30 Aralık 2005 Cuma

Yılbaşı ve Akordeon

Benim biyerlerde bir akordeonum olacaktı. Yarın lazım olur. Çıkarıp tozunu silmeli. Körüklerini onarmalı. Sonra omuzlayıp yollara düşmeli. Bir köşede oturup, geçen çoğu kimsenin bilmediği şarkıları çalıp, söylemeli. İstanbulda sokak akordeoncularının en çok çaldığı şarkı Enternational marşı olduktan sonra ne çalsam gider artık. Mutlaka başımda bir fötr şapka olmalı. Sadece yüzümün yarısını kapatmak için. Şuralarda bir yerde parmak uçları kesik eldivenim olacaktı. Soğuk olur yarın gece , yanıma almalıyım. Yine de bir sorun olur. Başlangıçta parmaklarım elbette gitmez; bir oktav yukarıdaki o beklenmedik notaya. Küser, naz eder, nerdeydin be birader der. Kuruduk, tortulandık, paslandık. Bilirim ki akşamın karanlığı indikçe beynimden ellerime bir köprü kurulur. Çözülür parmaklarım. Çözülür tuşları rugan renkli akordeonumun. Yüreğimin yangınlarına ses olur. Bakın birde kar yağarsa yarın gece. Ne hoş olur. Atarım kendimi İstiklal Caddesinin kalabalık güvenine. Orada kimse, kim olduğuma önem vermez zaten. Hoşlarına giderse melodi. Atarlar önümdeki kutuya üç beş kuruş. O kadar...
Öyle çok değil. Yılda üç kez çıkarım sahneye. Biri işte şu yılbaşıları, diğeri 23 nisanlarda çocuklar eğlensin diye, bir de fener alaylarında; cumhuriyet çocuğuyuz ne de olsa.
Yılbaşı için yapılmış derim şu akordeon denilen alet. Mutlaka bir alakası olmalı. Biraz sıkıntıdan doğmuştur. Birazda ışıklı caddelerin coşkusundan. Sokağa en çok yakışanıdır müzik aletlerinin.
Kimbilir yarın karşılaşırız. Parolamız "Dylan" olsun. Bir yerlerde Bob Dylan şarkıları duyarsanız. Yaklaşın. Yok eğer "evde tombala oynayacam, cam ağacımı süsleyecem" diyorsanız. Ne diyeyim şimdiden "Yortunuz Kutlu Olsun.."

27 Aralık 2005 Salı

Zil ve Teneffüs Dergisi

Zil çaldı, teneffüs başladı! Bir grup eğitimci, pedagog, sosyoloğun çıkardığı aylık eleştirel pedagojik dergi Zil ve Teneffüs, yayın hayatına başladı. İlk sayısında yeni eğitim müfredatının dosya konusu olarak incelendiği dergi, “Eleştirel Pedagoji”, eğitim bilimleri alanlarına ilişkin bilgilendirme yazılarının olduğu “Çocukça Eğitim”, “Dosya”, “Eğitimde Yeni Perspektifler” ve eğitim haberlerinin yer aldığı “Eğitim-Öğretim Dünyası” başlıklı 5 bölümden oluşuyor.
Zil ve Teneffüs’ün Genel Yayın Yönetmenliğini Sosyolog Kemal İnal üstleniyor. İnal, “Zillere yüklenen bunca anlam, okulların çocuklar için bir keyif mekanı olmaktan çıktığını göstermiyor mu? Keyifli eğitim için ne yapmalı? Bu sorunun yanıtını bulmak için sizlerin ürünlerine ihtiyacımız var” diyor.
"Zil" ve "teneffüs" meselesinden şöyle söz edilmiş: "'Zilin çalması', öğrenci çocuk-ergen için özgürlük, serbest hareket etmek, kantinde atıştırmak, arkadaşlarıyla lak lak etmek, karşı cinsi süzmek, tuvalet ihtiyacını karşılayıp rahatlamak, çıkıp hava almak, soluklanmak, koşup oynamak, gökyüzüne bakmak, güneşlenmek ve belki de sıkıcı dersten kurtulmak demektir. Zil, muhalif bir aydın, öğretmen ya da öğrenci ve veli için, devleti, klasik koşullanmayı, baskıyı, fabrika düdüğünü, saati, kapatmayı, otoriteyi, formalliği, askeri düzeni, öğretmenin mutlak otoritesini temsil ediyor, desek yanılmış olur muyuz?"
Derginin ilk sayısında Şair A. Galip, Eğitim Sen Genel Başkanı Alaaddin Dinçer ve Fikret Başkaya ‘nın yazılarına yer verilmmiş. İlk dosya konusunda ise yeni müfredatın ayrıntılarına ve felsefesine dair araştırma ve yorum yazıları yer alıyor.
Dergiye zilveteneffus@yahoo.com elektronik posta adreslerinden ulaşılabilir.

23 Aralık 2005 Cuma

Okul Binaları

Nihayet elle tutulur bir şeyler yapılmaya başlandı. Uzun yıllardır sözünü ettiğimiz okul binalarının çirkinliği. Sayın seçilmiş ve yerleştirilmişler tarafından farkına varıldı da yeni okul binaları yapmak için harekete geçildi. Camcı camlara bakar, çiftçi tarlalara, mesleki bir durum olsa gerek ; nereye gitsem okul binalarını bakmadan edemem. Çoğu birbirine benzer zaten. Boya rengine varana dek aynıdır ( şampanya sarısı). Ya derim bu memlekette mimar yok ya da bütçe bu kadarına elveriyor. Kutu gibidir memleketimin okul binaları. Sanırsınız 4 duvarı yanyana getirip, üstünü (nasıl olduysa) bir şekilde kapatmışlar. Zaten zar zor bulunmuştur okulun yapılacağı arazi, bir de sporalanı çıkartmayın başımıza şimdi. Hem böylesi şirinde görünür, küçücük okul bahçesinde, koşuşturur yavrucuklar.
İçeriye buyurun!! içeriye buyurun da yerimiz dardır. Daha fazla derslik olsun diyedir kimbilir. Sınıflar küçüktür. 60 çocuğun nasıl olupta o odaya sığdığı tarafımdan hala anlaşılamamıştır.
35 farklı proje hazırlatılmış, yukarı da hayata geçirilmiş birini görüyorsunuz. Demekki 35 farklı birbirine benzeyen okulumuz olacak bundan böyle. Yaptınız bir şey tam yapın bari. Çıkarın bir kanun hiç bir okul binası bir diğerine benzemeyecek diye. Gözümüz, gönlümüz, dimağımız açılsın. Abartıyor muyum yoksa? Yoksa buna da şükür denmem mi bekleniyor?
Gelenekten geleceğe adını vermişler projeye. İyi de etmişler. Umarım çocuklarımız estetik duyguları gelişmiş olarak büyüyecekler. Sadece bir binayla olacaksa bu; bekleyelim bakalım.

20 Aralık 2005 Salı

Öğretmen Blogger'lar

Öğretmenler nihayet blogger olmaya merak sarmış. Çok mutlu oldum dersem az bile kalır. Bunun üzerine alemde bir araştırma yaptım. Meğer birilerine ulaşabilmek ne kadar zormuş. Bir şekilde bazılarına ulaşabildim. Bu bazılar genelde İngilizce Öğretmeni. Diğer branşlardan pek az. Aklıma gelmedi değil bir listelerini yapıp yayınlamak. Nedense bunu etik bulmadığımdan vazgeçtim.
Öğretmenlerin blog olayına girmesi bundan sonra yalnız kalmayacağımdan en çok beni sevindirdi. Ki bu sevinme kesinlikle kişisel bir dışavurum değil. Sevinmem, blog kültürüne çok büyük katkıları olacağı boyutunda. Ne de olsa memleketimin bir gariban aydınlarıdır onlar. Söyleyecek çok şeyleri olduğuna inanıyorum. İsterseniz bir kaçını takip edin (ben hariç). Yaşamlarını yakından izleyin. Nelerle uğraştıklarını, ne denli özverili bir yaşam sürdüklerine şahit olun.
Bir Öngörü olarak bir kaç yıla kalmaz öğretmenler, internet aleminde yetkinlik kazanacak dersem çok hayal kurmamış olurum. Ne de olsa bir istatistik olarak 200.000 civarında bilgisayara sahip internet kullanıcısı öğretmen var. Bir gün sörf yapmaktan sıkılacaklar. Sanırım sıkılmışa da benziyorlar. Ne diyelim kolay gelsin..

19 Aralık 2005 Pazartesi

Kar Tatili

Tamda derste kar yağışını anlatacağım gün, okulların tatil edilmesi tesadüf olmamalı. Ne yapalım, elden ne gelir. Bizde evde oturup tatil yapalım bari. Yalnız unutmadan şu şiiri okuyunuz. Şifa niyetinedir.

KAR
Kardır yağan üstümüze geceden,
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,
Ormanın uğultusuyla birlikte
Ve dörtnala dümdüz bir mavilikte
Kar yağıyor üstümüze, inceden.

Sesin nerde kaldı, her günkü sesin,
Unutulmuş güzel şarkılar için
Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan,
Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu'dan
Sesin nerde kaldı? kar içindesin!

Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!
Uyandırmayın beni, uyanamam.
Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,
Allah aşkına, gök, deniz aşkına
Yağsın kar üstümüze buram buram...

Buğulandıkça yüzü her aynanın
Beyaz dokusunda bu saf rüyanın
Göğe uzanır - tek, tenha - bir kamış
Sırf unutmak için, unutmak ey kış!
Büyük yalnızlığını dünyanın.

Ahmet Muhip Dıranas

18 Aralık 2005 Pazar

Magazin Coğrafyası

I.
Ne kadar az resim, o kadar coğrafya dersem belki de kıyamet kopar. Kıyamet kopması bir yana bütün coğrafyacılar yakama sarılır.
Kitaplığımda bulunan coğrafya kitaplarını karıştırınca vardım bu sonuca. Elimde 40 yıl öncesine ait coğrafya kitapları var. Yahu ne güzel kitaplarmış öyle. Daha kitapların başında bilim felsefesi ya da coğrafya felsefesi üzerine yazılar. Kitabı okuyan coğrafya alim olur. Resim mi? Bir o kadar az. Onun yerine istatistikler, grafikler, diyagramlar. Erinç'e göre kuraklık indisi dahi var. Dahi diyorum şimdiki kitaplarda kuraklığın dağılışına ait bir haritayı bile esirgemişler.
Coğrafya dersinin anlatımında resim, fotoğraf, video kullanımı iyi birşeydir. Ama nereye kadar. Sınırlı olanaklarımızla ne kadar resim gösterbiliriz ki. Bizim yerimize tv'ler rahatlıkla bunları gösterir, gösteriyor zaten.. ve bir çok kanal bunu profosyonelce yapıyor. Yağan kalmayasınız.
Diğer bilimleri bilmem ama coğrafya magazin bilimidir. Buradaki magazin terimini doğru kullanmak kaydıyla. Süreli yayınlar iyi incelenirse en çok satanların, içi cilalı doğa resimleri ve reklamlarla dolu dergiler olduğu anlaşılacaktır. Resimlerki, bu dergileri takip edenler iyi bilirler, dünyanın bin türlü coğrafyasını gözlerimizin önüne getirir.
Öyleyse ne duruyorsunuz. Hadi buyurun bunları kullanın. Rahatlıkla kullanın ve kaynak gösterin. Olmadı çocukları teşvik edin. Öyle ki sonunda size kimsenin ihtiyacı kalmasın.
Bir ara derlerdi ya "Coğrafya bilmem ne dağının yükseltisini öğreten, bilmem hangi ülkenin başkentini belleten ezberci ders" Şimdi tam da şöyle söyleyeceklerdir "Ha şu resim gösterilen ders mi? Geç onu.
Bu nokta da şu şekilde avunabiliriz. Biz o resimleri sistemli bir şekilde öğrenciye tanıtırız. Konuşmamız büyük bir ihtimal şöyle sürer; Bilimsel disiplinin çizgisinde...
Hızlı tüketim günümüz toplumunun temel felsefesi olduğuna göre. Kısa bir süre sonra size ihtiyacın kalınmadığı hissedilecektir. Bilenin bir tek siz olduğunuz günler geride kalmıştır artık. Her isteyen bilinene kolaylıkla ulaşacaktır.
Sonuç; coğrafya biliminin işlevsizliğidir.
Bunu biraz da olsa tiyatro - sinema savaşına benzetirsek yanılmayız. Baksanıza her dünya tiyatrolar gününde ağıt yakar dururlar. İnsanlar tiyatroya gelmiyor diye. Sonunda da cevabı kendileri verirler; Niye gelsinler ki evde oturup tv izlemek varken.
Çok yakındır, okul kapılarında öğrenci ayartmaya çaılşacağımız günler.
Magazin coğrafyası ülkemiz için yeni bir şey olsa da dünyada çoktan beridir tartışılan bir konu. Özellikle doğa turizmi işin içine girdiğinde değmeyin magazin coğrafyacılarının keyfine. Kapadokya'yı mı tanıtacaklar. Mangalda kül bırakmazlar. Sizin Erciyes volkanından çıkan bazaltik karakterli lavlar... diye başlayan cümlenizi kaç kişi dinleyecektir. Sakın sıkıcı olmayasınız.
Bu konula ilgili bir diğer mesele de bu magazin coğrafyası dergilerinin yazı kurulunda kaç coğrafyacının bulunduğudur. Sanırım hiç. Aslına bakılırsa bu durum sevindirici. Böyle bir çalışmada yer almak bilime ihanettir.
Yukarıdaki resim Vermeer'e ait eserin türkçe ismi "coğrafyacı" Bir ara wallpaper olarak kullanmıştım. Her karşısına geçtiğimde değişik yorumlarda bulunurken yakalmıştım kendimi. Bunlardan bir tanesi; coğrafyacıların evlerine kapandığı ve hiç birşeye kondurmadan etrafa baktığıydı. Haklıdır coğrafyacı meydan ..ştlara kalmıştır.
Bize kalan kütüphanelerde tozlanmaya bırakılmış, bilmem kaçıncı sayıdan sonra basılmamış coğrafya dergilerini bulup. Modern teknolojinin olanaklarıyla canlandırmaktır.

16 Aralık 2005 Cuma

İçki Yasağı

İstanbul'daki Öğretmen Evlerinin çoğunda içki yasağı başlamış. Bugüne kadar yasaklı iki öğretmenevi biliyordum; Bahçelievler ve Cankurtaran. Her yerde yasaklanacaktı da bizim gariban öğretmen evlerinde mi yasaklanmayacaktı. Haliyle beklenen oldu. Birileri toplumsal alan kullanımını değiştirmeye çalışıyor olmalı. Belki de bunun adına mekansal savaş denmeli. Toplumsal yaşam biçiminin ait olduğu etnik grup veya dini zümreye göre şekillendiği bir ülkede. Kendi yaşayış biçimini bir başkasının yaşayış biçimine üstün görme düşüncesi kaçınılmazdır. İş bu kadarla bitse bari eğer önü alınmazsa; kısa sürede bu tutum, başka yaşam biçimlerine tahammülsüzlük olarak kendisini ifade edecektir. Etmiştirde. Korkunç olanı bir intikam bir misilleme şeklinde olması. Madem türban denilen örtüyü kullandırmayacaksınız alın bakalım içki yasağı gibilerinden.
Kentler farklı yaşıyışların coğrafyasıdır. Ne kadar farlılık varsa o kadar kentsin demek yanlış olmaz. Esasında bu durumda tek başına yeterli değildir kentli olmak için farklılıklar coğrafyasında uyum da gerekmektedir. Bu uyum bir başkasının yaşamını, yaşamsal alanını kabul etmektir.
Bu noktada köy kültürünün nasıl olupta tersine bir evrim geçirerek kent kültürüne egemen olduğunun sorgulamasının tam da sırası. Söz konusu olay, son elli yılda meydana gelen bir değişimin irdelenmesiyle kolayca açıklanabilir. İslami yaşayış biçiminin kent merkezli olmaktan çıkıp köy merkezli olmaya başlaması veya olması. İçki yasağını bize daha iyi açıklayacaktır. Köyde farklılıklar affedilmez, köy aynılaşma üzerine kuruludur. Genel kabul bir başkasına benzemektir. Köyde en büyük ceza; cemaat dışı kalmaktır. Zaten kalamazsınızda. Köy kültürü farklı olanı süratle absorbe eder. Edemezse güç kullanır. Sonunda mı? O ya da bu şekilde başarır. İçki içilen yerler yasaklanacaktır. Olmazsa tecrit edilecektir.
Şimdi bir haritayı gözünüzün önüne getirin. İçki içilen yerlerin haritası. Kırmızı bir kalemle - ki daha belirgin olsun diyedir- çizildiğini de varsayın. Bir süre sonra kırmızı renkle gösterilen yerler daralacak ve gettolaşacaktır. Durumun vehameti kavranmıştır sanırım.
Bu noktada bir sonraki mekansal savaşın yaşanacağı yeri tahmin etmek zor olmasa gerek. Futbol tribünleri ve futbol kulüpleri. Kimbilir başlamıştır da benim gibi futbulla az ilgilenenlerin haberi yoktur.
Öğretmenevi iyi bir şeydir. Sosyal devletin son kaleleridir. Sözüm "Hala kalenini içinde yer aldığını" düşünenlere. Sorunun içki olmadığı belli elbette. Sorun; kamusal alanı, kimin nasıl kullanacağıdır. Yoksa yasağı koyanda bilir. İçki kullanımının bireysel bir seçim olduğunu. Ortada bir çatışma vardır ve bu çatışmanın varacağı nokta; öğretmenevlerinin kapatılmasıdır. Öğretmenevlerine sahip çıkalım.

2 Aralık 2005 Cuma

Burnout Sendrom

Belliydi bunun da başıma geleceği. Belliydi iyi bir şeyler lmayacağı. Kimisi havalardandır diyor malum bir aydır bir yağmur bir karanlık. Yüzüm kireç gibi. Talebe kısmı hemen anlar. Anlar ve saldırır. Zıvanadan çıkarmak için son hamle onlardan gelir. Aynada gördüm gözaltlarım kararmış. Durum vahim. Son bir aydır uyumakta, uyanmakta zorluk çekiyorum.
Öğretmen odasına girdiğimde Burnout oldum diye bağırdım. Şaşkın yüzüme bakakaldılar. Yahu anlayın işte MTS. Bakışların şiddeti, konumu, anlamsızlığı değişmeyince Büyük ayıbı açıklamak zorunda kaldım.
Mesleki Tükenmişlik Sendromu.
Vah vah dediler. Yazık oldu hocaya. Kimisi çay söyledi. Kimisi taziyelerde bulundu. Kimisi hafta sonu bir yerlere gitmemi önerdi.
MTS: Gelin size bir tanımını yapayım.
Kişinin kendisine büyük hedefler koyup daha sonra istediklerini elde edemeyip hayal kırıklığına uğrayarak, yorulduğunu ve enerjisinin tükendiğini hissetmesi.
Araştırdım argo deyimiyle patinaj çekiyormuşum.
Her haltı musibetle öğrenen ben, bunu kitaplara havale edecek değildim ya.
Onca yılın sonunda zayıf düştüm sanırım.
Bulaşıcı olduğuna inanıyorum. Burnout Syndromun.
Hemen bir yerlerden ilaç falan bulun. Destekleyici önlemler alın. Sendromla ilgili bir konferansa katılın (Yılda bir yaparlar). Okul değiştirin. Kent değiştirin. Okula gittiğiniz yolu değiştirin. Birkaç hafta mesleğe yeni başlamış öğretmenlerle dolaşın. Onlar ne yapıyorsa zorlayın kendinizi, sizde yapın. Dersten kaçın. Okul zilinin sesini değiştirmelerini isteyin. Öğrencilerin saçlarını okşayın. Başka bir branşın dersine girin. Okula sabah erken gidin. Güzel bir kahvaltı yapın. Ve elbette bir süre benden uzak durun. Yoksa size Mesleğin bütün kötü taraflarını anlatırım. Daha doğru bir söyleyişle hatırlatırım.
Bir de, ne olur şu Maslach Tükenmişlik Ölçeğine meze olmayın. İstatistik adamı öldürür. Benden söylemesi.

30 Kasım 2005 Çarşamba

Klimatoloji

Bu hafta iklim ünitesindeyiz. Alın size dersten bazı bölümler. Umarım işinize yarar. Bu arada okulda küçük bir rasat parkı oluşturabilir miyim? diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Yok yok en iyisi talebeleri toplayıp istasyona götürmek. Başıma bir de bu işi almayayım.

Ülkemizde Görülen Extrem Değerler

En Yüksek Sıcaklık 48.8°C Mardin-Kocatepe 14 Ağustos 1993
En Düşük Sıcaklık -46.4°C Van-Çaldıran 9 Ocak 1990
En Yüksek Yıllık Ortalama Sıcaklık 21.3°C Hatay-İskenderun 1962
En Düşük Yıllık Ortalama Sıcaklık 1.8°C Sarıkamış 1972
Yıllık En Yüksek Toplam Yağış 4045.3 mm Rize 1931
Yıllık En Düşük Toplam Yağış 114.5 mm Iğdır 1970
Günlük En Yüksek Yağış 469.9 mm Kemer 11 Aralık 1971
En Yüksek Kar Kalınlığı 525 cm Bitlis Şubat 1954
En Yüksek Basınç 1045.2 mb Zonguldak-Eregli 1 Ocak 1973
En Düşük Basınç 747.2 mb Van-Başkale 21 Şubat 2001
En Yüksek Rüzgar Hızı 48.9 ms Tokat 1 Ocak 1978


Meteoroloji'de Kullanılan Aletler

Basınç Ölçen Aletler
Sıcaklık ölçen aletler
Nem ölçen aletler

Rüzgar ölçen aletler
Yağış Ölçen Aletler
Buharlaşma ölçen aletler
Radyasyon ölçen aletler
Güneşlenme süresini ölçen aletler

Yüksek atmosfer gözlemleri

23 Kasım 2005 Çarşamba

24 KASIM

Bazen hatırlanıyoruz ya sözüm ona. Yıllık trip hakkımı kullanayım dedim. Hatta abartıp okula da gitmeyim. Tebeşir eylemi var bizimkilerin. Katılıp, bakanlığın önüne tebeşir bırakayım. Acaba çocuklar sabahın köründe okulun kapısında bekler mi beni? Nerede..?




Performans Ödevi

Aşağıdaki linklere tıklayarak İklim (Climate) ile ilgili konulara ulaşabilirsiniz.
thepedia (Dünyadaki iklim kuşakları)
Devlet Meteoroloji İşleri
Meteoroloji Rehberi
İstanbul'da Hava
İklim kuşakları
Ceviz ve İklim
Türkiye'de İklim
İklim Değişikliği ve Etkileri

19 Kasım 2005 Cumartesi

Coğrafya Kitap

Ne zaman bir şeyleri merak etsem gidip membasından öğreniyorum. Elbette ki membasını bulabilirsem. Bu yıl öyle bir başladık ki yeni eğitim öğretim yılına Allah kayıra Mevla ayıra. Daha yılın başında bir kitap sorunuyla boğuştuk ki hala çözebilmiş değiliz. Öğrenci kısmı bu, sorusuna tam yanıt veremediyseniz vay halinize. Artık yıl boyu sorar… sorar… sorar. Tahmin edeceğiniz üzere hangi kitap sorusunu sormaya başladılar. İnanın şu kitap, bu kitap diyemedim. Hatta şu anda bile diyemiyorum. Çünkü ortada bir kitap yok. Hafta sonu bütün enerjimi bu işe verdim desem yalan olmaz. Piyasadaki bütün kitapçılarla irtibata geçtim. Hazırlıklarınız ne âlemde? Yeni müfredata göre bir kitap hazırladınız mı? Birçok yayınevi ders kitabı komisyonun yapacağı çalışmayı beklediğini söyledi. İnşallah dediler bir daha ki seneye. Tam ümidimi kesmişken aldığım bir duyumla zambak yayınlarının yolunu tuttum. Beklentilerimi karşıladım mı? Büyük bir oranda.. İlk önce yardımcı ders kitabı da olsa Coğrafya Kitabını buldum. Sonra Yeni sisteme göre ÖSS konu anlatımlı kitabına. Kitapların arasında boğuşurken. Birden bir dergi dikkatimi çekti. Zirve Öğretmen Dergisi. Hani şu ilköğretimde kullanılanlara benziyor dersem eksik olmaz. Oldukça hoş bir tasarımı var. Konular derli toplu. Oldukça ayrıntılı çizimler, renklendirilmiş şekiller. Eğer elinizde bulunursa ders planının yerini alacak mütevazilikte. Reklâma giriyor ama ne yapalım. Haberdar etme görevimi yerine getiriyorum.
Gelelim şu memba meselesine. Bu noktadan sonra durur muyum artık. Bu dergileri, kitapları kimler hazırlıyor deyip yerlerinde ziyaret ettim. İkramda kusur etmediler hani. İlgili ve güler yüzlü karşılamaları övgüyle söz edilmeli. Sorduğum sorularla biraz sıktım hatta işlerinden alıkoydum ama ne edeyim. Gelmiş bulundum bir kere. Bundan sonraki çalışmalarını yakından takip edeceğim artık.
Sonuç olarak aradıklarımı büyük ölçüde buldum. Belki sizinde işinize yarar. Bir deneyiniz.

16 Kasım 2005 Çarşamba

AçıkRadyo

Herşey pinkpanter'ın müzüğiyle başladı. 10 yıldır dinliyorum desem yalan olmaz. Arada başka şehirler de yaşamamdan dolayı kesintiler olduğu doğru. İnanın orada da rahat durmadım. İnternetten olsun bir şekilde dinledim. Öyle ki sabahları Açık gazeteyi dinleyerek işe gitmezsem. Kendimi eksik hissediyorum. Hele Ömer Madra'nın o dingin sesi olmadan kendime gelemiyorum desem... haklısınız biraz abartmış olurum. Şu gerçekki sığlıklar içinde geçen yaşamda hala yeni birşeyler öğrenmeyle doluysam. Bunun altında açık radyo yayınlarını aramak gerekir. Arada eleştirdiğim de oluyor Açık Radyo programcılarını. Sözgelimi eğitimle ilgili bir çalışmaları, bir yayınlarını henüz duymuş değilim. Bazen hazırla bir şeyler kalk git radyonun kapısına dediğim oluyor. Tahmin edersiniz ki bu kadarla sınırlı kalıyor.
Radyo kültürünü esas aldığımızda popradyoculuğun yaygın olduğu şu ülkemizde. Açıkradyo'nun nasıl oluyorda varlığını koruyor olduğu bir tez konusu olarak değerlendirilmeli. Sanırım kristalize olmuş bir dinleyici kitlesi var açık radyo'nun. Başka bir deyişle sağlam adamlar. Nasıl oldu da bunca yıldır bir açıkradyo dinleyiciyle karşılaşmadım, bunun ayrımına şimdi varıyorum.
Radyo en çok takip ettiğim programalardan biri de Açık Dergi. Buna birde çocukluk alışkanlığım olan Radyo Tiyatrosu bölümünü de eklemeliyim. Fazla söze ne hacet. Açıkradyonun 10 yıllık serüveni adında bir yazı var radyonun sitesinde. Çok şey anlatıyor zaten.

15 Kasım 2005 Salı

Geo

Bir kaç kez Almanya basımıyla karşılaşmıştım. İnternetten takip etmişliğimde vardır. Ne zaman bir yayın grubunun aklına gelecekte, türkçe ya da Türkiye formatıyla çıkacak diye merak ederdim. Nihayet medyada bir grubun aklına gelmiş. İyiki de gelmiş. Gecikmenin nedeni hakkında yorum yapmak gerekirse; bu tür dergilerin pazarının gelişmesi beklenmiş olmalı. Ciddi bir kitlenin oluştuğunu görünce de piyasadalar. Eylül ayı gezi ve doğa dergilerinin satış oranlarına bakacak olursak; NATIONAL GEOGRAPHIC 22.355 VOYAGER 3.215 ATLAS 17.282. Yaklaşık 45.000 kişilik bir okur kitlesi var. Geo bu grafikte nasıl bir yer alacak merak ediyorum. Bir de geo grubu aynı anda 6 ülkede birden dergi çıkarma işine girişti. Bunu belirtmeden geçemeyeceğim.
Geo dergisinin içeriğinin, benzeri olduğu dergilerden farklı mıdır? Asıl sorun bu. İlk sayısına bakıldığında gezi ve doğa konularının yanında, popüler bilim çalışmalarına eğilimli olduğu görülüyor. Hatta kapak resminde bu özellik vurgulanmaya çalışılmış. Hayvanlar ve insanları adlı kısım bu imajı destekler görünüşte. Açıkçası biraz daha coğrafi bir dergi olmasını bekliyordum. Hele birde bilim danışma kurulunda İstanbul üniversitesi coğrafya bölümü hocalarından Ahmet Ertek'in ismini görünce, umutlarım daha bir artmıştı. Sayın hocamızın katkılarının olacağına inancımı koruyorum. Aziz Nesin deyişiyle; bir derginin ne olduğunu, nasıl olduğunu anlamak için, mutlaka ikinci sayısına bakmak gerek. Aralık sayısını bekleyeceğiz artık. Ne diyelim hoşgeldiler.

14 Kasım 2005 Pazartesi

Yeni Müfredat ve Coğrafya

Ne olacak şu coğrafya öğretmenlerinin hali. Yeni müfredat çıktı çıkalı adamlara bir hal oldu. Ne yapacaklarını bilemiyorlar. Bazıları hariç ama onlarda işin kolayını bulmuşlar. Yeni müfredatı uygulamıyorlar. Eski tas, eski coğrafya. Uygulayanlar ise çoktan sınıfta kalmak üzere. Buna kendimi mutlaka dâhil etmeliyim. Oysa ne de iyi başlamıştım her şeye. Ürün dosyaları, haritalar, asetat setleri. Ne oldu derseniz. Hiç birini uygulayamadım. Uygulamamamın temel nedeni yeterli alet edevata sahip olamamam. Ya da bunları uygulayacak ortamı oluşturamamam. Belki de henüz böyle bir değişime hazır değildim. Şimdilerde ne yapıyorum dersiniz. Saçmalıyorum. Biraz eski müfredat biraz yeni müfredat. Gerisini varın siz düşünün gayrı.

Bakın bir araştırma yaptım. Yeni müfredatla ilgili eleştirileri bir araya topladım.
1. Geçmiş yıllarda çekilen zaman sıkıntısı bu müfredatta da yaşanıyor:
Ders hala iki saat işleniyor. Ele alınan konular hala yoğun. Özellikle 9. sınıf konuları matematiksel zekayı ön plana çıkardığından. Konuları daha ayrıntısına işlemek ve özellikle üzerinde zaman harcamak gerekiyor. Gerçi yeni müfredatta eski 9. sınıf konuları iki yıla yayılmış ama bu da yetmiyor.
2. Kitabı olmayan dahası ders kitabı, öğretmen kitabı ve çalışma kitabı olmayan bir ders nasıl anlatılabilir:
Sanırım büyük çoğunluk eski kitaplarla işi götürüyor. Başka da şansı yok hani. MEB’in kitap komisyonu daha ocak ayında toplanacakmış. Hemen hazırlayıp bize alın kitabınız derlerse durum kötü. Üzerinde iyi bir çalışma yapmak gerekiyor ki nereden baksan bu çalışma 2 yıl sürer. Şunu da yapabilirler her zaman ki gibi yabancı kökenli bir kitabı Türkçeleştirebilirler.
3.Eğitim fakültelerinin yeni müfredata göre henüz öğretmen yetiştirmemesi:
Eğitim fakülteleri coğrafya öğretmenlerini bilim adamı gibi yetiştiriyor. Bu temelde iyi bir yaklaşım ama iş okulda uygulamaya geldiğinde zorluklar beliriyor. Dersi anlatırken bu ağdalı bilimsel yaklaşımdan kurtulamıyoruz. Düşünün kartoğrafya dersinde neler öğreniyoruz. Oysa müfredatta sadece iki hafta süre ayırmamız salık veriliyor.
4.Müfredat konularını lise eğitim seviyesine göre düzenlenmemiş olması.
Bu cümleyi okuyan gittikçe dersin zorlaştırıldığı hissine kapılabilir. Hayır, tam tersi. Bazen ilkokul seviyesi bir gruba hitap ettiğimi düşünüyorum. Belki de yapılması gereken tamda budur.
5.Uygulanacak müfredatın araç ve gereçlerini bulmakta ki sıkıntılar:
Haritalar sınırlı, memlekette derle ilgili hazır asetatların bulunamayışı. Tepegöz kullanımı, taşıması düşünüldüğünde oldukça zahmetli. Projeksiyon cihazını bir yılda kaç kez kullanabilirsiniz. Az kaldı unutuyordum. Bir yılda kaç kez arazi çalışması yapabilirsiniz ki.
6.Okul idarelerinin coğrafya eğitimine bakışı:
Özellikle meslek liselerinde kültür dersi gibi bir yargının bulunması çok garip bir davranış. Ha şu coğrafya dersimi alt tarafı ÖSS’de 18 soruluk bir genel kültür uğraşısı.
7.Coğrafya dersinin sosyal bilimler içerisinde mi yoksa fen bilimleri arasında mı yer alması gerektiği sorununun çözülememesi:
Gerçekten de siz hangisini tutuyorsunuz. Şu devekuşu hikâyesini biliyor olmalısınız. Ne kuş ne deve olayı yani.
8.Sosyal bilimler laboratuarı gibi bir yapılanmamanın olmaması:
Sosyal bilimler lisesinde bir uygulamasını gördüm. Sanki birisi silah zoruyla bir oda kurdurmuş gibi geldi. Yöneticilerimiz fen bilim kökenli oldukça bu alanda bir gelişme olabileceğini tahmin etmiyorum. Bir tepegözle bahar gelir sanıyorlar.
9.Yeni müfredatı danışacak bir muhatabın bulunmaması.
Alo coğrafya hattı mı kursak yoksa. Şaka bir yana kime neyi nereden nasıl soracağız. Bekleyelim bakalım belki süreçte müfettiş arkadaşlar kendilerini yetiştirirlerde bize yardımcı olurlar.
10.Tepeden inmeciliğe karşı gelişen öğretmen direnci:
Kendisinin bir parçası olmadığı bir sisteme aidiyet bildirmeme durumu. Bugüne kadar öğretmene ne soruldu ki bu sorulsun. Davranış biraz politik gelebilir. Varsın gelsin. Ne yapalım durum aynen böyle. Hiç değilse birisi çıkıp Türk öğretmeni yeteneklidir, mutlaka uygulayacaktır diye gaza getirseydi bizi.
11. Öğrencilerin ders çalışma alışkanlıklarının değiştirilememesi:
En çok araştırma ödevi verildiğinde rastlanıyor. Bugüne kadar kendi başına bir şey yapmamış çocuk ne yapacağını şaşırıyor. Dolayısıyla kalitesiz ürünlerle dönüyor çalışmalar. Bir de ders sırasında öğrenci merkezli yaklaşımda bulunduğumuz da dersi işlemeden önce öğrencinin nasıl davranacağını öğretmek gerekiyor.
12.Derste kullanılması gereken malzemelerin çokluğu:
Nerdeyse her derste öğrenciye fotokopi dağıtmak gerekiyor. Atlas aldırmak. Ürün dosyası oluşturmak…giderek öğrenci ve okul için maddi bir külfete dönüşüyor çalışmalar. Tahmin edersiniz ki bir yere kadar devam ediyor.
13.Öğrenciye ait sınıf sisteminden derse ait sınıf sistemine geçilemeyiş:
Her şekli o sınıfın tahtası senin bu sınıfın tahtası benim çizmek, tepegözü taşırken kas yapmak, elinde bir duvar haritasıyla deli gibi oradan oraya dolaşmak… daha ne anlatayım ben.
14.Öğrencilerin dersle ilgili kaynaklara ulaşmasındaki sıkıntı.
İnternette coğrafi bilgi aramak usandırıcı iş. Ansiklopediler bir sıkıntı sormayın. En iyisi benim gibi yapın araziye salın. “Git şuradaki birbirlerinden farklı olduğunu düşündüğün ağaçların fotoğraflarını çek gel” gibisinden.
15.Eğiticilerin yetiştiği sistemle uygulaması gereken sistem arasındaki çelişki:
Bütün hayatını ezberleme üzerine adamış bir insan düşünün ve aynı adam bütün bir ömrü boyunca ÖSS sınavına odaklanmış olsun sonrada bilimsel eğitim alacağım sevdasıyla üniversite de fotokopi okumaktan iman tahtası gevresin. Sonra da siz ondan çoklu zeka kuramını uygulatmaya çalışın. Eğer öğretmen size tekeme tokat saldırmıyorsa. Üşendiğindendir.
16.Coğrafya dersine karşı gelişmiş olumsuz toplumsal davranışlar:
Geçenlerde malum bir sitede coğrafya ile ilgili entryleri okurken dehşete düştüm. Okullarda en nefret edilen kişilikler biz olsa gereğiz. Ne çektirmişiz adamlara be.

Yarın yazılı yapacağım. Neye göre yapayım dersiniz?

13 Kasım 2005 Pazar

Tarihi Yarımada Gezisi

Kaç haftadır talebeler gözümün içine bakıyor. Anlıyorum. Ne zaman gezi düzenleyecek bu hoca diye bakıyorlar. Hakikaten bu dönem hiç bir yere gitmedik yahu. Nereye gidebiliriz bu sonbaharda diye düşünürken. Aklıma birden Eminönü Platformunun, Yürüyüş Yolları Projesi geldi. Neden olmasın. Bu dönemde İstanbul gezisi yapalım. Hiçte fena olmaz. Uzun zaman oldu Ayasofya'yı görmeyeli. Topkapı Sarayından boğaza bakmayalı. En son bir konserde bulundum Yerebatan Sarnıcında. Sultan Ahmet'ten geçtim ama durupta bir soluklanmadım dense yeridir. Kısacası keyifli bir gezi olacağa benzer. Yalnız havalar iyice soğumadan bu işi organize etmeli. Organize kısmı biraz zahmetli olsa da yapacağız artk. Yarın hemen afişleri hazırlamalı. Oldu olacak gezi tarihi de 2 Aralık 2005 olsun

11 Kasım 2005 Cuma

Tarihi İstanbul Haritası

Fransız Kraliyet Kartoğrafyacısı Nicolas de Fer 1696'da yapmış bu haritayı. Haritayı diyorum aslında bu bir resimya da resim haritası. Haritacamız Çamlıca tepesinden referans alarak yapmış olmalı haritasını. Baksanıza Üsküdar ayaklarımızın altında. Resmi biraz büyütebilirseniz ayrıntıları daha iyi görebilirsiniz. Örneğin Kızkulesi bütün ihtişamıyla karşımıza çıkıveriyor tarihin karanlık sularından. Kadıköy, gerçektende bir köy. Yalnız Kadıköyün hemen yanındaki Fanari köşk hala duruyor mu emin değilim. Gezintiye devam ediyorum. Kuzguncuk Üsküdar'ın hemen yanında bütün güzelliğiyle boğazı seyrediyor. Karşıda haliç, tophane, topkapı sarayı. Beyazıt Kulesi ile Galata kulesi Halicin iki yakasından selamlaşıyor. Mösyö Fer İstanbul'un minarelerinden çok etkilenmiş olmalı. Diğer ayrıntıları bırakıp, minareleri göstermeye çalışmış. Öte yandan surlar ise varlığını sürdürüyor resimde. Yeni kapının burçları sapasağlam. Resimde dikkati çeken bir diğer unsur ise bugünkü Eminönü ile Karaköy arasında surların olmayışı. Bugüne kadar surların oradanda geçtiğini düşünüyordum. Yanılıyor muyum yoksa. Galata'nın hemen yanı sıra uzanan yapının ne olduğunu bilmediğimi de yeri gelmişken itiraf edeyim. Fazla açıldım sanırım. Resmin pardon resim harita'nın büyüsünü kaçırmayayım. Bu arada tarihi İstanbul haritalarını buraya tıklayarak görebilirsiniz.

10 Kasım 2005 Perşembe

Öğretmen Olmasaydınız...

Öğretmen olmasaydınız ne olurdunuz? Sevgili sorumuz bu. Aslında bu soru boş dersimin olduğu bir saatte farklı bir şekilde ortaya çıkmıştı. Öğretmen odasında oturduğum bir sıra yanımdakine durduk yere "sence ben öğretmen olmasam ne olurdum" dediğimi hatırlıyorum. Sonrası ilginçti aldığım cevaplar bir o kadar korkunç ve düşündürücü. İlk sorduğum kişi turizm rehberi olabileceğimi söyleyince iş zıvanadan çıktı. İkinci sorduğum kamyoncu diyince koptum. Neler demedilerki; terzi, bankacı, manav, mahalle bakkalı, ilaç mümessili, işportacı, değirmenci, baca silici, spiker, pazarcı. Bunlardan bazıları hoşuma gitti, bazılarıysa neden böyle düşünüyor detirten cinsentendi. Bana ne dedim, sen kaşındın. En son pederi aradım "yahu" dedim "ben öğretmen olmasaydım ne olurdum" Cevap tahmin ettiğim üzereydi: "Başka hiç bir halt olamazdın" Bugünden kelli bir karar almama neden oldu bu diyalog. Maazallah meslekten falan olursak, ortada kalacağız. İyisi memur mamur işe gitmek . Başlangıçta bir eğlenceyle başlayan "sence ne olurdum" oyunu, tarafımdan büyük bir yetenekle kendine işkence etme olayına dönüştü ya ona yanıyorum. Eeee bu kadar yeter ama dedim. Nerede bizim şu çuvalduz. Hele etrafımızdakilere de batırak. Biraz can yakak. Herkese soruyorum şimdi.. Öğretmen olmasaydınız ne olurdunuz? Siz söyleyemezseniz ben söyleyim Bence..........

4 Kasım 2005 Cuma

Gitmeler

Bu şehir arkamdan gelecekmiş. Yok artık sayın Kavafis. Korku filmimi bu. Arkama bakmadan gideceğim ve kimse de merak edip sormayacak görürsün bak. Ver elini bir anadolu şehri. Akdeniz mi olur artık Ege kıyılarımı. Gerçi oralara gitmek bizim kurumda zor. Bütün okullar doludur şimdi. Yaşam koşullarının güzelliğinden olmalı, bu kentlerdeki coğrafya öğretmenleri ölmez. Bin türlü dalevere yapmak lazımdır. İyi bir özür durumu yaratmak gerekir. Bir yolu vardır mutlaka. Bir kere kafaya koydumu geçte olsa oralarda alırsınız soluğu. İyi de ben nerede öğretmenlik yapayım şimdi: Fethiye. Oh ne ala, ne ala. Küçük bir şehir olmalı. Özellikle kışları sakindir. Bir ev tutarım şöyle denizi gören. En fazla bir yıl sürer alışmak. Sonrası gelir zaten. Yeni arkadaşlar, yeni bir yaşama biçimi. Akdeniz yahu bu, güzeldir herhalde. Sıkılır mıyım? Elbette sıkılırım. Kolay mı gürültüsüz, patırsız, koşuşturmasız yaşamak.
Sonra birden vazgeçiyorum Fethiye'ye gitmekten. Biraz daha büyük olmalı gideceğim yer diye düşünüyorum. O halde Antalya. Antalya'da ne yaparım bilmiyorum. Zaten kaçtıklarım, kurtulmak istediklerim orada da var. Vazgeç...
Ben yine de şu lanet olası İstanbul'dan uzaklaşmayayım. İnsanın kanına kükürtdioksit karıştı mı böyle oluyor işte. Alışkanlık yapıyor meret. İstanbul'a yakın bir yer; neresi? Buldum buldum Bandırma'ya gitmeli iyisi mi? Olmadı Erdek. Sıkıldı mı atla feribota ver elini Kadıköy. Bizim hoca uçmuş, zor gidersin diyenler var arka sıralarda, duyuyorum ona göre. Yok yok bu iş böyle olmayacak büsbütün kopup gitmeli buradan. Oldu olacak Mersin'e kadar açılayım. İstanbul'a gidip gelmek iyiden iyiye sıkıntı olsun. Umudum kalmasın yani. Zincire bağlasınlar misali.
Bir haller oldu bana. Bir gitme isteği var ki durduramıyorum kendimi. Öyle kuvvetli ki mantıklı düşünmemi engelliyor. Gözümü kapatıp haritanın bir köşesine savruluyorum. Bazı arkadaşlarım çoktan memleketlerinin yolunu tuttu ama benim böyle bir şansım da yok. Kısacası şu İstanbul'a tutsak edildim. Ne yaptığım işten bir şey anlıyorum ne de yaşadığımdan. Her gün kaskatı bir suratla okula gitmekten usandım. Sabah büyük bir enerjiyle çıktığım okul yolu uzuyor uzuyor uzuyor... Bütün bir gün şiddet altındayım. Beynim iğdiş edilmiş gibi. Evde olmasa durum berbat. Bir yer bulmalı bir an önce. Basit bir yaşama dalmalı. Tek caddesi olan bir kentte yaşamalı. Ve nasıl derler orada yaşlanmalı. Orta yaş sendromu koyun isterseniz bunun adını. Artık bahçesi olan bir evde uyanmak istiyorum ben. Çok şey mi istiyorum. Ne dersiniz?

24 Ekim 2005 Pazartesi

Makul Fiziksel Müdahale Yetkisi

Şu İngiliz denilen adamlar işi gücü bırakıp eğitimde dayak olsun diye tutturmuşlar. Öyle ya bu talebe kısmını arada sırada hırpalamazsan, insanın başına çıkarlar. Yalnız bunun bir sınırı olacakmış. Mesela kulak çekeceksen; ekseni etrafında döndürmeyip 45°’lik bir açıyla çekecekmişsin. Tokat atacaksan bir elinle kafayı sabitleyip diğer elinin içiyle çok şiddetli olmamak kaydıyla, yüzü ortalayıp vurulacakmış. Eyvallah. Ensesine Şaplak, kafasına tak tak makul sınırlar dâhilindeymiş. Bazense parmak bükülebilirmiş. Parmak çıtırdayana kadar bir iki ölçü uygulanacakmış. Cetvelle vurulacaksa mümkünse plastik olanı tercih edilmeliymiş.

Bizim memlekette bu işlerin nasıl uygulandığını anlatmaya ne hacet var. Hala bile rüyalarımda gördüğüm oluyor. Delirmiş bir öğretmenin 5’e 10 ölçüsündeki sopasıyla üzerime doğru yürürken uyandığım çok olmuştur.
Aşağıya ülkemizde yapılan bir araştırmayı ekliyorum. Varın yorumunu siz yapın.
Eğitim-Sen tarafından İstanbul, Ankara ve İzmir'de çalışan 3 bin öğretmenle yapılan araştırmaya göre, her 100 öğretmenden 5'i dayağı haklı buluyor, 7'si ise dayak atıp atmamaya karar veremiyor. Anket sonuçlarından çıkan dikkat çekici sonuçlar şöyle:
Öğretmenlerin yüzde 52.6'sı öğrencilerin olumsuz davranışlarını önlemek için dayak kullanılmasına kesinlikle karşı çıkarken, 4.67'si terbiye için dayağı haklı görüyor. Öğretmenlerin yüzde 6.57'si ise dayağın haklı olup olmadığına karar veremiyor. Bazı öğretmenlerin öğrencilere karşı onur kırıcı hakaret içeren sözler kullandığını düşünen öğretmenlerin oranı ise yüzde 52'leri buluyor.
Her 100 öğretmenden 56'sı öğretmenleri kendi branşlarında yetersiz buluyor. Öğretmenlerin mesleki yeterliliğe sahip olduğuna inananların oranı ise yüzde 35.
Öğretmenlerin yüzde 16'sı öğrencisine özel ders vermeye hakkı olduğu düşüncesinde.
Öğretmenlerin yüzde 62.28'i kız ve erkek öğrencilerin bir arada eğitim almalarının gelişimleri açısından önemli olduğunu düşünürken, yüzde 2.42'si karar veremiyor. Öğretmenlerin yüzde 2.77'si ise karma eğitime karşı.
Öğretmenlerin yüzde 63'ü kalabalık sınıfların etkili bir öğretim için uygun olmadığını düşünüyor.
Son söz olarak; çocukların ağzına acı biber süren öğretmeni duydunuz mu? Umarım ingiliz eğitimciler de duymuştur. Bakın ne kadar da makul bir fiziksel müdahale. Hem isterlerse Urfa'dan İsot bile ihraç ederiz. Yeterki makul olsunlar.

19 Ekim 2005 Çarşamba

Kadın Öğretmen

Erkekseniz harika, kadınsanız ideal meslektesiniz. Yani doğru adrestesiniz! Son yıllarda ülkemizde öğretmenlik mesleği, "devlet"e kapağı atmanın başka yolu kalmadığından dolayı, popüler hale geldi. MEB bu ilgiyi, "öğretmenliğe talep çok, artık herkes öğretmen olmak istiyor" diye algılasa da asıl sorunun görünürde "garanti"li bir iş sahibi olma isteği olduğunu herkes biliyor.
Fakat sorunlar bu "garantili" işe başladığında bitmiyor. Uzun yıllardır ülkemizin "Doğu" dediğimiz bölümü, okulsuzluktan, öğretmensizlikten yakınıyor; Bakanlık da eksikliği doldurabilmek için aldığı kadroların büyük bölümünü buralara atıyor. Ekonomi ve MEB bürokrasisinden kaynaklanan sorunları bir kenara bıraktığınızda atanıp gittiğiniz yerlerdeki cinsiyet ayrımcılıkları ya da kadın olmanızdan dolayı karşılaşabileceğiniz sebebi sizin dışınızda ama gelip yine sizi bulan sorunlar, oradan her ne şekilde olursa olsun bir an önce kaçıp gitme çareleri aramanıza neden oluyor. Öyle ki, hiç bilmediğiniz, sadece gazete ve televizyon haberlerinden aşina olduğunuz yerlere bir şekilde de olsa gitmek ve çalışmak isteği sizi göreve başlatıyor. Zaten her şey de bundan sonra başlıyor. Burada kültürel ve yöresel farklılıklardan kaynaklanan bir "yabancı" olma durumu kaçınılmaz olarak yaşansa da, asıl problem kadın olmanızdan kaynaklanıyor. Zihinsel bir bölge olarak Doğu'ya öğretmen/herhangi bir memur olarak atandığınızda gittiğiniz yerde "mahallenin namusu" oluyorsunuz. Önce giyiminize kuşamınıza ufak ufak müdahaleler görülüyor.
Kadın öğretmen
Sonra Roma'daysanız Romalılar gibi davranıyorsunuz, etek boyları, gömlek kolları yeniden ayarlanıyor. Tabii bu da yetmiyor, oturup kalkmanıza, yürümenize dikkat etmek, evinize çevre erkeklerin uygun gördüğü saatlerde girmek, geç saatlerde yatmamak, asla ışığı açık unutmamak, tatil günlerinde dahi evden çıkmamak, bir erkekle göz göze gelmemeye özen göstermek, makyaj ne demek üzerinize dikkat çekici hiçbir aksesuar takmamak vb.'leri gibi alışkanlıklar(?) ediniyor, hatta ne demekse, sınırlarını başkalarının çizdiği (bu başkaları hep erkekler) "öğretmene yakışır" şekilde davranıyorsunuz. Bunun yanında birçok kadın öğretmen, hâl çaresi olarak sonradan büyük ihtimalle boşanacakları, çevrelerindeki mevcut erkek öğretmenlerle evlenmek zorunda kalıyor. Çoğu kez de bu erkekler, büyük şehirlere çakılı mesleklerde çalışan ve kadınları tayin derdinden ebediyen kurtaracak erkekler oluyor. Pek çok kadın evli olmamasına rağmen "evliyim" ya da "nişanlıyım" deyip yüzük takıyor, olmayan kocanın anılarını anlatıyor. Bazen kadınların anne-babaları gelip yanlarında yıllarca kalıyor. Hatta beyaz teninden dolayı erkek ayrımcılığının türettiği kavramlardan olan "nataşa" zannedilmeye kadar varan en aşağılık tekliflerle bile karşılaşılıyor. Bu nedenle yaşamının bir aşamasını "örtünerek" geçiren kadınlar bile var. Diğer yandan kadın öğretmenler bölgede bulunan imam, jandarma, köy korucuları hatta öğrencilerin bile sözlü veya fiziksel tacizlerine uğruyor, sürekli baskı görüyor. Bu gibi olaylardan rahatsızlıklarını iletecekleri güvenilir kurumlar da yok, "kurumlar" yerini aşiret düzenine bırakmış ve kadınlar çoğu zaman da bu kurumlardakilerden de aynı ahlâksız muameleleri görebiliyorlar. Olmadı nasihat dinleyip, "torpil bulun gidin" ya da "istifa edin" tercihinde (bu nasıl bir tercihtir ki, sadece kadın olmanızdan dolayı size sunuluyor) bırakılıyorlar.
Eğitim projeleri
Öğretmen olup atananların kendilerince iyi bir yerde mesleklerini yapmaları, rahat geçebilecek bir zorunlu görev düşlemelerinden doğal ne olabilir? Ama bu şartlarda kendinizi geliştirme imkânlarını bırakın, kişisel alışkanlıklarınızı ve motivasyonunuzu bile tümden kaybedebiliyorsunuz. Öte yandan, bu sıralarda birçok eğitim projeleri uygulanıyor. Bunlardan kimisi kız öğrencilerin eğitimi, bazıları üniversiteyi kazanmış yoksul ailelerin çocukları için, kimisi de istediğiniz bölgeden bir çocuk seçtirip onun ihtiyaçlarını karşılamanız üzere yapılmış çalışmalar. Elbette desteklenmeli ama daha önemli bir sorun, bu çalışmaların sorunu kökten çözmediği gerçeği. Hâlâ Doğu'daki öğretmen ihtiyacı karşılanamıyor ve bunların karşılanamamasının önemli bir sebebi de buraya gelen öğretmenlere, özellikle kadınlara karşı birtakım insanların cinsiyetçi tutumları. Sonuç olarak, bunun üzerine birileri de kalkıp paşalar gibi görev yapan kadın öğretmenlerden, "ikna" olup Romalı olanlardan, emekliliğini orada verenlerden, yani istisnalardan bahsedecek ama bütün bunlar kadınların burunlarında sallanan mecburiyet kılıcını ve uğramaya devam ettikleri sözlü ve fiziksel tacizlerin gerçekliğini silmeye yetmeyecek. Tıpkı bu ekonomik, kültürel ve zorba şartlar sürdüğü müddettce maalesef Doğu'nun yine öğretmensiz kalacak olması gerçeği gibi!...
ÖZGE KARADAĞLI: Dokuz Eylül Üni. Radikal2'deki yazısından aynen aktarılmıştır.

18 Ekim 2005 Salı

Harita Bilgisi

Torpido gözünde bir harita var. Bilmem hangi gazetenin verdiği karayolları haritası. Yıllardır durur orada kullanılacağı günü bekleyerek. Hiç ihtiyacım olmadığını itiraf etmeliyim. Olamazda. Bu durum yolları mükemmel bildiğimden değil. Sıkıştığım yerde hiç aklıma gelmezde ondan. Peki ben ne yaparım. Sorarım yahu sorarım. Memleket insanı yardımsever. Öyle bir anlatır ki arazideki keçi yollarını dahi bulursunuz. Keçi yolları diyorum, arada sırada yapılan tarifler sizi keçi yollarına düşürür. Siz iyisimi bir yerden başlayıp şu harita okumayı öğrenin. Bak pişman olmayacaksınız bunu garanti ederim.
Şu İzohips Haritaları yok mu? Ben asıl onlara vurgunum keşke diyorum başka harita yapım tekniği geliştirmeselermiş. Eğrileri izleyerek araziyi hayal etmesi ne de güzel olur. Bakın şu aşağıda GB yönünde bir vadi var. Bakarken dalıp gittiğim oluyor. Kendime geldiğimde derenin kenarında kaçırdığım balığa yanıyor oluyorum. Gölün kenarındaki taraçaya bakın, akşam üstü oturup güneşin batışını izlemek insanı nasıl mutlu eder anlatamam. Haritaya bakmanızı tavsiye ederim ancak.
Hem bu güzelim haritadan ne de güzel profil çıkar şimdi. Daha haritadaki yere gitmeden profil çıkarıp nasıl bir yere gideceğiniz hakkında fikir sahibi olursunuz.
Gelişmiş ülkelerin coğrafya eğitiminde, harita okuma bahsi önemli bir mevzu olarak ele alınmış. Coğrafya öğreniminin daha başında, harita kullanımı konularına ağırlık veriliyor. Eğitim stratejisi de bu yönde düzenleniyor. Dikkat ettiniz mi bilmem. Ülkemize gelen turist denen adamlar yanlarında sürekli haritalarla dolaşır, dururlar. Bir kere de şuraya nasıl gidilir diye sorduklarını hatırlamam. Artık haritalar o kadar ayrıntılı ve kullanımı kolay yapılıyor ki gerek kalmadığı kesin. Bugünlerde internet insanlarının çok iyi bildiği google earth programı ise varılan son noktanın önemini göstermesi bakımından oldukça önemli bir yere sahip.
Okulda yaptığımız harita çalışmalarından bahsetmem gerek. İnanın, sayın talebelerimin yaptığı ilk çalışmaları görmüş olsaydınız, bir daha Türkiye haritasına bakmak içinizden gelmezdi. Ne haritalar öyle aman yarabbi. Tam 3 haftamı aldı fakat nihayet elle tutulur bir şeyler ortaya çıkmaya başladı. Batlamyus'un Lambert'in kemikleri sızlayacaktı vallahi. Eskizleri çabucak kalorifer dairesine gönderdim tabii. Olur ya bir gören olur. "vay ben sizin coğrafya öğretmeninizin kariyerine.." der. Neme lazım.
Sonuç olarak; harita iyi bir şeydir efendim. Gözünüzü seveyim burumburuşuk edip katlamayın. Torpido gözlerinde yıpratmayın.

14 Ekim 2005 Cuma

Kahve Coğrafyası

Hangi keyif verici maddeyi kullanıyorsunuz? Çay mı dediniz. Ya kahve, yanında Belçika çukulatası harika olur. Birde tütün işine girdik mi şöyle nargileyi fokurdatarak oh ne ala, ne ala. Listeyi biraz daha uzatalım. Baharatlarla aranız nasıl? Benim favorim her zaman karabiber. Abarttığım olur her şeye katarım. Yalnız bu listeyi abartmasam iyi olur. Hadi küçük bir sınav yapalım; soru şu olsun. Çay nerelerde yetiştirilir?
O kadar haşır neşiriz ki çayla, kolaylıkla bileceksiniz. Uzak Doğu Asya; yani Seylan, yani Çin. Sınav bitti mi sandınız. Öyle tek soruyla bu dersten geçmek mi olur. Şimdi ikinci soru geliyor; Kaç çeşit çay vardır. Hadi buyurun. Hımm… Yeşil çay, Seylan çayı, bir de Rize turist çayı. Olmadı. Biliyor musunuz sadece Çin de 100lerce türü var. Çay denilen ağaççık yetiştiği yere, iklime, toprağa, yükseltiye göre oldukça değişiyor. Değişsin ne yapalım.
Benim asıl anlatacağım Kahve. Yıllardır keyifle içerim kendilerini. Bir merak edip; Nedir? Nerelerde yetişir? Nasıl bir bitkidir, Yerde mi ağaçta mı büyür? Öğrenmemişim. Ta ki meyvesiyle karşılaşana kadar. Göz alan kırmızısıyla cazibesine tekrar kapıldım. Dedim şuracıkta yetiştireyim kahve ağacımı. Kahve yüksek sıcaklık ve nem ister. Evin güneşi en bol köşesi burasıdır. Hoooop dediler, öyle kolay değil. 1600 yıllara kadar Etiyopyalı, Yemenli kahve üreticileri, başka yerlere götürüp yetiştirmesinler diye sıcak sudan geçirip satmışlar tüccarlara. Ta ki bir Hintli köklerini çalıp, Hindistan’a götürene kadar. Venedikliler durur mu? Oradan Avrupa’ya. Avrupa’dan güney Amerika’ya. Derken Kahve elden ele (Edip Cansever deyişiyle). Bizim memlekette ise Akdeniz kıyılarında denemişler bir iki; tutturamamışlar. Bana kalırsa yeterince uğraşmamışlar derim. Çünkü bilirim ne denli bilimsel çalıştıklarını. Birde biz uğraşamayız öyle yetiştir, topla, kurut, ez. Keyif ehliyiz çünkü. O kadar keyif ehliyiz ki sadece pişirme yöntemiyle yaparız kahvemizi. Adına da Türk Kahvesi deriz. Şu İtalyanlarda amma uyuzlarmış be, baksanıza onlarca kahve türü icat etmişler, ellerine geçen ne varsa karıştırıp yeni tatlar üretmişler. Yaramaz adamlar bunlar. Allahtan İngilizler pek el atmamış kahve işine. Çay içmekten elleri değmemiş olsa gerek.
“Kahve karadır beyler, kara adamlar yetiştirdiğinden belki de” Brezilya’da kahve plantasyonlarında çalışan kölelerin verimi düşmesin diye şeker kamışı tarlalarıyla münavebe ederlermiş. İşte tamda o yıllarda acı kahvelerin yerini, şekerli kahveler almış. Bilmenizi isterim Brezilya kahvenin en geç yetiştirildiği coğrafyadır. Aynı zamanda en çok üretimin yapıldığı yer. O kadar çok üretilmiş ki, burjuvaların karakeyfi sokağa kaçmış.
Kahvenin de coğrafyası mı olurmuş demeniz dileğiyle. Şimdi ev ödevi veriyorum:
1.İsviçre ile kahve arasında nasıl bir ilişki vardır?
2.Varsa ne kadar vardır?
3.Dağ başında karlar vardır, kahvenin (nescafe) İsviçre’de ne işi vardır?
4.Etiyopyalı, Yemenli neden açtır?
5.İrish Coffee nerelerde satılır?
6.Bir cup irish coffee’yi bir memur nasıl alır?
7.Kurukahveci Mehmet Efendi nasıl bir adamdır?

12 Ekim 2005 Çarşamba

Coğrafya Animasyon

Yukarıdaki şekil tahmin edeceğiniz üzere hava sıcaklığının aylara göre dağılışı. Eğer derslerde bilgisayar kullanma imkanınız varsa, hatta bir de projeksiyon. Oldu bu iş. Hocam nerede o imkanlar derseniz. Sadece kendinizi geliştirmek içinde bakabilirsiniz. Oregon Üniversitesi, coğrafya bölümü sağ olsun. Üşenmemişler hem flash hem de gif olarak çeşitli coğrafya animasyonları hazırlamışlar. Ben hep derim; bilim belirli bir kesimin tekelinden kurtarılmalı diye. İşte bir fırsat. Ne yazık ki memleketimin üniversiteleri bilişim olayında yeteri kadar çalışma yapmıyor. Bir makaleyi ya da tez çalışmasını edinmek için bin dereden su getiriyorlar. Şu ulakbim denilen yerden nasıl bilgi edinilir çözebilmiş değilim. Aslında bir keresinde denemiştim. Baktım ki bir hayli uğraş gerekiyor, vazgeçtim. Her neyse yukarıdaki linkteki çalışma umarım işinize yarar.

10 Ekim 2005 Pazartesi

Kanatlı Hayvan Operasyonu

Sayın talebelerim, her ne olduysa bu yıl hayvanlarla başımız dertte. İlk önce Meyve Sineği denilen hayvan dadandı, sebzelerimizi geri gönderdiler Rusyalardan. Olu böyle şeyler dedik. Olmadı, arkası geldi. Bir baktık ki güzide memleketimizin bir köşesinde büyükbaş hayvancağızlarımız şarbona yakalanıverdi. Karantinaydı falan zor atlattık Bu kadarla yetseydi bari. Koyun faciası nedeniyle internet camiasına rezil olduk. Neymiş efendim koyunlarımız kayalardan aşağı atlayıp intihar etmişlermiş. Nihayet bu haftaki kuş gribi olayı. Bazıları kanatlı hayvan diyor. Toplamışlar güvercini, kazı, hindiyi, ördeği yakıyorlar hayvanları, efendim. Alimallah kanatlı falan değiliz yoksa bizi de götürürler bu karantinacılar. Şimdi sıkı durun. Soruya geldik. Bu yıl kanatlı hayvan yemeyecek miyiz? Yeriz diyenler parmağını kaldırsın. Afiyet olsun. Yahu bu meret hastalık mutasyon geçirebiliyormuş. Neme lazım bize de bulaşırda bu kuş gribi, gıdaklaya gıdaklaya gideriz öteki tarafa. Dikkatli olun derim. Şu Ramazan günü tevekkülü elden bırakmayın. Durun bir dakika hiç sorulmayanı sormak isterim, nereden nasıl hâsıl etti bu hastalık memleketimize? 3 koyup 5 alıcılardan olmasın yoksa… Benden duymuş olmayın, ithalmiş bu hayvanlar. Romanya’dan mı getirilmiş ne? Böylesinin maliyeti daha az oluyormuş. Hem de daha üretken hayvanlarmış bunlar. Bu memleketin sorunu hayvan ölüm vakaları değil de ahlak olmasın. Belki de ahlaksızlık demeliydim. O hayvanların atıldığa çukura, bu hastalığı getirteni de mi atsak acaba? Böylece karantina bir işe yaramış olur, ne dersiniz. Yok, hocam bu adamlar yine yırtar derseniz. İsabet buyurursunuz. Baksanıza, telef olan hayvanların zararını pek muteber devletimiz tanzim edecekmiş. Daha ne diyeyim ben.

7 Ekim 2005 Cuma

Coğrafya Ödülü

Coğrafya dersini nasıl çekici hale getirmeli. Bir geoid çizdirene kadar canım çıkıyor. Kırtasiyeler pergel falanda satmıyorlar sanırım. Bütün geoidler yamuk yumuk. Kendine özgü bir şekildir diye yaptığım tanımı fazla abartıyorlar anlaşılan. Ne yapmalı? Ne etmeli.
Bir de tutturmuşum Ürün Dosyası isterim diye. Sevgili talebe arkadaşların dosyası yok ki ürünü olsun. Bak şu keratalara benim hevesimi kıracaklar. Yılların eskitemediği bu idealist öğretmeni küstürecekler derslere. Güngörmüşüz kurtulamazlar kolayına benden. Bir ödül olayına girmeliyim öyleyse. En iyi ürün dosyasına: Küre hediye edeyim diye düşündüm. Şöyle ışıklısından. Uykulara dalarken, başucunda tüm renkleriyle dünya. Başka neleri ödül olarak verilebilirim derken. Hikmet Birand’ın “Alıç Ağacı ile Sohbetler” kitabı geçti elime. İlk okumam gümbürtüye gitmişti. Bir kez daha okudum, tadına vara vara . Bazı kitaplar bitsin istemezsiniz, o cinsten bir kitap. Yuh be dedim kendime, yıllardır coğrafya der durursun, şu çoluğa çocuğa bir kitap tavsiye etmez mi insan. Al işte aradığın kitap. Ödül vereceksen bunu ver.
Girdiğim her sınıfta yanımda taşıdım kitabı. Bekliyorum birisi mutlaka soracak. Hocam, kitap ne ile ilgili? Soruyorlar da. Başlıyorum anlatmaya, kitaptan bazı bölümler okumaya. Teneffüse çıkarken biri yanıma yaklaşıyor. Hayli utangaç. Bakabilir miyim? Eh.. Tabii, neden olmasın. Çok fazla bakmak yok ama dönem sonu ödül olarak verilecek kendileri.
Bir şey daha var yalnız. Hikmet Hoca’nın diğer kitabını da alıp, okumak. “Anadolu Manzaraları”. Keyifli bir okuma olacağı kesin.
Okul çevresinin ormanlarla kaplı olması büyük bir şans. Çocuklar zaten ağaçlarla iç içe yaşıyorlar. Ancak sorarsan hiç birinin adını bilmezler. Onlar için günlük hayatta sıradan bir şey Ladinle, Köknarla, Meşeyle karşılaşmak. Birde olur ya sevdirebilirsek. Bakarsınız aralarından botanikçi bile çıkar.
Sormadan edemeyeceğim. En son ne zaman alıç yediniz? En son ne zaman taşıdınız boynunuzda; tanelerini ipe dizip, o ekolojik kolyeyi. Tadını anımsıyor musunuz? Kaçınız kollarını yaraladı koparacağım derken? Alıcın, coğrafyanın, Birand hocanın yüzü suyu hürmetine. Bir boşluğuna getirip şu kitabı okuyunuz, okutunuz.

6 Ekim 2005 Perşembe

Kayaç Operasyonu

Ben neyi aradım da hemen bulabildim sanki. Bu kez de öyle oldu. Sabah kalkar kalkmaz yollara düştüm. Bugünkü ödevim kayaçlar, İstanbul’da kayaç nerede bulunur? Kadıköy’de Akmar Pasaj’da bir yer olacaktı, soluğu orada aldım. Kayaç değil Sultan Süleyman’ın hazinesi. Fiyatlarının pahalı olması nedeniyle daha işin başında vazgeçecektim. Vazgeçmedim tabiî ki de(tezgâhtar arkadaşın söyleyişiyle). Dedim ilk önce bir mineraloloji kitabı bulayım kitapçılardan. Ben arıyorum ya bütün mineraloji kitapları piyasadan toplatıldı sanki. Sahaflara daldım bu kez. Vah vah geçenler de satmışlarmış. Sanırım yanlış soruyorum dedim bu kez "petrografi" dedim "nanay" dediler. Yılmadım, kayaç satan, kayaçlarla ilgilenen birileri vardı mutlaka sordum, soruşturdum bütün ipuçları bir kişi üzerinde yoğunlaşıyordu. Bay B.
B. büyük adam tabii, bul bulabilirsen, yok oğlu yok familyasından. Ne yapalım kısmet değilmiş başka bir zaman bakarım dediğimi anımsıyorum. Olmazsa MTA’nın bölge müdürlüğüne gidip taş dileneceğim. Bir sonuç alamazsam Jeoloji Mühendisleri Odasına kulluk edeceğim. Yok, hiç biri olmadı, araziye çıkıp dağ, bayır taş arayacağım artık.
Kadıköy’e gelmişken eli boş gitmek olmaz. Her zaman ki fırından bir çavdar ekmeği, bir de köy ekmeği aldım. Eve dönmek üzere rıhtıma doğru yürürken bir dükkânın reyonunda neyle karşılaştım dersiniz. Agat. Nedir bu agatın hikâyesi diye sordum Bay B. dediler. Taşların Kralı, efsane Bay B.
Bırakır mıyım işin yakasını akşamüzeri tanıştım Bay B. İle.
B.’nin mineraloji eğitimi olmamasına rağmen (ki şart değil) olaya oldukça hakim olduğuna şahit oldum. Benim için önemlisi aradığım bütün kayaçları bulabileceğini söyledi. Ben listemi hazırlamalıymışım yeter ki. Adam kayaç ekolü saygı duymamak elde değil. Bütün söylediklerini okula yeni başlamış talebe edasıyla dinledim. Nihayet söz sırası bana geldiğinde “Ama” diye başlayan bir cümleyle “yeteri kadar param olmadığını” “hatta hayatımın hiçbir döneminde de olamayacağını” “zaten bu işi de sayın talebelerimin zayıf dimağlarını açmak için yaptığımı” “zümrütle, yeşimle, yakutla işim olmadığını” “okula hibe yapıp yapamayacağının” sordum? Neredeyse kaçacaktı. Kolundan yakaladım. Ayaküstü bir dolu kayaç muhabbeti daha yaptık. 15 dakikalık konuşma sonunda olur cevabını bir şekilde aldım. Bu arada yazın birlikte kayaç avcılığına çıkacağımızı da bilmenizi isterim. Bay B’nin sayesinde mineraloji kitaplarını bile buldum. Sağ olsun, var olsun, çok yaşasın Bay B. Hafta sonu kayaçların bir kısmını temin edeceğim umarım.

3 Ekim 2005 Pazartesi

Öğretme Etkinlikleri

Yandaki şekil bir akarsuyun çığırları ve erezyon olayını anlatıyor. İyide burada ne işi var diyeceksiniz. Var, var hemde çok işi var. Aslında bu bir transparency film ya da folyo. Daha doğrusu benim yıllardır memlekette aradığım pek tabii ki bulamadığım bir ders aracı. Son bir ümitle dün kendisini güzelim ülkemizde aradım. Yok. Nihayet Hollanda merkezli bir sitede buldum. Resmin üzerindeki copyright işaretinden de anlaşılacağı üzere www.ttevisual.com bu folyo işini tahminimden öteye götürmüş hatta abartmış. Açıklamaları nedense hep sonraya bırakıyorum. Transparency film dediğimin aslı asetat ya da aydınger. Hani şu tepegöz denilen alete yerleştirip, duvara yansıttığımız. Transparecy filmin derslerde kullanımı büyük bir kolaylık. Saatler boyu çizmeye çalışacağınız şekil bir çırpıda karşınızda. Çizmeye çalışacağınız diyorum büyük bir ihtimal ortaya çıkacak şekil bir şeye benzemeyecektir. Asetat üzerinde amatörce hazırladığım şekillerle cebelleştiğim günler çok olmuştur. Folyonun öğrenme veya öğretme etkinliklerindeki olabilecek katkısını, varın siz tahmin edin. Bu arada küçük bir sorunum var. Ben bu folyoları yurt dışından nasıl edineceğim? hangi parayla nasıl getirteceğim? Yok yok en iyisi yine kendi folyomu kendim yapmalıyım ama ne olursa olsun bu kez daha profosyonelce. Bir çizim programı olacaktı bununla ilgili, evvela onu bulmalıyım. Sonra bir de iyi bi yazıcı. Zor iş benimkisi zor. Ne gerek var anlat gitsin diyebilsem keşke. Yok illa birşeyler bulup buluşturacağım. İş başa düştü yine.

30 Eylül 2005 Cuma

Dikkat! Okul Var





Şanssızım diyemem ben kendi payıma
Oluyor böyle şeyler ara sıra
Sözgelimi okul kitaplarına girmez şiirim
Bütün çocuklar anlar da









Cemal Süreya Türk Dili ders kitaplarında yine yok. Bu gidişle hiç olmayacakta. Kitaplar değişiyor, yazarlar değişiyor, müfredatlar elden geçiriliyor; yok yok yok yine yok. Durun bir dakika hepten ümidi kesmemeli. Şu 100 temel eser var ya. Orada bir Cemal Süreya kitabı var: Aritmatik İyi Kuşlar Pekiyi Bazende Yardımcı ders kitaplarında bulmak olası. Talim terbiyede II. Yeniye karşı bir önyargı mı var bilinmez. Sözümona yıllardır kitaplara alınmayışını nedeni fazla erotik bir şiiri olmasıymış. Olsa olsa kendi deyimiyle cins şairdir Cemal Süreya. Derhal yeniden yazılacak olan,Türk Dili kitabının komisyon üyelerini bulmalı. Ders kitabına alınana kadar eylem falan yapmalı. Olmadı Savaş Ay denilen kişiliğe gidip tartıştırmalı. AB'ye gidip 3 Ekim müzakereleri öncesi, ön şart olarak sunulmalı. Bir Şeyler yapmalı. Kendi adıma Cemal Süreya'yı geç keşfettim ( 20'li yaşlarımda, aşık olunca). Ümidim çocuklar daha erken keşfetsin.





Laboratuar

Laboratuar kurmak deliliğine girişen ilk coğrafyacı ben olmalıyım. Her zaman imrenirdim şu fencilere. Beyaz önlüklerini giyerler, bir dolu alet edevatın arasında başlarlar uygulamalı ders anlatmaya. Bense geçerken kapı arasından içeriye kondurmadan bakardım. Müfredat değişti ayağına laboratuar kurma isteğiyle idareye başvurdum. İsteğim garip gelse de kabul ettiler. İyi de dediler ne yapacaksın orada. Ohooo dedim, hayal etmenin sınırı yok ki. Sahi ben ne yapacağım o bomboş oda da. Evvela bir tepegöz buldum, sehpası, perdesi. Alet kurmayı sevmem ama iş başa düştü bir kere. Kurdum. Şimdi camlara perde lazım, korniş takmak falan. Büyükçe bir masa bulup üzerinde kabartma harita yapacak ortamı hazırlamalıyım. Kabartma haritası laboratuarın temeli olacak. Sonra panolar oluşturmalı. Panonun birine bitki koleksiyonu oluşturmalı. Duvarın birine dev Türkiye haritası, üzerinde tarım ürünlerini yetiştiği yerlere göre göstermeli. Ay ve güneş tutulması modelleri. Bir köşede çeşitli kayaçlardan oluşan galeri. Meteoroloji ekipmanları. Coğrafya dergileri, çeşitli afiş ve resimler. İlk anda aklıma gelen bunlar. Süreç içerisinde birkaç araç daha eklersem oldu bu iş.

28 Eylül 2005 Çarşamba

Yeni Coğrafya


Bu eğitim-öğretim yılı zorlu geçeceğe benzer. Eski alışkanlıkları birden bire terketmek kolay değil ya da başka bir deyişle yeni olana uyum sağlamak çok zor. Şuna inanmak lazım ki her zorluk, her sıkıntı beraberinde üretimi hatta öğretme coşkusunu da getirir.
Yeni müfredat Türk öğretmenin sınavı olacak anlaşıldı. Değişikliklere ne kadar hazırız, görülecek. Modern eğitim sistemlerini nasıl benimsiyoruz, izlenecek. Ya coğrafya öğretmenleri olarak bizler bu çalışmanın içerisinde ne denli hazır, yatkın, işlevsel olacağız tam bir muamma. Ortada bir materyalin olmaması, okutabileceğimiz bir kitabın bulunmaması dahası bizi bu sisteme adepte edecek bir eğitimin verilmeyişi işimizi zorlaştıracak.
Ortada yeni bir eğitim sistemi var. İskeletini oluşturdular ve önümüze bıraktılar. Şimdi hadi diyorlar ete, tene bürüyün. Bakalım ortaya çıkacak ürün neye benzeyecek. Bir Frankeistain mı yoksa tatil kitaplarındaki yanakları kırmızı, güleryüzlü, öğrenme isteğiyle yanıp tutuşan bir çocuğa mı?
Belkide bu nedenle bu sayfadan bilgilerimi, bilgilerimizi paylaşmak amacıyla kendimce bir dizi faaliyette bulunacağım. Katkılarınıza her zaman açığım. Olur ya benim gibi bu işe hevesliyseniz beraber kalkışırız bu işe. Buna ihtiyacımız olduğu kesin. Sağdaki Yeni Coğrafya linkine tıklamanız dileğiyle.

Nihayet Bu Da Oldu

O yazıyı görünce tamam dedim aradığın işte bu. Okudum dikkatlice. Ya ben bunca yıl böyle yazıları görmüyor muydum nedir? Hep merak ederdim bu adamları kim seçer, kim çağırır bu toplantılara, seminerlere, kongrelere. Duydum ilde bir toplantı varmış. Artık durur muyum katılmak için başvurdum hatta onların davetini beklemeden vardım gittim toplantıya. Tahmin edersiniz ki toplantıdaydım. Toplandık, konuştuk, tartıştık. İyi bir şeymiş şu toplantı. Bir oluşum
sürecinin içinde bulunmak iyi geldi. Eskiden bir program geliştirilse, en son benim haberim olurdu. 6. kademeden diyorum buna ben. 1. kademede tasarlayanlar, 2. kademede uygulanabilir hale getirenler, 3. kademede il grupları, 4. grupta ilçe grupları, 5. grupta ilçe zümre başkanları, 6.grupta öğretmenler. 4. gruba geçtim sanırım. Bundan sonra takipdeyim. Nerede bir çalışma olursa yüzsüzlük edip kendimi davet ettireceğim. Davet etmiyorlar mı olay yerine bir yolunu bulup intikal edeceğim. Kambersiz düğün olmaz misali.

24 Eylül 2005 Cumartesi

Coğrafya Dersini Sevmek


Coğrafya dersini sever misiniz? Şöyle bir an kendinizi tartarak düşündüğünüzü görür gibi oluyorum. Büyük olasılık lise yıllarınıza doğru gittiniz. Haritaydı, dünyaydı, paraleldi, saatti derken içinize bir fenalık mı geldi yoksa. Zaten hocası da sevimsizin biriydi. Bütün ders yeşilli kahverengili mavili bir resimin önüne geçer garip cümleler kurardı. Efendim orojenez, kuaterner yok kaldera, pluviyal. baygınlıklar geçirirdiniz... Okuldan sonra bir daha karşılaşmadınız... Yalnızca tatil için çıktığınız yolculukta, bir maar'ın yanından geçerken: ben bunu bir yerden hatırlıyorum ama nereden diyerek geçiştirdiniz.
Coğrafya dersini sever misiniz? aslında sevdiğinizi söyleyeceksiniz, yüzüme bakıp doğru söylesem adamcağız kırılır mı acaba diyeceksiniz içinizden. Birbirimizi kandırmayalım. Ne çabuk unuttunuz; bilmem hangi ülkenin bilmem hangi madeninin ihtisalini ezberlemek zorunda kaldığınız günleri. Şu yarışma programlarıda olmasa ne işinize yarardı tüm bu zırıltılar. Tahtaya kaldırılıp falanca akarsuyu bulmanız istenildiğinde taşıdığınız kaygıyı, sıkıntıyı, utancı hissedin bir de.
Geçen yıl bir anket yapılmış okullarda, en az sevdiğiniz ders hangisidir diye. Sonucu bu kadar yazıdan sonra tahmin etmiştirsiniz herhalde: Coğrafya. Değil matematik, değil kimya-fizik, değil ingilizce, değil tarih.. En baş sırada; Coğrafya. ÖSS birincisi bir tek soruyu yapamıyor; Coğrafya. Tv dizisindeki kötü karakter öğretmenin branşını bilin bakalım; Coğrafyacı.
Herkesin bir coğrafya öğretmeni vardır. Tutun bir kez hatırlamaya çalışın. Kimdi, Nasıl biriydi. Benimle kim konuşmaya tutuşsa: söz uzayıpta, mesleğimi, ne iş yaptığımı öğrenmeye geldiğinde birden yüzü ekşiyor ve başlıyor o artık aşinası olduğum konuşmaya. "bizim bir coğrafyacı vardı" Bak rezil herife, ulan benim 10 coğrafya öğretmenim vardı, anlatmaya kalktım mı bilinç altıma yerleşmiş, iğrenç anılarımı. Bunların coğrafyacısı bir de bayansa pekte bir zalim oluyorlar kardeşim, artık ezberlemedikleri için yedekleri dayaklar mı? yoksa derste yaşanan ve benim dinlermiş gibi yaptığım anılar mı? Anlatıp dururlar. Bakın bu en fazla aklımda kalanı, bir tanesinin coğrafyacısı konuşurken ağzından tükürükler saçıyormuş. Bunu anlatan eşşoğlusu yüzünden ön sıralara yaklaşamaz oldum.
Coğrafya dersini sever misiniz? Sevmiyorsanız yandaki resme bakın, çocuğun dünya bakarken ki gözlerine. Bir keşfin başlangıcındaki zamana. Sonra da bir atlasın başına geçip (evin bir köşesinde mutlaka vardır) başlayın dünyayı dolanmaya. Kuş uçuşu geçersiniz dağların, çöllerin, okyanusların, kıtaların üzerinden. Bir akarsu boyunca kıvrılırsınız. Dünyanın diğer tarafında ilbaharın başladığını, ağaçların çiçek açtığını hayal edersiniz. Siz uykuya dalarken birilerinin işe gittiğini düşünüp keyif çatarsınız. Okyanusun en ıssız adasını bulup robinson'culuk oyanarsınız. Hem bir şey söyleyim mi. Vize falan da istemez.

22 Eylül 2005 Perşembe

Eğitimi Haber Yapmanın Dayanılmaz Hafifliği


Rakamlar korkunç 13.750.000 öğrenci 575000 öğretmen
Böylesi sayısal çoklukta hata aramak mı? O çok kolay bir iş.
Bakın son bir ay içerisinde eğitimle ilgili haberlerin bir değerlendirmesi:

Kız çocuklarının okullaşması; devlet politikası olduğundan en çok haber yapılanı. Olumlu bir kampanya ve her geçen gün (Kardelenler gibi) yeni kampanyalarda ekleniyor
Müfredat Değişikliği; kimsenin bilmediği, bilenin sırdır diye söylemediği, tepemize birden çullanan, önümüzdeki bir yıl boyunca anlaşılamayacağına inandığım olay. Aslında haber yapılırken hiçbir yayın organı bilgi sahibi olmadığından yüzeysel geçilen, iyi bir şeymiş gibi anlatılan durum. 4 yıllık lise diye de bilinir kendileri.
Öğrenci kayıtları, bağışlar. İşte eğitimin zayıf karnı. Hep aynı vuruyorlar ya bir müddet sonra saldırıya duyarsızlaşıyoruz. El bilir, âlem bilir ama basın bilmez.
Diz üstü etek genelgesi. Aslında genelgede Ucuz ve herkesin alabileceği kıyafetler vurgulanıyordu ama işlerine böyle yayınlamak geldi.
Yetersiz okul binaları, yetersiz derslikler, kalabalık sınıflar.
Öğretmensiz okullar, okulsuz öğretmenler. Kafiye diye yazmadım.
Eğitimde eşitsizlik durumları Gariban sınıfları, lanetliler sınıfı, parasızlar sınıfı. Tembeller sınıfı. Kenar mahalleliler sınıfı…
Sistem değişikliği kurbanları, sistem değişikliğiyle sınıfta kalmaktan kurtulanlar. Afçılar, aflar, affediciler, affedilenler, affedilmeyenler.
Devlet adamlarının okul açılışları. Kırmız kurdeleler, altın varaklı makaslar, protokol sıraları
Görevden alınan eğitim kurumları yöneticileri, sürülenler, yer değiştirilenler.
12 eylül ile okulların başlamasının aynı tarihe gelmesi. Köşe yazarları bayıldı bu işe adamların kıt beyinlerinde şimşekler çaktırdı güller açtırdı.
Katsayı adaletsizliği, İmam Hatiplilerin durumu. Sağ kroşeler, sağ direktler, sağ aparkatlar.
Bulunamayan ders kitapları, basılmayı bekleyenlerde denilebilir.
Okul alışverişleri. dev kampanyalar, tiraj artırıcılar. Dikkat edilmesi gerekenler listeleri.
OKS faciası ÖSS faciası
Manisa’daki müdür odaları ile başlayan lüks okul müdürü odaları tartışmaları, kısa kesildi. Bana kalırsa biraz kaşımak lazım
Cümle out harf in. Okuma yazma öğretiminde yapılan değişiklik. Yanılmıyorsam 80’li yıllarda yeni olduğu söylenilen bu sistem uygulanıyordu
100 temel eser tartışması. Sahi şu kitaplar bir gelse de temellensek, kültürlensek.

Listeyi uzatmak olası… Yarın her hangi bir gazeteyi alıp kaldığım yerden devam edin isterseniz. Biliyorum ki devam edemeyeceksiniz. Bir haber çok verildiğinde konu erozyona uğruyor, niteliğini yitiriyor. Haber yapılan siz olsanız dahi göremediğiniz oluyor.
Öğretmen olduğumdandır tavsiye vermeye üstüme yoktur. Araştırmacıları, tez hazırlayanları, meraklıları, kaos teorisyenlerini, guinnesçileri, yönetim uzmanlarını, stratejistleri mili eğitim müdürlüklerine davet ediyorum. Gidinde görün bir sistem nasıl idare edilir. Tarihte eşi benzeri görülmemiş bir mucizeyi yakından izleyin. Böyle bir fırsat hiçbir yerde ele geçmez. Gidin birkaç saatiniz orada geçirin.

Az kalsın unutuyordum alın size bir haber malzemesi daha, hakkında yıllarca konuşabileceğiniz, saatler süren programlar yapacağınız. Uzman Öğretmenlik Sınavı. Sonuçları açılanınca göreceksiniz ne demek istediğimi. Size kolay gelsin, biz üstesinden geliriz nasıl olsa.

20 Eylül 2005 Salı

Okula Gelme Nedenleri (Röportaj 1)

SORU: Okula niçin geliyorsunuz?
— Sabah uyanıyorum hocam, Aaa! bir bakmışım okuldayım.
— Pardon! Ben neredeyim? Burası okul mu?
— Müdür darılır valla.
— Beni buraya sayıyla verdiler.
— Aslında bu soruyu sorduğunuza sevindim, bir kere bu sorunun soruluş şekli itibariyle değerlendirilecek olursak; kimi soruların bir sorunsal olmaktan çıkıp….! Güüm!! Pat!!
— Söz hocam bir daha gelmeyecem
— Kantinde hamburger yemek için
— Sözlü mü var ne? Ulan şimdi bu beni kaldırır. Ahanda çağırıyor.
— Hademeyi özlediğim için.
— Okul sıcak ve rahat olduğu için.
— Asuman hocayı görmek için
— Yollar boş kalmasın diye.
— İş olsun diye. Sahi siz niye geliyorsunuz?
— Sabahları spor olsun diye.
— Hocam bak bir daha gelmem ha..!
— Ehliyet alabilmek için
— Bir sabah süsleyip püsleyip sokağa çıkardılar. Dondurma bile aldılar... sonrası malumunuz
— Kızlar cazibeme dayanamıyor da…
— Evde uyku tutmuyor be hocam.
— Hocam yemin ederim camı ben kırmadım. Ekmek mushaf çarpsın ki.
— Gidecek yerim mi vaaaar… Diyecek sözüm mü vaaaar…
— Kahır çekmek için… Çile doldurmak için…
— Devamsızlıktan kalmamak için
— Ben sana demedim mi oğlum, bu hoca kafayı yiyecek diye. Vah vah iyi adamdı ya…
— Sabahın köründe tuhaf tuhaf sorular sorsunlar diye
— Her Türk Öğrenci Doğar… Her Türk Öğrenci Doğar
— Hocam sanırım müdür sizi çağırıyor…
— Bu kadar jöleyi boşa mı sürdük yani… Tövbe… Tövbe…
— Eş dost hısım akraba rahat etsin diye.
— “Alışmış kudurmuştan beterdir”
— Mercimeği fırına verdikte…
— Kimin adamısın ulan sen!!. - Şey... Pardon Sizi öğrenci sanmıştım da.

18 Eylül 2005 Pazar

İlk Ders


Hadi ilk haftanın yüzü suyu hürmetine bir şey anlatmadık ama bu hafta görürsünüz gününüzü. Dersin ortalarına doğru yandaki şekle dönüşeceksiniz bahse girerim. Hooooop uyumak yok, kaldırın kafanızı. Üç aydan bu yana bugünü beklemişim, dilim damağım tutulmuş konuşmayı, konuşmayı. Dur bir tozumuzu atalım. Arkadaki gel bakalım buraya, çabuk tahtayı sil. Kocaman bir dünya çizeceğim şimdi. Üstüne paraleller, meridyenler... Ne o, daha deftere bir şey yazmadınız mı? Kocaman bir başlık atın bakalım oraya, şimdi bir de yan başlık. Bakın ne güzel oldu. Satırbaşı yapın bakalım... daha yeni başlıyoruz derse. Sizi bulmuşum bir kere ödevsiz bırakır mıyım?

Porsuk Ağacı


Agahta Christie ne zaman Porsuk Ağacı Cinayetini yazmayı aklına koydu. Ogün bugündür tanışırız kendisiyle. Tanışmamız biraz da Asri Mezarlığı sayesindedir. Hani mezarlıklarda olmasa ağaç göreceğimiz yok; şu yarı step memleketimizde.
O Gün anlamıştım Porsuk Ağacıyla olan dostluğumuzun kadim olacağını. Diğer ağaçlardan farklıydı bir kere; sımsıkı dalları arasına kuşlar da konmazdı, konsa da taşlardım zaten kuş denilen hayvanları. Benim ağacımdı bir kere. Gel zaman git zaman Porsuk Ağacıyla muhabbetimiz arttı. Baktım kocayemişin birine çaput bağlıyorlar. Ben durur muyum, elbisemden küçük bir parça yırtarak çoktan süslemiştim bile totemimi.
Gölgesinde az mı kitap okudum, kitap dediğime bakmayın teksaslar, tommiksler, conanlar. Aradan uzun zamanlar geçti. Kentlere kendimi vurduğumdan beri pek az görüşürüz. Eski Sayılı tarihi bir mecmuada rastladım en son. Ok yapımında kullanırlarmış kendilerini. Kuvvetli yapısından olsa gerek. Giderekte azalmaktaymış popülasyonu. Türlerinde bazıları koruma altına dahi alınmış. Ne yaptım dersiniz? Sabahı zor ettim. Sabah olunca Boğaza inip, en yakın porsuk ağacını ziyarete gittim. Baktım yerli yerinde duruyor. Öyle keyifli güneşleniyordu ki kıyamadım sessizliğini bozmaya. Uzaktan bildirmeden seyrettim. Boğaz’a inmekle iyi etmişim hani, Nedendir bilmem Boğaziçi’ni seyretmediğim gün İstanbul’da yaşadığımdan şüphe ediyorum. Çengelköy’de kahvaltı yapmazsam doyduğumu bilmemem gibi…

12 Eylül 2005 Pazartesi

Safranbolu veya Mekanları Tüketmek


Sen dur, durda. Tamda okul açılacakken yollara düş. Olacak iş mi yahu. Akıllı adam işimi bu. Hafta sonu yat uyu be adam. Okula hazırlan, plana ne yaz. Ne işin var Safranbolu'larda, dellendin mi?
Gönülsüz oldu mu? bir başka oluyor benim gezilerim. Bir kere gidilecek yere varılana dek her şeye kulp takıyorum. Otobüs eski, bu ne bitmez yol, midem bulanıyor, niye gündüz gitmiyoruz, şoförün kravatı niye kırmızı, şu klimayı kapatın artık, üzümün çöpü var , armudun sapı... daha neler, neler..
Aslında bu yolculukta neden huzursuzluk yarattığımı keşfettim. Aferin bana. Meğer turizm denilen bu dangalaklıkmış beni geren, oldum olası uzak tutan. Giderken John Urry'nin Mekanları Tüketmek kitabını almışım yanıma. Kasıtlı almışım . Okudukça açıldım, sövdüm, saydım, homurdandım. Korkunç bir deneyim oldu bir bakıma. Bir süre sonra mekanları tükete, tükete kitabı da tükettim. Pek tabii ki yolculuğum aynı oranda çekilmez bir hal aldı. Benim ne işim vardı, bu dağ başlarında vaaaay.. vay...
Turun bir yerinde yörük köyü ziyaretine çıktık. Yörükleri seyrettik, yörükler bizi. Aaa ne kadar ilginç insanlar, bak nasıl yaşıyorlar, bunların çocukları da oluyormuş, Yavrucum bak bunlar yörük konuşmaları arasında. Bol, bol; yörüklü, yörüklü fotoğraf çektirdik. Aslında her yerde fotoğraf çektirdik. O kadar para verdik elbette çektireceğiz.
Dinine yandımın memleketinde başımızı sokacak bir evimiz yok, maaşın yarısını kiraya veriyoruz. Tuttuk ahşap evleri seyrettik. Saatlerce baktık, baktık. Gördüğüm tek şey; çoğunluğunda insanoğlunun yaşamadığıydı. Yaşasa yaşasa bizim gibi tüketicioğullarının yaşadığıydı.
Bu arada böyle turlarda en önemli olayın yemek olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. O kadar para verdik yemeden olur mu? Tam 200 kişiydik, durmadan yedik, yedik acıktık yine yedik. Yemek bitti, lokumlara saldırdık. Otobüse bindik pasta, bisküvi..kendimi sürüye kaptırıp o kadar çok yemişim ki ... bu sabah kalktığımda göbeğimden ayaklarımı göremedim. Bugün bütün gün aç durdum, bir süre yemek yemeden yaşamam gerekiyor sanırım.
Yalnız, Safranbolu'da sabahın erken saatlerinde uyanıp, kenti yaşamak, dinlemek, hisstetmek kadar güzeli yok. Hem bakarsınız benim karşılaştığım gibi, sizde, sokak aralarında gerçek Safranbolu insanlarıyla karşılaşırsınız. Size müşteri gözüyle bakmadıklarında, sohbetlerine doyum olmuyor. Hele birde Delilerinden birine takıldıysanız, değmeyin keyfinize.

8 Eylül 2005 Perşembe

Hayli Geçkin bir Gitar

Çok mu geç kaldım? Hemde nasıl. Tünel'de dikilmiş duruyorum. Parmaklarıma bakıyorum boyuna. Uzundur parmaklarım benim, çokça zaman hoşlanmadığım bir şekilde incedir de. Hele o kocaman ellerle tutuştu mu sıkışmaya, belirgin bir şekilde ortaya çıkar ince, zayıf oluşu. Geç kaldım geç. Vazgeç der gibi söylüyorum bunu kendime. Tünelde müzik dükkanları ışıl ışıl. İhtiyari durağın önündeyim. Akşam olmak üzere. Ellerim.. terliyorlar. Parmaklarımı kütürdetiyorum, Nasılda unutmuşum tırnaklarımı kesmeyi allah kahretsin. Yok yok iyidir böylesi diye vazgeçiyorum tırnaklarımla uğraşmaktan. Tramvay kalkmak üzere, üç beş kişi gülüşerek, konuşarak biniyorlar. Vatman denilen kişi beni süzüyor. Ellerimi cebime sokuyorum. Neden 16 yaşında tutturmadımki şu gitar alma işini. Hem çevremde de gitar çalanlarda vardı. Az mı onlar çaldı ben bağıra çağıra eşlik etmedim. O zamandan koyulsaydım bu işe döktürüdüm evvel allah bu mereti. Tramvay hareket edince, meydan bir anda tuhaf bir şekilde boşaldı. Müzikevinin kapısına yaslanmış, uzun saçlı, solomon sakallı bir gencin bulunduğum yöne doğru baktığını hissettim. Belki de bakmıyordur kimbilir. İçimden diyorum, şimdi beni çağırsaya. Hemşerim geeeel, gitarların eyyisi burda. gel, akşam pazarı bu, alan gidiyor diye bağırsaya. Yok, kapıda durmuş gelen geçen kızları süzüyor. Ulan ben şimdi bu dükkana nasıl girecem. Bu fırlama "abi bırak bu ayakları" "çoluğuna çocuğuna ekmek götür" demez mi. Der dinine yandığım. İyide ben nasıl alacam bu gitarı. Yolun başındayken vazgeçirtecek beni köp'oğlusu. Yahu çocuktan ne istiyorum ki ben. Geç kaldım işte geç.Olamaz, yürümeye başlıyorum. Korkarım bir iki adım sonra müzikevine girip gitarlara bakacam. Biri beni durdursun, ne yalanlar söyleyecem şimdi çocuğa. Kapıdan içeri girdim nihayet. Her nevi, her renk gitarla dolu bir yer burası. Duvarlar boyunca sıralamışlar. En arka tarafa doğru yöneliyorum. Çocuk peşim sıra gülümseyerek geliyor. Buldu tabii ki dalga geçecek adamı. Şunun gülümsemesine bakın hele. Gülmüyor inek, sırıtıyor. Hemen gözüme kestirdiğim ilk gitarı işaret ederek, soruyorum. -Ne kadar bunlar? Anlıyor deyyus acemi olduğumu -yeni mi başlayacaksınız? Sana ne be adam yenisinde, geçinden. - Yoo.. aslında ben.. kem.. küm.. Neymiş klasik gitarı tavsiye edermiş. Sorduk mu zirzop. - haklısınız bende klasik düşünüyorum. diyerek bilmiş havalarına giriyorum. Yemiyor elbette. - abi bunlar 300 milyon. Çüş, ulan memur adamım ben. - birde Çin malları var, onlar daha uygun. Çinlileri pekte severim hani. Üzerinde ayıcık resimleri olan bir gitarı çıkarıyor diğerlerinin arasından. Satamamışlar belli ellerinde kalmış. Millet karizma yapmaya alıyor bu dalgayı. Ayıcıklıyı da benim gibi yaşını başını almış .......... adamlar. Siyah bir kılıf uyduruyor gitara, penalar, yedek teller. Çay da söylüyor, sevdim bak bu çocuğu. Zaten anlamıştım, akılı bir delikanlı olduğunu. Bir güzelde akord ediyor gitarı. Daha ne isterim ki. Sırtlanıyorum meredi, eve doğru koyuluyorum. Yol boyunca olur olmaz bana bakıyorlar. Baksınlarda görsünler geleceğin virtüözünü. Peh peh peh. Tutmayın beni. İyi de nasıl çalacam şimdi bu telli canavarı. Serçe parmağıma takılıyor gözüm. Hem de sol eliminkisi canına tükürdüğüm. Çocukken kırılmıştı. Üstelik 16 yaşındayken, Dolama denilen bir illet geçirmişti. Neyleyim artık parmaksız olmaktan yeğdir. O değil üstteki resime takılıyor benim kafam. Bir insanoğlunun eli böyle bir şekli nasıl alıyor allahaşkına. Geç kaldım geç. Sanki bir güç benim gitar çalmamı istememiş bunca yıl. (vah.. vah..) Evdeyim, kılıfından çıkarırken dikkatliyim. Zaten zor bela almışım ayıcıklı gitarımı. Maazallah çizilirse. Daha tellerine dokunmadan Ricard Bach'ın hikayesi geliyor aklıma. Gönülsüz bir Mesihin Serüvenin'de, hayatında ilk defa gitarla karşılaşan birinin, ilahi bir kudretle gitarı çalışı gibi bir şey. Bakarsınız kimbilir.. ve nihayet tellere dokunuyorum.. Yanılmıyorum..


4 Eylül 2005 Pazar

Yeni Öğretmene Tavsiyeler

Okulların açılacağı şu günlerde haddim olmayarak birkaç yersiz tavsiyede bulunayım dedim. Umarım işinize yarar.

1.İnternetten planlarını indir. Çıktısını al, müdüre imzalat. Sakla bir gün bakarsın lazım olur.
2.Zümre hazırla, toplantısını yap: meslektaşlarınla, dersdaşlarınla kaynaş.
3.Bir çift sağlam ayakkabı al, tabanı ortopedik olsun. Gün boyu ayakta dikileceksin unutma.
4.Eğitsel kol seçimlerinde uyanık ol. Angarya kolu sana kakalamasınlar.
5.Kendini iyi bir öğretmen olacağım diye motive et, yoksa bu yılı zor çıkarırsın.
6.Ben işimi yapar çıkar giderim deme. İdarecilere şirin sözler söyle.
7.Erkenden yat, uyu. Öğleden sonraki derslerde öğrencilerle birlikte uyuyakalmakta var işin sonunda.
8.İlk derste başla ders yapmaya ileri de büyük bir ihtimal vaktin olmayacak. Ya kar yağacak ya da bayram gelecek dahası sene sonunda öğrenci bulamayacaksın sınıfta.
9. Ders programı hazırlanırken tetikte ol. Sabahçı olmaya çalış.
10. Öğrencilerini ilk günden başlayarak kitap defter
getirmesi için ikna et.
11. Çantana tebeşir zulası yap. Büyük bir olasılık sınıfta bulamayacaksın. Tebeşirsiz öğretmene teşbihte hata olmaz.
12. Okul kapısından içeri girdiğin anda unut her şeyi. İçeride 1000’lerce göz senin gibi olmaya çalışacaktır. Onlar için iyi bir şey ol.
13. İkinci hafta veli toplantısı yap. İyi bir toplantı yaparsan, neler olabileceğine sende şaşıracaksın.
14. Rehber öğretmeni olacağın sınıf, mümkünse yeni başlayanlardan olsun (9. sınıflar mesela). Hem sözün hem dişin hem de nazın geçer.
15. Yoklama defterine yazılı tarihlerini hemen yaz, sınıfa göster. Ültimatomdur.
16. Okulda her zaman bir şeylerle meşgul ol. Kendine yatıyor dedirtme.
17. Öğretmen odasına girdiğinde selam ver. Dikkatlerini çekecek şekilde yap bunu. Yoksa anlamsızlaşır, kafalarını bile kaldırmazlar.
18. Kendine iyi bir dolap kap. Dolapta ayakkabı boyası, iğne iplik, yara bandı, en az 10 tane kalem, tebeşir, silgi, daksil mutlaka bulunsun.
19. Kendine bir paket mentollü şeker al. Dilin damağın kuruyunca imdadına yetişir (nanelide olabilir hani).
20. Okulda kendini unuttur ya da başrol oyna.
21. İyi bir dinleyici ol. Müdürü, diğer öğretmenleri, velileri, hizmetlileri, öğrencileri dinle. Konuştukları hakkında yorum yapma. Hatta yapabiliyorsan hiç konuşma.
23. Hafta sonu maç özetlerini, kurtlar vadisini, içinde okul geçen dizileri takip et. Yoksa ne konuştuklarını anlayamazsın.
24. Koridorda yürürken Kadir İnanır gibi yürü. Bakışların düğme ilikletsin.
25. Sabah dersin olmayabilir ama okula erken gel, bir dolu işini bu sürede halledersin. Bunun yanında okuldan biraz geç çıkmakta da fayda var.
26. Yazılılarını yaptığın gün oku öğrencilerine duyur. Eve iş götürme.
27. Not defterini öğrencilere gösterme. Yoksa ona saygı duyarlar.
28. Yanında mutlaka bir ajanda bulunsun. Öğrencilerin isteklerini, şikâyetlerini, yapılması gerekenleri not et. Ben unutmam deme. Son zil çalınca kendini bile unutacaksın.
29. 24 kasım öğretmeni olma , 24 yıl sonra hatırlanan öğretmen ol. Bu nasıl olacaksa.
30. Kırmızı kalem kullanma. Öyleymiş işte sen beni dinle.
31. Okulda rahat edebileceğin 3-5 yer edin. Öğretmen odasında oturmak zorunda değilsin.
32. Öğrencilerinin gözlerinin içine bakarak konuş.
33. Hiçbir işini öğrenciye yaptırma. Zaten yüzüne gözüne bulaştıracaktır.
34. Sınıfta hiçbir şey yeme içme. Genelde onlarda senin gibi kahvaltı yapmadan gelirler.
35. Sınıfta konuştukların akşam olunca en az 20 evde konuşulacaktır. Haberin olsun dedim.
36. Argo kullanma. Hatta yaşamının hiçbir anında kullanma.
37. Öğrenciye ismiyle hitap et. Önemsendiğini hissedecektir. Bırak biraz keyfini çıkarsın.
38. Kendine en kısa zamanda bir okul bul ve orada yaşlan. “Babanı da sevmezdim zaten” diyebileceğin öğrencilerin olur.
39. Teneffüsü babanın hayrına vermiyorlar, zil çalınca hemen sınıftan çık. İntikamını içeri zili çalınca hemen sınıfa gelerek alırsın nasıl olsa.
40. Ve en önemlisi çocukları sev.