24 Ekim 2005 Pazartesi

Makul Fiziksel Müdahale Yetkisi

Şu İngiliz denilen adamlar işi gücü bırakıp eğitimde dayak olsun diye tutturmuşlar. Öyle ya bu talebe kısmını arada sırada hırpalamazsan, insanın başına çıkarlar. Yalnız bunun bir sınırı olacakmış. Mesela kulak çekeceksen; ekseni etrafında döndürmeyip 45°’lik bir açıyla çekecekmişsin. Tokat atacaksan bir elinle kafayı sabitleyip diğer elinin içiyle çok şiddetli olmamak kaydıyla, yüzü ortalayıp vurulacakmış. Eyvallah. Ensesine Şaplak, kafasına tak tak makul sınırlar dâhilindeymiş. Bazense parmak bükülebilirmiş. Parmak çıtırdayana kadar bir iki ölçü uygulanacakmış. Cetvelle vurulacaksa mümkünse plastik olanı tercih edilmeliymiş.

Bizim memlekette bu işlerin nasıl uygulandığını anlatmaya ne hacet var. Hala bile rüyalarımda gördüğüm oluyor. Delirmiş bir öğretmenin 5’e 10 ölçüsündeki sopasıyla üzerime doğru yürürken uyandığım çok olmuştur.
Aşağıya ülkemizde yapılan bir araştırmayı ekliyorum. Varın yorumunu siz yapın.
Eğitim-Sen tarafından İstanbul, Ankara ve İzmir'de çalışan 3 bin öğretmenle yapılan araştırmaya göre, her 100 öğretmenden 5'i dayağı haklı buluyor, 7'si ise dayak atıp atmamaya karar veremiyor. Anket sonuçlarından çıkan dikkat çekici sonuçlar şöyle:
Öğretmenlerin yüzde 52.6'sı öğrencilerin olumsuz davranışlarını önlemek için dayak kullanılmasına kesinlikle karşı çıkarken, 4.67'si terbiye için dayağı haklı görüyor. Öğretmenlerin yüzde 6.57'si ise dayağın haklı olup olmadığına karar veremiyor. Bazı öğretmenlerin öğrencilere karşı onur kırıcı hakaret içeren sözler kullandığını düşünen öğretmenlerin oranı ise yüzde 52'leri buluyor.
Her 100 öğretmenden 56'sı öğretmenleri kendi branşlarında yetersiz buluyor. Öğretmenlerin mesleki yeterliliğe sahip olduğuna inananların oranı ise yüzde 35.
Öğretmenlerin yüzde 16'sı öğrencisine özel ders vermeye hakkı olduğu düşüncesinde.
Öğretmenlerin yüzde 62.28'i kız ve erkek öğrencilerin bir arada eğitim almalarının gelişimleri açısından önemli olduğunu düşünürken, yüzde 2.42'si karar veremiyor. Öğretmenlerin yüzde 2.77'si ise karma eğitime karşı.
Öğretmenlerin yüzde 63'ü kalabalık sınıfların etkili bir öğretim için uygun olmadığını düşünüyor.
Son söz olarak; çocukların ağzına acı biber süren öğretmeni duydunuz mu? Umarım ingiliz eğitimciler de duymuştur. Bakın ne kadar da makul bir fiziksel müdahale. Hem isterlerse Urfa'dan İsot bile ihraç ederiz. Yeterki makul olsunlar.

19 Ekim 2005 Çarşamba

Kadın Öğretmen

Erkekseniz harika, kadınsanız ideal meslektesiniz. Yani doğru adrestesiniz! Son yıllarda ülkemizde öğretmenlik mesleği, "devlet"e kapağı atmanın başka yolu kalmadığından dolayı, popüler hale geldi. MEB bu ilgiyi, "öğretmenliğe talep çok, artık herkes öğretmen olmak istiyor" diye algılasa da asıl sorunun görünürde "garanti"li bir iş sahibi olma isteği olduğunu herkes biliyor.
Fakat sorunlar bu "garantili" işe başladığında bitmiyor. Uzun yıllardır ülkemizin "Doğu" dediğimiz bölümü, okulsuzluktan, öğretmensizlikten yakınıyor; Bakanlık da eksikliği doldurabilmek için aldığı kadroların büyük bölümünü buralara atıyor. Ekonomi ve MEB bürokrasisinden kaynaklanan sorunları bir kenara bıraktığınızda atanıp gittiğiniz yerlerdeki cinsiyet ayrımcılıkları ya da kadın olmanızdan dolayı karşılaşabileceğiniz sebebi sizin dışınızda ama gelip yine sizi bulan sorunlar, oradan her ne şekilde olursa olsun bir an önce kaçıp gitme çareleri aramanıza neden oluyor. Öyle ki, hiç bilmediğiniz, sadece gazete ve televizyon haberlerinden aşina olduğunuz yerlere bir şekilde de olsa gitmek ve çalışmak isteği sizi göreve başlatıyor. Zaten her şey de bundan sonra başlıyor. Burada kültürel ve yöresel farklılıklardan kaynaklanan bir "yabancı" olma durumu kaçınılmaz olarak yaşansa da, asıl problem kadın olmanızdan kaynaklanıyor. Zihinsel bir bölge olarak Doğu'ya öğretmen/herhangi bir memur olarak atandığınızda gittiğiniz yerde "mahallenin namusu" oluyorsunuz. Önce giyiminize kuşamınıza ufak ufak müdahaleler görülüyor.
Kadın öğretmen
Sonra Roma'daysanız Romalılar gibi davranıyorsunuz, etek boyları, gömlek kolları yeniden ayarlanıyor. Tabii bu da yetmiyor, oturup kalkmanıza, yürümenize dikkat etmek, evinize çevre erkeklerin uygun gördüğü saatlerde girmek, geç saatlerde yatmamak, asla ışığı açık unutmamak, tatil günlerinde dahi evden çıkmamak, bir erkekle göz göze gelmemeye özen göstermek, makyaj ne demek üzerinize dikkat çekici hiçbir aksesuar takmamak vb.'leri gibi alışkanlıklar(?) ediniyor, hatta ne demekse, sınırlarını başkalarının çizdiği (bu başkaları hep erkekler) "öğretmene yakışır" şekilde davranıyorsunuz. Bunun yanında birçok kadın öğretmen, hâl çaresi olarak sonradan büyük ihtimalle boşanacakları, çevrelerindeki mevcut erkek öğretmenlerle evlenmek zorunda kalıyor. Çoğu kez de bu erkekler, büyük şehirlere çakılı mesleklerde çalışan ve kadınları tayin derdinden ebediyen kurtaracak erkekler oluyor. Pek çok kadın evli olmamasına rağmen "evliyim" ya da "nişanlıyım" deyip yüzük takıyor, olmayan kocanın anılarını anlatıyor. Bazen kadınların anne-babaları gelip yanlarında yıllarca kalıyor. Hatta beyaz teninden dolayı erkek ayrımcılığının türettiği kavramlardan olan "nataşa" zannedilmeye kadar varan en aşağılık tekliflerle bile karşılaşılıyor. Bu nedenle yaşamının bir aşamasını "örtünerek" geçiren kadınlar bile var. Diğer yandan kadın öğretmenler bölgede bulunan imam, jandarma, köy korucuları hatta öğrencilerin bile sözlü veya fiziksel tacizlerine uğruyor, sürekli baskı görüyor. Bu gibi olaylardan rahatsızlıklarını iletecekleri güvenilir kurumlar da yok, "kurumlar" yerini aşiret düzenine bırakmış ve kadınlar çoğu zaman da bu kurumlardakilerden de aynı ahlâksız muameleleri görebiliyorlar. Olmadı nasihat dinleyip, "torpil bulun gidin" ya da "istifa edin" tercihinde (bu nasıl bir tercihtir ki, sadece kadın olmanızdan dolayı size sunuluyor) bırakılıyorlar.
Eğitim projeleri
Öğretmen olup atananların kendilerince iyi bir yerde mesleklerini yapmaları, rahat geçebilecek bir zorunlu görev düşlemelerinden doğal ne olabilir? Ama bu şartlarda kendinizi geliştirme imkânlarını bırakın, kişisel alışkanlıklarınızı ve motivasyonunuzu bile tümden kaybedebiliyorsunuz. Öte yandan, bu sıralarda birçok eğitim projeleri uygulanıyor. Bunlardan kimisi kız öğrencilerin eğitimi, bazıları üniversiteyi kazanmış yoksul ailelerin çocukları için, kimisi de istediğiniz bölgeden bir çocuk seçtirip onun ihtiyaçlarını karşılamanız üzere yapılmış çalışmalar. Elbette desteklenmeli ama daha önemli bir sorun, bu çalışmaların sorunu kökten çözmediği gerçeği. Hâlâ Doğu'daki öğretmen ihtiyacı karşılanamıyor ve bunların karşılanamamasının önemli bir sebebi de buraya gelen öğretmenlere, özellikle kadınlara karşı birtakım insanların cinsiyetçi tutumları. Sonuç olarak, bunun üzerine birileri de kalkıp paşalar gibi görev yapan kadın öğretmenlerden, "ikna" olup Romalı olanlardan, emekliliğini orada verenlerden, yani istisnalardan bahsedecek ama bütün bunlar kadınların burunlarında sallanan mecburiyet kılıcını ve uğramaya devam ettikleri sözlü ve fiziksel tacizlerin gerçekliğini silmeye yetmeyecek. Tıpkı bu ekonomik, kültürel ve zorba şartlar sürdüğü müddettce maalesef Doğu'nun yine öğretmensiz kalacak olması gerçeği gibi!...
ÖZGE KARADAĞLI: Dokuz Eylül Üni. Radikal2'deki yazısından aynen aktarılmıştır.

18 Ekim 2005 Salı

Harita Bilgisi

Torpido gözünde bir harita var. Bilmem hangi gazetenin verdiği karayolları haritası. Yıllardır durur orada kullanılacağı günü bekleyerek. Hiç ihtiyacım olmadığını itiraf etmeliyim. Olamazda. Bu durum yolları mükemmel bildiğimden değil. Sıkıştığım yerde hiç aklıma gelmezde ondan. Peki ben ne yaparım. Sorarım yahu sorarım. Memleket insanı yardımsever. Öyle bir anlatır ki arazideki keçi yollarını dahi bulursunuz. Keçi yolları diyorum, arada sırada yapılan tarifler sizi keçi yollarına düşürür. Siz iyisimi bir yerden başlayıp şu harita okumayı öğrenin. Bak pişman olmayacaksınız bunu garanti ederim.
Şu İzohips Haritaları yok mu? Ben asıl onlara vurgunum keşke diyorum başka harita yapım tekniği geliştirmeselermiş. Eğrileri izleyerek araziyi hayal etmesi ne de güzel olur. Bakın şu aşağıda GB yönünde bir vadi var. Bakarken dalıp gittiğim oluyor. Kendime geldiğimde derenin kenarında kaçırdığım balığa yanıyor oluyorum. Gölün kenarındaki taraçaya bakın, akşam üstü oturup güneşin batışını izlemek insanı nasıl mutlu eder anlatamam. Haritaya bakmanızı tavsiye ederim ancak.
Hem bu güzelim haritadan ne de güzel profil çıkar şimdi. Daha haritadaki yere gitmeden profil çıkarıp nasıl bir yere gideceğiniz hakkında fikir sahibi olursunuz.
Gelişmiş ülkelerin coğrafya eğitiminde, harita okuma bahsi önemli bir mevzu olarak ele alınmış. Coğrafya öğreniminin daha başında, harita kullanımı konularına ağırlık veriliyor. Eğitim stratejisi de bu yönde düzenleniyor. Dikkat ettiniz mi bilmem. Ülkemize gelen turist denen adamlar yanlarında sürekli haritalarla dolaşır, dururlar. Bir kere de şuraya nasıl gidilir diye sorduklarını hatırlamam. Artık haritalar o kadar ayrıntılı ve kullanımı kolay yapılıyor ki gerek kalmadığı kesin. Bugünlerde internet insanlarının çok iyi bildiği google earth programı ise varılan son noktanın önemini göstermesi bakımından oldukça önemli bir yere sahip.
Okulda yaptığımız harita çalışmalarından bahsetmem gerek. İnanın, sayın talebelerimin yaptığı ilk çalışmaları görmüş olsaydınız, bir daha Türkiye haritasına bakmak içinizden gelmezdi. Ne haritalar öyle aman yarabbi. Tam 3 haftamı aldı fakat nihayet elle tutulur bir şeyler ortaya çıkmaya başladı. Batlamyus'un Lambert'in kemikleri sızlayacaktı vallahi. Eskizleri çabucak kalorifer dairesine gönderdim tabii. Olur ya bir gören olur. "vay ben sizin coğrafya öğretmeninizin kariyerine.." der. Neme lazım.
Sonuç olarak; harita iyi bir şeydir efendim. Gözünüzü seveyim burumburuşuk edip katlamayın. Torpido gözlerinde yıpratmayın.

14 Ekim 2005 Cuma

Kahve Coğrafyası

Hangi keyif verici maddeyi kullanıyorsunuz? Çay mı dediniz. Ya kahve, yanında Belçika çukulatası harika olur. Birde tütün işine girdik mi şöyle nargileyi fokurdatarak oh ne ala, ne ala. Listeyi biraz daha uzatalım. Baharatlarla aranız nasıl? Benim favorim her zaman karabiber. Abarttığım olur her şeye katarım. Yalnız bu listeyi abartmasam iyi olur. Hadi küçük bir sınav yapalım; soru şu olsun. Çay nerelerde yetiştirilir?
O kadar haşır neşiriz ki çayla, kolaylıkla bileceksiniz. Uzak Doğu Asya; yani Seylan, yani Çin. Sınav bitti mi sandınız. Öyle tek soruyla bu dersten geçmek mi olur. Şimdi ikinci soru geliyor; Kaç çeşit çay vardır. Hadi buyurun. Hımm… Yeşil çay, Seylan çayı, bir de Rize turist çayı. Olmadı. Biliyor musunuz sadece Çin de 100lerce türü var. Çay denilen ağaççık yetiştiği yere, iklime, toprağa, yükseltiye göre oldukça değişiyor. Değişsin ne yapalım.
Benim asıl anlatacağım Kahve. Yıllardır keyifle içerim kendilerini. Bir merak edip; Nedir? Nerelerde yetişir? Nasıl bir bitkidir, Yerde mi ağaçta mı büyür? Öğrenmemişim. Ta ki meyvesiyle karşılaşana kadar. Göz alan kırmızısıyla cazibesine tekrar kapıldım. Dedim şuracıkta yetiştireyim kahve ağacımı. Kahve yüksek sıcaklık ve nem ister. Evin güneşi en bol köşesi burasıdır. Hoooop dediler, öyle kolay değil. 1600 yıllara kadar Etiyopyalı, Yemenli kahve üreticileri, başka yerlere götürüp yetiştirmesinler diye sıcak sudan geçirip satmışlar tüccarlara. Ta ki bir Hintli köklerini çalıp, Hindistan’a götürene kadar. Venedikliler durur mu? Oradan Avrupa’ya. Avrupa’dan güney Amerika’ya. Derken Kahve elden ele (Edip Cansever deyişiyle). Bizim memlekette ise Akdeniz kıyılarında denemişler bir iki; tutturamamışlar. Bana kalırsa yeterince uğraşmamışlar derim. Çünkü bilirim ne denli bilimsel çalıştıklarını. Birde biz uğraşamayız öyle yetiştir, topla, kurut, ez. Keyif ehliyiz çünkü. O kadar keyif ehliyiz ki sadece pişirme yöntemiyle yaparız kahvemizi. Adına da Türk Kahvesi deriz. Şu İtalyanlarda amma uyuzlarmış be, baksanıza onlarca kahve türü icat etmişler, ellerine geçen ne varsa karıştırıp yeni tatlar üretmişler. Yaramaz adamlar bunlar. Allahtan İngilizler pek el atmamış kahve işine. Çay içmekten elleri değmemiş olsa gerek.
“Kahve karadır beyler, kara adamlar yetiştirdiğinden belki de” Brezilya’da kahve plantasyonlarında çalışan kölelerin verimi düşmesin diye şeker kamışı tarlalarıyla münavebe ederlermiş. İşte tamda o yıllarda acı kahvelerin yerini, şekerli kahveler almış. Bilmenizi isterim Brezilya kahvenin en geç yetiştirildiği coğrafyadır. Aynı zamanda en çok üretimin yapıldığı yer. O kadar çok üretilmiş ki, burjuvaların karakeyfi sokağa kaçmış.
Kahvenin de coğrafyası mı olurmuş demeniz dileğiyle. Şimdi ev ödevi veriyorum:
1.İsviçre ile kahve arasında nasıl bir ilişki vardır?
2.Varsa ne kadar vardır?
3.Dağ başında karlar vardır, kahvenin (nescafe) İsviçre’de ne işi vardır?
4.Etiyopyalı, Yemenli neden açtır?
5.İrish Coffee nerelerde satılır?
6.Bir cup irish coffee’yi bir memur nasıl alır?
7.Kurukahveci Mehmet Efendi nasıl bir adamdır?

12 Ekim 2005 Çarşamba

Coğrafya Animasyon

Yukarıdaki şekil tahmin edeceğiniz üzere hava sıcaklığının aylara göre dağılışı. Eğer derslerde bilgisayar kullanma imkanınız varsa, hatta bir de projeksiyon. Oldu bu iş. Hocam nerede o imkanlar derseniz. Sadece kendinizi geliştirmek içinde bakabilirsiniz. Oregon Üniversitesi, coğrafya bölümü sağ olsun. Üşenmemişler hem flash hem de gif olarak çeşitli coğrafya animasyonları hazırlamışlar. Ben hep derim; bilim belirli bir kesimin tekelinden kurtarılmalı diye. İşte bir fırsat. Ne yazık ki memleketimin üniversiteleri bilişim olayında yeteri kadar çalışma yapmıyor. Bir makaleyi ya da tez çalışmasını edinmek için bin dereden su getiriyorlar. Şu ulakbim denilen yerden nasıl bilgi edinilir çözebilmiş değilim. Aslında bir keresinde denemiştim. Baktım ki bir hayli uğraş gerekiyor, vazgeçtim. Her neyse yukarıdaki linkteki çalışma umarım işinize yarar.

10 Ekim 2005 Pazartesi

Kanatlı Hayvan Operasyonu

Sayın talebelerim, her ne olduysa bu yıl hayvanlarla başımız dertte. İlk önce Meyve Sineği denilen hayvan dadandı, sebzelerimizi geri gönderdiler Rusyalardan. Olu böyle şeyler dedik. Olmadı, arkası geldi. Bir baktık ki güzide memleketimizin bir köşesinde büyükbaş hayvancağızlarımız şarbona yakalanıverdi. Karantinaydı falan zor atlattık Bu kadarla yetseydi bari. Koyun faciası nedeniyle internet camiasına rezil olduk. Neymiş efendim koyunlarımız kayalardan aşağı atlayıp intihar etmişlermiş. Nihayet bu haftaki kuş gribi olayı. Bazıları kanatlı hayvan diyor. Toplamışlar güvercini, kazı, hindiyi, ördeği yakıyorlar hayvanları, efendim. Alimallah kanatlı falan değiliz yoksa bizi de götürürler bu karantinacılar. Şimdi sıkı durun. Soruya geldik. Bu yıl kanatlı hayvan yemeyecek miyiz? Yeriz diyenler parmağını kaldırsın. Afiyet olsun. Yahu bu meret hastalık mutasyon geçirebiliyormuş. Neme lazım bize de bulaşırda bu kuş gribi, gıdaklaya gıdaklaya gideriz öteki tarafa. Dikkatli olun derim. Şu Ramazan günü tevekkülü elden bırakmayın. Durun bir dakika hiç sorulmayanı sormak isterim, nereden nasıl hâsıl etti bu hastalık memleketimize? 3 koyup 5 alıcılardan olmasın yoksa… Benden duymuş olmayın, ithalmiş bu hayvanlar. Romanya’dan mı getirilmiş ne? Böylesinin maliyeti daha az oluyormuş. Hem de daha üretken hayvanlarmış bunlar. Bu memleketin sorunu hayvan ölüm vakaları değil de ahlak olmasın. Belki de ahlaksızlık demeliydim. O hayvanların atıldığa çukura, bu hastalığı getirteni de mi atsak acaba? Böylece karantina bir işe yaramış olur, ne dersiniz. Yok, hocam bu adamlar yine yırtar derseniz. İsabet buyurursunuz. Baksanıza, telef olan hayvanların zararını pek muteber devletimiz tanzim edecekmiş. Daha ne diyeyim ben.

7 Ekim 2005 Cuma

Coğrafya Ödülü

Coğrafya dersini nasıl çekici hale getirmeli. Bir geoid çizdirene kadar canım çıkıyor. Kırtasiyeler pergel falanda satmıyorlar sanırım. Bütün geoidler yamuk yumuk. Kendine özgü bir şekildir diye yaptığım tanımı fazla abartıyorlar anlaşılan. Ne yapmalı? Ne etmeli.
Bir de tutturmuşum Ürün Dosyası isterim diye. Sevgili talebe arkadaşların dosyası yok ki ürünü olsun. Bak şu keratalara benim hevesimi kıracaklar. Yılların eskitemediği bu idealist öğretmeni küstürecekler derslere. Güngörmüşüz kurtulamazlar kolayına benden. Bir ödül olayına girmeliyim öyleyse. En iyi ürün dosyasına: Küre hediye edeyim diye düşündüm. Şöyle ışıklısından. Uykulara dalarken, başucunda tüm renkleriyle dünya. Başka neleri ödül olarak verilebilirim derken. Hikmet Birand’ın “Alıç Ağacı ile Sohbetler” kitabı geçti elime. İlk okumam gümbürtüye gitmişti. Bir kez daha okudum, tadına vara vara . Bazı kitaplar bitsin istemezsiniz, o cinsten bir kitap. Yuh be dedim kendime, yıllardır coğrafya der durursun, şu çoluğa çocuğa bir kitap tavsiye etmez mi insan. Al işte aradığın kitap. Ödül vereceksen bunu ver.
Girdiğim her sınıfta yanımda taşıdım kitabı. Bekliyorum birisi mutlaka soracak. Hocam, kitap ne ile ilgili? Soruyorlar da. Başlıyorum anlatmaya, kitaptan bazı bölümler okumaya. Teneffüse çıkarken biri yanıma yaklaşıyor. Hayli utangaç. Bakabilir miyim? Eh.. Tabii, neden olmasın. Çok fazla bakmak yok ama dönem sonu ödül olarak verilecek kendileri.
Bir şey daha var yalnız. Hikmet Hoca’nın diğer kitabını da alıp, okumak. “Anadolu Manzaraları”. Keyifli bir okuma olacağı kesin.
Okul çevresinin ormanlarla kaplı olması büyük bir şans. Çocuklar zaten ağaçlarla iç içe yaşıyorlar. Ancak sorarsan hiç birinin adını bilmezler. Onlar için günlük hayatta sıradan bir şey Ladinle, Köknarla, Meşeyle karşılaşmak. Birde olur ya sevdirebilirsek. Bakarsınız aralarından botanikçi bile çıkar.
Sormadan edemeyeceğim. En son ne zaman alıç yediniz? En son ne zaman taşıdınız boynunuzda; tanelerini ipe dizip, o ekolojik kolyeyi. Tadını anımsıyor musunuz? Kaçınız kollarını yaraladı koparacağım derken? Alıcın, coğrafyanın, Birand hocanın yüzü suyu hürmetine. Bir boşluğuna getirip şu kitabı okuyunuz, okutunuz.

6 Ekim 2005 Perşembe

Kayaç Operasyonu

Ben neyi aradım da hemen bulabildim sanki. Bu kez de öyle oldu. Sabah kalkar kalkmaz yollara düştüm. Bugünkü ödevim kayaçlar, İstanbul’da kayaç nerede bulunur? Kadıköy’de Akmar Pasaj’da bir yer olacaktı, soluğu orada aldım. Kayaç değil Sultan Süleyman’ın hazinesi. Fiyatlarının pahalı olması nedeniyle daha işin başında vazgeçecektim. Vazgeçmedim tabiî ki de(tezgâhtar arkadaşın söyleyişiyle). Dedim ilk önce bir mineraloloji kitabı bulayım kitapçılardan. Ben arıyorum ya bütün mineraloji kitapları piyasadan toplatıldı sanki. Sahaflara daldım bu kez. Vah vah geçenler de satmışlarmış. Sanırım yanlış soruyorum dedim bu kez "petrografi" dedim "nanay" dediler. Yılmadım, kayaç satan, kayaçlarla ilgilenen birileri vardı mutlaka sordum, soruşturdum bütün ipuçları bir kişi üzerinde yoğunlaşıyordu. Bay B.
B. büyük adam tabii, bul bulabilirsen, yok oğlu yok familyasından. Ne yapalım kısmet değilmiş başka bir zaman bakarım dediğimi anımsıyorum. Olmazsa MTA’nın bölge müdürlüğüne gidip taş dileneceğim. Bir sonuç alamazsam Jeoloji Mühendisleri Odasına kulluk edeceğim. Yok, hiç biri olmadı, araziye çıkıp dağ, bayır taş arayacağım artık.
Kadıköy’e gelmişken eli boş gitmek olmaz. Her zaman ki fırından bir çavdar ekmeği, bir de köy ekmeği aldım. Eve dönmek üzere rıhtıma doğru yürürken bir dükkânın reyonunda neyle karşılaştım dersiniz. Agat. Nedir bu agatın hikâyesi diye sordum Bay B. dediler. Taşların Kralı, efsane Bay B.
Bırakır mıyım işin yakasını akşamüzeri tanıştım Bay B. İle.
B.’nin mineraloji eğitimi olmamasına rağmen (ki şart değil) olaya oldukça hakim olduğuna şahit oldum. Benim için önemlisi aradığım bütün kayaçları bulabileceğini söyledi. Ben listemi hazırlamalıymışım yeter ki. Adam kayaç ekolü saygı duymamak elde değil. Bütün söylediklerini okula yeni başlamış talebe edasıyla dinledim. Nihayet söz sırası bana geldiğinde “Ama” diye başlayan bir cümleyle “yeteri kadar param olmadığını” “hatta hayatımın hiçbir döneminde de olamayacağını” “zaten bu işi de sayın talebelerimin zayıf dimağlarını açmak için yaptığımı” “zümrütle, yeşimle, yakutla işim olmadığını” “okula hibe yapıp yapamayacağının” sordum? Neredeyse kaçacaktı. Kolundan yakaladım. Ayaküstü bir dolu kayaç muhabbeti daha yaptık. 15 dakikalık konuşma sonunda olur cevabını bir şekilde aldım. Bu arada yazın birlikte kayaç avcılığına çıkacağımızı da bilmenizi isterim. Bay B’nin sayesinde mineraloji kitaplarını bile buldum. Sağ olsun, var olsun, çok yaşasın Bay B. Hafta sonu kayaçların bir kısmını temin edeceğim umarım.

3 Ekim 2005 Pazartesi

Öğretme Etkinlikleri

Yandaki şekil bir akarsuyun çığırları ve erezyon olayını anlatıyor. İyide burada ne işi var diyeceksiniz. Var, var hemde çok işi var. Aslında bu bir transparency film ya da folyo. Daha doğrusu benim yıllardır memlekette aradığım pek tabii ki bulamadığım bir ders aracı. Son bir ümitle dün kendisini güzelim ülkemizde aradım. Yok. Nihayet Hollanda merkezli bir sitede buldum. Resmin üzerindeki copyright işaretinden de anlaşılacağı üzere www.ttevisual.com bu folyo işini tahminimden öteye götürmüş hatta abartmış. Açıklamaları nedense hep sonraya bırakıyorum. Transparency film dediğimin aslı asetat ya da aydınger. Hani şu tepegöz denilen alete yerleştirip, duvara yansıttığımız. Transparecy filmin derslerde kullanımı büyük bir kolaylık. Saatler boyu çizmeye çalışacağınız şekil bir çırpıda karşınızda. Çizmeye çalışacağınız diyorum büyük bir ihtimal ortaya çıkacak şekil bir şeye benzemeyecektir. Asetat üzerinde amatörce hazırladığım şekillerle cebelleştiğim günler çok olmuştur. Folyonun öğrenme veya öğretme etkinliklerindeki olabilecek katkısını, varın siz tahmin edin. Bu arada küçük bir sorunum var. Ben bu folyoları yurt dışından nasıl edineceğim? hangi parayla nasıl getirteceğim? Yok yok en iyisi yine kendi folyomu kendim yapmalıyım ama ne olursa olsun bu kez daha profosyonelce. Bir çizim programı olacaktı bununla ilgili, evvela onu bulmalıyım. Sonra bir de iyi bi yazıcı. Zor iş benimkisi zor. Ne gerek var anlat gitsin diyebilsem keşke. Yok illa birşeyler bulup buluşturacağım. İş başa düştü yine.