.
Elzem: Hiç bir şey elzem olmadı o kadar hayatımda, her şey olmasa da olurdu bir bakıma. Yine de kullanmak isterim bu sözü ısrarla tek başına.
Gülünç: Bir olunmaması gereken durumlar bütünü. Küçümser gibidir... olan biteni. Bir kez kullanacak gibi oldum kendim için.. iyi değildi.

Gelmiş Bulundum

Ben mişim... neymiş? su sesiymiş
Oymuş...cam kırıkları gibi gövdemi yakan...
Yanağında sardunya kokusuyla yazdan
Kimmiş o gelen ya giden kimmiş
Bir yabancı mi, yoksa bir ermiş
Değilmiş, bir çağrı bile yokmuş uzaktan.

Güneş mi batarmış bir özel isim bitirir gibi
Yanmış bir ağacın yaprakları mıymış kımıldayan
Ne kalmış bir önceden ya da bir sonradan
Kim koparmış dalından bu yabani incirleri
Ya kimmiş kıyıya çeken hayalet gemileri
Ne yazılmış nereye bu garip kargaşadan.

Yıldızlar, büyülü ülke, adimi unutturan
Bir kaya, bir ot, bir akarsu
Hangi yaz sarkıcılarının ürpertili korosu
Ki bütün ölüleri sığa çıkaran
Ve kenti bir olum derinliğine salan
Yani bir gül solarken bir gülün açma korkusu.

Şiirler yazdım, kitaplar okudum
Elime bir bardak aldım, onu yeniden oydum
Derinlerde kaldım böyle bir zaman
Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan
Ey yağmur sonraları, Los bahçeler, aksam sefaları
Söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum.


Edip Cansever

14 Ağustos 2006 Pazartesi

Salça

O kadar domatesin ziyan olmasına dayanamazdım. Bir çuval domatesi melemen yapımında kullanma fikri başlangıçta çok cazipti ama.
İnsanın köyünün olması ne güzel. Yılın bu mevsiminde, otobüs bagajları sıkış tıkış dolu olur. Köylerden elde edilen ürünler şehirlerde yaşayan uzantılara yollanır. Genelde kuru bakliyat türünde yiyeceklerin geldiğini söyleyebilirdim ta ki bugüne kadar. Harem otogarında acaba ne göndermişler diye beklerken, az sonra olacakları kestiremezdim. Bir büyük çuval içinde domatesi indirince muavin, kısa ve keskin bir sürede kalabalık içinde, çeşitli renkler edindim. Umarım kimse görmemiştir. Gizlenerek abartmıyorum adeta saklanarak bir an önce vıcık vıcık domates çuvalını taşıdım arabaya.
Üsküdar istikametinde giderken bir an atmayı bile düşündüm. Hazır tüp geçit için kazılmış çukurun yanından geçerken. Yapamadım. Yapmış olmayı dilerdim çünkü önümde bir engel daha vardı. Apartman sakinleri. Güpe gündüz koca bir çuval domatesi görseler; bir hayli merak, alay, muhabbet, eğlence konusu olabilirdim. Çok dikkatlice girdim ve yakalanmadım demek isterdim. Üst kattaki Behlül Amcaya yakalandım.
Kurtul kurtulabilirsen. Nerden gelmiş, kaç kiloymuş, ne yapacakmışım, cinsi neymiş, ne güzel kokarmış şimdi bunlar. Gürültümüzden, bütün apartman kısa sürede dahil oldu mülakatıma. Çeşitli fikirler verildi. Melemen yap, turşsunu kur, olmazsa dağıt. Dağıt ha, dağıtır mıyım size bunları. Ne emek vermişim bir bilseniz, ne rezillikler çekmişim. Yok öyle beleş domatese kurulmak...
Zorlukla attım kendimi ve domatesleri eve. Sevgili domateslerimle başbaşa kalabilmiştim nihayet.
Salça yapma fikri aklıma gelene kadar domateslerimi çeşitli şekillerde değerlendirmiş olmalıyım. Sabah olduğunda karar verdim. Salça yapmalıydım.
Balkonlar çok amaçlı yapılardır. Çiçekleri kaldırırsanız , ortaya rahat harket edebileceğiniz bir alan çıkar. Sonra bir kaç kova suyla yıkarsanız temiz bir mekanda elde etmiş olursunuz. Uzun zamandır ne işe yaradığını bilmediğim plastik leğeni de bulunca, ön hazırlıklarıda yapmış oldum.
Ertesi gündü salça yapmaya başladığımda. Çocukluğumdan kalma gündelik bilgiyle, nasıl salça yapıldığını hatırladım. İlk önce domatesleri yıkadım, unutacağımı sanmayın. Bahçenin hortumunu eve çektiğimi de yeri gelmişken hatırlatayım. Sonra çuvala tekrar doldurup gerisin geri domatesleri, leğenin içine yerleştirdim. Henüz diğer balkonlarda kimseler yoktu. Öğle sıcağından olsa gerek, meraklı komşularım perdeleri dahi açmıyordu. Leğende, çuvalın içindeki domatesleri bir güzel ezdim. Posası çıktı zavallıların. Bir hayli sıvıda elde ettim hani. Bütün amacım bu değil miydi zaten. Bütün hırsımı domatesi ezerken çıkardım.

Gönül isterdi ki aynen çocukluğumda olduğu gibi büyükçe bir kazan içinde, bahçenin ortasında, topladığım çalı çırpıyla bir ateş yakıp öylece kaynatmak bu domates suyunu, salça olması için. Evde de zevkli olur bakın, deneyin benim gibi bir ara. Yalnız saatlerce başında durup sürekli karıştırmak kaydıyla. Ne bileyim öyle akımda kalmış, dibi tutmasın diye, sıvı kaynarken, sürekli T şeklindeki bir tahtayla karıştırmak gerekiyordu.
En nihayet salçam olmaya yüz tutuyordu. Biraz önce güle eğlene karıştırdığım sıvı, gittikçe katılaşıyor, zaman geçtikçe yorucu hummalı bir uğraşa dönüşüyordu. İnanılmaz ama olmuştu. Aynen evdeki diğer kaderdaşlarına benziyordu bu yaptığım. Geriye kalan kıvamını tutturmaktı. Tutturdumda. Sonuçta bir iki yıl tüketimime yetecek salçam olmuştu. Huzurla açılışı yapabilirdim artık. Bidonlara doldurdum tomato soucemu. Keyfime diyecek yoktu. Bütün yaramaz çocuklar gibi, son bir gayretle kazanın dibini, ekmeğimle sıyırdım.

Tuzsuz olsanda güzelsin ey organik salça...

Okul - Orhan Pamuk

Okulda ilk öğrendiğim şey bazılarının aptal olduğu, ikinci öğrendiğim şey ise bazılarının daha da aptal olduğuydu. Tıpkı din, ırk, cins, sınıf, servet (ve bu listeye en son eklenen) kültür farkları gibi, hayattaki bu temel ve belirleyici farkı farketmiyormuş gibi yapmanın bir olgunluk, bir incelik ve bir efendilik olduğunu o yaşta kavrayamadığım için öğretmenin sınıfa her soru soruşunda, doğru cevabı bildiğimi göstermek için çırpınarak parmağımı kaldırırdım.

Daha sonraki aylarda, yıllarda bu bir alışkanlık oldu. İyi, akıllı bir öğrenci olduğumu sınıf da, öğretmen de anlamıştı biraz, ama ben gene her soruya bir cevabım olduğunu kanıtlamak için parmağımı kaldırıyordum. Öğretmen pek seyrek bana söz veriyor, çoğu zaman kalkan başka parmakları, onlar da konuşsun diye işaret ediyordu. Bir süre sonra cevabını bileyim bilmeyeyim, her soruya parmağım kendiliğinden kalkar oldu. Bunda, sıradan kıyafetler giyse bile, çok pahalı bir takı ya da kravat takarak zengin olduğunun farkedilmesini isteyen birinin huzursuzluğuna benzer bir kendini gene de gösterme isteği ile, öğretmene karşı duyulan bir çeşit hayranlık ve işbirliği etme dileği de vardı.

Yazının devamını okumak için tıklayınız...

13 Ağustos 2006 Pazar

Barışa Rock

Tam zamanı. Barışa olan inancımızın kaybolmaya yüz tuttuğu şu günlerde. Böyle bir etkinliğe katılmak biraz da olsa kendimize getirebilir bizi. Hem daha bir gür sesle söyleriz, ne söyleyeceksek. Hoş, böyle bir kaygı duymuyor olsakta, sadece bişeylere karşı olmak için de gidilebilir. Alın size festivale gitmek için bir bahane daha; okullar açılmadan önce gidip kulaklarımızın, yüreğimizin pasınını atarız. Siz bir yolunu bulup gidersiniz zaten biliyorum. Hatta benden önce. Geçen yıl olduğu gibi gidipte yer bulamamakta var. Bu yıl elimi çabuk tutayım. Sabahın erken saatlerinde, uygun bir konum alayım. Gideceklere ekstradan bir tavsiye ise ne olur ne olmaz eşofman türünde giysiler giymeye çalışın. Olura keneler sabote edebilir...

12 Ağustos 2006 Cumartesi

Fairuz-Hawa Beirut

Fairuz'un hüzünlü sesinden Beyrut'u sevmek.

11 Ağustos 2006 Cuma

Beyrut


Beyrut anlatılacaksa eğer ille de bir şeylere benzetilir. İşin kolayına kaçanlara göre Doğunun Paris’idir. Oysa hiçte Paris’e benzemez. Benzemekte istemez, denizsiz yapamaz çünkü. Sırtını kıyı dağlarına verip, uçsuz bucaksızmış gibi hissedilen Doğu Akdeniz sahilince uzanmak ister...
Makber şiirinde Abdulhak Hamit Tarhan, Beyrutu öyle bir anlatır ki mübalağa karanlık bir şehirdir karşımıza çıkan. Haklıdır da Tarhan, Fatıma’sını kaybetmiştir. Tatlı bakışlı Fatımasını, Cay-ı dilberini. Belli ki kadim bir aşk vardır aralarında. Şiir boyunca kabullenemez bu erken gelen ölümü.
Bir isyan şiiridir Makber. Havsalanın, hayalin alamayacağı bir durumdur yaşanan çünkü. Ölüm karşısında çaresizdir şair. Bir süre sonra, bir şekilde kabullenir bu ölümü; her ne kadar teskin etse de kendini Abdulhak Hamit Tarhan. Yaşadığı bu acı böyle muazzam bir şiiri bırakmıştır geriye.
Rivayete göre Tarhan şiiri, Fatımanın cenazesinin gemiyle Beyrut’tan İstanbul’a getirildiği gece yazmıştır.
“En fazla bir yıl sürer, yirminci asırlılarda ölüm acısı.” demiştir şair. Mütevazidir bunu söylerken, yaşadığı dönemden her şeye karşın umudu kesmemiştir. Oysa Yirmibirinci Asırlılarda ölüm acısı bir gün bile sürmemektedir. Tv haberlerinde kirlenmektedir insanlık. Bizi tutsak eden görüntü, acılarımızı yavaş yavaş sağaltır, öfkemizi dindirir. Zaman kötü bir zamandır. Fatıma bir şekilde unutulmuştur, Beyrut unutulmuştur. Nasıl olsa ölenle ölünmez denilip, avunulmuştur. Hatırası havada kara bir bulut gibi dağılıp gitmiştir. Binlerce bomba yağmaktadır artık üzerine.
Öyle bir unutuştur ki bu, toplumsal havsalamız utanır hatırlamaktan. Oysa şuracıkta işte, yanı başımızdadır. Fatıma kadar, şahdamarımız kadar bize yakındır Beyrut.
Beyrut’a gidecektim bu yaz... nasılda unutmuşum. Ne çok şeyi unutmuyoruz ki bilerek veya bilmeyerek. Oysa ne planlar yapmıştım. Cilvegözünden Suriye’ye geçecektim ilk, sonra ver elini Halep, oradan dağ yollarını aşıp, inecektim Beyrut’a.
Hala orada mıdır bilmem. Hala öylesine dingin midir Beyrut kestiremem.
İçim sıra bir Abdulhak Hamit yürüyor şimdi. Fatımayı beklerken ki haliyle. Ve kara bir kalemle yazıyor yine o şiiri. Ben gittim o haksar kaldı / Bir köşede tarumar kaldı / Baki o enisi dilden eyvah /Beyrut'ta bir mezar kaldı.
Beyrut’a gidecektim bu yaz... Fatıma’nın şehrine...

10 Ağustos 2006 Perşembe

Training Day

“Evet, herkes okuldan korkar...” diye başlıyor Catherina Baker o çokça bilinen “Zorunlu Eğitime Hayır” adlı kitabında ve şöyle de sürdürüyor. “Ordudan, hastaneden, mahkemeden de... Çünkü bu kurumlar felaketlerin ve acıların habercisidir. Elbette bu tür olaylar karşısında her insan aynı yürekliliği gösteremez, bütün insanlar aynı ölçüde tehdit altında değildir zaten.”

Okulların açılmasına kısa bir süre kala bakanlık, bu ilk gün sendromunu yenmek için harekete geçmiş. Daha haberi alır almaz, garip, abuk sabuk bir şeylerin yapılmış olabileceği konusunda kuşku bile duymadım. Bir kere daha başlangıçta bu soruna eğilmesi gereken anne babalar değil bakanlıktı. Öğretmenlerden de gelmiyordu bu talep, sivil toplum örgütlerinden de. Aslında bu üzerine vazifelik durumu bakanlık yetkilileri için bir avantajmış gibi görünüyor şu halde. Görünsün bakalım.

Sözüm ona okulların açılamasına bir hafta kalası, yeni kayıt minikleri toplayıp, öğretmenleriyle kaynaştırıp benim naçizane tabirimle tarining day yaptıracaklarmış. Ne güzel ya. Miniklerimizde pek haz alırlar bu işten. Bu uygulamadaki maksat çocukların ilk gün korkularını yenmekmiş. Yensinler bizde bir şey demiyoruz da. Ya bu sefer bu olağanüstü durumdan büsbütün korkarlarsa. Çocuk deyip geçmeyiniz ağalar. Cin gibidir bu veletler. Hemen anlarlar işin içyüzünü. Siz o zaman göreceksiniz yaygarayı. Ayak diremeleri, yerlerde sürünerek ağlamaları. Bilecektirler, sizin 7 yaşında diyip küçümsediğiniz yavrular, bu işte bir çoban aldatan olduğunu. Keşke siz bıraksaydınız da her zaman olduğu gibi. O ilk gün geldiğinde anneleriyle babalarıyla yaşasaydılar bu korkuyu. Zaten yaşayacaklar.

Gelelim şu korku meselesine...
Sahi neden korkar bu çocuklar. Biraz buna eğilelim. Eğitim ağalarımızın yapmadığını yapalım. Sorunu derinlemesine değerlendirelim.

Aynı kitapta şöyle diyor Baker, “İnsanların çoğu, o ilk gün ölesiye korktuklarını, sonra zamanla okula alıştıklarını unuturlar. Unuturlar ama korku bütün bir yaşam boyu sürer, nedenini de bir türlü çıkaramazlar. O gün duyulan acı, artık karanlıklara gömülmüştür, işin en korkunç yanı da bu.”

Çocuk doğduğu andan itibaren bir özgürlükler bütünü içinde yaşarken. Birden bire kontrolün olduğu, her şeyin disipline edildiği, belirli kurallar dahilinde hareket edildiği bir ortamda bulur kendini. Korkmasında ne yapsın. Öte yandan biyolojik bir bağla yaşadığı ailesi yerine kendine hükmeden yabancı bir kişiyle karşı karşıyadır; öğretmen.

Çocuk hiçte alışkın olmadığı yeni davranışlara sürüklenir daha ilk gün. Sıra edilmiştir, (üni)forma giydirilmiştir. Olağan dışı bir duruma hazırlanmaktadır. Henüz evdeyken başlar korku. Mızmızlanacaktır, kahvaltı bile yapılamayacaktır. Evde giderek bir panik havası oluşacaktır. Gariptir çocuk için, her gün işe giden anne – baba özellikle bugün gitmemiştir. Vardır diye düşünecektir çocuk bunda bir çapanoğlu.

Okulun önüne varıldığında asıl o zaman açığa çıkar bütün korkular. Sabahın bu erken saatinde yüzlerce binlerce çocuk toplanmıştır. Okul meydanı bayağı günlerinden birini yaşıyordur oysa. Gelin bir de çocuklara anlatın bu durumu. Artık öznelikten çıkıp, topluluk halinde bir yaşama sürüklenecektirler.

Sonuç olarak Training Day kötüdür. Ne yaparsanız yapın korkacak bu çocuklar. Siz iyisi mi iki kez korkutmayın bu çocukları. Korkudan altına yapan çocuklar görmüş olan beni endişelendirmeyin lütfen. En azından kendinizi kandırın benim gibi. Şöyle deyin;

Alışırlar!!!
Böyle gelmiş böyle giderler!!!
Çocuktur unuturlar!!!

9 Ağustos 2006 Çarşamba

İtalyan Geçmek

Askıya almış içini herkes/Aşk İtalyan geçiyor yanımızdan/Zaman kendini ilişkiyle tanımlar/ geçmiş bir iç kaleye dönüşür/su başkalaşır aktıkça kendinden/ezberi abartıyoruz yalnızca/ jestleri yeniden yerleşiyor yinelenmekten oturmuş gövdenin/verev zamanlar karşı karşıya getiriyor figürleri yeni yörüngelerde/yorumu kaç karat kara kuyumun?/göze almanın replikleri değişir yaş aldıkça/korunaklı hayatların kurduğu/ kunt zemberek hangi sahnede boşanıyor?/fay kırıkları eski pozlar içinde hayal/gözlerimizden içimizdeki krater görünüyor /klişelerin emniyetinde kalıplar/kendini prova ediyor/roller dağılarak tarih düşer varolduğu kimliğe/hafıza bunu bilmiyor/Donmuş zamanların çözgüsünü beklemez sıcak an, kara tesadüf/(seyrek dokunun içinden akıp geçen sarışın kum)/Oyunların altı boşalır yeni gerçekliğinde mekan ve gövde/gerginliğini giderir büyük kumarın/tesadüfleri kullanmanın bilgisine şans tanımıyor ölümün elindeki ölüm/askıya almış içini herkes/biz ezberimizi yinelerken/aşk yanımızdan İtalyan geçiyor/aşk yanımızdan geçiyor/aşk yanımızdan..(murathan mungan-oyunlar intiharlar şarkılar)

6 Ağustos 2006 Pazar

Sabaha Kalmak

Dış kapı açıktı.

Mantıklı bir insanın açık bir kapıyla yapılabileceği şeyler sınırlıdır. Kişi gider, usulüne uygun bir şekilde kapatır kapıyı. Ben ne yaptım dersiniz.

Oysa daha başlangıçta benim için hayli zor görünüyordu. Kapıdan süzülen ışığı takip etmek. Neredeyse sabah olacakken, bulmak kendimi kentin ıssız caddelerinde.

Yıllardır sabahlara kadar kalmışlığım yoktu. Geceyi tüketip diğer güne vurmuşluğum.
Tam anlamıyla vurdum hani. Kendimi boğazda balık tutanların arasında buldum. Sabahın bu saatinde bu kadar insanın buralara tünemiş olmasına şaşırarak. Şaşkınlığım onlarla beraber çay içince biraz daha arttı. Öyle ya sabahıın altısında hiç tanımadığım insanlarla çay içiyordum. Çayda güzeldi bu arada.

Sabahın erken saatlerinde buralarda olmama başkaca anlamlar vermek için dönendiğim sırada. Börekçinin önündeki kuyruk imdadıma yetişti. Börek sırasına girmedim elbette. Sanki yiyecek bir midem bile yoktu. Yine de şansımı denedim. Güneşin ufki düzlemde yükselişi iyi gelebilirdi. Bekledim, güneş yükselirken benimle birlikte orada bekleşenler gibi. Bekledik. Kesinlikle güzeldi, oradakiler için güneşin yükselişine şahit olmak. Bir kabile ritüelinde fırlamış görüntülere benziyorduk artık. Fazla dayanamadım. Bu birlikte coşkunluk halinden kurtulmak için başka bir yöne doğru ilerlettim, günlük kullanım süresi dolmuş, bayatlamış bedenimi.

Sabah serindi İstanbul. Bu öngörüsel çıkarsamada bir süre sonra ötücü kuş sürüleride yerini aldı. Size yemin edebilirim, zıplayan balıklar gördüm. Birbiri ardı sıra keyifle çıkıyorlardı suyun yüzeyine. Eşofmanlarını nedense henüz almış olduklarını düşündüğüm çifte soracak olsaydınız aynı görüntüyü. Diyeceklerdi, "yaşam uyanıyor ve biz ne iyiyiz". Sanırım spor yapmak için çıkmışlardı. Terliydiler ama havlular vardı. Her türlü gereksinimlerini sıkıştırdıkları çantaları. İnsanoğlunun bu kadar panoramik olması dayanılır değildi. Uzaklaşma dürtüsüyle hareketlendim. Bu arada balıklar hala dalıp çıkmaya devam ediyorlardı. Son bir kez daha baktım. Yüzüme üzgülerden bir üzgü yerleşti. Esaret ve balıklar diye bir cümle kurdum bu üzgünün sonunda. İyi halt ettim.

Nihayet çınar ağacı dibine kurulmuş bir çay bahçesine ulaştım. Zaten boğazın daim her kesiminde bu ve bunun gibi çay bahçeleri donanmıştı. Çınar ağacı hakkında birşey düşünmem gerekmiyordu. Düşünmedimde zaten. Eğri büğrü gövdesinin yanından geçip bir iskemleye oturdum. Bütün bir bahçeyi görme merkezimin içine alacak şekilde. Henüz kimseler yoktu. Önce garsonlar geldi. O kadar iyi ve dinlenmiş görünüyorlardı ki, benim yüzümün nasıl göründüğü hakkında fikir yürütebileceklerini düşünmeden edemedim. Ben düşünürken hatta camda yansıyan görüntüme dikkat kesilip bakınırken, günün ilk çayını demleyip getirmiştiler bile. Bu kentin gerçek sahipleri uyanıyor diye söylendim kendi kendime. Herşey birdenbire hızlanmıştı.

Sonra şişkin göz altlarıyla kadınlar geldi, kocalar, babalar, çocuklar, yaşlılar, yaşsızlar.
Sonra güneş çınar ağacının dalları arasında iyice yükseldi. Sıcaklığını artırarak.
Sonra otomobiller geldi. Belediye otobüsleri, vapurlar.
Sonra. Sonra tecime edilmiş zamanlar.

Döndüğümde dış kapı hala açıktı.

3 Ağustos 2006 Perşembe

A Ton Etoile

sous la lumière en plein
et dans l'ombre en silence
si tu cherches un abri
inaccessible
dis toi qu'il n'est pas loin et qu'on y brille

a ton étoile

petite soeur de mes nuits
ça m'a manqué tout ça
quand tu sauvais la face
à bien d'autre que moi
sache que je n'oublie rien mais qu'on efface

a ton étoile

toujours à l'horizon
des soleils qui s'inclinent
comme on a pas le choix il nous reste le coeur
tu peux cracher même rire, et tu le dois

a ton étoile

a marcos
a la joie
a la beauté des rêves
a la mélancolie
a l'éspoir qui nous tient
a la santé du feu
et de la flamme
a ton étoile

(Noir Desir)


2 Ağustos 2006 Çarşamba

Pencere

"binlerce pencere var ama açtırma"

Şaşırıyorum. Nasıl olurda bir pencere, baktığından daha önemli olabilir. İçeriden birşey ifade etmeyen, dışarıya uzanan bir devinimdir oysa pencere. Düşünüyorumda bu tarihi evlerin pencereleri olmasa ya da başka bir şekilde söylenecek olursa bu kadar mübalağa yapılmasa hiç bir önemleri kalmayacak. Sadece güzellikte değil bu duruşta yerini alması gereken. Başkaca anlamları olmalı. Gece pencereden dışarı bakıyoruz. Yaz gecesi, sıcak. Açabileceğimiz kadar açıyoruz hepsini. Pencereden bakmak ne iyi. Gece ne güzel. Ne mi görüyoruz? Neyi görmek istiyorsak onu... Diyelimki bir kuş sürüsü geçiyor tepemizden Ya da bir kamyon yokuşu çıkıyor ağır aksak. Traktörler de olabilir; vagonlar, saman balyalarıyla. Hiç bişey yoksa peyzaj değişmektedir önümüzdeki fonda. Güneşin türlü oyunlarıyla. Ama... değil, hiçbiri değil. Sadece dışarı bakıyoruz pencereden. İçimizdeki bir boşluğa bakar gibi. Elbetteki türküler söylüyoruz. İçinden pencere geçmesi gerekmiyor ama biz yine de özen gösteriyoruz.
Evet şimdi resme bakalım. Sahi siz ne görüyorsunuz pencereden?

1 Ağustos 2006 Salı

Saat Kulesi



Bulunduğum odanın penceresinden, kendimi alıkoyamayıp her defasında, saat kulesine bakıyorum. Biraz daha tutunabilmek için sıkıştırılmış bu zaman aralığına. Bu küçük Osmanlı şehrinde kalakalmak için öylece, sebepsiz... Oysa gün ağarıyor. Her saat başı çalan ve çoğalan bir çan sesiyle. Biraz daha yaklaştığımızı hissediyorum, yolculuğun sonuna.

25 Temmuz 2006 Salı

Bu Tren Nereye Gider?

Trenler determenisttir.
Nereye gideceği, nerede duracağı bellidir. Saatlerine varana kadar hesaplanır yazgısı. Kimbilir benim yazgımda böyle bişeydir. Varacağım yer bi şekilde belirlenmiştir. Bozkırda bir sabah gürültüyle bir şehre girilir...
İnsan faktörü olmasa aşağı yukarı bellidir herşey.
Yolculukta sorulur. "Bu tren Nereye Gider"
Olası verilecek cevaplar aşağıdadır.
1. Anneye: Bir trenle ulaşılabilecek en büyük yakınlık.
2. Eve: Sılaya dönülür çoğu zaman.
3. Gurbete: Tren ilk ayrılığıdır orta yaş üzerinin. Alamanya'ya, İstanbul'a gidilir.
4. Askere: Bütün garnizonlar istasyonlar bu yüzden yakındır.
5. Pazara: Üretilen her ne varsa köylerden şehirlere taşınır. Tavuklar, ördekler, sebzeler, yumurtalar. Dönüşte boş gelinmez ama.
6. Sevgiliye: İşte o zaman dayanılmaz olur. Türkü falan yakılır.
7. Kimi zaman sadece yolculuk etmek için gidilir. Dahası nereye gidileceği bilinmez. O sizi nereye götüreceğini bilir.
Trenler yazgıcıdır.

Tren 75

Yıl 1975. Samsun - Sivas hattı. Makinistin biri Mustafa Kemal havasında. Diğeri poz vermiş. Elini kolunu nereye koyacağını şaşırarak. Sanırım böyle bir trenle başladı yolculuğum.

Yolculuğa Çıkmak

Hiç bu kadar uzak kalmamıştım trenlerden, istasyonlardan, raylardan. Oysa ilk gençliğimin büyükçe bir bölümü raylar üzerinde geçti. Kompartmanlarda az mı uyudum anne kucağı zanneyleyip. Hiç bu kadar uzak kalmamıştım evet. Ben ki (sanki olağanüstü birinden bahsediyorum) içinde tren geçen ne olursa okumuş bir insan olarak 5 yıldır trenlere binmeyişime kahretsem yeridir. Neylersiniz; belirli bir yaş eğrisinden sonra daha bir yerleşik oluyor insanoğlu. Kendim hakkında nitelendirmelerde bulunmaktan hoşlanırım. Konformizme bulaşmışım yıllar geçtikçe. Tahmin edersiniz bir yerlere gitme isteği bile duymuyorum. Gezgin olarak yaşadığım uzunca yıllar düşünülürse, durumum oldukça ironik olsa gerek. Kimbilir belki de oldukça acıdır. Şu an umurumda bile değil. Bu ayrımlara kalkışacak olursam son treni de kaçıracağım, bozkıra doğru gitmek üzere olan...
Sahi bu Haydarpaşa'ya nasıl gidiliyordu. Sanırım Kadıköy'e inip sırtı çantalı birilerinin peşine takılırsam kolayca bulurum Haydarpaşa'yı. Mübalağa ediyorum bakmayın siz bana.

Haydarpaşa iyi bişeydir bakın. Fazla söze gerek yoktur. Biraz sessizliktir, birazda karşıt olsun diyedir; düdük sesi. En çokta boğazıma düğümlenen bişeyler. Nedendir düğümlenir boğazım Haydarpaşa'da. Sadece üzünçten değil, bunun bir anlamıda yok, olması da gerekmiyor gelin görün ki düğümlenir. Kimseyi kaybetmedim orada arkasından el sallayarak. Ne bileyim kimselere kavuşmadım, uzaklardan bir gelenim olmadı. Şimdi de öyle olacak biliyorum. Ayağımı basar basmaz düğümlenecek bişeyler. Bir an önce lokomotifin kalkması isteği duyacağım. Saati gelince kalkarlar hemen. Ancak bu zamanlama konusunu yol boyunca garanti edemem. Mutlaka gecikilir. Sanki gecikmelidir de. Öyle kurgulanmıştır sahne. Kurguya göre trenlere gönül bağıyla bağlı olmayanlar. Bu gergin bekleyişlerde belli eder kendini. Sevenlerse bilir, bi şekilde varılacaktır. Gerek yoktur oflamaya puflamaya.
Aynen şu anda ki bekleyişim gibi. Tevekkül içinde sabahın olmasını beklemeliyim.
Yola çıkmaya karar verdiğimde gece trenlerinin sonuncusu da kalkmıştı. Her ne olursa olsun bu durumumu belli etmemeliyim. Bir eski tren yolcusu olarak ben. Gençliğimi gücendirmemeliyim.

8 Temmuz 2006 Cumartesi

Hopa Kültür Sanat ve Deniz Festivali

Bakın yine gidemedim. Her yıl o kadarda çabalarım gideyim diye. Tayindir, yer değiştirmedir derken hala İstanbul'dayım.
Oysa severim Hopa'yı, gerçi yolu uzaktır ama değer gittiğime. Şimdi sanılacak ki her daim gidiyorum. Nerede? Altı koca yıl oldu oralara uğramayalı, hemşinlerle horon tutmayalı, çay bahçelerinde dolanmayalı. Olsun ne farkeder. Herkesin bir şehri vardır uzaklarda ya da herkes, bunlar her kimse, uzaklarda bir şehri olsun ister. Öyledir benim için de Hopa. Birileri Hopa'dan bahsetse, oralıymışçasına başlarım konuşmaya. Aksanından tanırım Hopa'lı birini. İnç Genez (Ne Yapıyorsun) dediğimde şaşırır, gülümserler. Gidenler olur diyedir. Şuraya Festival programını da ekleyim. Gitmiş niyetine.



7 TEMMUZ CUMA
Saat: 10.00 Açılış, Atatürk Anıtında Tören
Saat: 11.00 Bisiklet Yarışması - Bisikletini Al Da Gel ( Sarp Cami Önünde Başlayacak İskele Önünde Bitecek)
Saat: 13.30 Yazar Aydın ENGİN ile Söyleşi (Belediye Parkı)
Saat:16.00 Panel - 'Birarada Yaşamı Savunalım' Funda EKİN-Bülent AYDIN (Belediye Binası)
Saat: 18.00 Belgesel - Devrim Televizyonda Yayınlanmayacak (Belediye Kültür Merkezi) Saat: 20.00 Barış ve Dostluk Halı Saha Futbol Turnuvası Final Maçı (Hopa Halı Saha)
Saat: 21.00 Kaz?m Koyuncu Belgeseli gösterimi (Belediye Parkı)



8 TEMMUZ CUMARTESİ
Saat: 10.00 Masa Tenisi Turnuvası (Kadın Dayanışma Evi)
Saat: 13.30 Yazar Mete ÇUBUKÇU ile Söyleşi (Belediye Parkı)
Saat: 16.00 Panel - Kanser Yaşamımızı Tehdit Ediyor Dr. Demet ALEMDAR - Dr. Yavuz AKALTIN (Belediye Binası)
FESTİVAL ALANI ETKİNLİKLERİ
Saat: 19.00 Halk Oyunları
Saat: 19.30 Belediye Başkanı Yılmaz TOPALOĞLU'nun Konuşması
Saat: 19.45 Konser - Yerel Müzik Toplulukları
Saat: 20.30 Konser - Hilmi Yarayıcı
Saat: 22.15 Konser - Haluk Levent



9 TEMMUZ PAZAR
Saat: 10.00 Birarada Yaşam Halk Korosu ( Esenköyü - Festival Alanı)
Saat: 14.00 Panel - Nükleer Enerji Çevre ve Yaşam Tanay Sıtkı UYAR - Ali Osman ARABABA (Belediye Binası)
Saat: 15.00 Satranç-Tavla-Briç Turnuvaları Finali
Saat: 18.00 Belgesel - Yağma Anıları - 11 Eylül (Belediye Kültür Merkezi)
FESTİVAL ALANI ETKİNLİKLERİ
Saat: 19.00 Ödül Töreni
Saat: 19.30 Halk Oyunları
Saat: 20.00 Konser - Yerel Müzik Toplulukları
Saat: 20.45 Halk Müziği Konseri - Şükriye TUTKUN
Saat: 22.30 Konser - YENİ TÜRKÜ

İrtibat Tel: 0466 - 351 49 25

7 Temmuz 2006 Cuma

Bir Başka Okula Gitmek

Bir form doldurursunuz, yanına bir kaç belge eklersiniz. Bir kaç onaylayıcı mühürleyip imzalar. Yazgınız bir başkalarının kontrolüne geçmiştir artık. İligili web sitesinden takip edersiniz. Başvurunuzun ne olduğunu aman vermez bir sıkıntıyla. Sıkıntıdır. Tercihleriniz sınırlıdır. Gidebileceğiniz yer şimdikinin bir benzerinden başka bir şey değildir. Yine de bu olmazlıkta küçük bir ayrıntının önemi vardır. Bir şeyler tasarlanmıştır. Mütevazi planlar yapılmıştır hayata dair.

Bu sefer çabucak olur her şey. Bu kadar kolay olalabileceği bu kez öngörülememiştir, tarafınızdan tasarlanamamıştır. Sonuç: tayininiz çıkmıştır. Memur milletinin tek lüksüdür bu ve kaderidir de kimi zaman.
Hocamız bir başka okula doğru yol almıştır. Bir başka yaşama belki de. Öncekinin burukluğunu da yaşamaz, gariptir. Oysa bir yerden ayrılırken acı çekmek gerekliliğine inanmış bir insan olmayı dilemiştir. Olsun zarar yoktur. Geriye dönmenin anlamı..
Bir başka okula gitmek iyi şeydir denilmiştir. Doğrudur. Kişisel fikrime göre bir okulda 3 yıldan fazla kalınmamalıdır. Böyle değime bakmayın. Asıl bana kalınsa, bir okul bulunup orada yaşlanılmalıdır. Uzun yıllar sonra tahtaya kaldırdığınız çocuğa "ben senin babanı da bilirdim" denilmelidir.

Yarın yeni okula gitmeli. Şöyle bir bahçesinde durup hissetmeli. Hatta açıksa -ki hep açıktır- sınıflara girip masa da oturmalı. Koridorda bir iki tur atmalı. Pencerelerden dışarı bakmalı.
Acaba yaşlanacağım okul burası mı?

6 Temmuz 2006 Perşembe

IX

Duyduk ki, bir daha
kuş getirmek sınıfa
İntihar olmuş cezası
Hal ve Gidiş tüzüğünde
...
Biz kuşları tutmuyoruz ki
Kapıda koyveriyoruz
Dönüp onlar ceplerimize giriyorlar
n'apalım?

Ece Ayhan ( Zambaklı Padişah)

2 Temmuz 2006 Pazar

TÜSİAD ve EĞİTİM

Şu TÜSİAD yine birşeyler karıştırıyor. Eğitim ve Sürdürülebilir Gelişme diye bir rapor hazırlatmışlar. Elemanlarda üşenmemiş ortaya öyle bir çalışma koymuş ki, şaşılacak ayrıntıda. İstatistiklere boğmuşlar güzelim raporu. Şimdi diyecekler ki bir raporda istatistik biliminden yararlanmalı. Haklılar da. Oradaki istatistikler eğitim çalışmalarında çok güzel kaynak olacak. Hem şu bizim devlet istatistik enstitüsünün (şimdilerde adı değişmiş olmalı) yapamadıklarını da yapmışlar. Tüm dünya verileriyle bir güzel karşılaştırmışlar. Şu aşağıdaki linki tıklayrak dosyayı rahatlıkla okuyabilirsiniz.
Ben dasece sonuç bölümünü okuduğumu itiraf etmeliyim. Hep böyle yaparım zaten. Sonuç bölümünde koskoca raporun suya sabuna dokunmadan sonlandırılması bende fena halde hayalkırıklığına yol açtı. Aslında kendimi buna hazırlamalıydım. Ne yapayım ki o kadar istatistikten sonra insan birşeyler bekliyor. Rapor her zamn ki bildik şeyleri söylemekten ileri gitmiyor yine. Zaten raporlar hep böyle değil midir? Beklerdim ki o patronlar kulübü bir iki kelam etsin eğitim ile ilgili. Nerede???
Yine de haksızlık etmemek lazım. Örneğin;
Okullaşma oranının düşüklüğüne dikkat çekmişler.
Okul öncesi eğitimin önemi vurgulanmış.
Eğitim kademelerinin bir bütün olarak ele alınması gerekliliği tespitine gidilmiş.
Daha ne olsun yani. Raporun en can alıcı yanı ise İş gücü verimliliğiyle, çalışan nüfusun eğitimi arasındaki bağın önemi olmuş. Önemlidir tabii. Hatta bu iş patronlarımıza göre öğretmenlerimize bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Çünkü çalışanları takım çalışmasına, kalite yönetimine entegre etmek deveye hendek atlatmak gibi bir şeydir. Oysa bizim okullarımızda ise bu istenilenlerin hiç biri yapılamıyor. O halde yapılmalı deniliyor raporda.
Bu kadarla kalsa rapor. İnsan okudukça açılıyor. Bir bölümüde yapılan şu tespit çok ilgimi çekti. Ülkemizde orta öğretimde görev yapan öğretmenler, ilköğretimdekilerden daha az maaş alıyormuş. Oysa bu durum tüm dünyada tersi bir seyir izliyormuş. Yazının devamında öğretmen maaşlarının iyileştirilmesi gerekliliği söylenmiş-tir. Umarım.
Sonra rapor hazırlayanlar, kusur aramaya başlamışlar. Bu iş o kadar kolaymış ki başlamış uzmanlarımız sıralamaya. En dokunaklı yeride fırsat eşitliği ilkesine olan göndermeler. Gerçi fırsat eşitliği ilkesini yetirince özümsememiş olacaklar ki. Bölgesel eşitsizlikle karıştırmışlar. Yurdumuzun doğusunda okur-yazarlık oranı........... gibi uzun uzadıya cümleler. Resmen kaşımışlar bir şeyleri. Yine de kız çocuklarının eğitimdeki oranı bölümünde toparlamış sayılırlar.
Şahsen en beğendiğim bölüm, eğitimde nitelik boyutu olarak adlandırılan bölüm oldu. Raporun girişindeki cümleyi aynen yazıyorum.
"Eğitim sisteminin en temel amaçlarından birisi düşünme, algılama ve problem çözme yeteneği gelişmiş bireyler yetiştirmektir. Yeniliklere açık, yaratıcı, değişen koşullara uyum sağlayabilen, takım çalışmasına yatkın, çağdaş değerleri benimsemiş bireyler yetiştirmek eğitim sistemlerinin en temel başarı göstergeleri haline gelmiştir."
Okullarda yapılan çalışmaları düşünüyorum da. Raporun öne çıkardığı sorunun ne derece önemli olduğu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkıyor.
Bizim okullarımızda çocuklar düşünmez. Düşünen başına iş alır. Neme lazım.
Algılama yetenekleri sınırlıdır. Öğretmenin ona öngördüğü kadarını algılarlar.
Problem çözmek çocuklarımız için bir usançtır. Daha okul öncesinden başlayarak problemleri başkaları tarafından çözülür. Ne gerek vardır.
Bizim çocuklarımız yeniliklere açık değildir. Büyük bir bölümü muhafazakardır. Zaten okulun bir amacı muhafazkar insanlar yetiştirmektedir. Bunun için herşey feda edilebilir.
Bir başka konu ise Yaratıcılık; tövbe, haa şaa ne mümkün.
Bizim öğrencilerimiz çağdaş değerlerden tamamen uzaktır. Çünkü tüm camia olarak çağdaşlık deyince okullara bilgisayar almayı düşünürüz.
Takım çalışması mı? Doğrudur çocuklarımız çeteleşmektedir.
Elbetteki bu kadar aksi geri bilidrimin sonunda. Bizimde başarılı olduğumuz, raporunda bizde beklentisi dahilindeki bir şeyler mutlaka vardır. O da değişen koşullara uyum sağlayabilen bireyler yetiştirmektir. Mesela ilköğretim bitene kadar çocuklarımız en az 3 öğretmen değiştirmektedir.
Sonuç olarak rapor hayırlı olsun. Nur topu gibi bir raporumuz daha oldu. Arşivlerin karanlığında yitirilecek. Unutulacak. Asla uygulanamayacak.
Siz yine de bir kez olsun okumayı deneyin. Şifa niyetine.
Çok sevdiğim bir söz vardır. Aramızda kalsın. "Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır"

1 Temmuz 2006 Cumartesi

İntihar Önerisi

Ülkemizi sizden,
Sizi de kendi özel sıkıntılarınızdan
Kurtarmak için
Arkadaşım Muzaffer Buyrukçu`yla
Bir önerimiz var:

İntihar etmelisiniz!

Ben ve Buyrukçu bu konuda
Dostça omuz veriyoruz size.

Gelin, halkın önünde,
Üçümüz birlikte intihar edelim.

Yer: Kadıköy eski iskelesinin önü,
Gününü ve saatini siz saptayın.

Ülkemiz sizden kurtulsun,
Biz de bir işe yaramış olalım.

Cemal Süreya / 22 Ekim 1989

Teklif Turgut Özal'a yapılmıştır. Bugün de birilerine yapılsa yeri midir?

30 Haziran 2006 Cuma

Eğitim ve Yaz

Sanıyormusunuz ki çocuklar tatile girdi. Aslında onlar için en zor mevsim şimdi başladı. Yıl boyunca okul sınırları içerisinde çocukluklarını yaşadılar doya doya. Güldüler, eğlendiler, öğrendiler. Şimdilerde hangi tezgahın başındalar kimbilir. Kimileri pamuk tarlalarında ırgatlık yapmakta kimisi eli yüzü karalar içinde sanayide. Dışarıya çıkamaz oldum...
Daha dün market karşılaştığım çocuk. Beni gördüğünde üzerindeki önlükten kurtulmak için nasılda kendini paraladı. Görünmemek için çok uğraştım. Kahretsinki kasadan geçmem gerekiyordu. Gözlerinin içine baktım, olur böyle şeyler der gibi. Artık markete gidemiyorum...
Semtin en kalabalık yerinde her an bir köşede karşılaşma ihtimal var onlarla. Bazen bir ayakkabı boyacısı yaklaşır yanıma, yüzüme bakmadan abii boyayım mı der. Başımı kaldırdığım da 9K sınıfında Ahmettir bu. Öylece kalakalırız kaldırımda. Boyadan ciladan kararmış ellerine bakmamak için ne yapsam boştur. Çalışmanın erdem olduğunda bahsederim ona hep. Aileye yardımcı olmanın öneminden. Kaldırımda yürüyemez oldum.
Çocuklar metropol yaşamında inanılmaz işlerde yapıyor bunun yanında. Bilet satıcısı öğrencilerim var. Korsan cd tezgahlarında çalışanlar. Ama en çokta garsonlar. Acemi, yakışıksız elleriyle masada keyif çatan birine çay getirirken görmeye dayanamam onları. Boğaza inemez oldum...
Ben bilmezdim ta ki düne kadar. Meğer bu çocuklar konfeksiyon atölyelerinden çalışırlarmış büyük bir çoğunluk. Ortacı derlermiş gariplerime. Aldıkları ücret, patronları cömertse haftada 50 liraymış. Mesainin de sınırı yokmuş. Kimi zaman atölyede sabahlıyorlarmış. Atölye dediğim karanlık bodrum katı. Şimdilerde üzerimde ki elbise kaskatı kesiliyor. Onların o küçücük ellerinden çıktığını düşündükçe.
Yaz kötü bir mevsim onlar için. Çocuk işçi çalıştırılamaz müediyeli yasalar onları korumuyor.
Hocalarımız hiç sormayın. Öyle ya 90 gün boyunca yatıyorlar. O sahil senin bu plaj benim dolaşıyorlar. Nerede? Artık semt pazarına da gidemez oldum. Çoğu zaman pazarın bir ucunda tezgahta bir şeyler satarken onları görmek olası. O kadar belli ediyorlar ki kendini. Hayatında hiç öğretmen görmeyen biri bile, rahatlıkla ayırt edebilir onları.
Anlaşıldı. Camia olarak bir sonraki eğitim öğretim yılına da yorgun gireceğiz. Kimbilir belki kar falan yağarda dinleniriz.

Ös Ye Me

İşte gerekli koşullar yerine geldi ve herkes duydu, tanıdı onları. İnternette dolaşan kliple bir anda gözlere, kulaklara dolan, gönülleri fetheden, oradan yazılı ve görsel medyaya sıçrayan ve katmerlenerek yayılan 'ÖS YEME, Gö...mü Ye' parçasından, onu yapıp söyleyen Deli grubundan söz ediyorum.
Öykülerini biliyoruz artık. Bursa'da, Uludağ Üniversitesi'nde öğrenciyken gelmişlerdi bir araya. Kendi ifadeleriyle, boş vakitlerini doldurmak için kurmuşlardı grubu. Devamlılık zorunlu değildi okudukları fakültelerde. Derslere girmiyorlardı. Sıkıcıydı, sarmıyordu.
Bari 'müzik yapalım, eğlenelim' demişlerdi.
Yaptılar, eğlendiler, eğlendirdiler ve ünlendiler.
'ÖS YEME, Gö..mü Ye', Cengiz Sarı'nın Deli öncesinde, lisedeyken yazdığı bir şarkıymış. Kendisinin ve yaşıtlarının, kader ortaklarının samimi hislerini ifade ediyor şarkı: Bütün sene uğraştım/ Kurtarmak için hayatımı/ Gece gündüz çalıştım/ Kazanabilmek için sınavı-Peki şimdi ne değişti/Geleceğim belirsizleşti/ Bir şey söyleyeceğim size/ O sınav girsin ... ÖS YEME g..mü ye Böyle gidiyor işte şarkı. Hem sisteme sövüyor, hem de ona bir şey yapamayacağını bildiğinden büyük büyük ÖSYE Me'ye poposunu yemesini teklif ediyor. Valla da yer, billa da yer. Yiyor da zaten.
Deli, şarkıyı öğrenci şenliklerinde, üniversitelerde de seslendirmiş. "Üç saat 180 soru/ Allahım sen aklımı koru" nidalarıyla dillendirilen, "Kaybettim ben kendimi/ Yok ettiniz geleceğimi" durumuna yakinen vâkıf olan, öğrencilerini dinleyen hocaları da çok sevmiş şarkıyı. Hallerini, hislerini harbice ve açıkça ortaya koyan çocukları tebrik etmiş, kutlamış.
Ama ne de olsa 'yerel ve özel', belli bir çevreyle sınırlı etkinlik bu. Cengiz Sarı'nın beş-altı yıl önce yazdığı, Grup Deli'nin kuruluşuyla da dört yıldır seslendirilen şarkı, son on günde patlayıverdi.
ÖSYM mağduru liseli çocuklardan biri odasında şarkıya playback yaparak cep telefonunun kamerası marifetiyle kendince bir klip yaratmış, bunu da www.youtube.com üzerinden servise koymuştu.
Her şey işte ondan sonra oldu.Grup Deli kendi performansıyla değil, ancak bir bileninin, dinleyeninin belki de can sıkıntısını dağıtma ya da kendini gösterme, ya da hislerini ortaya koyma çabasıyla memleket gündemine oturuyordu. Çünkü 1.5 milyon insan daha iki hafta öncesinde ÖSYM eleğine girmiş, kendileri, aileleri, yakınları içlerinden ve hep bir ağızdan "Bir şey söyleyeceğim size/ Sok..ım sınav sisteminize" diyordu zaten.
Deli'yi tesadüfen duyan, bilen hocaları gibi, ÖSYM Başkanı da tabii ki farkındaydı durumun. O bakımdan 'ÖS YE ME, Gö.mü ye' şarkısını dinleyip dinleyip gülüyordu. Bir yanı çocuklara hak veriyordu, bir yanıysa kızıyordu. Gülüyordu ama, "Bir araştırın bakalım," demişti görevlilere, "Bir suç teşkil eder mi? Yani, biz görevimizi yapmış olalım da..." Ne olur, ne olmaz, başımıza iş almayalım, hesabı.
Ama iş zaten başımızda işte. Ne olacak bu deliler, ne olacak bu delilik?
Her yıl 1.5 milyon insan alınsın eleğe.
Çıkartılsın yüzde 90'ı ıskartaya.
Seçilen yüzde 10'dan da işte böyle Deli'ler çıksın karşına.
Bunların en akıllıları Ankara-İstanbul üzerinden kendilerini göstermişti 4-5 yıl önce. NARO'cuydular; Nuri Alço'yu yaşatma, sevme, sevdirme hareketi. Faaliyetlerini tamamlayıp çekildiler. Meğer onlar çekilirken sahneden, Deli'ler çıkıyormuş yola. ÖSYM'ye herkesin kaybettiği oyun gözüyle bakıyordum düne kadar. Şimdi bir kazananı var artık: Grup Deli. Yarın daha çok ÖSYM, daha çok Deli ol.

28 Haziran 2006 Çarşamba

Bir Mektup Var...


Siz hiç fotoğraf arkasına yazı yazdınız mı? Kolay değildir o parlak yüzeye yazı yazmak. Kalemi iyi seçmeniz gerekir. Dağılıp kelimelerin birbirine girmesi söz konusudur. Bir o kadar cezbeden bir tarafı vardır, fotoğraf arkalarının. Bembeyaz yüzey sizi birşeyler yazmaya iter. Yazarsınız, sonranın boşluklarına dağılır sözcükler. Belki de 13 yıl sonra( çok uzun bir süre midir bilemiyorum) karşınıza çıkar. İhtimal yazdığınızda henüz çocuk olmalısınız. Yazınızda anlaşılır bu kolaylıkla. Seçtiğiniz sözcüklerden hatta imzanızdan. Şimdi düşünüyorumda görüntüler değil beni ilgilendiren. Resmin renkli yüzü kendi anını yaşar sadece. Orada donup kalmıştır o haliyle. Yazılar ise süreğendir anlamın bin bir haliyle okunur, değer kazanır. Büsbütün aşmıştır sizi yazdığınız. Kimi zaman bir anlam da veremezsiniz yazılanlara. Vermenizde gerekmez zaten. Yazılana atfedilmiştir çünkü her şey.

27 Haziran 2006 Salı

Nadaka

Hindistanlı gitarist Nadaka. Bu cümleyi kurmak oldukça zor. Bir kere sadece gitarist demek yetmiyor onun için Hele o geleneksel hint çalgısı Sitar sololarını dinledikten sonra. Ayrıca Nadakanın çaldığı gitarda biraz farklı. Hani bizim Erkan Oğur'un icadı perdesiz gitarın bir başka versiyonu. Nadaka için hintli demiştim değil mi. Aslında Quebec Kanada'lı.
Şu yaz günlerinde gürültülü patırtılı müziklerden uzak durmak isteyecekler için mükemmel bir tercih. Dinleyin göreceksiniz. Chakra'nın mistik öykülerinde dolaşacaksınız bir süre.

26 Haziran 2006 Pazartesi

Okul'da Bu Yıl Neler Oldu

Sicil affı geldi: Aklandık, paklandık.
Sıfırcı Hocalar tarihe karıştı; ne güzel rakamdı oysa. Vermesi de bir o derece trajedik.
Çocuğum gürbüz kalsın denildi. Kantinlerdeki fast food beslenme eleştirildi. Çocuklara bulgur pilavı nohut tavsiye edildi. Veliler hamburgeri tercih ettiler.
Müfredat değişti ama biz değişmedik. Haliyle eğitimimiz dini bütün muhafazakâr olduğundan. Ne öyle proce felan hazırlayacan. Ayağa kaldır bas sözlüyü. Ezberlet konuyu senden iyi hoca olmasın.
Nur topu gibi birer laptopumuz oldu.
1 ay sömestr yapıldı. Yan gelip yan yattık. Ek ders ücreti alamadık. Evde temizlik yaptık. Çoluk çocuk sahibi olduk.
Okuldan Polat Alemdar geçti. Şiddet haberlerine boğulduk.
Okul müdürlerinin rahatı kaçtı. Görevleri 5 yılla sınırlandı. Birazda biz oturak makam odasında, değil mi?
Uzman öğretmen olduk. Daha bulamadılar uğraşacak bir şey Dur şunları hiyerarşik düzene sokalım dediler. Yaptılar da. Öğretmenlerin %70i sınavı geçti üstelik.
Kameralandık, gözlendik, gözetlendik: Mobeselendik. Bütün okullar kamera entegre sistemi yerleştirmek için yarıştılar. Ne oldu dersiniz. Şiddet daha da arttı.
Öğretmenler chat yasaklandı.
ÖSS sınav sistemi değişti WC’ye gitmek serbest oldu. İçine ettiler tabumuzun.
23 Nisan’da meclis kürsüsüne adam çıkardılar. Oha denildi.
Delikanlılık yemini edildi. Müdürler racona göre eğitime başladı.
Dünya bankası türk eğitim sistemini değerlendirdi. Vay be dedik. Biz bunca yıl nasıl göremedik. Adamlar biliyor işi…
Mutemetler tarih oldu elektronik bordroya geçildi. Maaşı hep geç aldık.
19 Mayıs’ta yapılan yumurta yarışları iptal edildi. Buna karşın kulelerin boyu uzatıldı.
Gömlek genelgesi yayınlandı. Gömleğini pantolonun içine almayan okula alınmadı. Güya.
%5 zam aldık. Onu da iki ay sonra verdiler.
Büyük eğitimci yürüyüşü yapıldı. Ankara yollarında bi ton dayak yedik. Otobandan geri döndük memlekete. Polis kortejiyle.
Dershane sayısı %30 arttı. Ne güzel işte yakında bize gerek kalmayacak. Hem okulda neymiş.

5 Haziran 2006 Pazartesi

Müdür Yardımcılığı Sınavı

Bir gruptan gelen bu e-postayı paylaşmak istedim. Müdür yardımcılarından dertli bir arkadaşın feryatlarıdır.
Müdür yardımcılığı sınavına girmek isteyen öğretmen arkadaşlar, acele etsin tren kaçmadan
Bu sınav ile Elde edeceğiniz haklar
1-Derslerden yırtarsınız.
2-Artistlik yapan öğretmenlerin ek derslerini kesersiniz.
3-Okulun malini kendi maliniz gibi kullanırsınız.(okulun arabası, laptopu, projeksiyonu vb.)
4-Öğretmen arkadaşlarını aşağı görüp ben idareciyim sen öğretmensin diyebilirsiniz.
5-Her şeyi ben bilirim kimseden akıl almam felsefesi güdersiniz.
6-Kraldan çok kralcı olursunuz.
7-Öğretmen takımıyla muhattan olmazsınız.
8-Hatta öğretmenleri görmezden gelip selam vermez, Selamlarini da almazsınız.
9-Mesai saatlerini önemsemezsiniz. Ben idareciyim istediğim saatte gelirim. Öğretmenler sıkaysa geç gelsin sarı zarf veririm dersiniz.
10-Okulda kimseyle muhattan olmadığınız için öğretmenlerin ne isler yaptığını, idare hakkında dedikodu yaptığını, yalaka ve yağcı öğretmenleri casus salarak öğrenirsiniz.
11-Öğretmenlerin disiplin notunu dedikodulara göre verirsiniz. Öğretmenin kişiliğine, yaptığı çalışmalara bakmazsınız. Sizin hakkınızda kötü bir şey dediği zaman notunu düşürtürsünüz.
12-Size çay ve yemek ısmarlayan, devamlı sizi öğen kişileri kollarsınız. Doğruyu söyleyenleri kovarsınız.
13-Canınızın istediğine takdir ve teşekkür verdirtirsiniz. Hatta maaşla ödüllendirmeyi kendiniz alırsınız veya arkadaşlarına verirsiniz.
14-İdaredeki hataları görür ama ses çıkartmazsınız. Size dokunan olursa şikâyet edersiniz.
15-İdarecilik ruhunuzu vurdumduymazlık ve 3 maymun kuralı üzerine kurarsınız.
16-Önce kendi maaş ve ek dersinizi kollarsınız. Full yaparsınız. Eksiklerinizi öğretmenlerin dersinden kesip tamamlarsınız.
17-Ders çizelgenizi derse girmemeye göre programlarsınız. Öğretmenlere de öğrenci merkezli eğitim var deyip 1–2.saate ders verip diğerini 9–10.saatlere yazarsınız.
18-Kendinize hafta içi, cumartesi, pazar 2.-3.öğretmen olarak ders yazar ama derse girmezsiniz.
DAHASI VAR AMA ŞIMARMAYIN DIYE YAZMADIM.
Şimdi bunları yapmak için bir adım atın ve sınava girin.

31 Mayıs 2006 Çarşamba

Müfredat Tavsiyeleri

Çocuğun öğrenme sürecini ön plana çıkaran yeni müfredatta alternatif test teorisinin ölçme araçları olarak, öğretmenlerin her öğrenci için doldurduğu gözlem formu, öğrencilerin kendilerini değerlendirdiği öz değerlendirme formu, arkadaşlarının değerlendirdiği akran formu, derslerle ilgili hazırladığı projelerin bulunduğu portfolyo dosyası bulunuyor. Yapılan projelere mi, yazılılara göre mi not verileceği konusunda sıkıntı yaşayan öğretmenler çoğunlukla sadece yazılılara göre not verdi. 60 kişilik sınıflarda her öğrenci için bir anda doldurulmaya çalışılan öğrenci gözlem formlarıyla öğretmenler bir gecede binlerce kâğıt doldurdu. Form doldurmaktan konu işlemeye vakit ayıramadığını söyledi pekçok öğretmen. Küçüktepe'nin yeni müfredata göre öğretmenlere tavsiye ettiği ölçme ve değerlendirme kriterleri ve yapılması gerekenler şöyle:
Konuyu anlatırken yapılacak etkinlikleri kendi bölgenize ve sınıfınıza uyarlamak zorundasınız. Kalabalık sınıflarda bireysel etkinlikleri toplu hale getirin.
Öğrencinin öğrenme sürecini değerlendiren gözlem formlarını süreç içinde doldurun. Hepsini aynı anda doldurmak ve öğrencilerin tümünü de aynı anda değerlendirmek zorunda değilsiniz.
Size verilen gözlem formları birer örnek. Sizler bunlar üzerinde değişiklikler yapabilirsiniz. Zümre öğretmenlerinin toplanarak bu formlar üzerinde çalışın ve değişiklikler yapın. Öğrencilerin kendilerini değerlendirdiği öz değerlendirme formlarında da sıkıntılar var. Bunlarda da okulun ve bölgenin şartlarına göre değişiklik yapmak mümkün.
Öğretmenlerin çoğu formları nota çevirmekte zorlanıyor. Not verirken sınav notunun yüzde 50'sini süreç değerlendirmenin de yüzde 50'sini almak uygun. Formlarda öğrenciyi değerlendirirken işaretlenmesi gereken bölümler yer alıyor. Buralarda 'yapmadı', 'bazen yaptı' ve 'her zaman yaptı' gibi kriterler bulunuyor. En olumsuzuna en düşük puanı verin. Yapmadı 1, bazen yaptı 2, her zaman yaptı 3 puan olsun.
Sınavda 'İstanbul'u kim fethetti? ' diye sormayın. Bu tarz cevabı tek cümle olan soruları ünite sonlarında sormak daha uygun. Sınavda ise 'İstanbul fethedilmeseydi ne olurdu?' gibi bir yorum sorusu sormak daha uygun. Bu sorunun da doğrusu yanlışı yoktur. Öğrencinin fikirlerini nasıl desteklediğine bakacaksınız.
Öğrencinin portfolyosuna her şeyi koymayın. 1, 2, 3. sınıflar sizin belirlediğiniz konularda istedikleri projelerini versin. Mesela hayat bilgisinde bilinçli üreticilik tüketicilik ünitesinde iki proje isteyin. Öğrenci istediğini getirsin. 4-5. sınıflar içinse belirlediğiniz konularda istediğiniz projelerini versinler. Fen bilgisinde konu iskelet sistemi ise, iskelet maketini isteyin bir de yazdığı kompozisyonu.
Örneğin 4. sınıf fen bilgisi öğretmenleri toplanın, hangi ünitede hangi projeyi isteyeceğinizi kararlaştırın. Böylece okul için de bir standart oturtursunuz.
1. sınıf öğretmenleri 'Öğrencinin ürün dosyasına ne koyacağım?' diye soruyor. Her şeyi koyabilirsiniz. İlk çizdiği çizgi, son yazdığı yazı, yaptığı resimler.
Öğrenci ürün dosyasındakileri mutlaka veliye sunacak. Öğretmenler veliye çocuğunuz bunları yaptı diye anlatmayacak. Çocuk, sadece öğretmen, velisi ve kendisinin olduğu sınıfta sunumunu yapacak. Velilerin hepsini çağırıp öğrencilere sırayla sunum yaptırmayın. Çünkü veliler çocuğunu diğer öğrenciler ile karşılaştırıyor.
Okul yönetimi ile anlaşın her öğrenci velisine 15 dakika randevu verin. Diğer öğretmenle anlaşıp 'bu hafta ben velileri çağırdım benim sınıfla orta ders yapın' diyebilirsiniz.
Pek çok öğretmen gözlem formları evine götürüyor. Formlar öğretmende kalmayacak. Formlar çocukların portfolyolarına konacak. Portfolyo dosyalarının ise sınıfta bırakılması gerekiyor.

24 Mayıs 2006 Çarşamba

Okulun İlk Günü

Şu Edebiyat Öğretmenleri yok mu beni öldürürler. Defter kontrolü yaparken ( nereden estiyse) Tembelce bir öğrencinin kompozisyon defteri geçti elime. Meraklandım, neler yazmış diye kontrol ettim. Kargacık burgacık kelimelerle yazılı o kadar sayfa arasından, biri dikkatimi çekti. Başlık "okulun ilk günü" son zamanlarda bir yazıdan bu kadar keyif aldığımı hatırlamıyorum. Derken bütün sınıftan aynı yazıyı istedim. Yok daha neler bu kadar olur. Netekim kompozisyonun birinde şahsım hakkımda yazılı bir şey bulmak umuduyla uğraşırken. İsabet ettim. Yok yok bir daha ki seneye biraz daha yumuşak bir başlangıç yapayım. Yazı aynen şöyle geçiyor.
"Sonra sınıf rehber öğretmeni geldi. Bizi çift sıra yapıp merdivanlerden çıkardı. Bundan sonra hep bu şekilde çıkacakmışız. Merdivenin sağından, başkalarına çarpmadan, koşuşturmadan, çevremizde öğretmen var mı diye bakaraktan. Bu kadar işi aynı anda nasıl yapacaksak"
Yazı uzayıp gidiyor. Bir hayal kırıklıkları silsilesi halinde. Oldu olacak dedim çocuklar bir de okulun son gününü yazın. Arka sıralardan biri -daha gelmedi ki hocam- dedi. Bir kahkaha patladı sınıfta doğal olarak, gülmeleri bitince. Hayal edin dedim çocuklar. Sanki bugün son günmüş gibi. ve yılın bir değerlendirmesini yapın. İlk günle karşılaştırın.
Sabırsızlıkla yarını bekliyorum. Yeni bir şeyler öğreneceğim kesin.
Konuyla ilgili bilimsel bir makale okumak isterseniz tıklayınız

Okulda Oyun

Yıl sonu geliyor. Yazılılarda bitti. Eskiden öğrenci bulamazdık Haziran deyince. Şimdikiler devamsızlık haklarını çok çok önceden kullandıkları için başımıza kalıyorlar. Hazırlıklı olmak lazım. Bir kaç çözüm önerisi var elbette. Örneğin son güne kadar ders anlatın, sizden kötüsü olmasın. Bu kadar çocuğu da başıboş bırakmakta olmaz tabii. Yılın son haftasında not verme telaşı bittiğinde öğrencileri kendi haline bıraktığım olur. O saatlerde yüzyıldır oynandığına inandığım iğrenç oyunlar bir köşeden sessizce oynanmaya başlanır. Tahmin edersinizki SOS ya da İsim - Hayvan türünden fenalık getiren oyunlardır bunlar.
Bu oyun işini ileri boyuta getiren çocuklarda var aralarında. Elbetteki bilgisayar oyunları. Bir kaçını internet kafede enselediğimde; bir hayli abarttıklarına şahit oldum. İngiltere eğitim bakanlığının yaptığı çalışma geldi aklıma. Oyunu okullara taşımak! Ancak öğretmenlerin kontrolünde.
Şu oyunlara bir el atalım hele deyip işe giriştiğim de bir dolu kaynakla karşılaştım. Çoğu sınıfta rahatlıkla uygulanabilecek zeka oyunları. Aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz. Nasıl uygularsınız bilemem. Dikkat testi çok hoşlarına gitmişti mesela. IQ testinde sıkıldıklarını anımsıyorum.
Dikkat testi (Kelime oyunları)
IQ Testi (Biraz ön biligi vermek şart)
Sinir Testi (Gülmek istediğinizde oldukça ideal)
Duygusal Zeka Testi ( Rehberlik dersi gibi birşey)
Zeka Oyun Siteleri ( Kafadan siteler güruhu)
River IQ Game (Salla karşıya geçmece)
Rottus Sekans Testi (Kareleri Doldurmaca)

22 Mayıs 2006 Pazartesi

Ulusal Sosyal Bilimler Sempozyumu

Bu hafta İstek Vakfı Okullarının düzenleyeceği, Ulusal Sosyal Bilimler Sempozyumuna yolculuk var. Programın tümüne katılmayıp benim gibi sadece kendinizle ilgili kısma katılmak isterseniz buyurun aşağıdaki gibidir. Siz yine de TCK'nın internet sitesine girip programın tümüne bakın. Orada olacağım. Neylermiş bizim coğrafyacılar, şöyle kuytu bir köşeden bakacağım.

26 Mayıs 2006 Cuma

COĞRAFYA OTURUMU:
Oturum Başkanı: Doç.Dr. Barbaros GÖNENÇGİL - Melda HATUNOĞLU
16.00-17.00 3. Çağrılı Konuşmacı: “Su ve İstanbul”
Prof. Dr. Turgut ÖZTAŞ (Mimar Sinan Üniversitesi)
17.00-17.15 “1990-2001 Yılları Arasındaki Büyükçekmece’nin Çakmaklı Köyü ve Kıraç
Beldesindeki Arazi Kullanım Değişimleri” Akif KARATEPE (İstek Uluğbey Okulları Coğrafya Öğretmeni)
17.15-17.30 “Onbirgöller Vadisi ve Şelâleleri, Hacılı Köyü, Ağva, Şile/İstanbul”
Tülin BABAL* (İstek Acıbadem Lisesi Coğrafya Öğretmeni)
İlknur ÖZSOY (İstek Acıbadem Lisesi Coğrafya Öğretmeni)
Işıl ÖZHEKİM (İstek Acıbadem Lisesi Tarih Öğretmeni)
Sevil ALGAN (İstek Acıbadem Lisesi Kampüs Müdürü)
Sedat AVŞAR (İstek Acıbadem Fen Lisesi 9. Sınıf Öğrencisi)
Mete ÖZTÜRK (İstek Acıbadem Fen Lisesi 9. Sınıf Öğrencisi)
Aydın ATICI (Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu)
Atakan ERTEK (Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu)
E.Nabi EVREN (Şile Çevre Gönülleri Derneği Başkanı)
Y.Doç.Dr. Ahmet ERTEK (Türk Coğrafya Kurumu)
17.30-17.45 Çay-kahve molası
17.45-18.15 4. Çağrılı Konuşmacı: “Yenişehir Havzasının Genç Tektoniği (Bursa)”
Y.Doç.Dr. T.Ahmet ERTEK (İstanbul Üniversitesi)
18.15-18.30 “Coğrafya Bilimi’ne Dair” A.Aydan ÖZKAN (Yeditepe Üniv. Eğitim Fak. Öğretim Görevlisi) İlknur ÖZSOY* (İstek Acıbadem Lisesi Coğrafya Öğretmeni)
18.30-18.45 “Karacadağ (Diyarbakır) Volkanı” Ergin CANPOLAT (Maçka Akif Tunçel Anadolu Teknik Lisesi Coğrafya Öğretmeni)
18.45-19.00 “Suçun Önlenmesinde Coğrafi Bilgi Sistemlerinin Kullanımı”
Yasin BEŞER (Özel Avrupa Koleji Coğrafya Öğretmeni)


İletişim:
Işıl ÖZHEKİM
İSTEK Acıbadem Lisesi
Sosyal Dersler Bölüm Başkanı
34718 Acıbadem, Kadıköy-İstanbul.
(0216) 325 30 75 e-posta: isil.an@isnet.net.tr

17 Mayıs 2006 Çarşamba

Aşk Tesadüfleri Sever

Nihayet ele geçirdim albümü. Üzerinde çokça tartışılacağından meseleye hiç girmiyorum bile. Meseleye alakadarsanız bir şekilde ilginizi çekmiştir nasıl olsa. Ama illada ilgili bir haber istiyorsanız radikal2'de oldukça güzel bir yorum var. Benim size yapabileceğim şey pek moraliteme uymasada Albümü indirebileceğiniz bir link vermek. Artık vicdan muhasebesi mi yaparsınız yoksa bilgisayarınıza indirip keyifle dinler misiniz orasını bilmem. Bildiğim bir şey varsa o da şarkıları çok beğendiğimdir. Hele o kemanlar yok mu. Adamlar zalim yahu.Mr. Tambourine Man' (albümde 'Hayat Berbat') adlı şarkıda Bob Dylan'ın Türk olduğu söylencesine inanacaktım neredeyse.

16 Mayıs 2006 Salı

Kedi

Bugün sabah okula varır varmaz bir öğrenci güruhu etrafımı çevirdi. Hallerinden çok önemli bir şeyi başarmış gibi görünüyorlardı. Bu kadar farklı sınıftan öğrencinin bir arada olmasına şaşırmış olmalıyım.
- Ne var?
- İntikamınızı aldık.
- Ne intikamı?
- Fener'in intikamı.
- Ne halt karıştırdınız yine?
- Biz karıştırmadık hocam.
- Kim karştırdı?
- Kedi karıştırdı.
- Nasıl yani?
- Mahalledeki kedileri tek tek yakaladık. Sonra balkonlardaki bayraklar fırlattık. Haliyle sarı kırmızı bayraklar indi aşağı.
- Hepsi mi?
- Canımızı zor kurtardık hocam.
- Ne oldu ki.
- Bütün mahalleli kovaladı bizi.
- İyi olmuş?!!

10 Mayıs 2006 Çarşamba

Diyet

Yaz geliyor ya, iyiden iyiye gündeme girdi şu fazla kilolar problemi. Etrafımdaki herkes bir diyettir tutturmuş gidiyor. Öğlen aralarında hominidi gırtlak beslenen canım hocalarım. Ota çöpe kadar getirdiler vaziyeti. Tamda bu sırada rastladım Taş Devri Diyetine. Uygulasam hiçte fena olmayacak.
Taş devri diyeti
Felsefe: Taş devri 5-10 bin yıl önce bitmiştir. O zamandan bu zamana kadar genlerimizde çok az değişiklik olmasına rağmen çevresel şartlar ve özellikle de yiyeceklerimiz çok büyük oranda değişmiştir. Özellikle son 50-100 yıl içinde doğal olmayan, işlenmiş ve katkı konulmuş gıdalar, margarin kimyasal yolla katılaştırılmış, ayçiçeği, mısır gibi sıcak preslenmiş sıvı yağlar aşırı şekilde kullanılmaya başlanmış; buna karşılık taze sebze, meyve ve tencere yemeklerinin tüketiminde de belirgin bir azalma olmuştur.
Gen yapımız ve buna bağlı vücudumuzda gerçekleşen kimyasal reaksiyonlar doğal olmayan yiyeceklerin tümü ile başa çıkacak yeteneğe sahip değillerdir. Genler ve yiyecekler arasındaki bu uyumsuzluk hali şişmanlık, diyabet, koroner kalp hastalığı, hipertansiyon, felç, ülser, astım, romatizma, müzmin yorgunluk , kanser ve osteoporoz (kemik erimesi) gibi son yıllarda müthiş artış gösteren çok sayıda müzmin hastalığa neden olmaktadır. Bu hastalıklardan korunmak istiyorsak mümkün olduğunca 5-10 bin yıl öncesine benzeyen bir diyet uygulamalıyız.

Genel ilke: Üç beyaz (tuz, şeker ve un) yasaktır ya da çok azaltılmalıdır. Her yiyecek doğadaki şekline en yakın olarak tüketilmelidir. Yasaklar haricinde yeme sınırı yoktur. Doyuncaya kadar yiyebilirsiniz. Çiğ yiyecekler toplam diyetin en az %60’ını oluşturmalıdır.

Etler (yağsız olmayacak, fazla pişirilmeyecek)
Kırmızı et (tercihen yemlenen değil, otlayan hayvan eti), sucuk, kavurma, pastırma vb serbest. Katkı maddelerinden dolayı salam-sosis tercih edilmemeli.
Sakatat: Çok yararlı. Fakat hastalıklı olmamasına dikkat.
Beyaz et: Tercihen köy tavuğu ve diğer kümes hayvanları (köy tavuğu geç pişer)
Balık (ağır metal zehirlenmesi riskini azaltmak için küçük balıklar tercih edilmeli, balık çiftliği balıkları tercih edilmemeli)
Yumurta: En Kaliteli protein kaynağıdır. Köy yumurtası tercih edilmeli. Günde 1-4 adet yenilebilir. Tercih sırasına göre 1. çiğ (enfeksiyon olmadığından eminseniz!), 2. rafadan, 3. Lop, 4. kızartma (mümkünse yenmemeli, yenile-cekse, zeytinyağında ya da fındık yağında ya da tereyağında yapılmalı ve önce akı pişirilmeli, sarısı ayrıca çiğ olarak eklenmeli)
Sebzeler ve yeşil yapraklılar: her çeşidi yenilebilir. Daha çok çiğ tüketilmeli. Koyu yeşil yapraklılar K vitamini, kalsiyum ve magnezyumdan zengindir (kemik erimesinin önlenmesi!) ve ayrıca omega-3 yağ asidi içerir. Doğal yetiştikleri için yabani otlar (ebegümeci, kuzukulağı, ısırgan otu, semizotu, labada vb) mükemmel. Semiz otu sebzeler içinde en önemli omega-3 kaynağıdır.
Patates yüksek şeker içerdiğinden yenilmemeli. Turp, havuç ve patlıcan da şeker içeriği yüksek olduğu için fazla tüketilmemeli.
Sarımsak: Hücreleri paslanmaktan koruyan (antioksidan) en önemli yiyeceklerden biri. Her gün en az iki diş yenilmeli. Sarımsağı ezin (yutmayın) ve en geç 1 saat içinde tüketin.

Soğan: En az sarımsak kadar değerli.

Zeytin: Mümkün olduğunca tuzu çıkartılmalı. Sele zeytininin tuzu daha rahat çıkıyor. Daha çok yeşil zeytin tercih edilmeli.

Meyveler: Kayısı, üzüm, muz, gibi şeker içeriği yüksek meyveler sınırlı yenmeli. Az şekerli meyveler daha çok yenilebilir (tazesi tercih edilmeli). Üzüm çekirdeği ve kabuğu, çilek, yaban mersini, kızılcık gibi meyveler çok yüksek antioksidan etkilere sahip.

Süt ve süt ürünleri
Köy ya da mandıra sütü tercih edilmeli. İmkan yoksa pastörize günlük şişe sütü kullanılabilir. Homojenize kutu sütler kullanılmamalı. Kaymak bağlamayan, ekşimeyen ya da kesmeyen süt ya da yoğurt doğal değildir.

Sütten çok mayalanmış süt ürünleri (tam yağlı yoğurt, tam yağlı peynir) tercih edilmeli. Kefirle mayalanmış süt çok yararlı. İçerdiği çok sayıda probiyotik (faydalı bakteri) ile sindirim bozukluklarını önlüyor ve yaşlanmayı yavaşlatıyor.

Baklagiller (Nohut, fasulye, mercimek, bezelye, börülce vb) haftada 2-3 kereden fazla yenmemeli (12 saatte bir suyu değiştirilmek üzere 48 saat suda bekletilmeli, ve ağır ateşte (mümkünse güveçte) pişirilmeli.
Soya: Söylendiği gibi sağlıklı bir yiyecek değildir. Protein sindirimini ve bağırsaktan kalsiyum, demir ve çinko emilimini azaltır. Tiroid hormonu sentezini bozar. Erken ergenlik belirtileri, kısırlık ve adet düzensizliklerine yol açabilir. Alerjilere neden olabilir. Çok az yenmeli hatta hiç yenmemelidir. Az miktarda fermante soya ürünleri yenilebilir.

Kabuklu kuruyemişler (ceviz, fındık, fıstık, ayçiçeği, kabak çekirdeği, badem vb). Günde 1-2 avuç (25-50 gram kadar) oldukça yararlı. Çiğ ve az tuzlu olanı tercih edilmeli.

Yağlar: Yağ kısıtlaması vücut için zararlıdır. Sanılanın aksine yağı az, dolayısıyla şekeri fazla yiyecekler insanları daha çok acıktırır ve daha çok şişmanlatır!
Margarin: Kesinlikle yasak!
Tohumlu sıvı yağlar (ay çiçek yağı, pamuk yağı, mısırözü yağı, soya vb.): Kullanılmamalı ya da çok az kullanılmalı. Omega-6/omega-3 dengesini, omega-6 lehine bozuyor. Sıcak presten çıkan bu yağların yıpratıcı özellikleri var.

Zeytinyağı: Mükemmel! Halis sızma olanlar tercih edilmeli
Riviera ikinci seçenektir.

Fındık yağı: Zeytinyağına çok benzer özelliklere sahip, ikinci seçenekkullanılabilir.

Tereyağı: Mükemmel! Mümkünse özgür otlayan hayvanların yağı(köy tereyağı). Piyasada sahtesi (margarin üzerine giydirilmiş) çok. Sahtesi dışarıda bırakıldığında geç erir, bıçakta fazla leke bırakır.

Urfa yağı: Tereyağ gibi
Kuyruk ve iç yağı: Tereyağı gibi yararlı

Balıkyağı: Hayat iksiri! Büyük ölçüde omega-3 yağ asidi içeriyor. Bebeğinden, hamilesinden, gencine ve yaşlısına kadar herkes kullanmalı. Günde en az 1-2 kapsül (0.5-1 gr). Balıkyağı şişmanlatmaz. Yaz-kış kullanılabilir. Morina karaciğeri yağı D vitamini içerdiğinden yazın kullanılmamalı. Aksi halde D vitamini yüklenmemesi yapabilir.

Keten tohumu: Balık yağından sonra ikinci önemli omega-3 kaynağı. Önce hafifçe kavurun ve kahve değirmeninde öğüttükten sonra günde 2-3 tatlı kaşığı yemeklere, yoğurda veya salatalara serpin. Omega-3 gücü balık yağının onda biri kadar
Kızartmalar: Vücut hücrelerini paslandırdığı için zararlı. İllaki yenilecekse tereyağı, zeytinyağı, veya fındık yağı ile yapılmalı. Kızartmaların zararlı etkilerini azaltmak istiyorsanız yanında sarımsaklı yoğurt ve yeşillik yiyin.

Tahıllar ve unlu gıdalar: Hızlı emilen şeker miktarları yüksek olduğu için insülin direncini arttırırlar. Bu nedenle ekmek, bulgur, mısır, çavdar, makarna, pirinç vb. gibi tahıllar ve bunlar ile yapılan yemekler ve hamur işleri yenmemeli ya da iyice azaltılmalıdır. Diyete adapte olmada güçlük çekenler kısa bir süre için tam buğday ekmeği (köy ekmeği), kepek ekmeği, çavdar ekmeği, yulaf ekmeği ve bulgur yiyebilirler.

Çaylar: Hepsi çok yararlı. Şekersiz içilecek!
Kahve-nestkahve: Yasak, arada bir Türk kahvesi içilebilir.

Turşular: Oldukça yararlı. Tuzunu azaltın. Sirke (özellikle halis üzüm sirkesi). nar ekşisi, şalgam suyu ve meyan kökü suyu çok yararlı.
Tuz: Yiyeceklerin içinde doğal olarak bulunan tuz vücudu-muzun ihtiyacını karşılar. Tencere yemekleri içine az mik-tarda tuz katılabilir. Yemeklerin ve salataların üzerine tuz serpmeyin. Az tuz sizi halsiz bırakıyorsa tuzu biraz artırın.
Baharatlar: İçerdikleri vitamin, mineraller ve antioksidanlar açısından açısından oldukça yararlıdır.

Şekerler
Rafine şekerler (çay şekeri, früktoz vb) ve bunlarla yapılan yiyecekler (pasta, bisküviler, gofretler, baklava, revani, kadayıf vb) yasaktır.
Çikolata: Haftada bir kere orta boy, sütsüz (bitter) ve kaliteli çikolata yenilebilir (şart değil!). Çikolata kadınlarda adet öncesi dönemde görülen depresyonu azaltır (en iyi magnezyum kaynağı).
Bal: Halis ise şifa verir. Günde bir iki çay kaşığı yenilebilir. Alelade ballar, her çeşit reçel ve pekmez aşırı şeker içerdiğinden yenilmemelidir. Piyasadaki balların en az %95’i doğal değildir.
Tatlandırıcılar ve bunlarla yapılmış diyet ürünleri yenilmemelidir. Özellikle aspartam (Canderel ®, Sanpa®, Aspartil®, Diyet-Tat®, Nutra-tat®, diyet kola, şekersiz sakız, birçok diyet yiyecek içinde bulunur) depresyon da dahil olmak üzere birçok yan etkilere yol açabilir.

İçki: Günde 1-2 kadeh şarap (özellikle kırmızı kırmızı), rakı ya da eşdeğer içki içilebilir. Mecburiyet yoktur!

Meşrubat: Her türlüsü yasak. Evde yapılan taze meyve suyu (posası ile birlikte) içilebilir. Meşrubat olarak ayran, kefir, boza, şalgam suyu veya meyan kökü suyu için.

Su: Günde 6-8 bardak su için. İdrarınız koyu ise yeteri kadar su içmiyorsunuz demektir. İçtiğiniz su aşırı soğuk olmasın. Kaynak suyunu için. Şebeke suyunu mümkünse içmeyin (klorlu !). Klor, mikropları öldürmek için suya konulur. Fakat kanser de yapabilir. Filtre edilmiş şebeke suyu içilebilir. Şebeke suyunu musluktan aldıktan sonra en az bir saat dinlendirirseniz kloru uçar.

Pişirme: Yemekler kendi suyunda ağır ağır pişirilmeli (güveçte pişirme tercih edilmeli). Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) sakıncalıdır. Dondurulmuş yiyecekleri fazla tüketmeyin. Konserve yiyecekleri ise mümkünse hiç yemeyin.

Yemek yeme sıklığı: Diyet başlangıcında, kan şekeri düşebileceği için daha sık yemeli. 1-2 hafta içinde insülininiz terbiye olur ve günde 3 öğün yemek (çocuklar için 4-5 öğün) yeterli olur. Lokmaları iyice çiğneyin! Sabah kahvaltılarını kuvvetli yapın; akşam yemeği hafif olsun. Yemek miktarlarını şöyle bölümleyin. Sabah :(3), öğle:(2), akşam: (1) ya da Sabah (2), kuşluk (1). Öğle(1), ikindi (1), akşam:(1). 19.00-20.00’den sonra mümkünse yemek yemeyin.

Herhangi bir yiyeceği yedikten 0.5-2 saat sonra o yiyecek midenizi bulanıyor, karnınızı ağrıtıyor, rahatsızlık hissi uyandırıyorsa, yorgunluk hissetmenize yol açıyorsa ya da karnınızı çok çabuk acıktırıyorsa (şeker düşüklüğü !) o yiyeceği azaltın ya da hiç yemeyin (Vücudunuzun sesini dinleyin !)

Hareket: Günde en az yarım saat hızlı yürüyüş yapılmalı ya da yavaş koşulmalı ve merdivenler çift çift çıkılmalı. Günde en az 3-5 dakika kültür fizik hareketleri yapılmalı. Yorgun düşüren hareketlerden kaçınılmalı. Egzersiz ağırlığı tedricen artırılmalı. Hedefinizi iyi seçin. Her gün yapabileceğiniz egzersizleri yapın.

Güneşlenme: Güneşli havalarda en az yarım saat (gözlüksüz olarak) güneşe maruz kalınmalı (kışın tercihen 11.00-13.00 arası). Güneş ışınları daha rahat uyumanızı sağlar, depresyonu azaltır ve D vitamini sentezini artırır. D vitamini kemik hastalıklarına, romatizmal hastalıklara, kansere (deri kanseri dahil!) ve çeşitli müzmin hastalıklara karşı koruyucudur. Yazın mayo ile güneşlenirken başlangıçta güneşte fazla kalmayın (özellikle 11.00-13.00 arası). Dengeli şekilde yanın, haşlanmayın!!.

Uyku: Mümkünse 22.00’den önce yatın. 5 saatten az 9 saatten fazla uyumayın.

14 Nisan 2006 Cuma

Kültür Başkenti İstanbul

O kadar adaylıktan sonra nihayet bir yere seçmişler Istanbulumuzu. Kültürlendik, mutlandık. Bunun şerefine bütün kaldırımları söker yenileriz artık. Kavşaklarımızı daha büklümlü yaparız. Her bir yana lale soğanları dikeriz. Sirke çeviririz sokakları. Söylemedi demeyin. Korkunç miktarda para aktarmaya hazır avrupa birliği; Tarihi Yarımadanın yeniden yapılandırılması için. Elbette bir çıkarları vardır bu hinoğullarının, orası başka mesele. Siz iyisimi şurayı tıklayında membaasından öğrenin olanı biteni.

Türkiye'de Eğitim Reformu

Dünya Bankası Türkiye Direktörü Andrew Vorkink'in Hacettepe Üniversitesi'nde yaptığı, şu hakkında çok konuşulacağını sandığım, nedense çabucak unutulan " Türkiye'de Eğitim Reformu" adlı konuşmayı hatırlatmak gerektiğine inanıyorum.