30 Kasım 2005 Çarşamba

Klimatoloji

Bu hafta iklim ünitesindeyiz. Alın size dersten bazı bölümler. Umarım işinize yarar. Bu arada okulda küçük bir rasat parkı oluşturabilir miyim? diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Yok yok en iyisi talebeleri toplayıp istasyona götürmek. Başıma bir de bu işi almayayım.

Ülkemizde Görülen Extrem Değerler

En Yüksek Sıcaklık 48.8°C Mardin-Kocatepe 14 Ağustos 1993
En Düşük Sıcaklık -46.4°C Van-Çaldıran 9 Ocak 1990
En Yüksek Yıllık Ortalama Sıcaklık 21.3°C Hatay-İskenderun 1962
En Düşük Yıllık Ortalama Sıcaklık 1.8°C Sarıkamış 1972
Yıllık En Yüksek Toplam Yağış 4045.3 mm Rize 1931
Yıllık En Düşük Toplam Yağış 114.5 mm Iğdır 1970
Günlük En Yüksek Yağış 469.9 mm Kemer 11 Aralık 1971
En Yüksek Kar Kalınlığı 525 cm Bitlis Şubat 1954
En Yüksek Basınç 1045.2 mb Zonguldak-Eregli 1 Ocak 1973
En Düşük Basınç 747.2 mb Van-Başkale 21 Şubat 2001
En Yüksek Rüzgar Hızı 48.9 ms Tokat 1 Ocak 1978


Meteoroloji'de Kullanılan Aletler

Basınç Ölçen Aletler
Sıcaklık ölçen aletler
Nem ölçen aletler

Rüzgar ölçen aletler
Yağış Ölçen Aletler
Buharlaşma ölçen aletler
Radyasyon ölçen aletler
Güneşlenme süresini ölçen aletler

Yüksek atmosfer gözlemleri

23 Kasım 2005 Çarşamba

24 KASIM

Bazen hatırlanıyoruz ya sözüm ona. Yıllık trip hakkımı kullanayım dedim. Hatta abartıp okula da gitmeyim. Tebeşir eylemi var bizimkilerin. Katılıp, bakanlığın önüne tebeşir bırakayım. Acaba çocuklar sabahın köründe okulun kapısında bekler mi beni? Nerede..?




Performans Ödevi

Aşağıdaki linklere tıklayarak İklim (Climate) ile ilgili konulara ulaşabilirsiniz.
thepedia (Dünyadaki iklim kuşakları)
Devlet Meteoroloji İşleri
Meteoroloji Rehberi
İstanbul'da Hava
İklim kuşakları
Ceviz ve İklim
Türkiye'de İklim
İklim Değişikliği ve Etkileri

19 Kasım 2005 Cumartesi

Coğrafya Kitap

Ne zaman bir şeyleri merak etsem gidip membasından öğreniyorum. Elbette ki membasını bulabilirsem. Bu yıl öyle bir başladık ki yeni eğitim öğretim yılına Allah kayıra Mevla ayıra. Daha yılın başında bir kitap sorunuyla boğuştuk ki hala çözebilmiş değiliz. Öğrenci kısmı bu, sorusuna tam yanıt veremediyseniz vay halinize. Artık yıl boyu sorar… sorar… sorar. Tahmin edeceğiniz üzere hangi kitap sorusunu sormaya başladılar. İnanın şu kitap, bu kitap diyemedim. Hatta şu anda bile diyemiyorum. Çünkü ortada bir kitap yok. Hafta sonu bütün enerjimi bu işe verdim desem yalan olmaz. Piyasadaki bütün kitapçılarla irtibata geçtim. Hazırlıklarınız ne âlemde? Yeni müfredata göre bir kitap hazırladınız mı? Birçok yayınevi ders kitabı komisyonun yapacağı çalışmayı beklediğini söyledi. İnşallah dediler bir daha ki seneye. Tam ümidimi kesmişken aldığım bir duyumla zambak yayınlarının yolunu tuttum. Beklentilerimi karşıladım mı? Büyük bir oranda.. İlk önce yardımcı ders kitabı da olsa Coğrafya Kitabını buldum. Sonra Yeni sisteme göre ÖSS konu anlatımlı kitabına. Kitapların arasında boğuşurken. Birden bir dergi dikkatimi çekti. Zirve Öğretmen Dergisi. Hani şu ilköğretimde kullanılanlara benziyor dersem eksik olmaz. Oldukça hoş bir tasarımı var. Konular derli toplu. Oldukça ayrıntılı çizimler, renklendirilmiş şekiller. Eğer elinizde bulunursa ders planının yerini alacak mütevazilikte. Reklâma giriyor ama ne yapalım. Haberdar etme görevimi yerine getiriyorum.
Gelelim şu memba meselesine. Bu noktadan sonra durur muyum artık. Bu dergileri, kitapları kimler hazırlıyor deyip yerlerinde ziyaret ettim. İkramda kusur etmediler hani. İlgili ve güler yüzlü karşılamaları övgüyle söz edilmeli. Sorduğum sorularla biraz sıktım hatta işlerinden alıkoydum ama ne edeyim. Gelmiş bulundum bir kere. Bundan sonraki çalışmalarını yakından takip edeceğim artık.
Sonuç olarak aradıklarımı büyük ölçüde buldum. Belki sizinde işinize yarar. Bir deneyiniz.

16 Kasım 2005 Çarşamba

AçıkRadyo

Herşey pinkpanter'ın müzüğiyle başladı. 10 yıldır dinliyorum desem yalan olmaz. Arada başka şehirler de yaşamamdan dolayı kesintiler olduğu doğru. İnanın orada da rahat durmadım. İnternetten olsun bir şekilde dinledim. Öyle ki sabahları Açık gazeteyi dinleyerek işe gitmezsem. Kendimi eksik hissediyorum. Hele Ömer Madra'nın o dingin sesi olmadan kendime gelemiyorum desem... haklısınız biraz abartmış olurum. Şu gerçekki sığlıklar içinde geçen yaşamda hala yeni birşeyler öğrenmeyle doluysam. Bunun altında açık radyo yayınlarını aramak gerekir. Arada eleştirdiğim de oluyor Açık Radyo programcılarını. Sözgelimi eğitimle ilgili bir çalışmaları, bir yayınlarını henüz duymuş değilim. Bazen hazırla bir şeyler kalk git radyonun kapısına dediğim oluyor. Tahmin edersiniz ki bu kadarla sınırlı kalıyor.
Radyo kültürünü esas aldığımızda popradyoculuğun yaygın olduğu şu ülkemizde. Açıkradyo'nun nasıl oluyorda varlığını koruyor olduğu bir tez konusu olarak değerlendirilmeli. Sanırım kristalize olmuş bir dinleyici kitlesi var açık radyo'nun. Başka bir deyişle sağlam adamlar. Nasıl oldu da bunca yıldır bir açıkradyo dinleyiciyle karşılaşmadım, bunun ayrımına şimdi varıyorum.
Radyo en çok takip ettiğim programalardan biri de Açık Dergi. Buna birde çocukluk alışkanlığım olan Radyo Tiyatrosu bölümünü de eklemeliyim. Fazla söze ne hacet. Açıkradyonun 10 yıllık serüveni adında bir yazı var radyonun sitesinde. Çok şey anlatıyor zaten.

15 Kasım 2005 Salı

Geo

Bir kaç kez Almanya basımıyla karşılaşmıştım. İnternetten takip etmişliğimde vardır. Ne zaman bir yayın grubunun aklına gelecekte, türkçe ya da Türkiye formatıyla çıkacak diye merak ederdim. Nihayet medyada bir grubun aklına gelmiş. İyiki de gelmiş. Gecikmenin nedeni hakkında yorum yapmak gerekirse; bu tür dergilerin pazarının gelişmesi beklenmiş olmalı. Ciddi bir kitlenin oluştuğunu görünce de piyasadalar. Eylül ayı gezi ve doğa dergilerinin satış oranlarına bakacak olursak; NATIONAL GEOGRAPHIC 22.355 VOYAGER 3.215 ATLAS 17.282. Yaklaşık 45.000 kişilik bir okur kitlesi var. Geo bu grafikte nasıl bir yer alacak merak ediyorum. Bir de geo grubu aynı anda 6 ülkede birden dergi çıkarma işine girişti. Bunu belirtmeden geçemeyeceğim.
Geo dergisinin içeriğinin, benzeri olduğu dergilerden farklı mıdır? Asıl sorun bu. İlk sayısına bakıldığında gezi ve doğa konularının yanında, popüler bilim çalışmalarına eğilimli olduğu görülüyor. Hatta kapak resminde bu özellik vurgulanmaya çalışılmış. Hayvanlar ve insanları adlı kısım bu imajı destekler görünüşte. Açıkçası biraz daha coğrafi bir dergi olmasını bekliyordum. Hele birde bilim danışma kurulunda İstanbul üniversitesi coğrafya bölümü hocalarından Ahmet Ertek'in ismini görünce, umutlarım daha bir artmıştı. Sayın hocamızın katkılarının olacağına inancımı koruyorum. Aziz Nesin deyişiyle; bir derginin ne olduğunu, nasıl olduğunu anlamak için, mutlaka ikinci sayısına bakmak gerek. Aralık sayısını bekleyeceğiz artık. Ne diyelim hoşgeldiler.

14 Kasım 2005 Pazartesi

Yeni Müfredat ve Coğrafya

Ne olacak şu coğrafya öğretmenlerinin hali. Yeni müfredat çıktı çıkalı adamlara bir hal oldu. Ne yapacaklarını bilemiyorlar. Bazıları hariç ama onlarda işin kolayını bulmuşlar. Yeni müfredatı uygulamıyorlar. Eski tas, eski coğrafya. Uygulayanlar ise çoktan sınıfta kalmak üzere. Buna kendimi mutlaka dâhil etmeliyim. Oysa ne de iyi başlamıştım her şeye. Ürün dosyaları, haritalar, asetat setleri. Ne oldu derseniz. Hiç birini uygulayamadım. Uygulamamamın temel nedeni yeterli alet edevata sahip olamamam. Ya da bunları uygulayacak ortamı oluşturamamam. Belki de henüz böyle bir değişime hazır değildim. Şimdilerde ne yapıyorum dersiniz. Saçmalıyorum. Biraz eski müfredat biraz yeni müfredat. Gerisini varın siz düşünün gayrı.

Bakın bir araştırma yaptım. Yeni müfredatla ilgili eleştirileri bir araya topladım.
1. Geçmiş yıllarda çekilen zaman sıkıntısı bu müfredatta da yaşanıyor:
Ders hala iki saat işleniyor. Ele alınan konular hala yoğun. Özellikle 9. sınıf konuları matematiksel zekayı ön plana çıkardığından. Konuları daha ayrıntısına işlemek ve özellikle üzerinde zaman harcamak gerekiyor. Gerçi yeni müfredatta eski 9. sınıf konuları iki yıla yayılmış ama bu da yetmiyor.
2. Kitabı olmayan dahası ders kitabı, öğretmen kitabı ve çalışma kitabı olmayan bir ders nasıl anlatılabilir:
Sanırım büyük çoğunluk eski kitaplarla işi götürüyor. Başka da şansı yok hani. MEB’in kitap komisyonu daha ocak ayında toplanacakmış. Hemen hazırlayıp bize alın kitabınız derlerse durum kötü. Üzerinde iyi bir çalışma yapmak gerekiyor ki nereden baksan bu çalışma 2 yıl sürer. Şunu da yapabilirler her zaman ki gibi yabancı kökenli bir kitabı Türkçeleştirebilirler.
3.Eğitim fakültelerinin yeni müfredata göre henüz öğretmen yetiştirmemesi:
Eğitim fakülteleri coğrafya öğretmenlerini bilim adamı gibi yetiştiriyor. Bu temelde iyi bir yaklaşım ama iş okulda uygulamaya geldiğinde zorluklar beliriyor. Dersi anlatırken bu ağdalı bilimsel yaklaşımdan kurtulamıyoruz. Düşünün kartoğrafya dersinde neler öğreniyoruz. Oysa müfredatta sadece iki hafta süre ayırmamız salık veriliyor.
4.Müfredat konularını lise eğitim seviyesine göre düzenlenmemiş olması.
Bu cümleyi okuyan gittikçe dersin zorlaştırıldığı hissine kapılabilir. Hayır, tam tersi. Bazen ilkokul seviyesi bir gruba hitap ettiğimi düşünüyorum. Belki de yapılması gereken tamda budur.
5.Uygulanacak müfredatın araç ve gereçlerini bulmakta ki sıkıntılar:
Haritalar sınırlı, memlekette derle ilgili hazır asetatların bulunamayışı. Tepegöz kullanımı, taşıması düşünüldüğünde oldukça zahmetli. Projeksiyon cihazını bir yılda kaç kez kullanabilirsiniz. Az kaldı unutuyordum. Bir yılda kaç kez arazi çalışması yapabilirsiniz ki.
6.Okul idarelerinin coğrafya eğitimine bakışı:
Özellikle meslek liselerinde kültür dersi gibi bir yargının bulunması çok garip bir davranış. Ha şu coğrafya dersimi alt tarafı ÖSS’de 18 soruluk bir genel kültür uğraşısı.
7.Coğrafya dersinin sosyal bilimler içerisinde mi yoksa fen bilimleri arasında mı yer alması gerektiği sorununun çözülememesi:
Gerçekten de siz hangisini tutuyorsunuz. Şu devekuşu hikâyesini biliyor olmalısınız. Ne kuş ne deve olayı yani.
8.Sosyal bilimler laboratuarı gibi bir yapılanmamanın olmaması:
Sosyal bilimler lisesinde bir uygulamasını gördüm. Sanki birisi silah zoruyla bir oda kurdurmuş gibi geldi. Yöneticilerimiz fen bilim kökenli oldukça bu alanda bir gelişme olabileceğini tahmin etmiyorum. Bir tepegözle bahar gelir sanıyorlar.
9.Yeni müfredatı danışacak bir muhatabın bulunmaması.
Alo coğrafya hattı mı kursak yoksa. Şaka bir yana kime neyi nereden nasıl soracağız. Bekleyelim bakalım belki süreçte müfettiş arkadaşlar kendilerini yetiştirirlerde bize yardımcı olurlar.
10.Tepeden inmeciliğe karşı gelişen öğretmen direnci:
Kendisinin bir parçası olmadığı bir sisteme aidiyet bildirmeme durumu. Bugüne kadar öğretmene ne soruldu ki bu sorulsun. Davranış biraz politik gelebilir. Varsın gelsin. Ne yapalım durum aynen böyle. Hiç değilse birisi çıkıp Türk öğretmeni yeteneklidir, mutlaka uygulayacaktır diye gaza getirseydi bizi.
11. Öğrencilerin ders çalışma alışkanlıklarının değiştirilememesi:
En çok araştırma ödevi verildiğinde rastlanıyor. Bugüne kadar kendi başına bir şey yapmamış çocuk ne yapacağını şaşırıyor. Dolayısıyla kalitesiz ürünlerle dönüyor çalışmalar. Bir de ders sırasında öğrenci merkezli yaklaşımda bulunduğumuz da dersi işlemeden önce öğrencinin nasıl davranacağını öğretmek gerekiyor.
12.Derste kullanılması gereken malzemelerin çokluğu:
Nerdeyse her derste öğrenciye fotokopi dağıtmak gerekiyor. Atlas aldırmak. Ürün dosyası oluşturmak…giderek öğrenci ve okul için maddi bir külfete dönüşüyor çalışmalar. Tahmin edersiniz ki bir yere kadar devam ediyor.
13.Öğrenciye ait sınıf sisteminden derse ait sınıf sistemine geçilemeyiş:
Her şekli o sınıfın tahtası senin bu sınıfın tahtası benim çizmek, tepegözü taşırken kas yapmak, elinde bir duvar haritasıyla deli gibi oradan oraya dolaşmak… daha ne anlatayım ben.
14.Öğrencilerin dersle ilgili kaynaklara ulaşmasındaki sıkıntı.
İnternette coğrafi bilgi aramak usandırıcı iş. Ansiklopediler bir sıkıntı sormayın. En iyisi benim gibi yapın araziye salın. “Git şuradaki birbirlerinden farklı olduğunu düşündüğün ağaçların fotoğraflarını çek gel” gibisinden.
15.Eğiticilerin yetiştiği sistemle uygulaması gereken sistem arasındaki çelişki:
Bütün hayatını ezberleme üzerine adamış bir insan düşünün ve aynı adam bütün bir ömrü boyunca ÖSS sınavına odaklanmış olsun sonrada bilimsel eğitim alacağım sevdasıyla üniversite de fotokopi okumaktan iman tahtası gevresin. Sonra da siz ondan çoklu zeka kuramını uygulatmaya çalışın. Eğer öğretmen size tekeme tokat saldırmıyorsa. Üşendiğindendir.
16.Coğrafya dersine karşı gelişmiş olumsuz toplumsal davranışlar:
Geçenlerde malum bir sitede coğrafya ile ilgili entryleri okurken dehşete düştüm. Okullarda en nefret edilen kişilikler biz olsa gereğiz. Ne çektirmişiz adamlara be.

Yarın yazılı yapacağım. Neye göre yapayım dersiniz?

13 Kasım 2005 Pazar

Tarihi Yarımada Gezisi

Kaç haftadır talebeler gözümün içine bakıyor. Anlıyorum. Ne zaman gezi düzenleyecek bu hoca diye bakıyorlar. Hakikaten bu dönem hiç bir yere gitmedik yahu. Nereye gidebiliriz bu sonbaharda diye düşünürken. Aklıma birden Eminönü Platformunun, Yürüyüş Yolları Projesi geldi. Neden olmasın. Bu dönemde İstanbul gezisi yapalım. Hiçte fena olmaz. Uzun zaman oldu Ayasofya'yı görmeyeli. Topkapı Sarayından boğaza bakmayalı. En son bir konserde bulundum Yerebatan Sarnıcında. Sultan Ahmet'ten geçtim ama durupta bir soluklanmadım dense yeridir. Kısacası keyifli bir gezi olacağa benzer. Yalnız havalar iyice soğumadan bu işi organize etmeli. Organize kısmı biraz zahmetli olsa da yapacağız artk. Yarın hemen afişleri hazırlamalı. Oldu olacak gezi tarihi de 2 Aralık 2005 olsun

11 Kasım 2005 Cuma

Tarihi İstanbul Haritası

Fransız Kraliyet Kartoğrafyacısı Nicolas de Fer 1696'da yapmış bu haritayı. Haritayı diyorum aslında bu bir resimya da resim haritası. Haritacamız Çamlıca tepesinden referans alarak yapmış olmalı haritasını. Baksanıza Üsküdar ayaklarımızın altında. Resmi biraz büyütebilirseniz ayrıntıları daha iyi görebilirsiniz. Örneğin Kızkulesi bütün ihtişamıyla karşımıza çıkıveriyor tarihin karanlık sularından. Kadıköy, gerçektende bir köy. Yalnız Kadıköyün hemen yanındaki Fanari köşk hala duruyor mu emin değilim. Gezintiye devam ediyorum. Kuzguncuk Üsküdar'ın hemen yanında bütün güzelliğiyle boğazı seyrediyor. Karşıda haliç, tophane, topkapı sarayı. Beyazıt Kulesi ile Galata kulesi Halicin iki yakasından selamlaşıyor. Mösyö Fer İstanbul'un minarelerinden çok etkilenmiş olmalı. Diğer ayrıntıları bırakıp, minareleri göstermeye çalışmış. Öte yandan surlar ise varlığını sürdürüyor resimde. Yeni kapının burçları sapasağlam. Resimde dikkati çeken bir diğer unsur ise bugünkü Eminönü ile Karaköy arasında surların olmayışı. Bugüne kadar surların oradanda geçtiğini düşünüyordum. Yanılıyor muyum yoksa. Galata'nın hemen yanı sıra uzanan yapının ne olduğunu bilmediğimi de yeri gelmişken itiraf edeyim. Fazla açıldım sanırım. Resmin pardon resim harita'nın büyüsünü kaçırmayayım. Bu arada tarihi İstanbul haritalarını buraya tıklayarak görebilirsiniz.

10 Kasım 2005 Perşembe

Öğretmen Olmasaydınız...

Öğretmen olmasaydınız ne olurdunuz? Sevgili sorumuz bu. Aslında bu soru boş dersimin olduğu bir saatte farklı bir şekilde ortaya çıkmıştı. Öğretmen odasında oturduğum bir sıra yanımdakine durduk yere "sence ben öğretmen olmasam ne olurdum" dediğimi hatırlıyorum. Sonrası ilginçti aldığım cevaplar bir o kadar korkunç ve düşündürücü. İlk sorduğum kişi turizm rehberi olabileceğimi söyleyince iş zıvanadan çıktı. İkinci sorduğum kamyoncu diyince koptum. Neler demedilerki; terzi, bankacı, manav, mahalle bakkalı, ilaç mümessili, işportacı, değirmenci, baca silici, spiker, pazarcı. Bunlardan bazıları hoşuma gitti, bazılarıysa neden böyle düşünüyor detirten cinsentendi. Bana ne dedim, sen kaşındın. En son pederi aradım "yahu" dedim "ben öğretmen olmasaydım ne olurdum" Cevap tahmin ettiğim üzereydi: "Başka hiç bir halt olamazdın" Bugünden kelli bir karar almama neden oldu bu diyalog. Maazallah meslekten falan olursak, ortada kalacağız. İyisi memur mamur işe gitmek . Başlangıçta bir eğlenceyle başlayan "sence ne olurdum" oyunu, tarafımdan büyük bir yetenekle kendine işkence etme olayına dönüştü ya ona yanıyorum. Eeee bu kadar yeter ama dedim. Nerede bizim şu çuvalduz. Hele etrafımızdakilere de batırak. Biraz can yakak. Herkese soruyorum şimdi.. Öğretmen olmasaydınız ne olurdunuz? Siz söyleyemezseniz ben söyleyim Bence..........

4 Kasım 2005 Cuma

Gitmeler

Bu şehir arkamdan gelecekmiş. Yok artık sayın Kavafis. Korku filmimi bu. Arkama bakmadan gideceğim ve kimse de merak edip sormayacak görürsün bak. Ver elini bir anadolu şehri. Akdeniz mi olur artık Ege kıyılarımı. Gerçi oralara gitmek bizim kurumda zor. Bütün okullar doludur şimdi. Yaşam koşullarının güzelliğinden olmalı, bu kentlerdeki coğrafya öğretmenleri ölmez. Bin türlü dalevere yapmak lazımdır. İyi bir özür durumu yaratmak gerekir. Bir yolu vardır mutlaka. Bir kere kafaya koydumu geçte olsa oralarda alırsınız soluğu. İyi de ben nerede öğretmenlik yapayım şimdi: Fethiye. Oh ne ala, ne ala. Küçük bir şehir olmalı. Özellikle kışları sakindir. Bir ev tutarım şöyle denizi gören. En fazla bir yıl sürer alışmak. Sonrası gelir zaten. Yeni arkadaşlar, yeni bir yaşama biçimi. Akdeniz yahu bu, güzeldir herhalde. Sıkılır mıyım? Elbette sıkılırım. Kolay mı gürültüsüz, patırsız, koşuşturmasız yaşamak.
Sonra birden vazgeçiyorum Fethiye'ye gitmekten. Biraz daha büyük olmalı gideceğim yer diye düşünüyorum. O halde Antalya. Antalya'da ne yaparım bilmiyorum. Zaten kaçtıklarım, kurtulmak istediklerim orada da var. Vazgeç...
Ben yine de şu lanet olası İstanbul'dan uzaklaşmayayım. İnsanın kanına kükürtdioksit karıştı mı böyle oluyor işte. Alışkanlık yapıyor meret. İstanbul'a yakın bir yer; neresi? Buldum buldum Bandırma'ya gitmeli iyisi mi? Olmadı Erdek. Sıkıldı mı atla feribota ver elini Kadıköy. Bizim hoca uçmuş, zor gidersin diyenler var arka sıralarda, duyuyorum ona göre. Yok yok bu iş böyle olmayacak büsbütün kopup gitmeli buradan. Oldu olacak Mersin'e kadar açılayım. İstanbul'a gidip gelmek iyiden iyiye sıkıntı olsun. Umudum kalmasın yani. Zincire bağlasınlar misali.
Bir haller oldu bana. Bir gitme isteği var ki durduramıyorum kendimi. Öyle kuvvetli ki mantıklı düşünmemi engelliyor. Gözümü kapatıp haritanın bir köşesine savruluyorum. Bazı arkadaşlarım çoktan memleketlerinin yolunu tuttu ama benim böyle bir şansım da yok. Kısacası şu İstanbul'a tutsak edildim. Ne yaptığım işten bir şey anlıyorum ne de yaşadığımdan. Her gün kaskatı bir suratla okula gitmekten usandım. Sabah büyük bir enerjiyle çıktığım okul yolu uzuyor uzuyor uzuyor... Bütün bir gün şiddet altındayım. Beynim iğdiş edilmiş gibi. Evde olmasa durum berbat. Bir yer bulmalı bir an önce. Basit bir yaşama dalmalı. Tek caddesi olan bir kentte yaşamalı. Ve nasıl derler orada yaşlanmalı. Orta yaş sendromu koyun isterseniz bunun adını. Artık bahçesi olan bir evde uyanmak istiyorum ben. Çok şey mi istiyorum. Ne dersiniz?