3 Kasım 2006 Cuma
KÜÇÜK PRENS
Küçük Prens'i çok küçükken okumadım..Büyümüştüm okuduğumda, ama çok beğenmiş ve mutlu olmuştum okuduğumda..
İşte bir kaç not:
"Büyükler sayılara bayılırlar. Yeni bir arkadaş edindiniz diyelim; onun hakkında hiçbir zaman asıl sormaları gerekenleri sormazlar.
"Sesi nasıl"demezler örneğin, ya da "Hangi oyunları sever?Kelebek koleksiyonu var mı?" diye sormazlar..Onun yerine "Kaç yaşında" derler.."Kaç kardeşi var?" "Kaç kilo" "Babası kaç para kazanıyor?" Ancak bu sayılarla tanıyabileceklerini sanırlar arkadaşınızı...
"Kelebeklerle tanışmak istiyorsam, bir iki tırtıla katlanmayı öğrenmek zorundayım"..
"İnsanların artık anlamaya zamanları yok. Dükkanlardan her istediklerini satın alıyorlar. Ama dostluk satılan bir dükkan olmadığı için dostları yok artık"..
"İnsan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir. Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez"...
"Gülünü senin için önemli kılan, onun için harcamış olduğun zamandır"
Küçük Prens Kitabını Okumak isteyenler için
e-kitap adresi:
http://www.1001kitap.com/Cocuk/kucuk_prens/index.html
14 Ekim 2006 Cumartesi
Books for ChiLdReN !...
Books for ChiLdReN !...
Originally uploaded by aşk-ı beka.
Yeğenim Feyzanur'a aldığımız kitaplar :)
Çocukken kitap okumayı çok çok severdim..Hala da vazgeçemiyorum kitaplardan. Sanırım bunda çocukluğumun payı büyük.. 10 Yaşındaki yeğenim Feyzanur da kitap okumayı seviyor ve ben o okudukça çok mutlu oluyorum..
Hayal dünyaları ve ufukları geniş oluyor çocukların okudukça..
Ve şimdilerde, bizim çocukluğumuza göre-ki topu topu 10 yıl oldu:)- çok daha güzel çok daha çeşitli eserler var..
Çok güzel çalışmalar var..
Okuyalım, çocuklarımıza, kardeşlerimize, yeğenlerimize, komşu çocuklarına da okutalım efendim :)
Bir de bugün, Feyzanur, kendinden 4-5 yaş küçük bir kız çocuğuna kardeşi Furkan'a aldığı bir kitabı hediye etti:) çok mutlu olduk..
Paylaşmak güzel..Paylaşımlara devam edelim..
Hayırlı Ramazanlar !...
8 Ekim 2006 Pazar
Kocatepe Kitap Fuarı
Kocatepe Kitap Fuarı
Originally uploaded by aşk-ı beka.
Her yıl en az 5-6 kez uğramaya çalıştığım fuardan heybemize ilk düşenler bunlar oldu..İnşallah devamı olacak..:)
Bir de resimde olmayan Fardipli Sinha isimli roman vardı bugün heybemizde..Bir de Nuriye Akman'la çekilmiş fotoğraf..çok hoş bir sohbetti..
Güzel bir gündü vesselam..
Dostlarla olunca güzel olmaz mı hiç !...
Kitaplarımız:
Örtü- Nuriye Akman-Doğan Kitap:
Nefes isimli romanını okuduktan sonra Nuriye Akman'ın sıradaki eserini sabırsızlıkla bekliyordum ve görür görmez bu yeni eseri okumak istedim..
Siyah ve Yeşil-Necmettin Şahiner- İnsan yayınları:
Daha önce "Aynasını Arayan Adam" ve "Bir Çöl Hikayesi" kitaplarını okuduğum Necmettin Şahiner'in üslubunu çok beğendiğim için bütün kitaplarını okumaya karar vermiştim. Bugün sadece bu eserini bulabildim. Kur'anda siyah ve yeşil kavramını işliyor bu kitapta..Diğer kitapları da tavsiye listem içinde yer alıyor..
Tuz Yangını-Mehmet Akar- Timaş
Hayalsevda blogunun sahibi "mirdad"beyefendinin tavsiyesi üzerine edindiğim bir kitap. İzzet ve İffete dair çok hoş yazılar içeriyor..
Cam ve Elmas-Sadık Yalsızuçanlar-Timaş
Genel olarak kitaplarını sevdiğim bir yazar olan Sadık Yalsızuçanlar'ın bu kitabını uzun zamandır merak ediyordum.Bugün o da heybemize katılanlardan oldu..
Kuantum Diliyle Kainatın Hecesi-Hakan Yalman-Yeni Asya Yay.
Gece Yolculuğu programında Kubilay Aktaş ile birlikte program yapan Hakan Yalman abinin çok merak ettiğim eseri..
Cam Irmağı Taş Gemi-Nazan Bekiroğlu-Timaş
Sevdiğim bir yazar olan Nazan Bekiroğlu'nun daha önce roman ve denemelerini okumuştum, ilk defa bir öykü kitabını okuyacağım, üslubunu beğendiğim bir yazar olduğu için tereddütsüz aldığım bir eser..
Sarıkamış-İsmail Bilgin-Timaş
Bir televizyon programında tanıtımını izlediğim bu kitapta beni etkileyen şey, olayların o sırada yaşanıyormuşcasına canlı anlatılması olmuştu..
Fardipli Sinha- Mehmet Ali Bulut- Bilge
Uzun zamandır arkadaşlarımın tavsiye ettiği bir romandı..Sonunda o da listeye dahil oldu :)
fuarın bu ilk turunda edindiğimiz kitapların listesi böyle..
inşallah devamı gelecek..
7 Ekim 2006 Cumartesi
KAYIP GÜL
Serdar Özkan
2.Baskı:2004
Doğan Kitap
Sevgili kuzenim Ayşe'nin tavsiyesiyle okuduğum bu kitabı çok beğendim..
Akıcı, bir çırpıda okunabilen, güzel bir kurguya sahip bu roman..
Kitabın arka kapağından eklemek istediğim iki paragraf:
"Hatırlıyor musun, güneşli günlerde sana akın akın koşanlar güz gelince bir bir terk etmeye başlıyorlardı seni. Kış iyice bastırınca da hiç kimseyi bulamıyordun yanında. Gururun seni yalnız bırakıyordu ve o kuru gururun yüzünden ağlayamıyordun bile. Bahardaki övgüler seni ne kadar yükseltmişse, sonbahardaki düşüşün de o denli yüksekten oluyordu. Havanın değişmesi yerle bir ediveriyordu seni..Oysa bir gün için bu böyle mi?..Bir gül için, güz demek, yağmur demek..Güz demek, bahara hazırlık demek..
Üzgünüm dostum ama, sana tutkuyla bağlananlar bir gün seni terk edecekler.
Çünkü onlar sana değil, kendi tutkularına tapıyorlar yalnızca. Bir gün gelecek, o tutkuları başka bir tanrıça bulacak. Senden daha güzel, daha güçlü, daha yüce bir tanrıça ! İşte o zaman sen unutulacaksın. Kendini onların övgüleriyle var ettiğin için de, unutulduğun zaman yok olup gideceksin. "..
ve altını çizdiğim paragraflardan bir kaç bölüm aktarmalıyım buraya..:
...Sanki aynam kırılmıştı da, Başkalarının övgülerini görebilmek için Başkaları'na bakmak zorunda kalmış, takdirlerini kaybetmemek uğruna onlarla "iyi geçinmeye" mahkum edilmiştim. Kendimi onların beklentilerine cevap vermek zorunda hissetmem, beni en büyük düşümden, seni arayıp bulmaktan alıkoyuyordu..
diyor Diana..
Bu paragrafları okuyunca, bu "fikir" ağırlıklı bir kitap mı diyebilirsiniz, aslında bir roman, ama benim en çok beğendiğim yerlerden biri olduğu için bu bölümü paylaştım..
Aslında, annesinin vefatından sonra, ikiz kardeşini aramaya çıkan Diana'nın öyküsü bu kitap..
İyi okumalar efendim..:)
24 Ağustos 2006 Perşembe
23 Ağustos 2006 Çarşamba
İnternet ve Ödev
İnternetten kopyalayarak ödev yapmanın etiğini tartışacak değilim. Daha başından itibaren yani çocuğun kendisiyle ilgili bir sorunu çözmekteki yaklaşımından başlayarak ne kadar zararlı etkileri olduğu açıktır. Emek sarfetmeden bir şeylere ulaşmak, içinde bulunduğumuz kokuşmuş yaşam biçiminin öngördüğü bir davranıştır olsa olsa. Sadece çocuklarımızı korumak içinde olsun bunu bir şekilde engellemek gerekiyor.
Öğretmen olarak bir kez daha düşünmek gerekiyor artık ödev verirken. İngiliz meslektaşlarımız ödev vermeden önce internette ki ödev sitelerinde var mı diye arar olmuşlar. İşleri oldukça zor. Bizimse henüz böyle bir derdimiz yok. Zaten internetten bulunup çıktıyla getirilen ödevlerin kalitesi korkunç durumda. Kısıtlı olan kaynaklardan ancak bu kadar bilgi elde edilebiliyor anlaşılan.
Geçen yıl başıma gelen olay oldukça düşündürücüydü. Kayaçlar konusunu anlatırken. Her öğrencinin çevresinde değerli olduğunu düşündüğü kayaçlardan getirmesini istemiştim. Getirdiler, hemde binlerce. Elbetteki gittikleri internet cafeden elde ettikleri resimlerdi bunlar.
Varsın olsun bu yıl daha dikkatli oluruz. Tembih ederiz artık. Netten bulunan ödevler dikkate alınmayacaktır deriz. Niçin internetten ödev yapmamaları gerektiğini ayrıntısıyla anlatırız. Büyük bir ihtimal dinlemeyeceklerdir, benden söylemesi.
Siz yine de bana internetten bulunmuş ödevi yutturamazlar diyorsanız. www.turnitin.com adlı siteyi bir ziyaret edin. Sitede netten elde edilmiş olduğunu düşündüğünüz ödevler milyonlarca sayfa da taranıyor. Bir tür copyguard sistemiyle. Umarım işinize yarar.
17 Ağustos 2006 Perşembe
Sosyalizm ve İnsan Ruhu
"Kitabın sağ sayfalarında ana metin, yani Wilde'ın metni ilerlerken, sol sayfalarda meseleyle ilgili bambaşka "esas" adamların yazdıkları yer alıyor. Yani tıpkı internette sosyalizm ve insan ruhu diye bir search yapmışsınız da; birbirine linkle bağlanmış sayfaları anında görüyorsunuz gibi. Üstelik bu sefer download krizi yaşamadan."
Bu küçük kitapta ayrıca Murat Belge'nin bir önsözü de yer alıyor. En nihayet Fatih Özgüven'in yeniden düzenlediği çevirisiyle sunulmuş kitap.
Şu günlerde iyi bir okuma yapmak istiyorsanız oldukça ideal. Kitabın bir başka özelliğiyse kışkırtıcı olması. Okurda başka kitaplara ulaşma isteği uyandırıyor.
Söylemediğim Sözcükler
Hırpani:Ne güzel de tarif ederdim kendimi biri soracak olsa.
Umarım:Zar zor yerleştirdim dilime bu kelimeyi. Aynı zamanda bir düşünsel ayrılığın başlangıcı da oldu. Umarım her şeyden önce İnşallah’ın ağır dinsel bağlanıcılığının yerine, bireysel bir seçme eylemidir bende.
Kaldı ki:Son birkaç yılın, kimse kullanırken diline nereden yerleştiğini bilmese de en revaçtaki sözcüğü. Edattır aynı zamanda kendileri. Söyleyene ayrı bir ağırlık katar. Eğer dikkat edilirse kötümser bir havası vardır kaldı ki sözcüğünün ve/veya edatının. Bir kandırma eğilimi olduğunu düşündürür, kendisinden sonra gelecek sözcüğün. Yerine ısrarla zaten sözcüğünü öneriyor dilim. İçevurumsal bir kandırma olsa da işin içinde.
Sahi: Samimiyetine inanırım sahi’nin. Kişisel bir gerçekliğe ulaşılmak istendiğinde ne de güzel yerini bulur. İyi huylu bir bağlaçtır üzmez kimseyi. Hatırı sayılır. Sonrasında kullanılacak sözcüğe karşı yapabilecek hiçbir şeyinizi bırakmaz. Sahi, siz hiç kullanmış mıydınız?
Each man kills the thing he loves:Cilalı bir itiraftır, içten içe kullanılan diyaloglarda mırıldanılır en çok. Söyleyene derinlik katar eğilimindeyim.
Elzem: Hiç bir şey elzem olmadı o kadar hayatımda, her şey olmasa da olurdu bir bakıma. Yine de kullanmak isterim bu sözü ısrarla tek başına.
Gülünç: Bir olunmaması gereken durumlar bütünü. Küçümser gibidir... olan biteni. Bir kez kullanacak gibi oldum kendim için.. iyi değildi.
Gelmiş Bulundum
Oymuş...cam kırıkları gibi gövdemi yakan...
Yanağında sardunya kokusuyla yazdan
Kimmiş o gelen ya giden kimmiş
Bir yabancı mi, yoksa bir ermiş
Değilmiş, bir çağrı bile yokmuş uzaktan.
Güneş mi batarmış bir özel isim bitirir gibi
Yanmış bir ağacın yaprakları mıymış kımıldayan
Ne kalmış bir önceden ya da bir sonradan
Kim koparmış dalından bu yabani incirleri
Ya kimmiş kıyıya çeken hayalet gemileri
Ne yazılmış nereye bu garip kargaşadan.
Yıldızlar, büyülü ülke, adimi unutturan
Bir kaya, bir ot, bir akarsu
Hangi yaz sarkıcılarının ürpertili korosu
Ki bütün ölüleri sığa çıkaran
Ve kenti bir olum derinliğine salan
Yani bir gül solarken bir gülün açma korkusu.
Şiirler yazdım, kitaplar okudum
Elime bir bardak aldım, onu yeniden oydum
Derinlerde kaldım böyle bir zaman
Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan
Ey yağmur sonraları, Los bahçeler, aksam sefaları
Söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum.
Edip Cansever
14 Ağustos 2006 Pazartesi
Salça
Kurtul kurtulabilirsen. Nerden gelmiş, kaç kiloymuş, ne yapacakmışım, cinsi neymiş, ne güzel kokarmış şimdi bunlar. Gürültümüzden, bütün apartman kısa sürede dahil oldu mülakatıma. Çeşitli fikirler verildi. Melemen yap, turşsunu kur, olmazsa dağıt. Dağıt ha, dağıtır mıyım size bunları. Ne emek vermişim bir bilseniz, ne rezillikler çekmişim. Yok öyle beleş domatese kurulmak...
Zorlukla attım kendimi ve domatesleri eve. Sevgili domateslerimle başbaşa kalabilmiştim nihayet.
Salça yapma fikri aklıma gelene kadar domateslerimi çeşitli şekillerde değerlendirmiş olmalıyım. Sabah olduğunda karar verdim. Salça yapmalıydım.
Balkonlar çok amaçlı yapılardır. Çiçekleri kaldırırsanız , ortaya rahat harket edebileceğiniz bir alan çıkar. Sonra bir kaç kova suyla yıkarsanız temiz bir mekanda elde etmiş olursunuz. Uzun zamandır ne işe yaradığını bilmediğim plastik leğeni de bulunca, ön hazırlıklarıda yapmış oldum.
Ertesi gündü salça yapmaya başladığımda. Çocukluğumdan kalma gündelik bilgiyle, nasıl salça yapıldığını hatırladım. İlk önce domatesleri yıkadım, unutacağımı sanmayın. Bahçenin hortumunu eve çektiğimi de yeri gelmişken hatırlatayım. Sonra çuvala tekrar doldurup gerisin geri domatesleri, leğenin içine yerleştirdim. Henüz diğer balkonlarda kimseler yoktu. Öğle sıcağından olsa gerek, meraklı komşularım perdeleri dahi açmıyordu. Leğende, çuvalın içindeki domatesleri bir güzel ezdim. Posası çıktı zavallıların. Bir hayli sıvıda elde ettim hani. Bütün amacım bu değil miydi zaten. Bütün hırsımı domatesi ezerken çıkardım.
Gönül isterdi ki aynen çocukluğumda olduğu gibi büyükçe bir kazan içinde, bahçenin ortasında, topladığım çalı çırpıyla bir ateş yakıp öylece kaynatmak bu domates suyunu, salça olması için. Evde de zevkli olur bakın, deneyin benim gibi bir ara. Yalnız saatlerce başında durup sürekli karıştırmak kaydıyla. Ne bileyim öyle akımda kalmış, dibi tutmasın diye, sıvı kaynarken, sürekli T şeklindeki bir tahtayla karıştırmak gerekiyordu.
En nihayet salçam olmaya yüz tutuyordu. Biraz önce güle eğlene karıştırdığım sıvı, gittikçe katılaşıyor, zaman geçtikçe yorucu hummalı bir uğraşa dönüşüyordu. İnanılmaz ama olmuştu. Aynen evdeki diğer kaderdaşlarına benziyordu bu yaptığım. Geriye kalan kıvamını tutturmaktı. Tutturdumda. Sonuçta bir iki yıl tüketimime yetecek salçam olmuştu. Huzurla açılışı yapabilirdim artık. Bidonlara doldurdum tomato soucemu. Keyfime diyecek yoktu. Bütün yaramaz çocuklar gibi, son bir gayretle kazanın dibini, ekmeğimle sıyırdım.
Tuzsuz olsanda güzelsin ey organik salça...
Okul - Orhan Pamuk
Daha sonraki aylarda, yıllarda bu bir alışkanlık oldu. İyi, akıllı bir öğrenci olduğumu sınıf da, öğretmen de anlamıştı biraz, ama ben gene her soruya bir cevabım olduğunu kanıtlamak için parmağımı kaldırıyordum. Öğretmen pek seyrek bana söz veriyor, çoğu zaman kalkan başka parmakları, onlar da konuşsun diye işaret ediyordu. Bir süre sonra cevabını bileyim bilmeyeyim, her soruya parmağım kendiliğinden kalkar oldu. Bunda, sıradan kıyafetler giyse bile, çok pahalı bir takı ya da kravat takarak zengin olduğunun farkedilmesini isteyen birinin huzursuzluğuna benzer bir kendini gene de gösterme isteği ile, öğretmene karşı duyulan bir çeşit hayranlık ve işbirliği etme dileği de vardı.
Yazının devamını okumak için tıklayınız...
13 Ağustos 2006 Pazar
Barışa Rock
12 Ağustos 2006 Cumartesi
11 Ağustos 2006 Cuma
Beyrut
Rivayete göre Tarhan şiiri, Fatımanın cenazesinin gemiyle Beyrut’tan İstanbul’a getirildiği gece yazmıştır.
“En fazla bir yıl sürer, yirminci asırlılarda ölüm acısı.” demiştir şair. Mütevazidir bunu söylerken, yaşadığı dönemden her şeye karşın umudu kesmemiştir. Oysa Yirmibirinci Asırlılarda ölüm acısı bir gün bile sürmemektedir. Tv haberlerinde kirlenmektedir insanlık. Bizi tutsak eden görüntü, acılarımızı yavaş yavaş sağaltır, öfkemizi dindirir. Zaman kötü bir zamandır. Fatıma bir şekilde unutulmuştur, Beyrut unutulmuştur. Nasıl olsa ölenle ölünmez denilip, avunulmuştur. Hatırası havada kara bir bulut gibi dağılıp gitmiştir. Binlerce bomba yağmaktadır artık üzerine.
Öyle bir unutuştur ki bu, toplumsal havsalamız utanır hatırlamaktan. Oysa şuracıkta işte, yanı başımızdadır. Fatıma kadar, şahdamarımız kadar bize yakındır Beyrut.
Beyrut’a gidecektim bu yaz... nasılda unutmuşum. Ne çok şeyi unutmuyoruz ki bilerek veya bilmeyerek. Oysa ne planlar yapmıştım. Cilvegözünden Suriye’ye geçecektim ilk, sonra ver elini Halep, oradan dağ yollarını aşıp, inecektim Beyrut’a.
Hala orada mıdır bilmem. Hala öylesine dingin midir Beyrut kestiremem.
İçim sıra bir Abdulhak Hamit yürüyor şimdi. Fatımayı beklerken ki haliyle. Ve kara bir kalemle yazıyor yine o şiiri. Ben gittim o haksar kaldı / Bir köşede tarumar kaldı / Baki o enisi dilden eyvah /Beyrut'ta bir mezar kaldı.
Beyrut’a gidecektim bu yaz... Fatıma’nın şehrine...
10 Ağustos 2006 Perşembe
Training Day
Sözüm ona okulların açılamasına bir hafta kalası, yeni kayıt minikleri toplayıp, öğretmenleriyle kaynaştırıp benim naçizane tabirimle tarining day yaptıracaklarmış. Ne güzel ya. Miniklerimizde pek haz alırlar bu işten. Bu uygulamadaki maksat çocukların ilk gün korkularını yenmekmiş. Yensinler bizde bir şey demiyoruz da. Ya bu sefer bu olağanüstü durumdan büsbütün korkarlarsa. Çocuk deyip geçmeyiniz ağalar. Cin gibidir bu veletler. Hemen anlarlar işin içyüzünü. Siz o zaman göreceksiniz yaygarayı. Ayak diremeleri, yerlerde sürünerek ağlamaları. Bilecektirler, sizin 7 yaşında diyip küçümsediğiniz yavrular, bu işte bir çoban aldatan olduğunu. Keşke siz bıraksaydınız da her zaman olduğu gibi. O ilk gün geldiğinde anneleriyle babalarıyla yaşasaydılar bu korkuyu. Zaten yaşayacaklar.
Gelelim şu korku meselesine...
Sahi neden korkar bu çocuklar. Biraz buna eğilelim. Eğitim ağalarımızın yapmadığını yapalım. Sorunu derinlemesine değerlendirelim.
Aynı kitapta şöyle diyor Baker, “İnsanların çoğu, o ilk gün ölesiye korktuklarını, sonra zamanla okula alıştıklarını unuturlar. Unuturlar ama korku bütün bir yaşam boyu sürer, nedenini de bir türlü çıkaramazlar. O gün duyulan acı, artık karanlıklara gömülmüştür, işin en korkunç yanı da bu.”
Çocuk doğduğu andan itibaren bir özgürlükler bütünü içinde yaşarken. Birden bire kontrolün olduğu, her şeyin disipline edildiği, belirli kurallar dahilinde hareket edildiği bir ortamda bulur kendini. Korkmasında ne yapsın. Öte yandan biyolojik bir bağla yaşadığı ailesi yerine kendine hükmeden yabancı bir kişiyle karşı karşıyadır; öğretmen.
Çocuk hiçte alışkın olmadığı yeni davranışlara sürüklenir daha ilk gün. Sıra edilmiştir, (üni)forma giydirilmiştir. Olağan dışı bir duruma hazırlanmaktadır. Henüz evdeyken başlar korku. Mızmızlanacaktır, kahvaltı bile yapılamayacaktır. Evde giderek bir panik havası oluşacaktır. Gariptir çocuk için, her gün işe giden anne – baba özellikle bugün gitmemiştir. Vardır diye düşünecektir çocuk bunda bir çapanoğlu.
Okulun önüne varıldığında asıl o zaman açığa çıkar bütün korkular. Sabahın bu erken saatinde yüzlerce binlerce çocuk toplanmıştır. Okul meydanı bayağı günlerinden birini yaşıyordur oysa. Gelin bir de çocuklara anlatın bu durumu. Artık öznelikten çıkıp, topluluk halinde bir yaşama sürüklenecektirler.
Sonuç olarak Training Day kötüdür. Ne yaparsanız yapın korkacak bu çocuklar. Siz iyisi mi iki kez korkutmayın bu çocukları. Korkudan altına yapan çocuklar görmüş olan beni endişelendirmeyin lütfen. En azından kendinizi kandırın benim gibi. Şöyle deyin;
Alışırlar!!!
Böyle gelmiş böyle giderler!!!
Çocuktur unuturlar!!!
9 Ağustos 2006 Çarşamba
İtalyan Geçmek
6 Ağustos 2006 Pazar
Sabaha Kalmak
Mantıklı bir insanın açık bir kapıyla yapılabileceği şeyler sınırlıdır. Kişi gider, usulüne uygun bir şekilde kapatır kapıyı. Ben ne yaptım dersiniz.
Oysa daha başlangıçta benim için hayli zor görünüyordu. Kapıdan süzülen ışığı takip etmek. Neredeyse sabah olacakken, bulmak kendimi kentin ıssız caddelerinde.
Tam anlamıyla vurdum hani. Kendimi boğazda balık tutanların arasında buldum. Sabahın bu saatinde bu kadar insanın buralara tünemiş olmasına şaşırarak. Şaşkınlığım onlarla beraber çay içince biraz daha arttı. Öyle ya sabahıın altısında hiç tanımadığım insanlarla çay içiyordum. Çayda güzeldi bu arada.
Sabahın erken saatlerinde buralarda olmama başkaca anlamlar vermek için dönendiğim sırada. Börekçinin önündeki kuyruk imdadıma yetişti. Börek sırasına girmedim elbette. Sanki yiyecek bir midem bile yoktu. Yine de şansımı denedim. Güneşin ufki düzlemde yükselişi iyi gelebilirdi. Bekledim, güneş yükselirken benimle birlikte orada bekleşenler gibi. Bekledik. Kesinlikle güzeldi, oradakiler için güneşin yükselişine şahit olmak. Bir kabile ritüelinde fırlamış görüntülere benziyorduk artık. Fazla dayanamadım. Bu birlikte coşkunluk halinden kurtulmak için başka bir yöne doğru ilerlettim, günlük kullanım süresi dolmuş, bayatlamış bedenimi.
Sabah serindi İstanbul. Bu öngörüsel çıkarsamada bir süre sonra ötücü kuş sürüleride yerini aldı. Size yemin edebilirim, zıplayan balıklar gördüm. Birbiri ardı sıra keyifle çıkıyorlardı suyun yüzeyine. Eşofmanlarını nedense henüz almış olduklarını düşündüğüm çifte soracak olsaydınız aynı görüntüyü. Diyeceklerdi, "yaşam uyanıyor ve biz ne iyiyiz". Sanırım spor yapmak için çıkmışlardı. Terliydiler ama havlular vardı. Her türlü gereksinimlerini sıkıştırdıkları çantaları. İnsanoğlunun bu kadar panoramik olması dayanılır değildi. Uzaklaşma dürtüsüyle hareketlendim. Bu arada balıklar hala dalıp çıkmaya devam ediyorlardı. Son bir kez daha baktım. Yüzüme üzgülerden bir üzgü yerleşti. Esaret ve balıklar diye bir cümle kurdum bu üzgünün sonunda. İyi halt ettim.
Nihayet çınar ağacı dibine kurulmuş bir çay bahçesine ulaştım. Zaten boğazın daim her kesiminde bu ve bunun gibi çay bahçeleri donanmıştı. Çınar ağacı hakkında birşey düşünmem gerekmiyordu. Düşünmedimde zaten. Eğri büğrü gövdesinin yanından geçip bir iskemleye oturdum. Bütün bir bahçeyi görme merkezimin içine alacak şekilde. Henüz kimseler yoktu. Önce garsonlar geldi. O kadar iyi ve dinlenmiş görünüyorlardı ki, benim yüzümün nasıl göründüğü hakkında fikir yürütebileceklerini düşünmeden edemedim. Ben düşünürken hatta camda yansıyan görüntüme dikkat kesilip bakınırken, günün ilk çayını demleyip getirmiştiler bile. Bu kentin gerçek sahipleri uyanıyor diye söylendim kendi kendime. Herşey birdenbire hızlanmıştı.
Sonra şişkin göz altlarıyla kadınlar geldi, kocalar, babalar, çocuklar, yaşlılar, yaşsızlar.
Sonra güneş çınar ağacının dalları arasında iyice yükseldi. Sıcaklığını artırarak.
Sonra otomobiller geldi. Belediye otobüsleri, vapurlar.
Sonra. Sonra tecime edilmiş zamanlar.
Döndüğümde dış kapı hala açıktı.
3 Ağustos 2006 Perşembe
A Ton Etoile
si tu cherches un abri
inaccessible
dis toi qu'il n'est pas loin et qu'on y brille
a ton étoile
petite soeur de mes nuits
ça m'a manqué tout ça
quand tu sauvais la face
à bien d'autre que moi
sache que je n'oublie rien mais qu'on efface
a ton étoile
toujours à l'horizon
des soleils qui s'inclinent
comme on a pas le choix il nous reste le coeur
tu peux cracher même rire, et tu le dois
a ton étoile
a marcos
a la joie
a la beauté des rêves
a la mélancolie
a l'éspoir qui nous tient
a la santé du feu
et de la flamme
a ton étoile
(Noir Desir)
2 Ağustos 2006 Çarşamba
Pencere
Şaşırıyorum. Nasıl olurda bir pencere, baktığından daha önemli olabilir. İçeriden birşey ifade etmeyen, dışarıya uzanan bir devinimdir oysa pencere. Düşünüyorumda bu tarihi evlerin pencereleri olmasa ya da başka bir şekilde söylenecek olursa bu kadar mübalağa yapılmasa hiç bir önemleri kalmayacak. Sadece güzellikte değil bu duruşta yerini alması gereken. Başkaca anlamları olmalı. Gece pencereden dışarı bakıyoruz. Yaz gecesi, sıcak. Açabileceğimiz kadar açıyoruz hepsini. Pencereden bakmak ne iyi. Gece ne güzel. Ne mi görüyoruz? Neyi görmek istiyorsak onu... Diyelimki bir kuş sürüsü geçiyor tepemizden Ya da bir kamyon yokuşu çıkıyor ağır aksak. Traktörler de olabilir; vagonlar, saman balyalarıyla. Hiç bişey yoksa peyzaj değişmektedir önümüzdeki fonda. Güneşin türlü oyunlarıyla. Ama... değil, hiçbiri değil. Sadece dışarı bakıyoruz pencereden. İçimizdeki bir boşluğa bakar gibi. Elbetteki türküler söylüyoruz. İçinden pencere geçmesi gerekmiyor ama biz yine de özen gösteriyoruz.
Evet şimdi resme bakalım. Sahi siz ne görüyorsunuz pencereden?
1 Ağustos 2006 Salı
Saat Kulesi
Bulunduğum odanın penceresinden, kendimi alıkoyamayıp her defasında, saat kulesine bakıyorum. Biraz daha tutunabilmek için sıkıştırılmış bu zaman aralığına. Bu küçük Osmanlı şehrinde kalakalmak için öylece, sebepsiz... Oysa gün ağarıyor. Her saat başı çalan ve çoğalan bir çan sesiyle. Biraz daha yaklaştığımızı hissediyorum, yolculuğun sonuna.
25 Temmuz 2006 Salı
Bu Tren Nereye Gider?
Nereye gideceği, nerede duracağı bellidir. Saatlerine varana kadar hesaplanır yazgısı. Kimbilir benim yazgımda böyle bişeydir. Varacağım yer bi şekilde belirlenmiştir. Bozkırda bir sabah gürültüyle bir şehre girilir...
İnsan faktörü olmasa aşağı yukarı bellidir herşey.
Yolculukta sorulur. "Bu tren Nereye Gider"
Olası verilecek cevaplar aşağıdadır.
1. Anneye: Bir trenle ulaşılabilecek en büyük yakınlık.
2. Eve: Sılaya dönülür çoğu zaman.
3. Gurbete: Tren ilk ayrılığıdır orta yaş üzerinin. Alamanya'ya, İstanbul'a gidilir.
4. Askere: Bütün garnizonlar istasyonlar bu yüzden yakındır.
5. Pazara: Üretilen her ne varsa köylerden şehirlere taşınır. Tavuklar, ördekler, sebzeler, yumurtalar. Dönüşte boş gelinmez ama.
6. Sevgiliye: İşte o zaman dayanılmaz olur. Türkü falan yakılır.
7. Kimi zaman sadece yolculuk etmek için gidilir. Dahası nereye gidileceği bilinmez. O sizi nereye götüreceğini bilir.
Trenler yazgıcıdır.
Yolculuğa Çıkmak
Haydarpaşa iyi bişeydir bakın. Fazla söze gerek yoktur. Biraz sessizliktir, birazda karşıt olsun diyedir; düdük sesi. En çokta boğazıma düğümlenen bişeyler. Nedendir düğümlenir boğazım Haydarpaşa'da. Sadece üzünçten değil, bunun bir anlamıda yok, olması da gerekmiyor gelin görün ki düğümlenir. Kimseyi kaybetmedim orada arkasından el sallayarak. Ne bileyim kimselere kavuşmadım, uzaklardan bir gelenim olmadı. Şimdi de öyle olacak biliyorum. Ayağımı basar basmaz düğümlenecek bişeyler. Bir an önce lokomotifin kalkması isteği duyacağım. Saati gelince kalkarlar hemen. Ancak bu zamanlama konusunu yol boyunca garanti edemem. Mutlaka gecikilir. Sanki gecikmelidir de. Öyle kurgulanmıştır sahne. Kurguya göre trenlere gönül bağıyla bağlı olmayanlar. Bu gergin bekleyişlerde belli eder kendini. Sevenlerse bilir, bi şekilde varılacaktır. Gerek yoktur oflamaya puflamaya.
Aynen şu anda ki bekleyişim gibi. Tevekkül içinde sabahın olmasını beklemeliyim.
Yola çıkmaya karar verdiğimde gece trenlerinin sonuncusu da kalkmıştı. Her ne olursa olsun bu durumumu belli etmemeliyim. Bir eski tren yolcusu olarak ben. Gençliğimi gücendirmemeliyim.
8 Temmuz 2006 Cumartesi
Hopa Kültür Sanat ve Deniz Festivali
Oysa severim Hopa'yı, gerçi yolu uzaktır ama değer gittiğime. Şimdi sanılacak ki her daim gidiyorum. Nerede? Altı koca yıl oldu oralara uğramayalı, hemşinlerle horon tutmayalı, çay bahçelerinde dolanmayalı. Olsun ne farkeder. Herkesin bir şehri vardır uzaklarda ya da herkes, bunlar her kimse, uzaklarda bir şehri olsun ister. Öyledir benim için de Hopa. Birileri Hopa'dan bahsetse, oralıymışçasına başlarım konuşmaya. Aksanından tanırım Hopa'lı birini. İnç Genez (Ne Yapıyorsun) dediğimde şaşırır, gülümserler. Gidenler olur diyedir. Şuraya Festival programını da ekleyim. Gitmiş niyetine.
7 TEMMUZ CUMA
Saat: 10.00 Açılış, Atatürk Anıtında Tören
Saat: 11.00 Bisiklet Yarışması - Bisikletini Al Da Gel ( Sarp Cami Önünde Başlayacak İskele Önünde Bitecek)
Saat: 13.30 Yazar Aydın ENGİN ile Söyleşi (Belediye Parkı)
Saat:16.00 Panel - 'Birarada Yaşamı Savunalım' Funda EKİN-Bülent AYDIN (Belediye Binası)
Saat: 18.00 Belgesel - Devrim Televizyonda Yayınlanmayacak (Belediye Kültür Merkezi) Saat: 20.00 Barış ve Dostluk Halı Saha Futbol Turnuvası Final Maçı (Hopa Halı Saha)
Saat: 21.00 Kaz?m Koyuncu Belgeseli gösterimi (Belediye Parkı)
8 TEMMUZ CUMARTESİ
Saat: 10.00 Masa Tenisi Turnuvası (Kadın Dayanışma Evi)
Saat: 13.30 Yazar Mete ÇUBUKÇU ile Söyleşi (Belediye Parkı)
Saat: 16.00 Panel - Kanser Yaşamımızı Tehdit Ediyor Dr. Demet ALEMDAR - Dr. Yavuz AKALTIN (Belediye Binası)
FESTİVAL ALANI ETKİNLİKLERİ
Saat: 19.00 Halk Oyunları
Saat: 19.30 Belediye Başkanı Yılmaz TOPALOĞLU'nun Konuşması
Saat: 19.45 Konser - Yerel Müzik Toplulukları
Saat: 20.30 Konser - Hilmi Yarayıcı
Saat: 22.15 Konser - Haluk Levent
9 TEMMUZ PAZAR
Saat: 10.00 Birarada Yaşam Halk Korosu ( Esenköyü - Festival Alanı)
Saat: 14.00 Panel - Nükleer Enerji Çevre ve Yaşam Tanay Sıtkı UYAR - Ali Osman ARABABA (Belediye Binası)
Saat: 15.00 Satranç-Tavla-Briç Turnuvaları Finali
Saat: 18.00 Belgesel - Yağma Anıları - 11 Eylül (Belediye Kültür Merkezi)
FESTİVAL ALANI ETKİNLİKLERİ
Saat: 19.00 Ödül Töreni
Saat: 19.30 Halk Oyunları
Saat: 20.00 Konser - Yerel Müzik Toplulukları
Saat: 20.45 Halk Müziği Konseri - Şükriye TUTKUN
Saat: 22.30 Konser - YENİ TÜRKÜ
İrtibat Tel: 0466 - 351 49 25
7 Temmuz 2006 Cuma
Bir Başka Okula Gitmek
Bu sefer çabucak olur her şey. Bu kadar kolay olalabileceği bu kez öngörülememiştir, tarafınızdan tasarlanamamıştır. Sonuç: tayininiz çıkmıştır. Memur milletinin tek lüksüdür bu ve kaderidir de kimi zaman.
Yarın yeni okula gitmeli. Şöyle bir bahçesinde durup hissetmeli. Hatta açıksa -ki hep açıktır- sınıflara girip masa da oturmalı. Koridorda bir iki tur atmalı. Pencerelerden dışarı bakmalı.
Acaba yaşlanacağım okul burası mı?
6 Temmuz 2006 Perşembe
IX
2 Temmuz 2006 Pazar
TÜSİAD ve EĞİTİM
1 Temmuz 2006 Cumartesi
İntihar Önerisi
Sizi de kendi özel sıkıntılarınızdan
Kurtarmak için
Arkadaşım Muzaffer Buyrukçu`yla
Bir önerimiz var:
İntihar etmelisiniz!
Ben ve Buyrukçu bu konuda
Dostça omuz veriyoruz size.
Gelin, halkın önünde,
Üçümüz birlikte intihar edelim.
Yer: Kadıköy eski iskelesinin önü,
Gününü ve saatini siz saptayın.
Ülkemiz sizden kurtulsun,
Biz de bir işe yaramış olalım.
Cemal Süreya / 22 Ekim 1989
Teklif Turgut Özal'a yapılmıştır. Bugün de birilerine yapılsa yeri midir?
30 Haziran 2006 Cuma
Eğitim ve Yaz
Daha dün market karşılaştığım çocuk. Beni gördüğünde üzerindeki önlükten kurtulmak için nasılda kendini paraladı. Görünmemek için çok uğraştım. Kahretsinki kasadan geçmem gerekiyordu. Gözlerinin içine baktım, olur böyle şeyler der gibi. Artık markete gidemiyorum...
Semtin en kalabalık yerinde her an bir köşede karşılaşma ihtimal var onlarla. Bazen bir ayakkabı boyacısı yaklaşır yanıma, yüzüme bakmadan abii boyayım mı der. Başımı kaldırdığım da 9K sınıfında Ahmettir bu. Öylece kalakalırız kaldırımda. Boyadan ciladan kararmış ellerine bakmamak için ne yapsam boştur. Çalışmanın erdem olduğunda bahsederim ona hep. Aileye yardımcı olmanın öneminden. Kaldırımda yürüyemez oldum.
Çocuklar metropol yaşamında inanılmaz işlerde yapıyor bunun yanında. Bilet satıcısı öğrencilerim var. Korsan cd tezgahlarında çalışanlar. Ama en çokta garsonlar. Acemi, yakışıksız elleriyle masada keyif çatan birine çay getirirken görmeye dayanamam onları. Boğaza inemez oldum...
Ben bilmezdim ta ki düne kadar. Meğer bu çocuklar konfeksiyon atölyelerinden çalışırlarmış büyük bir çoğunluk. Ortacı derlermiş gariplerime. Aldıkları ücret, patronları cömertse haftada 50 liraymış. Mesainin de sınırı yokmuş. Kimi zaman atölyede sabahlıyorlarmış. Atölye dediğim karanlık bodrum katı. Şimdilerde üzerimde ki elbise kaskatı kesiliyor. Onların o küçücük ellerinden çıktığını düşündükçe.
Yaz kötü bir mevsim onlar için. Çocuk işçi çalıştırılamaz müediyeli yasalar onları korumuyor.
Hocalarımız hiç sormayın. Öyle ya 90 gün boyunca yatıyorlar. O sahil senin bu plaj benim dolaşıyorlar. Nerede? Artık semt pazarına da gidemez oldum. Çoğu zaman pazarın bir ucunda tezgahta bir şeyler satarken onları görmek olası. O kadar belli ediyorlar ki kendini. Hayatında hiç öğretmen görmeyen biri bile, rahatlıkla ayırt edebilir onları.
Anlaşıldı. Camia olarak bir sonraki eğitim öğretim yılına da yorgun gireceğiz. Kimbilir belki kar falan yağarda dinleniriz.
Ös Ye Me
28 Haziran 2006 Çarşamba
Bir Mektup Var...
Siz hiç fotoğraf arkasına yazı yazdınız mı? Kolay değildir o parlak yüzeye yazı yazmak. Kalemi iyi seçmeniz gerekir. Dağılıp kelimelerin birbirine girmesi söz konusudur. Bir o kadar cezbeden bir tarafı vardır, fotoğraf arkalarının. Bembeyaz yüzey sizi birşeyler yazmaya iter. Yazarsınız, sonranın boşluklarına dağılır sözcükler. Belki de 13 yıl sonra( çok uzun bir süre midir bilemiyorum) karşınıza çıkar. İhtimal yazdığınızda henüz çocuk olmalısınız. Yazınızda anlaşılır bu kolaylıkla. Seçtiğiniz sözcüklerden hatta imzanızdan. Şimdi düşünüyorumda görüntüler değil beni ilgilendiren. Resmin renkli yüzü kendi anını yaşar sadece. Orada donup kalmıştır o haliyle. Yazılar ise süreğendir anlamın bin bir haliyle okunur, değer kazanır. Büsbütün aşmıştır sizi yazdığınız. Kimi zaman bir anlam da veremezsiniz yazılanlara. Vermenizde gerekmez zaten. Yazılana atfedilmiştir çünkü her şey.
27 Haziran 2006 Salı
Nadaka
Hamsa Leela
Rangavati
Caprice
Chakra Pallavi
Chakra Guitar Solo
Chakra Sitar Solo
Chakra Swara Jathi
Chakra Percussions
Surya Shakti 1
Surya Shakti 2
Shanti
26 Haziran 2006 Pazartesi
Okul'da Bu Yıl Neler Oldu
Sıfırcı Hocalar tarihe karıştı; ne güzel rakamdı oysa. Vermesi de bir o derece trajedik.
Çocuğum gürbüz kalsın denildi. Kantinlerdeki fast food beslenme eleştirildi. Çocuklara bulgur pilavı nohut tavsiye edildi. Veliler hamburgeri tercih ettiler.
Müfredat değişti ama biz değişmedik. Haliyle eğitimimiz dini bütün muhafazakâr olduğundan. Ne öyle proce felan hazırlayacan. Ayağa kaldır bas sözlüyü. Ezberlet konuyu senden iyi hoca olmasın.
Nur topu gibi birer laptopumuz oldu.
1 ay sömestr yapıldı. Yan gelip yan yattık. Ek ders ücreti alamadık. Evde temizlik yaptık. Çoluk çocuk sahibi olduk.
Okuldan Polat Alemdar geçti. Şiddet haberlerine boğulduk.
Okul müdürlerinin rahatı kaçtı. Görevleri 5 yılla sınırlandı. Birazda biz oturak makam odasında, değil mi?
Uzman öğretmen olduk. Daha bulamadılar uğraşacak bir şey Dur şunları hiyerarşik düzene sokalım dediler. Yaptılar da. Öğretmenlerin %70i sınavı geçti üstelik.
Kameralandık, gözlendik, gözetlendik: Mobeselendik. Bütün okullar kamera entegre sistemi yerleştirmek için yarıştılar. Ne oldu dersiniz. Şiddet daha da arttı.
Öğretmenler chat yasaklandı.
ÖSS sınav sistemi değişti WC’ye gitmek serbest oldu. İçine ettiler tabumuzun.
23 Nisan’da meclis kürsüsüne adam çıkardılar. Oha denildi.
Delikanlılık yemini edildi. Müdürler racona göre eğitime başladı.
Dünya bankası türk eğitim sistemini değerlendirdi. Vay be dedik. Biz bunca yıl nasıl göremedik. Adamlar biliyor işi…
Mutemetler tarih oldu elektronik bordroya geçildi. Maaşı hep geç aldık.
19 Mayıs’ta yapılan yumurta yarışları iptal edildi. Buna karşın kulelerin boyu uzatıldı.
Gömlek genelgesi yayınlandı. Gömleğini pantolonun içine almayan okula alınmadı. Güya.
%5 zam aldık. Onu da iki ay sonra verdiler.
Büyük eğitimci yürüyüşü yapıldı. Ankara yollarında bi ton dayak yedik. Otobandan geri döndük memlekete. Polis kortejiyle.
Dershane sayısı %30 arttı. Ne güzel işte yakında bize gerek kalmayacak. Hem okulda neymiş.
5 Haziran 2006 Pazartesi
Müdür Yardımcılığı Sınavı
Bu sınav ile Elde edeceğiniz haklar
1-Derslerden yırtarsınız.
2-Artistlik yapan öğretmenlerin ek derslerini kesersiniz.
3-Okulun malini kendi maliniz gibi kullanırsınız.(okulun arabası, laptopu, projeksiyonu vb.)
4-Öğretmen arkadaşlarını aşağı görüp ben idareciyim sen öğretmensin diyebilirsiniz.
5-Her şeyi ben bilirim kimseden akıl almam felsefesi güdersiniz.
6-Kraldan çok kralcı olursunuz.
7-Öğretmen takımıyla muhattan olmazsınız.
8-Hatta öğretmenleri görmezden gelip selam vermez, Selamlarini da almazsınız.
9-Mesai saatlerini önemsemezsiniz. Ben idareciyim istediğim saatte gelirim. Öğretmenler sıkaysa geç gelsin sarı zarf veririm dersiniz.
10-Okulda kimseyle muhattan olmadığınız için öğretmenlerin ne isler yaptığını, idare hakkında dedikodu yaptığını, yalaka ve yağcı öğretmenleri casus salarak öğrenirsiniz.
11-Öğretmenlerin disiplin notunu dedikodulara göre verirsiniz. Öğretmenin kişiliğine, yaptığı çalışmalara bakmazsınız. Sizin hakkınızda kötü bir şey dediği zaman notunu düşürtürsünüz.
12-Size çay ve yemek ısmarlayan, devamlı sizi öğen kişileri kollarsınız. Doğruyu söyleyenleri kovarsınız.
13-Canınızın istediğine takdir ve teşekkür verdirtirsiniz. Hatta maaşla ödüllendirmeyi kendiniz alırsınız veya arkadaşlarına verirsiniz.
14-İdaredeki hataları görür ama ses çıkartmazsınız. Size dokunan olursa şikâyet edersiniz.
15-İdarecilik ruhunuzu vurdumduymazlık ve 3 maymun kuralı üzerine kurarsınız.
16-Önce kendi maaş ve ek dersinizi kollarsınız. Full yaparsınız. Eksiklerinizi öğretmenlerin dersinden kesip tamamlarsınız.
17-Ders çizelgenizi derse girmemeye göre programlarsınız. Öğretmenlere de öğrenci merkezli eğitim var deyip 1–2.saate ders verip diğerini 9–10.saatlere yazarsınız.
18-Kendinize hafta içi, cumartesi, pazar 2.-3.öğretmen olarak ders yazar ama derse girmezsiniz.
DAHASI VAR AMA ŞIMARMAYIN DIYE YAZMADIM.
Şimdi bunları yapmak için bir adım atın ve sınava girin.
31 Mayıs 2006 Çarşamba
Müfredat Tavsiyeleri
Konuyu anlatırken yapılacak etkinlikleri kendi bölgenize ve sınıfınıza uyarlamak zorundasınız. Kalabalık sınıflarda bireysel etkinlikleri toplu hale getirin.
Öğrencinin öğrenme sürecini değerlendiren gözlem formlarını süreç içinde doldurun. Hepsini aynı anda doldurmak ve öğrencilerin tümünü de aynı anda değerlendirmek zorunda değilsiniz.
Size verilen gözlem formları birer örnek. Sizler bunlar üzerinde değişiklikler yapabilirsiniz. Zümre öğretmenlerinin toplanarak bu formlar üzerinde çalışın ve değişiklikler yapın. Öğrencilerin kendilerini değerlendirdiği öz değerlendirme formlarında da sıkıntılar var. Bunlarda da okulun ve bölgenin şartlarına göre değişiklik yapmak mümkün.
Öğretmenlerin çoğu formları nota çevirmekte zorlanıyor. Not verirken sınav notunun yüzde 50'sini süreç değerlendirmenin de yüzde 50'sini almak uygun. Formlarda öğrenciyi değerlendirirken işaretlenmesi gereken bölümler yer alıyor. Buralarda 'yapmadı', 'bazen yaptı' ve 'her zaman yaptı' gibi kriterler bulunuyor. En olumsuzuna en düşük puanı verin. Yapmadı 1, bazen yaptı 2, her zaman yaptı 3 puan olsun.
Sınavda 'İstanbul'u kim fethetti? ' diye sormayın. Bu tarz cevabı tek cümle olan soruları ünite sonlarında sormak daha uygun. Sınavda ise 'İstanbul fethedilmeseydi ne olurdu?' gibi bir yorum sorusu sormak daha uygun. Bu sorunun da doğrusu yanlışı yoktur. Öğrencinin fikirlerini nasıl desteklediğine bakacaksınız.
Öğrencinin portfolyosuna her şeyi koymayın. 1, 2, 3. sınıflar sizin belirlediğiniz konularda istedikleri projelerini versin. Mesela hayat bilgisinde bilinçli üreticilik tüketicilik ünitesinde iki proje isteyin. Öğrenci istediğini getirsin. 4-5. sınıflar içinse belirlediğiniz konularda istediğiniz projelerini versinler. Fen bilgisinde konu iskelet sistemi ise, iskelet maketini isteyin bir de yazdığı kompozisyonu.
Örneğin 4. sınıf fen bilgisi öğretmenleri toplanın, hangi ünitede hangi projeyi isteyeceğinizi kararlaştırın. Böylece okul için de bir standart oturtursunuz.
1. sınıf öğretmenleri 'Öğrencinin ürün dosyasına ne koyacağım?' diye soruyor. Her şeyi koyabilirsiniz. İlk çizdiği çizgi, son yazdığı yazı, yaptığı resimler.
Öğrenci ürün dosyasındakileri mutlaka veliye sunacak. Öğretmenler veliye çocuğunuz bunları yaptı diye anlatmayacak. Çocuk, sadece öğretmen, velisi ve kendisinin olduğu sınıfta sunumunu yapacak. Velilerin hepsini çağırıp öğrencilere sırayla sunum yaptırmayın. Çünkü veliler çocuğunu diğer öğrenciler ile karşılaştırıyor.
Okul yönetimi ile anlaşın her öğrenci velisine 15 dakika randevu verin. Diğer öğretmenle anlaşıp 'bu hafta ben velileri çağırdım benim sınıfla orta ders yapın' diyebilirsiniz.
Pek çok öğretmen gözlem formları evine götürüyor. Formlar öğretmende kalmayacak. Formlar çocukların portfolyolarına konacak. Portfolyo dosyalarının ise sınıfta bırakılması gerekiyor.
24 Mayıs 2006 Çarşamba
Okulun İlk Günü
Okulda Oyun
Şu oyunlara bir el atalım hele deyip işe giriştiğim de bir dolu kaynakla karşılaştım. Çoğu sınıfta rahatlıkla uygulanabilecek zeka oyunları. Aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz. Nasıl uygularsınız bilemem. Dikkat testi çok hoşlarına gitmişti mesela. IQ testinde sıkıldıklarını anımsıyorum.
Dikkat testi (Kelime oyunları)
IQ Testi (Biraz ön biligi vermek şart)
Sinir Testi (Gülmek istediğinizde oldukça ideal)
Duygusal Zeka Testi ( Rehberlik dersi gibi birşey)
Zeka Oyun Siteleri ( Kafadan siteler güruhu)
River IQ Game (Salla karşıya geçmece)
Rottus Sekans Testi (Kareleri Doldurmaca)
22 Mayıs 2006 Pazartesi
Ulusal Sosyal Bilimler Sempozyumu
26 Mayıs 2006 Cuma
COĞRAFYA OTURUMU:
Oturum Başkanı: Doç.Dr. Barbaros GÖNENÇGİL - Melda HATUNOĞLU
16.00-17.00 3. Çağrılı Konuşmacı: “Su ve İstanbul”
Prof. Dr. Turgut ÖZTAŞ (Mimar Sinan Üniversitesi)
17.00-17.15 “1990-2001 Yılları Arasındaki Büyükçekmece’nin Çakmaklı Köyü ve Kıraç
Beldesindeki Arazi Kullanım Değişimleri” Akif KARATEPE (İstek Uluğbey Okulları Coğrafya Öğretmeni)
17.15-17.30 “Onbirgöller Vadisi ve Şelâleleri, Hacılı Köyü, Ağva, Şile/İstanbul”
Tülin BABAL* (İstek Acıbadem Lisesi Coğrafya Öğretmeni)
İlknur ÖZSOY (İstek Acıbadem Lisesi Coğrafya Öğretmeni)
Işıl ÖZHEKİM (İstek Acıbadem Lisesi Tarih Öğretmeni)
Sevil ALGAN (İstek Acıbadem Lisesi Kampüs Müdürü)
Sedat AVŞAR (İstek Acıbadem Fen Lisesi 9. Sınıf Öğrencisi)
Mete ÖZTÜRK (İstek Acıbadem Fen Lisesi 9. Sınıf Öğrencisi)
Aydın ATICI (Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu)
Atakan ERTEK (Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu)
E.Nabi EVREN (Şile Çevre Gönülleri Derneği Başkanı)
Y.Doç.Dr. Ahmet ERTEK (Türk Coğrafya Kurumu)
17.30-17.45 Çay-kahve molası
17.45-18.15 4. Çağrılı Konuşmacı: “Yenişehir Havzasının Genç Tektoniği (Bursa)”
Y.Doç.Dr. T.Ahmet ERTEK (İstanbul Üniversitesi)
18.15-18.30 “Coğrafya Bilimi’ne Dair” A.Aydan ÖZKAN (Yeditepe Üniv. Eğitim Fak. Öğretim Görevlisi) İlknur ÖZSOY* (İstek Acıbadem Lisesi Coğrafya Öğretmeni)
18.30-18.45 “Karacadağ (Diyarbakır) Volkanı” Ergin CANPOLAT (Maçka Akif Tunçel Anadolu Teknik Lisesi Coğrafya Öğretmeni)
18.45-19.00 “Suçun Önlenmesinde Coğrafi Bilgi Sistemlerinin Kullanımı”
Yasin BEŞER (Özel Avrupa Koleji Coğrafya Öğretmeni)
İletişim:
Işıl ÖZHEKİM
İSTEK Acıbadem Lisesi
Sosyal Dersler Bölüm Başkanı
34718 Acıbadem, Kadıköy-İstanbul.
(0216) 325 30 75 e-posta: isil.an@isnet.net.tr
17 Mayıs 2006 Çarşamba
Aşk Tesadüfleri Sever
16 Mayıs 2006 Salı
Kedi
- Ne var?
- İntikamınızı aldık.
- Ne intikamı?
- Fener'in intikamı.
- Ne halt karıştırdınız yine?
- Biz karıştırmadık hocam.
- Kim karştırdı?
- Kedi karıştırdı.
- Nasıl yani?
- Mahalledeki kedileri tek tek yakaladık. Sonra balkonlardaki bayraklar fırlattık. Haliyle sarı kırmızı bayraklar indi aşağı.
- Hepsi mi?
- Canımızı zor kurtardık hocam.
- Ne oldu ki.
- Bütün mahalleli kovaladı bizi.
- İyi olmuş?!!
10 Mayıs 2006 Çarşamba
Diyet
Felsefe: Taş devri 5-10 bin yıl önce bitmiştir. O zamandan bu zamana kadar genlerimizde çok az değişiklik olmasına rağmen çevresel şartlar ve özellikle de yiyeceklerimiz çok büyük oranda değişmiştir. Özellikle son 50-100 yıl içinde doğal olmayan, işlenmiş ve katkı konulmuş gıdalar, margarin kimyasal yolla katılaştırılmış, ayçiçeği, mısır gibi sıcak preslenmiş sıvı yağlar aşırı şekilde kullanılmaya başlanmış; buna karşılık taze sebze, meyve ve tencere yemeklerinin tüketiminde de belirgin bir azalma olmuştur.
Gen yapımız ve buna bağlı vücudumuzda gerçekleşen kimyasal reaksiyonlar doğal olmayan yiyeceklerin tümü ile başa çıkacak yeteneğe sahip değillerdir. Genler ve yiyecekler arasındaki bu uyumsuzluk hali şişmanlık, diyabet, koroner kalp hastalığı, hipertansiyon, felç, ülser, astım, romatizma, müzmin yorgunluk , kanser ve osteoporoz (kemik erimesi) gibi son yıllarda müthiş artış gösteren çok sayıda müzmin hastalığa neden olmaktadır. Bu hastalıklardan korunmak istiyorsak mümkün olduğunca 5-10 bin yıl öncesine benzeyen bir diyet uygulamalıyız.
Genel ilke: Üç beyaz (tuz, şeker ve un) yasaktır ya da çok azaltılmalıdır. Her yiyecek doğadaki şekline en yakın olarak tüketilmelidir. Yasaklar haricinde yeme sınırı yoktur. Doyuncaya kadar yiyebilirsiniz. Çiğ yiyecekler toplam diyetin en az %60’ını oluşturmalıdır.
Etler (yağsız olmayacak, fazla pişirilmeyecek)
Kırmızı et (tercihen yemlenen değil, otlayan hayvan eti), sucuk, kavurma, pastırma vb serbest. Katkı maddelerinden dolayı salam-sosis tercih edilmemeli.
Sakatat: Çok yararlı. Fakat hastalıklı olmamasına dikkat.
Beyaz et: Tercihen köy tavuğu ve diğer kümes hayvanları (köy tavuğu geç pişer)
Balık (ağır metal zehirlenmesi riskini azaltmak için küçük balıklar tercih edilmeli, balık çiftliği balıkları tercih edilmemeli)
Yumurta: En Kaliteli protein kaynağıdır. Köy yumurtası tercih edilmeli. Günde 1-4 adet yenilebilir. Tercih sırasına göre 1. çiğ (enfeksiyon olmadığından eminseniz!), 2. rafadan, 3. Lop, 4. kızartma (mümkünse yenmemeli, yenile-cekse, zeytinyağında ya da fındık yağında ya da tereyağında yapılmalı ve önce akı pişirilmeli, sarısı ayrıca çiğ olarak eklenmeli)
Sebzeler ve yeşil yapraklılar: her çeşidi yenilebilir. Daha çok çiğ tüketilmeli. Koyu yeşil yapraklılar K vitamini, kalsiyum ve magnezyumdan zengindir (kemik erimesinin önlenmesi!) ve ayrıca omega-3 yağ asidi içerir. Doğal yetiştikleri için yabani otlar (ebegümeci, kuzukulağı, ısırgan otu, semizotu, labada vb) mükemmel. Semiz otu sebzeler içinde en önemli omega-3 kaynağıdır.
Patates yüksek şeker içerdiğinden yenilmemeli. Turp, havuç ve patlıcan da şeker içeriği yüksek olduğu için fazla tüketilmemeli.
Sarımsak: Hücreleri paslanmaktan koruyan (antioksidan) en önemli yiyeceklerden biri. Her gün en az iki diş yenilmeli. Sarımsağı ezin (yutmayın) ve en geç 1 saat içinde tüketin.
Soğan: En az sarımsak kadar değerli.
Zeytin: Mümkün olduğunca tuzu çıkartılmalı. Sele zeytininin tuzu daha rahat çıkıyor. Daha çok yeşil zeytin tercih edilmeli.
Meyveler: Kayısı, üzüm, muz, gibi şeker içeriği yüksek meyveler sınırlı yenmeli. Az şekerli meyveler daha çok yenilebilir (tazesi tercih edilmeli). Üzüm çekirdeği ve kabuğu, çilek, yaban mersini, kızılcık gibi meyveler çok yüksek antioksidan etkilere sahip.
Süt ve süt ürünleri
Köy ya da mandıra sütü tercih edilmeli. İmkan yoksa pastörize günlük şişe sütü kullanılabilir. Homojenize kutu sütler kullanılmamalı. Kaymak bağlamayan, ekşimeyen ya da kesmeyen süt ya da yoğurt doğal değildir.
Sütten çok mayalanmış süt ürünleri (tam yağlı yoğurt, tam yağlı peynir) tercih edilmeli. Kefirle mayalanmış süt çok yararlı. İçerdiği çok sayıda probiyotik (faydalı bakteri) ile sindirim bozukluklarını önlüyor ve yaşlanmayı yavaşlatıyor.
Baklagiller (Nohut, fasulye, mercimek, bezelye, börülce vb) haftada 2-3 kereden fazla yenmemeli (12 saatte bir suyu değiştirilmek üzere 48 saat suda bekletilmeli, ve ağır ateşte (mümkünse güveçte) pişirilmeli.
Soya: Söylendiği gibi sağlıklı bir yiyecek değildir. Protein sindirimini ve bağırsaktan kalsiyum, demir ve çinko emilimini azaltır. Tiroid hormonu sentezini bozar. Erken ergenlik belirtileri, kısırlık ve adet düzensizliklerine yol açabilir. Alerjilere neden olabilir. Çok az yenmeli hatta hiç yenmemelidir. Az miktarda fermante soya ürünleri yenilebilir.
Kabuklu kuruyemişler (ceviz, fındık, fıstık, ayçiçeği, kabak çekirdeği, badem vb). Günde 1-2 avuç (25-50 gram kadar) oldukça yararlı. Çiğ ve az tuzlu olanı tercih edilmeli.
Yağlar: Yağ kısıtlaması vücut için zararlıdır. Sanılanın aksine yağı az, dolayısıyla şekeri fazla yiyecekler insanları daha çok acıktırır ve daha çok şişmanlatır!
Margarin: Kesinlikle yasak!
Tohumlu sıvı yağlar (ay çiçek yağı, pamuk yağı, mısırözü yağı, soya vb.): Kullanılmamalı ya da çok az kullanılmalı. Omega-6/omega-3 dengesini, omega-6 lehine bozuyor. Sıcak presten çıkan bu yağların yıpratıcı özellikleri var.
Zeytinyağı: Mükemmel! Halis sızma olanlar tercih edilmeli
Riviera ikinci seçenektir.
Fındık yağı: Zeytinyağına çok benzer özelliklere sahip, ikinci seçenekkullanılabilir.
Tereyağı: Mükemmel! Mümkünse özgür otlayan hayvanların yağı(köy tereyağı). Piyasada sahtesi (margarin üzerine giydirilmiş) çok. Sahtesi dışarıda bırakıldığında geç erir, bıçakta fazla leke bırakır.
Urfa yağı: Tereyağ gibi
Kuyruk ve iç yağı: Tereyağı gibi yararlı
Balıkyağı: Hayat iksiri! Büyük ölçüde omega-3 yağ asidi içeriyor. Bebeğinden, hamilesinden, gencine ve yaşlısına kadar herkes kullanmalı. Günde en az 1-2 kapsül (0.5-1 gr). Balıkyağı şişmanlatmaz. Yaz-kış kullanılabilir. Morina karaciğeri yağı D vitamini içerdiğinden yazın kullanılmamalı. Aksi halde D vitamini yüklenmemesi yapabilir.
Keten tohumu: Balık yağından sonra ikinci önemli omega-3 kaynağı. Önce hafifçe kavurun ve kahve değirmeninde öğüttükten sonra günde 2-3 tatlı kaşığı yemeklere, yoğurda veya salatalara serpin. Omega-3 gücü balık yağının onda biri kadar
Kızartmalar: Vücut hücrelerini paslandırdığı için zararlı. İllaki yenilecekse tereyağı, zeytinyağı, veya fındık yağı ile yapılmalı. Kızartmaların zararlı etkilerini azaltmak istiyorsanız yanında sarımsaklı yoğurt ve yeşillik yiyin.
Tahıllar ve unlu gıdalar: Hızlı emilen şeker miktarları yüksek olduğu için insülin direncini arttırırlar. Bu nedenle ekmek, bulgur, mısır, çavdar, makarna, pirinç vb. gibi tahıllar ve bunlar ile yapılan yemekler ve hamur işleri yenmemeli ya da iyice azaltılmalıdır. Diyete adapte olmada güçlük çekenler kısa bir süre için tam buğday ekmeği (köy ekmeği), kepek ekmeği, çavdar ekmeği, yulaf ekmeği ve bulgur yiyebilirler.
Çaylar: Hepsi çok yararlı. Şekersiz içilecek!
Kahve-nestkahve: Yasak, arada bir Türk kahvesi içilebilir.
Turşular: Oldukça yararlı. Tuzunu azaltın. Sirke (özellikle halis üzüm sirkesi). nar ekşisi, şalgam suyu ve meyan kökü suyu çok yararlı.
Tuz: Yiyeceklerin içinde doğal olarak bulunan tuz vücudu-muzun ihtiyacını karşılar. Tencere yemekleri içine az mik-tarda tuz katılabilir. Yemeklerin ve salataların üzerine tuz serpmeyin. Az tuz sizi halsiz bırakıyorsa tuzu biraz artırın.
Baharatlar: İçerdikleri vitamin, mineraller ve antioksidanlar açısından açısından oldukça yararlıdır.
Şekerler
Rafine şekerler (çay şekeri, früktoz vb) ve bunlarla yapılan yiyecekler (pasta, bisküviler, gofretler, baklava, revani, kadayıf vb) yasaktır.
Çikolata: Haftada bir kere orta boy, sütsüz (bitter) ve kaliteli çikolata yenilebilir (şart değil!). Çikolata kadınlarda adet öncesi dönemde görülen depresyonu azaltır (en iyi magnezyum kaynağı).
Bal: Halis ise şifa verir. Günde bir iki çay kaşığı yenilebilir. Alelade ballar, her çeşit reçel ve pekmez aşırı şeker içerdiğinden yenilmemelidir. Piyasadaki balların en az %95’i doğal değildir.
Tatlandırıcılar ve bunlarla yapılmış diyet ürünleri yenilmemelidir. Özellikle aspartam (Canderel ®, Sanpa®, Aspartil®, Diyet-Tat®, Nutra-tat®, diyet kola, şekersiz sakız, birçok diyet yiyecek içinde bulunur) depresyon da dahil olmak üzere birçok yan etkilere yol açabilir.
İçki: Günde 1-2 kadeh şarap (özellikle kırmızı kırmızı), rakı ya da eşdeğer içki içilebilir. Mecburiyet yoktur!
Meşrubat: Her türlüsü yasak. Evde yapılan taze meyve suyu (posası ile birlikte) içilebilir. Meşrubat olarak ayran, kefir, boza, şalgam suyu veya meyan kökü suyu için.
Su: Günde 6-8 bardak su için. İdrarınız koyu ise yeteri kadar su içmiyorsunuz demektir. İçtiğiniz su aşırı soğuk olmasın. Kaynak suyunu için. Şebeke suyunu mümkünse içmeyin (klorlu !). Klor, mikropları öldürmek için suya konulur. Fakat kanser de yapabilir. Filtre edilmiş şebeke suyu içilebilir. Şebeke suyunu musluktan aldıktan sonra en az bir saat dinlendirirseniz kloru uçar.
Pişirme: Yemekler kendi suyunda ağır ağır pişirilmeli (güveçte pişirme tercih edilmeli). Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) sakıncalıdır. Dondurulmuş yiyecekleri fazla tüketmeyin. Konserve yiyecekleri ise mümkünse hiç yemeyin.
Yemek yeme sıklığı: Diyet başlangıcında, kan şekeri düşebileceği için daha sık yemeli. 1-2 hafta içinde insülininiz terbiye olur ve günde 3 öğün yemek (çocuklar için 4-5 öğün) yeterli olur. Lokmaları iyice çiğneyin! Sabah kahvaltılarını kuvvetli yapın; akşam yemeği hafif olsun. Yemek miktarlarını şöyle bölümleyin. Sabah :(3), öğle:(2), akşam: (1) ya da Sabah (2), kuşluk (1). Öğle(1), ikindi (1), akşam:(1). 19.00-20.00’den sonra mümkünse yemek yemeyin.
Herhangi bir yiyeceği yedikten 0.5-2 saat sonra o yiyecek midenizi bulanıyor, karnınızı ağrıtıyor, rahatsızlık hissi uyandırıyorsa, yorgunluk hissetmenize yol açıyorsa ya da karnınızı çok çabuk acıktırıyorsa (şeker düşüklüğü !) o yiyeceği azaltın ya da hiç yemeyin (Vücudunuzun sesini dinleyin !)
Hareket: Günde en az yarım saat hızlı yürüyüş yapılmalı ya da yavaş koşulmalı ve merdivenler çift çift çıkılmalı. Günde en az 3-5 dakika kültür fizik hareketleri yapılmalı. Yorgun düşüren hareketlerden kaçınılmalı. Egzersiz ağırlığı tedricen artırılmalı. Hedefinizi iyi seçin. Her gün yapabileceğiniz egzersizleri yapın.
Güneşlenme: Güneşli havalarda en az yarım saat (gözlüksüz olarak) güneşe maruz kalınmalı (kışın tercihen 11.00-13.00 arası). Güneş ışınları daha rahat uyumanızı sağlar, depresyonu azaltır ve D vitamini sentezini artırır. D vitamini kemik hastalıklarına, romatizmal hastalıklara, kansere (deri kanseri dahil!) ve çeşitli müzmin hastalıklara karşı koruyucudur. Yazın mayo ile güneşlenirken başlangıçta güneşte fazla kalmayın (özellikle 11.00-13.00 arası). Dengeli şekilde yanın, haşlanmayın!!.
Uyku: Mümkünse 22.00’den önce yatın. 5 saatten az 9 saatten fazla uyumayın.