31 Aralık 2009 Perşembe

Uluslararası Bestseller, Kıçımın Kenarı

Kayıp Gül'den bahsediyorum tabii ki. Kabul ediyorum, genel olarak tüm bestseller'lara hafif bir önyargıyla yaklaşıyorum. Bilgece bir deyişten yola çıkarak, ("Nerde çokluk orda bokluk"), çoğunluğun bayıldığı bir yapıtın çok da derin olamayacağına inanıyorum. İyi edebiyat olmasıysa neredeyse imkansız gözümde. Ama keyifli vakit geçirtebilir insana, çok eğlenceli saatler vadedebilir, hatta Harry Potter serisi örneğinde gördüğümüz gibi yepyeni bir dünyanın kapılarını açabilir. Bu yüzden, şimdi Kayıp Gül hakkında yazacaklarım, çok satan kitaplara karşı genel olarak takındığım bu küçümser tavra yorulmamalı.

Hakkında hiçbir şey bilmeden ve duymadan aldım kitabı. Kitap fuarında karşıma çıkıverdi ve ilk tepkim utanmak oldu, şöyle geçirdim aklımdan: "Gerçekten böyle şeyler mi yazılıp çizilmiş bu kitaba dair? Gerçekten 29 farklı dile mi çevrilmiş, üstelik dünyanın öbür ucunda bile bestseller mı olmuş? Üstelik çerez kitap da değil galiba, Küçük Prens'le falan karşılaştırmışlar? Nasıl olur da duymam bugüne kadar, bu kadar mı cahil, bu kadar mı zavallı bir insanım?" Ve ezilip büzülerek, aslında üzerine para verseler okumamam gereken bu kitabı, cebimden para ödeyerek aldım, Timaş Yayınları'nın standından. Timaş, evet. Bu ilk ipucum olmalıydı, o an koşarak uzaklaşmalıydım oradan, biliyorum. Aptallığıma yanıyorum.

Bu yazıya başladığımda Kayıp Gül'ün konusunu anlatacaktım aslında, kısaca en azından. Ama inanın hiç içimden gelmiyor, zaten ne gerek var ki? Kıytırık, yavan, hatta gerizekalıca bir konu. Okuyucunun zekasına hakaret ediyor izlenimi veren bir kurgu. Basitlikte çocuk kitaplarıyla yarışır, inanılmaz boktan bir dil. Yer yer imla hataları, cümle düşüklükleri. Kitabın kalın gözükmesi için sanıyorum 20 punto verilmiş satır araları. Deli saçması diyaloglar ve en baştan tahmin edilebilen dandik bir son. Eğer edebiyat anlayışınız benimkine biraz olsun benziyorsa, sonlarına doğru o kadar sinirleneceksiniz ki, kitabı "Gülünü sikeyim!" haykırışlarıyla parçalamamak için kendinizi zor tutacaksınız. Ama yapamayacaksınız, çünkü kendinizi kandırılmış hissettiğiniz için, bundan bir şekilde bir yerlerde bahsetmeye karar vermiş olacaksınız, tabii bu da kitabı tamamlamanızı gerektirecek. Ama o kadar zorlanacaksınız ki, bir hafta elinize yapışacak.


Kitabın arka kapağında verilen alıntıları alıntılayacağım size şimdi biraz da ki, neyle karşı karşıya olduğumuzu anlayalım:
Türklerin Küçük Prens'i tüm dünyayı büyülüyor. -Helsinki Sanomat (Finlandiya)
Çağdas bir fabl, derin ve bilgece - St. Exupéry'nin başyapıtı Küçük Prens'in tadında. -DPA (Almanya)
Simyacı, Küçük Prens gibi kitapları seviyorsanız, çok hoşunuza gidecek. -Time Out
Büyük bir global başarı. Simyacı, Küçük Prens ve Martı'yı sevenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap. -Air Beletrina (Slovenya)

Bu insanlar ya da kurumlar kimdir nedir, hiçbir fikrim yok, ama şu da bir gerçek: En kıytırık dergi bile yaşadığınız ülkedeki bir yazarın elinden çıkan bir romana dair "Şöyle başyapıt, böyle bilgece, Türklerin Küçük Prens'i!" gibi şeyler söylüyorsa, siz o kitabı okursunuz, okumalısınız, 'okumam gerek' diye düşünmeseniz bile merakınız uyanır en azından. Hayır işte, o noktada durun. Okumayın. Yapmayın, etmeyin. Sadece para ve zaman harcamayacak, bir de sinir olacaksınız, çünkü aptal yerine konduğunuzu hissedeceksiniz. Tabii eğer doğu ile batının sentezi, iç gelişim, her şeyi bilen falcı, mistisizm, aslında var olmayan ikiz/kişiliğinizin iki ayrı parçası, doğu "felsefe"leri gibi kavramlar size hoş geliyorsa ve kendine yardım kitaplarını seviyorsanız sizi hiç tutmayayım, hemen gidin okuyun, baş tacı yapın, geliştikçe gelişin, bu blogda da işiniz yok zaten.

Yanlış anlamayın, derdim kötü kitap değil. Bir sürü kötü kitap okudum, eminim Kayıp Gül'den çok daha kötülerini de okumuşumdur. Ama hiçbiri beni bu kadar öfkelendirmedi, hiçbiriyle ilgili nefret dolu cümleler kurmadım, çünkü hiçbirini kandırılarak satın almadım. Bu kadar basit. Sadece geniş bir reklam kampanyasından bahsetmiyoruz, 40 farklı ülkede yüzbinlerce sattığı iddia edilen, "Bir başyapıt, Türklerin Küçük Prens'i, Martı'sı, Simyacı'sı" diye tanımlanmış bir romandan bahsediyoruz. Simyacı'yla ilgisi: Konusunun epey bir Simyacı'dan etkilenmiş olması. Küçük Prens'le ilgisi: Her sayfada en az 10 kez güllerden bahsetmesi, fakat bu gülleri abidik gubidik bir metafor olarak kullanması. Martı'yla ilgisi: Bir yerinde Martı'dan bir alıntı yapması ya da söz etmesi, tam anımsayamıyroum. "Martı, Simyacı ve Küçük Prens'ten hoşlananların okuması gereken bir kitap..." cümlesi üstte saydığım noktalardan doğmuş olmalı. Aksi takdirde Kayıp Gül'ün bu eserlerin (ki bir de Simyacı'yı pek sevmem ben, ama elbette Kayıp Gül'le karşılaştırıldığında bir başyapıt) ayarında olduğunu iddia etmek, modern klasiklere hakaret etmek olur. Gülerler adama.

Bu arada meraklısına minik bir bilgi: Bu kitap, 6 yıl önce bir başka yayınevinden çıkmış. Satmamış hiç. Ama Timaş'a geçince, Timaş (ya da artık çalıştıkları ajans) açıkgözlülük etmiş. Ve belki de gerçekten dünyanın dört bir yanında yüzbinlerce 'sattırmış' bu kitabı, inanın bilemiyorum. Bütün bunlar bir kandırmaca mıdır, yani "şu kadar ülkede yok sattı" açıklamaları sadece kitabın satması için bir pazarlama stratejisinden mi ibarettir, yoksa "Hesse'nin Siddharta'sı ayarında bir başyapıt!" laflarının altında minik de olsa (söyleyeni bağlayan) bir gerçeklik payı var mıdır, örneğin o laflar gerçekten de birileri tarafından zikredilmiş; ama o birileri kişisel yardım kitaplarından medet uman, İclal Aydın tadında aşk böcüşü sevgi kelebeği insanlar mıdır, bu kitap gerçekten dünyanın öbür ucundaki bir minik sahil kasabasında örneğin çok satmış mıdır bilemeyeceğim. Sonuç değişmiyor nitekim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder