31 Ekim 2009 Cumartesi

A - Z Kitaplar serisi Yabancı yazarlar (R)


-R-1-
R. A. Heinlein - Dünya Batıyor.pdf
R. A. Salvatore - Buzyeli Vadisi (full).pdf
R. A. Salvatore - Buzyeli Vadisi Serisi 1 - Kristal Parçası.rtf
R. A. Salvatore - Buzyeli Vadisi Serisi 2 - Gümüş Damarları.rtf
R. A. Salvatore - Drizzt Do'urden'in Maceraları 1 - Miras.rtf
R. A. Salvatore - Drizzt Do'urden'in Maceraları 2 - Yıldızsız Gece.rtf
R. A. Salvatore - Drizzt Do'urden'in Maceraları 3 - Karanlığın Kuşatması.rtf
R. A. Salvatore - Drizzt Do'urden'in Maceraları (full).pdf
R. A. Salvatore - Kara Elf Üçlemesi 1 Anayurt.lit
R. A. Salvatore - Kara Elf Üçlemesi 1 Anayurt.rtf
R. A. Salvatore - Kara Elf Üçlemesi 2 Sürgün.lit
R. A. Salvatore - Kara Elf Üçlemesi 2 Sürgün.rtf
R. A. Salvatore - Kara Elf Üçlemesi 3 Göç.rtf
R. A. Salvatore - Kara Elf Üçlemesi (full).pdf
R. A. Salvatore - Kızıl Gölge (full).pdf
R. A. Salvatore - Kızıl Gölge Üçlemesi 1 Bedwyr'ın Kılıcı.lit
R. A. Salvatore - Kızıl Gölge Üçlemesi 1 Bedwyr'ın Kılıcı.rtf
R. A. Salvatore - Kızıl Gölge Üçlemesi 2 Luthien'in Kumarı.lit
R. A. Salvatore - Kızıl Gölge Üçlemesi 2 Luthien'in Kumarı.rtf
R.A. Salvatore - Kara Elf Üçlemesi 3 Göç.rtf
R.L.Stevenson - Dr. Jekyll ve Mr. Hyde.doc
R.L.Stevenson - Dr. Jekyll ve Mr. Hyde.pdf
R.L.Stevenson - Dr. Jekyll ve Mr. Hyde.pdf
Ray Bradbury - Deliler Mezarlığı.doc
Ray Bradbury - Ertelenen Aşk.doc
Ray Bradbury - Ertelenen Aşk.pdf
Ray Bradbury - Fahrenheit 451.doc
Ray Bradbury - Fahrenheit 451.pdf
Rhonda Byrne - The Secret.doc
Richard Bach - Martı Jonathan Livingston.LIT

linkler: 21040 KB
http://rapidshare.com/files/222476518/Y_R1_krm.rar

-R-2-
Richard Sennett - Otorite.DOC
Richards Broughnton - Tartışılan Bilim Parapsikoloji.DOC
Robert Jordan - Büyük Av.txt
Robert Jordan - Dünyanın Gözü.txt
Robert Jordan - Yeniden Doğan Ejder.txt
Robert Jordan - Zaman Çarkı Cilt01 Dünyanın Gözü.txt
Robert Jordan - Zaman Çarkı Cilt02 Büyük Av.txt
Robert Jordan - Zaman Çarkı Cilt03 YENİDEN DOĞAN EJDER.txt
Robert Jordan - Zaman Çarkı Cilt04 Kitap1 Gölge Yükseliyor.txt
Robert Jordan - Zaman Çarkı Cilt04 Kitap2 Gölge Yükseliyor.txt
Robert Jordan - Zaman Çarkı Cilt05 Kitap1 Göğün Ateşleri.txt
Robert Jordan - Zaman Çarkı Cilt05 Kitap2 Göğün Ateşleri.txt
Robert Jordan - Zaman Çarkı Cilt06 Kitap1 Kaos Lordu.txt
Robert Jordan - Zaman Çarkı Cilt06 Kitap2 Kaos Lordu.txt
Robert Jordan - Zaman Çarkı Cilt07 Kitap1 Kılıçtan Taç.txt
Robert Jordan - Zaman Çarkı Cilt07 Kitap2 Kılıçtan Taç.txt
Robert Jordan - Zaman Çarkı Cilt08 Kitap1 Hançer Yolu.txt
Robert Jordan - Zaman Çarkı Cilt08 Kitap2 Hançer Yolu.txt
Robert Jordan - Zaman Çarkı Cilt09 Kitap1 Kışın Yüreği.txt
Robert Jordan - Zaman Çarkı Cilt09 Kitap2 Kışın Yüreği.txt
Robert Jordan - Zaman Çarkı Cilt10 Kitap1 Alacakaranlık Kavşağı.txt
Robert Ludlum - Medusa Darbesi.pdf
Robert Ludlum - Nemrut.pdf
Robert Ludlum - Takas.pdf
Robert Ludlum - Tristan İhaneti.pdf
Robert Luis Stevenson - Markheim.pdf
Roger Garaudy - Amerikan Efsanesi.lit
Ruth Rendell - Cam Hançer.doc
Ruth Rendell - Karanlıktaki Gözler.pdf
Ruth Rendell - Park Cinayetleri.doc
Ruth Rendell - Parola Mandarin.doc
Ruth Rendell - Parola Mandarin.pdf
Ruth Rendell - Parola Mandarin.txt

linkler: 11603 KB
http://rapidshare.com/files/222484508/Y_R2_krm.rar

Masumiyet Müzesi (Orhan Pamuk)

Arka Kapak
"Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum."

Nobel ödüllü büyük yazarımız Orhan Pamuk'un üzerinde altı yıldır çalıştığı harikulade aşk romanı bu sözlerle başlıyor...

Masumiyet Müzesi'ni okurken yalnız aşk hakkında değil, evlilik, arkadaşlık, cinsellik, tutku, aile ve mutluluk hakkındaki bütün düşüncelerinizin derinden etkilendiğini ve kitabın rengârenk dünyasından hiç ayrılmak istemediğinizi göreceksiniz.

1975'te bir bahar günü başlayıp günümüze kadar gelen İstanbullu zengin çocuğu Kemal ile uzak ve yoksul akrabası Füsun'un hikâyesi: hızı, hareketi, olaylarının ve kahramanlarının zenginliği, mizah duygusu ve insan ruhunun derinliklerindeki fırtınaları hissettirme gücüyle, elinizden bırakamayacağınız ve yeniden okuyacağınız kitaplardan biri olacak.

Ülkemizde ve dünyada milyonlarca okurun sevgi ve hayranlığını kazanmış olan, kitapları elli sekiz dile çevrilen ve her yeni romanı büyük bir merakla bütün dünyada beklenen Pamuk, okurlarına unutulmaz rüyalar gibi, akıllardan hiç çıkmayacak sarsıcı bir hikâye anlatıyor.

"Pamuk, Doğu'nun da Batı'nın da sahiplenmekten şeref duyacağı temel ve kalıcı bir yazar..."
New York Times

(Arka Kapak)


linkler:
http://www.upload.gen.tr/d.php/s6/5rzt0o1b/Masumiyet_M__zesi__kitap-indir.blogspot.com_.rar.html

KONE'NİN YENİ KABİNLERİ

KONE, asansörün görünen yüzü kabinler için geliştirdiği yeni tasarımlarını piyasaya sundu. Her tür bina ve bütçeye uygun olacak şekilde tasarlanan kabinlerde, aydınlatma, kumanda panelleri ve kabin içi malzemeler, eco-etkin çözümler de dikkate alınarak yenilendi.
KONE, tasarım ve modernizasyon alanlarındaki bu yenilikçi çalışmalarıyla En İyi Tasarım Ödülüne değer bulundu. Chicago Athenaeum and European Centre for Architecture Art Design and Urban Studies (Mimari Sanatsal Tasarım ve Kentsel Çalışmalar için Avrupa Merkezi) tarafından verilen Good Design Award (En İyi Tasarım) ödülünü KONE kazandı.

30 Ekim 2009 Cuma

GÖRAL ÇOCUKLARI UNUTMADI

Ankara'nın en köklü otomotiv firmalarından olan Göral Otomotiv sosyal sorumluluk projelerinde de dikkatleri çekmeye devam ediyor. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle bir dizi etkinlik hazırlayan Göral Otomotiv küçük çocukları sevince boğdu.

Ankara'nın Bala ilçesinde bulunan "Özel Fatmam Rehabilitasyon Merkezi'nde" eğitim gören zihinsel engelli çocukları Göral Otomotiv hediyelere boğdu. Göral Otomotiv Yönetim Kurulu Başkanı Nezih Allıoğlu'nun da aralarında bulunduğu Göral çalışanları, rehabilitasyon merkezinde eğitim gören çocuklara hediyeler dağıtırken oldukça duygusal anlar yaşandı. Hediye alan çocuklar sevinçlerini şarkı söyleyerek, şiir okuyarak konuklara ilettiler. Allıoğlu "Bu çocuklar hepimizin. Biz onlara sahip çıktığımız kadar onların yüzleri gülecektir. Sadece 23 Nisan'larda değil, tüm zamanlarda da bu çocukları unutmamak onlara sahip çıkmamız lazım. Biz bu konuda öncü olmaya devam edeceğiz" dedi.

İmam Hatipliler Kurultayda Buluşuyor...

Önder İmam Hatip Mezunları ve Mensupları Derneği'nin organize ettiği kurultaylardan 5.si pazar günü Beyoğlu İHL'nde gerçekleştirecek.

İmam Hatip Mezunları ve Mensupları Derneği (ÖNDER)'in, Beyoğlu İHL'nde gerçekleştireceği 5. İmam Hatip kurultayı 1 Kasım 2009 Pazar günü Beyoğlu İHL'nde gerçekleştirecek. İlki 2005'de Ankara'da yapılan, bu yıl ise Beyoğlu İHL'nde yapılacak olan kurultay saat: 10.00-14.30 arasında gerçekleştirilecek. İmam-hatiplilerin meseleleri ve yeni gelişmelerin değerlendirileceği toplantıda bölgelerden gelen temsilciler, çözüm ve vizyon teklifleri, önümüzdeki dönemde İHL'lerin rolü ve yapılması gerekenleri tartışılacaklar. Geçtiğimiz yıl 50. yılını geride bırakan ÖNDER, bu yıl kurultayda imam-hatip liselerinin ve ÖNDER' in 50 yıllık köklü geçmişini anlatan bir kitap-albüm çalışmasını tanıtacak. Önemli bir arşiv kaynağı olacak olan albümde yazılar, röportajlar ve fotoğraflarla İHL'nin kuruluşundan bugüne gelip geçen isimler, yaşananlar ve dönüm noktaları hakkında ciddi belge ve bilgiler yer alacak.

Okul Öncesi Eğitim Yaygınlaştırılsın...

SETA Vakfı, “Türkiye’de Milli Eğitim Sistemi-Yapısal Sorunlar ve Öneriler” adıyla bir rapor yayınladı.

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı, “Türkiye'de Milli Eğitim Sistemi-Yapısal Sorunlar ve Öneriler” adıyla bir rapor yayınladı. Raporda, milli eğitimin, okulöncesi eğitimden yükseköğretime kadar birbiriyle ilişkili bir sistem olarak ele alınması gerektiği vurgulanarak, eğitimde köklü ve ani düzenlemelerden kaçınılması gerektiği ve değişikliklerin kademeli yapılarak kimsenin mağdur edilmemesi gerektiğine dikkat çekildi. Yrd. Doç. Dr. Gür, Milli Eğitim Bakanlığı'nın okul öncesi eğitimi illerde yaygınlaştırma politikasıyla ilgili olarak da, “Dünyada okul öncesi eğitimin yaygınlaşması, kadınların işgücüne katılımından ortaya çıkan bir zorunluluktur. Okul öncesi eğitime çok fazla metafizik bir anlam yüklemeye gerek yok” dedi. Yrd. Doç. Dr. Gür, ayrıca eğitimde eşitsizliğin yok edilmesinden ve fırsat eşitliğinin sağlanmasından yana önemli rol atfedilen okul öncesi eğitimin, başarılı olarak uygulandığı illerde yaygınlaştırılmaya çalışıldığını belirterek, “Milli Eğitim Bakanlığı kendisiyle çelişmektedir. Çünkü okul öncesi eğitime biçilen rollerden biri bölgelerarası eşitliği sağlama hedefidir. MEB zaten okullaşma oranı yüksek illere yatırım yapıyor” şeklinde konuştu. Yrd. Doç. Dr. Gür, okul öncesi eğitimle ilgili olarak, “Belli bir sayının üzerinde çalışanı olan işletmelere kreş açma zorunluluğu getirilmeli” şeklinde öneride de bulundu.

28 Ekim 2009 Çarşamba

Haftasonu Sineması: Gamer ve Surrogates

Uzun süre aradan sonra sinemaya gidince, büyük ekranda fragmanları gösterilen her film etkileyici geliyor olsa gerek. Gaza gelip haftasonunu benzer konulu iki filmi arka arkaya (biri Cumartesi biri Pazar) izlemeye ayırdık. İki filmi toplayınca bir film ettiği için hepsini birden yazmaya karar verdim.


Özetler (konuları bilenler atlasın):

Gamer
Gamer, bilgisayar oyunlarının kanlı canlı gerçek insanları yöneterek oynandığı oyunlar haline geldiği bir gelecekte geçiyor. Bu oyunların biri Society, Sims’in gerçek hayat versiyonu, maaşlı ve gönüllü çalışan insanları modifiye edip hayatlarını yönetmek, kaynaştırmak, seviştirmek gibi faaliyetlere girişebiliyorsunuz. Bir diğer oyun da, Counter Strike’ın gerçek insanlarla oynananı, tabii gerçek insanlar buna gönüllü girmeyeceği üzere, buradaki yönetilen karakterler idama gidecek olanlardan seçiliyor, belli sayıda karşılaşmayı kazanırsa serbest kalıyorlar, fakat şu ana kadar bunu başarabilen olmamış, buna tek yaklaşan ana karakterimiz ve onu yöneten ergen veledimiz. Anlaşılacağı üzere esas olay bu oyundaki karakterimize ve onun hikayesine dayanıyor.

Surrogates
Surrogates ise, herkesin kendisi yerine gerçek gibi gözüken maketleri (filmdeki adıyla “suret”leri) yönettiği, bu şekilde evden çıkmadan işini gücünü gördüğü, zarar görme kaygısı yaşamadan fantastik şeyler deneyebildiği bir gelecekte geçiyor. Bir gün bir suretin ilginç bir şekilde öldürülmesi ve ona bağlı olan insanın da ölmesiyle (ki bu film evreninde imkansız olarak bilinen bir şey o zamana kadar) filmimiz açılıyor.

İkisine dair güzel incelemeler zaten Çavlan’ın yazılarında mevcut, ben blogun yüzeysel insanı olarak aklıma gelenleri maddeleyeceğim:


İyi Şeyler

Gamer
Michael C. Hall: Dexter’in seri katili, Six Feet Under’ın kıdemli ve ezik gay’i, filmdeki oyunları yaratan dünyanın yeni en zengin adamını da iyi oynamış, bekleneceği gibi. (Filmdeki TV söyleşisine çıplak ayak ve terlikle çıkması, Facebook’un yaratıcısı olan 21 yaşındaki elemanın zamanında aynı şekilde konferanslara çıkmasına bir gönderme olabilir mi?)

Surrogates
Makyajlar: İnsanların yönettiği suretler pek bir psikopat olmuş canım. Gerçek insanları Poser’da hazırlanmış başarısız 3d modeller gibi göstermek çok kolay olmasa gerek, amacına ulaşmış.

Bruce Willis: Bildiğimiz Bruce Willis işte, düz karakteri bile oynamış bi şekilde.


Kötü Şeyler

Gamer
Senaryo: Gelecekte oyunlar falan bir sürü şey var ama filmin konusu bu değil tabi ki.. Kaslı (ve sıkıcı), karizmatik (ve bayık), gizemli (ve pek zeki olmayan), mağrur (ve düz) karakterimiz komplo sonucu mahkum olduğu idam cezasından kurtulup, oyundan dışarı çıkıp, Society oyununa hapsolmuş karısını da (bu karı da sıkıcı ötesi) kurtarmak istemektedir. (Kendini alemlere vermek istese ne fark edecekti anlamadım, tüm hareketleri bir çocuk tarafından yönetilen bir adamdan bahsediyoruz ya, neyse..) Bir de bu adamı yöneten çocuk var, o da öyle duruyor işte ortamda, arada kızlara sms çekiyor falan, böyle afilli ekranlar falan kayıyor etrafında. Ha bir de Dexter’ı oynayan adam var, o da TV’lere çıkıp konuşuyor falan. Özetle konu yok.


Michael C.Hall: –Ne işim var bu filmde yahu?

Karakterler: Eğer karakter diye bir şeyden bahsetmek mümkünse.. En ilginç karakterin 20 sene öncesinden kalma "gerçek hayattan kopmuş zavallı asosyal şişman ve abaza oyuncu" stereotipi olduğu bir film düşünün. İşte Gamer o film.

Atmosfer: Aksiyon ortamının hastasıyımdır ama Van Helsing’den sonra ilk defa bir filmde aksiyon sahnelerinde sıkıldım yahu. Yıl olmuş 2009 artık, daha iyisini bekliyor insan. Gidip Gears of War oynamak varken neden bunu izleyeyim ki.. Efektler falan da değil yani derdim.. Pacing diyorlar ya hani, ne diyoğ siz Tüğkler ona, olmuyor azizim o olmayınca..

Surrogates
Bruce Willis'in sarı saçlı hali: Şunu anlıyorum, suretler gerçek insanlara göre fazla pürüzsüz ve mükemmeller, ama bu ayrımın gözümüze sokulması amacıyla ekranda sarı saçlı Alman pornocusu kılıklı bir Bruce Willis izlememiz gerçekten gerekiyor muydu, bilemiyorum..

Filmin sonu: Filmin sonu güzel de, fragmanda göstermeseymişsiniz iyi olurmuş.


Sonuç (Ve kazanan...)

İlla bir kazanan olacaksa sanırım sinema sahibi diyebiliriz, zira iki film de ortalamaya oynuyor, fakat her ne kadar aklımızda bir sürü cevapsız soru bırakmış olsa da, Surrogates çok daha derli toplu bir filmdi açıkcası (Pazar gününe atmak iyi fikirmiş). Gamer ise oyunları ve oyuncuları bu kadar tekdüze gösterirken, kendisi sunduğu 2 saatlik sıkıcı deneyimiyle, o süre zarfında oynayacağınız bedava bir flash oyununun verebileceği heyecanın onda birini bile veremiyor.


Gamer 8-bit extended version (bu versiyonda konu da olacakmış)

Son not: Gerard Butler. Kasların ve sen çok sıkıcısınız.

Surrogates: Çerez

Yönetmen: Jonathan Mostow
Yazar: Michael Ferris & John Brancato (senaryo), Robert Venditti & Brett Weldele (çizgiroman)
Oyuncular: Bruce Willis, Randa Mitchell
Tür: Aksiyon|Bilim Kurgu|Gerilim
Yapım yılı: 2009
Süre: 88 dk.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
IMDB Puanı: 6.5/10
Çavlan'ın Puanı: 5.9/10
Umut'un Puanı: 5.1/10

Sıradan insanların evlerinde, bornozları ve eşofmanlarıyla yattıkları, kablolarla bağlandıkları elektronik cihazların onlara, yaşamlarını onların yerine yaşayan son derece çekici Suretlerini kontrol etme/izleme olanağı tanıdığı bir dünya düşünün. Filmin hikayesinin temeli, çok sağlam bir fikir üzerine kurulmuş –uyarlama zaten.- Çok da uzak olmayan bir gelecekte, sibernetik ve sanal gerçeklik geliştirilip birleştiriliyor, böylece Suretler doğuyor. Suretler, insanların yerine geçen, günlük işlerini yapan sibernetik bedenler, insanlar tarafından sadece düşünerek yönetilebiliyorlar; insanlar, hayatlarını satın aldıkları bu robotumsu kuklalar üzerinden yaşıyorlar. Evler dışındaki yaşam yerini tamamen suretlere bırakmış durumda, işyerlerinde, yollarda, barlarda sadece suretler var. Ki bu arada hafif sümüklüböceği andıran insanlar had safhada spor salonu, kuaför ve cilt bakımı (belki de güneş ışığı ve temiz hava?) ihtiyacıyla dört duvar arasında öylece yatmakta.

Suretler, kesinlikle sahiplerinden bağımsız hareket edemiyorlar. Yani filmdeki tehdit, pek çok örneğine alışık olduğumuz insanların kendi yarattığı robotlar değil. Ortada yapay zeka yok, kontrol tamamen insanlarda, tehdit de insanlardan geliyor doğal olarak. Suretler sayesinde insanlar hep görünmek istedikleri şekilde görünüyor, evden dışarı adımlarını atmayarak da öldürülme ya da bir kazada ölme gibi riskleri azaltıyorlar. Sanırım insanlara asıl çarpıcı gelen, sahte bir güven duygusuyla bir koltukta otururken 20 sene öncesine dönebilme, ya da 20 kilo geriye gidebilme şansı.. Suretler, biraz mekanik olsa da sıradan insanlar gibi hareket ediyor, hatta ciddi trafik kazalarında çok yara almayarak, yükseklere zıplayarak, çok hızlı koşarak olağandışı şeyler de yapabiliyor.

Senaryo, bu teknolojinin saklı anlamlarını çok basit, siyah-beyaz çelişkisinden öte keşfe çıkmak için hiçbir çaba sarf etmiyor. Film diyaloglara şaşırtıcı derecede ağırlık veriyor, oysa söyleyecek anlamlı bir şeyi yok.

Surrogates’ın ilk sahneleri (belgeselimsi bir havada başlıyor) beni çok heyecanlandırdı, uzun zamandır ilk kez iyi bir bilimkurgu izleyeceğime inandırdım kendimi, heveslendim. Maalesef, çok kısa sürede gereksiz aksiyon sahneleri ve zorlama gibi duran kalıplaşmış duygusal öğeleriyle bambaşka bir yöne gitti film.

Suretlerin dünyasını gösterirken cimri davranmış senaristler, öyküyü ilk noktadan ikinciye getirmeye yetecek kadar verilmiş hep. Kavramsal seviyede Suretlerin dünyası büyüleyici, o yüzden yazık olmuş.

Filmin yönetmen koltuğunda Terminatör serisinin en kötü (Terminator 3: Rise of the Machines) filmine imza atan Jonathan Mostow var. Senaryosu ise, Terminatör’ün 3. ve 4. filmlerinin senaryo yazarları Michael Ferris ve John Brancato’ya ait. Bu isimlerin çalışmalarını Surrogates’tan önce beğenmiyordum. Kesin bir şekilde söyleyebilirim ki Surrogates, bu konudaki fikrimi değiştirmedi.

Willis her zamanki gibi vasatın üstü diyebileceğimiz, özellikle ‘günlük hayattaki kahraman’ rolünü iyi kotaran bir oyunculuk sergilemekte. Zaten karakteri pek derinleştirilebilecek bir karakter değil, evliliğini kurtarmaya çalışan acılı baba, gereğinden fazla klişelerle bezeli bir FBI ajanı olmuş, ki özellikle Willis’in yani başrolün suretinden farkını –sarı peruk dışında- anlatamamış olmak, büyük eksi senaristler için. Mamafih (bu sözcüğü hep kullanmak istemiştim evet), hiçbir karakter için yer verilmiyor bu farka filmde; sadece dış görünümlerinde kalıyor tezatlık. Sims gibi simülasyon oyunlarında kendilerini yaratıp, simlerine kendilerinden son derece farklı karakterler yükler insanların çoğu. Bu, fikir olarak dahi irdelenmiyor filmde.

Suretlerin gencecik, yapılı saçlı, formda vücutlu tipler olması tamam da, gerçek insanların tümünün, istisnasız tümünün orta yaşlı ve çökmüş olmasını, çok ciddi cilt sorunları çekmesini biraz fazla creepy buldum şahsen. Elbette ne denmeye çalışıldığını anlıyorum, onlar ‘insan’ tüm zaaflarıyla, üstelik salıvermişler kendilerini vs. vs., gene de bırr..

Suretlerin kullanımıyla ilgili belirtilen neden, suç oranını düşürmek, ve fantezilerin gerçekleşmesine izin vermek. Fakat bu hedefler birbirine aykırı geldi bana. Suretler tarafından uygulanabilecek arasında en temel keyfi davranışlardan biri şiddet olmaz mıydı? Irkçılığın yok olmuş olması anlaşılır, eğer isteyen istediği ırka sahip olabilirse, ırkçlığın icabına bakar bu, tamam, ama Suretleri olan insanların işledikleri suçun niçin yok derecesinde az olduğuna dair ikna edici bir açıklama yok filmde: Elbette öldürmek anlamsız olurdu (çünkü Suret zarar gördüğünde onu yöneten insana bir şey olmuyor prensipte), ama hedefi cinayet olmayan şiddetin her türlüsü ve hırsızlığın, tersine artmış olması gerekmez mi? Aydınlatılmayan bir diğer nokta da insanlar ve suretleri arasındaki duyular. Restoranlarda masalar hâlâ var mı örneğin, yoksa sadece evlere sipariş servisi mi veriyorlar? Yemeğe çıkmak silinip gidemeyecek kadar köklü bir sosyal aktivite, ne oluyor Suretler ‘yemeğe çıktıklarında’? Suretler, örneğin transeksüeller için ideal çözüm gibi duruyor. Bıçak altına yatmaya gerek yok, avatarlarının cinsiyetini değiştirmeleri yeterli. Ama bu onları tatmin ediyor mu? Gerçek bedenler rafa kaldırılmıyor sonuçta, oradalar hâlâ, tuvalete gidiyor ve yemek yiyorlar (belki yemeklerini de Suretlerine hazırlatıyorlardır?). Bu bir diğer meseleye getiriyor beni: Eğer yaşamınızı yatarak geçirirseniz, kaslarınız çok kısa sürede tembelleşir ve Willis'in karakteri gibi aksiyona girmek şöyle dursun, yataktan kalkıp yürümeniz dahi zorlaşır. Hm, belki de kahramanımız egzersiz yapıyordu ara sıra, insanların çoğunluğundan farklı olarak. Gene de bunlar, filmin (belki de akıllılık ederek) değinmediği noktalar.

Ana hikayeyi biraz olsun derinleştiremezken yan hikayelere kasmış film, oysa bunların çoğu bana artık omuz silkilesi klişeler gibi geliyor: Kahramanımızın mutsuz bir evliliği var çünkü çocuklarını bir kazada kaybetmişler, filan fıstık. Surrogates’la ilgili en mühim şikayetlerimden biri, bana göre en vurucu sahnesinin fragmanında gösterilmesi. İşin kötüsü, bu sahne filmin son dakikalarına ait, yani ciddi bir spoiler vermişler. Amaç seyircinin merakını cezbedecek çarpıcı bir fragman çıkartmak ortaya tamam, izleyiciyi filme çekmiş de oluyor üstelik, ama fragmanı izledikten sonra geriye bir şey kalmıyorsa, filmi ilk kez izleyen seyirci sonunu bilerek seyrediyorsa o seyircinin öfkelenmesi çok doğaldır (seyirci=ben). Yazık seyirciye.

Toparlamak gerekirse, yılın en iyi filmlerinden biri değil Surrogates. İyi bir bilimkurgu bile denemez kendisine. Ama gene de hoş bir seyirlik. Alt metni sağlam öncelikle. Çok yüzeysel kalmış, buna rağmen eli-yüzü düzgün denebilecek bir film çıkmış ortaya (çizgiromanı çok iyiydi belki). Eğer hafif bir aksiyon-bilimkurgu izleyip kafa dağıtmaksa amaç, yani beklentiler düşükse, izlerken iyi vakit geçecek demektir.

Gamer: Beyniniz itinayla uyuşturulur

Yönetmen: Mark Neveldine, Brian Taylor
Yazar: Mark Neveldine, Brian Taylor
Oyuncular: Michael C. Hall, Gerard Butler
Tür: Aksiyon|Bilim Kurgu|Gerilim
Yapım yılı: 2009
Süre: 95 dk.
Ülke: ABD
Dil: İngilizce
IMDB Puanı: 5.8/10
Çavlan'ın Puanı: 3.1/10
Umut'un Puanı: 3.2/10

Filmin teması Surrogates’a çok benziyor (ya da ben, ikisini de arka arkaya izlediğim için gereğinden fazla bir paralellik kurdum). Ama Surrogates’tan farklı olarak, Gamer’da insanlar suretleri değil, diğer insanları kontrol ediyor. Bu teknoloji, ilk olarak ‘Society’ isimli bir online oyunda kullanılıyor, günümüzdeki RLD’e benzer bir sanal gerçeklik oyunu bu, başka insanları kullanarak, onların bedenlerini yöneterek yolda geziniyor, başkalarıyla muhabbet ediyor, dans ediyor ve bol bol da seks yapıyor insanlar koltuklarından kalkmadan. Bir süre sonra, Slayers isimli bir başka oyun doğuyor bu teknolojiden, idam mahkumları konsol cankileri tarafından kontrol edilerek bir savaş alanına atılacak, bilmemkaç level sonra hayatta kalmayı başarırlarsa da serbest bırakılacak, özgürlüklerini kazanacaklardır. Tabii ki hiçbir mahkum 3. seviyeyi dahi geçemezken, Kane son aşamayı oynamak/oynatılmak üzeredir... Bu Kane kahramanımız oluyor, son derece itici, suratında her an kusacakmış gibi bir ifade olan bu sıkıcı ‘kahraman’, elbette haksız yere hapsolmuş iyi bir aile babası, amacı kaçıp şu an Society’deki kuklalardan olan karısını kurtarmak ve kızına kavuşmak.

Bu film aklıma Running Man isimli 80’lerin filmini getirdi. Filmden çok uyarlandığı romanı hatırlıyorum, büyük ihtimal çok iyi bir film de değildi, ancak Gamer’dan 85 bin kat daha iyi olduğuna bahse girerim. Stephen King’in bir kitabıydı ve kitaptan, daha doğrusu çizdiği gelecek resminden çok etkilenmiştim. 12-13 yaşlarında olmalıyım, ama şimdi okusam gene de etkilenirdim gibime geliyor. Büyük bir benzerlik var bu iki filmin arasında; Running Man’deki kahramanımız hatırladığım kadarıyla bir mahkum değildi ama feci yoksuldu, zaten King’in çizdiği gelecekte sadece çok fakir ve çok zenginler kalmıştı, fakirler de yaşamlarını idame ettirebilmek için en basit sözcükle ‘zalimce’ olarak tanımlanabilecek game showlarda yarışmak zorunda bırakılıyorlardı ve kahramanımız, birkaç sene önce Türkiye’de benzeri de çekilen Kaçak benzeri bir yarışmaya katılıyordu, yarışmanın sonunda büyük bir para ödülü vardı, fakat o güne dek ödülü kazanan olmamış, her katılan kaybetmişti. Bu ekstrem 'yarışma'da kaybetmek, ölmek anlamına geliyordu. Çünkü amaç sadece kaçmak değil, aynı zamanda da hayatta kalmaktı, avcıların işi yarışmacıyı bulup öldürmekti, halk da gördüğünde avcılara teslim ederek (ya da belki öldürerek?) katılıyordu bu yarışmaya... Yarışmacı gidip dört duvar arasına da saklanamıyordu, çünkü her gün kendi görüntülerini kaydedip bu kayıtları TV’ye göndermek zorundaydı. Hımm, bu yazı Azrail Koşuyor (kitabın Türkçedeki adı) eleştirisine dönüşmeden Gamer’a dönmeli.

Yani, Gamer hem Running Man’den, hem de Cronenberg’in leziz ExistenZ’inden bir takım elementler alıp karıştırıyor, ama ikisinin de tırnağı kadar bile olamıyor bunu yaparken. Başroldeki Gerard Butler ona verilen asgari diyaloğa rağmen çok başarısız (çünkü bakışları dahi sinir bozucu), ancak Dexter’dan bilip sevip saydığımız, başımızın üstünde yeri olan Michael C. Hall karizmatik kukla oynatıcısı rolünde minik harikalar yaratmış. Minik harikalar, çünkü film genel olarak bir facia. Yapabileceği kadarını yapmış, elindeki materyali sonuna kadar kullanmış ama Hall.

Gamer olasılıkların sınırsız olduğu bir konuyu alıp son derece sığ bir şekilde işlemiş ('işlemek' doğru kelime olmadı tabii ki, cılız işleme girişimlerinde bulunmuş diyeyim), Slayers örneğin, son derece ilkel bir first-person shooter gibi görünüyor, dakikalarca kalıntılar arasında birbirine ateş eden oyuncuları izlemekten içinize bay geliyor. Bazı sahneler beyni uyuşturan, bazen de neredeyse acı veren bir deneyime dönüşüyor filmi izlerken.

İletişim endüstrisi ve onun aşikar bir şekilde bir nevi evrensel hub’a –herkesle iletişim kurabilir, hatta bir başka insanın hareketlerini ‘kontrol’ edebiliriz- doğru gidişiyle ilgili bir şeyler söylemek istiyor bu film belli ki. Ama amacına ulaşamıyor, yüzeysel ve hayal kırıklığı uyandırıcı başarısız bir girişim olmaktan öteye gidemiyor.

Medyanın insanlığın karanlık doğasıyla ilgili olan saplantısı ve halkın onu sürekli olarak beslemesi –ve ondan beslenmesi- ile ilgili bir şeyler söylemek istiyor belli ki, ama ironiktir, bize bolca şiddet verirken, dikkate değer hiçbir içerik sunamıyor.

Yönetmenler, filmin etkili olabilmesi için kitaptaki her numarayı kullanıyorlar, ama hiçbiri işe yaramıyor. Gamer kendini çok ciddiye alıyor ve o banal, şişirilmiş tarzının arkasında da, aslında hiçbir şey söylemiyor.

27 Ekim 2009 Salı

Öğrencinin Başarısını Neler Arttırıyor...

Türkiye'de yapılan bir araştırmada, kendine ait bilgisayarı ve çalışma masası olan öğrenciler daha başarılı.

Geçtiğimiz günlerde yapılan Uluslararası 5. Balkan Eğitim ve Bilim Kogresi'nde, Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) Fen Edebiyat Fakültesi İstatistik Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. İbrahim Demir ile aynı bölüm Araştırma Görevlisi Serpil Kılıç ve GENAR Araştırma Danışmanlık şirketi analistlerinden Özer Depren tarafından bir bildiri sunuldu. Bildiride, öğrencilerin matematik başarısı üzerine hangi faktörlerin ne derece etkili olduğunun belirlenmesi amacıyla yaklaşık 4 bin 500 ilk ve orta dereceli okul öğrencisi üzerinde araştırma yapıldığı kaydedildi. Araştırmada, anne ve babanın eğitim düzeyi, ailenin sosyo-ekonomik statüsü, öğrencinin okuduğu okul türü, matematiğin öğrenci için önemi gibi faktörlerin, çocuğun matematik performansı üzerinde nasıl bir etkiye sahip olduğu değerlendirildi. -ANADOLU, FEN VE ANADOLU MESLEK LİSELİLER, DÜZ LİSE ÖĞRENCİLERİNDEN DAHA BAŞARILI- 66 ilköğretim, 241 çok programlı lise, 520 Anadolu lisesi, 43 fen lisesi, bin 388 meslek lisesi, 171 Anadolu meslek lisesi, bin 955 düz lise öğrencisi toplam 4 bin 384 çocuğa, ''matematiğin kendileri için önemi, ebeveyn eğitim düzeyi, bilgisayar sahipliği, kendine ait çalışma masası sahipliğine'' ilişkin sorular yöneltildi. Verilen cevaplar değerlendirildiğinde, Anadolu liseleri, fen liseleri ve Anadolu meslek liselerine devam eden öğrencilerin düz lisede okuyan bir öğrenciye oranla başarılı olma ihtimali 51 kat olarak belirlendi. -ÇALIŞMA MASASI 2, BİLGİSAYAR 1 KAT BAŞARIYI ARTIRIYOR- Aynı değerlendirmede, öğrencinin kendine ait çalışma masasına sahip olmasının başarısını 2 kat, bilgisayarının olmasının ise 1 kat artırdığı sonucu ortaya çıktı. Araştırmada, bilgisayar sahipliğinin tek başına başarıyı etkileyen bir faktör olmadığı, bilgisayarın ne amaçla kullanıldığının önemli olduğunun altı da çizildi. Bilgisayarın sadece internet ve eğlence için kullanılmasının, öğrencinin başarısını düşürdüğü belirtildi. Ülkedeki okul türleri arasındaki başarı farklarının bir kez daha görüldüğüne işaret edilen sonuç bölümündeki değerlendirmede ise çalışma masası ve bilgisayara sahip olmanın başarıya etkisinin bu araştırmayla görüldüğü belirtildi. Türkiye'deki her ailenin sosyo-ekonomik durumunun çalışma masası ve bilgisayar imkanlarını sağlayamayacağı gerçeğinin altı çizildi. Araştırmanın, öğrencilerin evlerinde çalışma masası ve bilgisayar bulunmasa dahi, okullarında bu imkanlara sahip olabilmeleri için devletin, coğrafi bölge ayırmaksızın her yöreye yatırım yapmaya elverişli bütçe planları yapması gerekliliğini ortaya çıkardığı kaydedildi.

Okul Zili Bugün TRT 3'te Çalıyor...

Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve TRT, 'domuz gribi' ile mücadele kapsamında ortak bir proje başlattı.

Milli Eğitim Bakanlığı ile TRT arasında, yayınlanacak dersler konusunda protokol imzalandı. Buna göre Ankara'da okulların bir hafta tatil edilmesi dolayısıyla bugünden itibaren TRT 3'te 07.00 ile 14.00 saatleri arasında canlı eğitim ve öğretim yayınları yapılacak. Daha sonraki dönemlerde de Türkiye'de herhangi bir okulda eğitime ara verildiğinde, o dönemin müfredatı TRT 3'ten canlı verilecek. Bunun yanı sıra Milli Eğitim Bakanlığı, domuz gribinin yayılma hızını yavaşlatmak amacıyla ülke genelinde okulları 30 Ekim'de tatil etti. Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, velilerin öğrencileri okula göndermede gösterdikleri hassasiyeti, söz konusu saatlerde ekran başında olmalarını sağlama noktasında da göstermelerini istedi. Toplumun bir paniğe sürüklenmesi, özellikle ebeveynlerin çocuklarıyla ilgili kaygılarını daha yüksek düzeyde taşıyor olmalarının bu tedbirleri almalarını gerekli kıldığını ifade etti. Televizyon yoluyla eğitimin bir zorunluluk neticesinde doğduğuna dikkat çeken Çubukçu, derslerin 155 öğretmen ile yapılacağını aktardı. TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, yayınlarla ilgili şu bilgiyi verdi: "Yayınlar hafta içi sabah 07.00'de başlayacak 14.00'te sona erecek. Sadece salı günü Meclis'in açık olması ve grup toplantıları nedeniyle sabah 07.00'de başlayıp 10.00'da bitecek." Kapsama alanı yüzde 100'e yakın olduğu için yayınların köylere mezralara kadar izlenebileceğini dile getiren Şahin, sadece karasal değil, uydu ve kabloda da yayın yaptıklarını anımsattı. ÖĞRENCİLER KASIM SONUNDA AŞILANACAK Sağlık Bakanı Recep Akdağ, okullarda kasım ayının son haftası aşılamanın başlayacağını ve ocak ayına kadar devam edeceğini söyledi. Aşının bir takvime bağlı olarak Türkiye'ye getirileceğini belirten Akdağ, aşının diğer ülkelerce de kasımdan itibaren yaklaşık 4 aylık süre içinde temin edileceğini bildirdi. Hastalıkla ilgili paniğe kapılacak bir durumun olmadığını ifade eden Bakan, bireysel tedbirlerin önemini tekrarladı: "El yıkama çok önemli. 5 ay birbirimize sarılmayı, öpüşmeyi, el sıkışmayı erteleyebilirsek hastalığın yayılma hızının azalmasında yararlı olacağına inanıyorum." Bu arada YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, domuz gribi ile ilgili alınan önlemler kapsamında üniversite öğrencilerinin aşılanması için Sağlık Bakanlığı'na bir yazı yazarak, "Eğer bir şey olursa öğrencileri aşılamaya hazır olun." diyeceklerini bildirdi. Bu talebi birkaç kez Sağlık Bakanı Recep Akdağ'a sözlü olarak ilettiğini belirten Özcan, "Domuz gribi nedeniyle üniversitelerde tatil yok." dedi.

Hacettepe Üniversitesi'nde Provokasyon...

Hacettepe Üniversitesi'nde ideolojik amaçlı stant açmak isteyen bir grup öğrenci, üniversite güvenlik görevlilerini darp etti.

Güvenlik güçlerinin müdahale ettiği olayda bir polis memuru bıçaklanarak yaralandı. Edinilen bilgiye göre, sabah saatlerinde HÜ Hazırlık bölümü önünde ideolojik amaçlı stant açmak isteyen bir grup öğrenci ile özel güvenlik görevlileri arasında tartışma çıktı. Güvenlik görevlilerinin öğrenciler tarafından darp edilmesinin ardından üniversite yönetimi, emniyet güçlerinin olaya müdahale etmesini istedi. Güvenlik Şube Müdürlüğü ekiplerinin ilk müdahalesine, bir grup öğrenci bıçakla karşılık verdi. Bu sırada bir polis memuru bıçakla yaralandı. Öğrenciler daha sonra üniversite bünyesindeki kütüphaneyi işgal etti. Bunun üzerine üniversiteye çağrılan Çevik Kuvvet ekipleri olay çıkaran öğrencilere müdahale etti. Olaylarda yaklaşık 70 öğrencinin gözaltına alındığı bildirildi. Bu arada, üniversiteye hizmet veren özel güvenlik görevlileri, olaylarda görüntü almak isteyen basın mensuplarına saldırdı.

25 Ekim 2009 Pazar

Okçuluk Bizim Ata Sporumuzsa Sahip Çıkalım



OKÇULUK BİZİM ATA SPORUMUZ AMA ...

-Kendi ellerimizle yıllarca uğraşarak yaptığımız (TÜRK-OSMANLI) yaylarımızla oku 800 metrenin üstüne attığımız zamanlarda, İngiliz'lerin longbow yayları oku 200 metreye zor atıyordu, bakın şimdi onlar nasıl sahip çıkıyor geleneksel okçuluklarına.
Lütfen resimlere bakın:
http://picasaweb.google.com/catherine.mooyaart/MarchOfTheArchers500Years11Oct09ArchersPhotos#

Kusulası Edward Cullen Çılgınlığı

Dünyanın dört bir yanındaki 11-19 ve 40-55 yaşları arasındaki kızlar/kadınlar, yaşamlarındaki boşluğu doldurmak için düşsel bir karakterin yaratılmasını bekliyorlarmış meğer: sonsuza dek 17 yaşında kalacak olan, mermer tenli, seksi kollu, sarı gözlü vampir Edward. Çocuk yapmaya ya da dine dönmeye benzetiyorum dünyayı saran bu Edward Cullen\Twilight çılgınlığını. Bkz. kanıt:


23 Ekim 2009 Cuma

Çocukluk Oyunlarım 3 – Amiga Özel (A-H)

Bu serinin ilk yazısında belirttiğim gibi, amiga sahibi olmadığım halde, esas olarak amiga sayesinde oyunları sevmiştim. Zaten eve PC girdiğinde de ilk oynadığım oyunlar amiga’dan uyarlanmış olan oyunlar olnuştu, tabi çoğu, amiga'daki gibi güzel seslere sahip değildi ve bazıları grafik olarak da daha sönük dururdu, ama yıllar geçtikce PC kalıcı olarak yerini sağlamlaştırdı ve amiga yok oldu. Her şeye rağmen o dönem amiga, bir daha belki de hiçbir benzeri görülmeyecek olan farklı ve yaratıcı oyunlara ev sahipliği yapmıştı.

Tabii ben böyle diyorum ama, bana muhteşem gelen o grafiklerin bir kısmını Çavlan gördüğünde dayanamayıp “ya bu ne, rezalet bunlar” dedi. Bu tepkiyi o zamanlar oyun oynamamış tiplerin göstermesi normal tabii ama Çavlan öyle de değil. Bir sürü adventure falan oynamış. Düşündüm düşündüm şuna bağladım grafikleri beğenmemesini sonunda (ühühh kötü değiller işte): Eski zamanlarda (90 başları oluyor bu), adventure oyunları (icon adventure’lar tabii ki), diğer türlere göre genelde her zaman güzel grafikleriyle dikkat çekmişlerdir (Maniac Mansion’ı tenzih ederim, herhalde yılı da daha eskiydi onun), zira oyunlarda grafik dışında fazla belleğe ihtiyaç duyan, performans gerektiren öğeler pek olmaz. Shooter/aksiyon/frp türlerindeki oyunların oynanış tarzından kaynaklanan bir sürü hafıza gereksinimi vardır oysa (ekranda bir sürü objenin hareket etmesi ve birbirleriyle etkileşime girmeleri, daha kompleks arayüzlere duyulan bölümler olması ve tüm bunlar olurken oyunun hızının belli bir oranda kalması gerekliliği gibi), haliyle de oyun yapımcıları kafalarına göre her tarafa kocaman grafikleri dilediklerince dağıtamazlardı.

Bu dediğim kısıtlamaların doğurduğu şeylerden biri de, gerçekçiliği yakalamayı amaçlayan çalışan yapımcıların, bu yolda kullandıkları yöntemlerdi. Bu yöntemler de bazen benzersiz estetiğe sahip oyunlar çıkarırdı. Bugünün oyunları ya çok gerçekciler, ya da sadece yaşlılar ve beceriksizler oynayabilsin diye yapılmış olan şeyler. Tamam, haksızlık yapmayayım en azından oyunun ortasında disket değiştirmekle falan uğraşmıyoruz. Ayrıca elimizin altındaki binlerce bedava flash oyununa para bile ödemezken pek söylenmeye hakkım yok.

Esasında şaka maka eskiye dönmeye hiç meraklı değilim ve mevcut imkanlar sayesinde her gün muhteşem oyunların sayısı da artıyor, birkaç sene önceki gibi tüm oyun piyasası sadece büyük firmaların elinde çürümeye mahkum değil, bir sürü bağımsız ve yaratıcı oyun ekipleri cirit atıyor etrafta. Benimkine bir nostalji diyelim ve oyunlara geçelim o zaman:

Alien Breed

Aliens’ın (2. Alien filminin yani) konseptini birebir araklayarak yapılmış olsa da, gerek o dönem bu hissi veren başka oyun olmadığı için gerekse de oyunun grafikleri ve sesleri muhteşem olduğu için inanılmaz takılmıştım bu oyuna. Bilmiyorum, belki de oyun deneyimi henüz bu kadar “sosyal” olmadığı içindi; Facebook’tan birbirimizin tarlasını ziyaret etme şansımız yoktu, oyunlarda multi-player denen şey de bugüne nazaran inanılmaz azdı. Eninde sonunda yalnız oyun oynanan zaman sayısı, başkalarıyla birlikte olana göre çok daha fazlaydı. Ben de böyle tanımıştım Alien Breed’i, karanlık bir odada tek başıma tam ekran oynayarak (bu tam ekran olayı önemli yahu, tamam şimdi alien breed’in aynısını flash oyunu olarak da yaparsın belki ama atmosfer falan kalmıyor sağda solda reklamlardan falan).


Hiçbir insanın kalmadığı korkutucu uzay üssünde, yaratıklardan zar zor kaçıp bulduğumuz terminallerdeki kadının sesi bizi hayata bağlardı: “Welcome to Intex System”

Disposable Hero

Shooter türü en kral zamanlarını Amiga’da yaşamıştı, Project X olsun Silk Worm olsun shooterlar pek modaydı o dönemler. Benim en sevdiğim shooter ise Disposable Hero’ydu, çünkü 1) Başka shooterlardan çok haberim yoktu (Oha diyenler için: Hatırlarsanız benim amiga’m bile yoktu, arkadaşlarda oynardım) 2) Grafikleri muhteşem yaratımlar içerirdi; metamorfoz geçirmiş yarı robot yarı yaratık garip canlılar orada burada uçar, bazen aşağıdaki garip renki sudan çıkıp bize ateş falan atarlardı. Üzerine iniş yapabildiğimiz üst kısımları şeffaf kubbe olan üsler vardı bir de, oralarda silah falan alırdık. O kadar aksiyonun içinde kaçılabilecek, konulabilecek yerler olması çok heyecan verici gelirdi, pilotun biraz olsun ayaklarını uzatıp dinlendiğini, gemi onarılırken dışarıdaki hengameyi izleyerek kahve içtiğini, stres attığını falan düşünürdüm.



Ecstatica

Kabul edelim, 3d oyunların güzelleşmesi için oldukça zaman geçmesi gerekti. Birçoğunuz koyduğum önceki beğenmemiş olabilir, ama daha o zamanlarda çoktan furya olmuş olan 3d yüzünden gözümüzün neler çektiğini bilseniz bana hak verirdiniz: Üçgenlerden oluşan tek renkli ağaçlar, yine tek renkli küp kafalı ve maymun gibi yürüyen adamlar, saçma sapan animasyonlar.. Ecstatica da bu ekoldendi ama tek farkla, grafikler küplerden ve prizmalardan çok elipsoidlerden oluşuyordu, tüm karakterler esnetilmiş kürelerden oluşuyordu yani(bunun o zamanlar için bir “feature” olduğunu tahmin ediyorum ama nasıl olduğuna dair hiçbir fikrim yok). Her şeye rağmen Ecstatica atmosferli oyundu, o dönemin Silent Hill’i gibiydi, bir nevi ortaçağ survival/horror. Kamera açıları spastik gibi değişirdi ve karakteri kontrol etmesi zor olurdu ama tırsardık inanılmaz. Hiçbir açıklama olmadan, yolunun üzerindeki kasabaya uğradığında kimsenin kalmadığını gören bir garip adamı oynardık, nasıl tırsmayalım.



Golden Axe

Golden Axe’ı önceden amiga’da görüp, sonradan kendi PC’imde oynadım ayıptır söylemesi (çok farklıydı grafikler), bayağı da ilerlemiştim sabredip (evet itiraf ediyorum, nostaljiye kaptırıp “ahh eskinin oyunları da şöyleydi böyleydi” yapıyorum ama eski oyunlar öküz gibi zordu ve çoğunu bitirmeye ya sabrım yetmezdi, ya da -arkadaşta falan oynuyorsam- zamanım olmazdı). Golden Axe güzeldi işte. Onu bunu kesmediğiniz anlarda, küçük adamları tekmeleyip ıvır zıvır alıyordunuz, bazen biftek de düşüyordu tiplerden. Daha ne olsun.



Eye of The Beholder I & II

Yazının başında, kısıtlamalardan doğan ilginç oyunlardan bahsetmiştim ya. Aklımda Eye of the Beholder (ve bir sonraki tanıtacağım oyun olan Hired Guns) serisi vardı baştan beri, neden yazının bu kısmına sarktı bilmiyorum (alfabetik sırayla gittiğimden olabilir mi? :p). Peşinen söyleyeyim seri 3 oyundu, ben ilk ikisini oynadığım için başlığa üçüncüyü koymadım.

First person bakış açısından oynanan 3d oyunlar henüz yokken, bazı insanlar oturup “nasıl olur da 2d ile first person bakış açısıyla oynanan bir oyun yaparız” diye düşünmüşler ve Eye of the Beholder serisini yapmışlar. Bu oyundan önce aynı tekniği kullanan oyunlar var mıydı bilmiyorum ama bu ekol bu oyunla ünlü olmuştu (en azından benim çevremde). Oyundaki hiç bir şey 3d değildi, fakat 2d imajların bir araya getirilmesiyle 3 boyutlu bir ortamdaymışsınız hissini vermek için hazırlanmış bir görsel sisteme sahipti oyun.

(Meraklısına not: Yukarıdaki son cümlemde ifade ettiğime benzeyen teknik, Myst adlı ünlü adventure oyununda da var, ama Eye of the Beholder’dan tamamen farklı: her ekran tek bir imajdan oluşuyor Myst’te, karakterinizi ilerletince, bambaşka bir imaja geçiyorsunuz ve her imaj tek tek elle hazırlanmış. Eye of the Beholder’da ise bir nevi tiling sistemi mevcut, altyapıda tile’lardan tanımlanmış bir harita var, baktığınız yönde haritanın hangi tile’ları denk geliyorsa, ona uygun zemin imajı ekranın uygun köşesine, ona uygun duvar imajı yine ekranın uygun köşesine denk getirilip konuyor. Bir yöne döndüğünüz zaman 90 derece dönüyorsunuz, yani her zaman yatay ve dikey eksen üzerinde gezinebiliyorsunuz, ara açılar 3d olmadığı için haliyle yok. Bu sistem sayesinde Myst’e göre ortamlar daha tekdüze ve benzerdi, fakat haritalar çok daha karmaşık olabiliyordu, bu da FRP ruhuna daha uygundu ve bu şekilde daha hızlı çalıştıklarını da tahmin etmek güç değil.)



Oyunun konusuna ve oynanışına gelince, bildiğimiz standart dungeons&dragons evreninde geçen Eye of the Beholder'da, 4 kişilik partiyi yönetirdik (hepsi birlikte hareket ederdi, onların ortak görüşünü gösteren tek bir ekran vardı). Bir görevimiz vardı ama ne olduğunu hiç hatırlamıyorum, 1. oyunda Eye of the Beholder denen çok güçlü varlığı arıyorduk sanırım 2. oyun ise ormanda başlardı ve esas görevin geçeceği bir castle’ı bulur, orada devam ederdik. Muhtemelen ya kasabaya dehşet salan kötü büyücüyü ele geçirmek istiyorduk, ya prenses kaybolmuştu, ya da ikisi birden filan fıstık... (belki de yine Beholder’ı arıyorduk kim bilir, hatırlamıyorum)

Savaş söz konusu olduğunda saldırmasını istediğimiz adamın seçili olan silahına tıklardık (arkadakiler eğer menzile sahip bir silah kullanmıyorsa saldıramazlardı, ama menzile sahip bir büyüyle (mesela fireball) atak yaparlarsa önündeki arkadaşına yanlışlıkla zarar veriyor muydu hatırlamıyorum). Karşılaştığımız karakterler partiye eklenebiliyordu, ama bazen bu kötü sonuç veriyordu (sabah uyandığınızda yeni gelen elemanın eşyalarınızı çalıp gitmiş olduğunu görebiliyordunuz). Standart FRP öğeleri vardı işte, mezar kazarsanız partinizdeki rahip dellenip “gidiyom ben” diye tuttururdu, arada karşılaştığınız bazı tiplerle yaptığınız konuşmalarınız da oyunu etkilerdi vs vs. Delicesine background müzikleri yoktu, gösterişli değildi, ama köşede bucakta bulduğunuz garip ve köhne bir lokantadan çıkan beklenmedik güzellikteki yemek hissini verirdi kendinizi oyuna kaptırmak (Birçok diğer amiga oyununda olduğu gibi). Belki de içine girmesi bu kadar kolay olmadığı için, çaba sarfedip, zor arayüzlerle/düşmanlarla/levellarla boğuşup alttaki zevk veren katmana ulaşmak adına uğraşmak zorunda olduğunuz için farklı bir tad verirdi. Çünkü her ne kadar oyunun içine girmek (immersion dediğimiz hadise) daha zor olsa da (ki bunun savunulacak pek de bir şeyi olamaz esasında), oyunun üzerinde uğraşılmış olduğunu ve değeceğini fark ederdik. Şimdiki oyunlarda insanlar ilk dakikadan üşenip kaçmasın diye tutorial’lar ve instruction’lar yağabiliyor üzerinize.

Hired Guns

Bugünlerde bir oyunu açtığınızda, oyun zorsa ve daha başlardan takılırsanız oyuna küfreder ve kapatırsınız, bir daha da adını hatırlamazsınız (en azından iyi olarak). Sanırım o zamanki oyunların çoğu zor olduğu için ve grafik kalitesi olarak iyi şeyler sunan oyunlar da zor bulunduğu için, Hired Guns’da adamakıllı ilerleyememiş olsam bile aklıma unutulmaz bir oyun olarak kazınmıştır (Dos emülatörümde açıp oynamaya çalıştığımda hala çok ilerleyemeden ölüp kapatıyorum).

Evet, duymaktan sıkıldınız, muhtemelen katılmayacaksınız falan filan ama aynı şeyi yine söylüyorum: Oyunun grafikleri muhteşemdi. Oyun zaman olarak gelecekte bilmediğimiz bir gezegende geçerdi, bilimkurgu havası hakimdi. Görüntü sistemi Eye of the Beholder’daki gibiydi ve yine 4 kişilik bir parti yönetirdik (Seçebildiğimiz karakterlerin özelliklerini (strength, stamina gibi..) herhangi bir RPG oyunundaki gibi editlememiz mümkün değildi, onun yerine hazır karakterler seçerdik ama hepsi inanılmaz özelleşmiş ve farklıydı, mesela cyborg’lar suyun altında boğulmazken, seçtiğiniz sınıfın türüne göre yetenekler ve inventory de değişirdi).

Eye of the Beholder’dan farklı olarak partimizdeki elemanların hepsini ayrı ayrı yönetme şansımız vardı (bir tuşa basınca birlikte ya da ayrı hareket etmelerini sağlayabiliyorduk). Hatta klavyeyi ve mouse’u ayarladığınız takdirde 4 kişi aynı anda bu oyunu oynayabiliyordu. Henüz hiçbir tarz fps veya benzeri bakış açısına sahip oyun yokken, 3 boyutlu gözüken (fakat esasında olmayan) bir ortamda gezinip arkadaşınıza ateş edebileceğiniz bir ortam sunuyordu Hired Guns. Hepsine ait 4 ayrı bakış görürdük ekranda (bu da zaten düşük olan çözünürlükte işi iyice zorlaştırırdı ama buna rağmen grafikler çok hoş gözükürdü).

Hired Guns’ın önemli özelliklerinden biri, 3d ve first-person olan oyunlar yapılmaya başlandıktan sonra dahi çoğu oyunda uzun süre kullanılmayacak olan açık alanlara sahip olmasıydı. Bazı bölümlerde ufka baktığınızda sökmek üzere olan (fakat asla sökmeyen) şafağın siyahtan laciverte döndürmeye başladığı gökyüzünü görürdünüz ve uzaklarda ne olduğunu merak ederdiniz. Karanlık bir oyundu Hired Guns kesinlikle, uzak ve ıssız bir gezegende olduğunuz hissini çok iyi verirdi. Ayrıca oyunun detaylarıyla inanılmaz uğraşılmıştı, fantastik silahlar vardı (bir tanesi auto-sentry’ydi, bir yere kurduğunuzda önünden gelen geçen her şeye ateş eden bir turret kurmuş olurdunuz), aynı level içinde merdivenler ve asansörlerle farklı katlara çıkmak ve 3 boyut hissini daha iyi yaşamak mümkündü, su dolu alanlara düştüğünüzde farklı canlılarla uğraşıp nefessiz kalmamaya çalışırdınız vs.. Bunlar gibi bir sürü güzel detay oyunu benzersiz kılıyordu.



Şimdilik burada kesiyorum, serinin bir sonraki yazısında kaldığım yerden devam edeceğim.

Üniversiteliler 'Mülteci Olmayı' Anlatıyor...

10 üniversitenin güzel sanatlar fakültelerinden öğrenciler, resim, animasyon, heykel yoluyla “mülteci olmanın anlamını” yorumladı

Başkent, Bilkent, Doğuş, Erciyes, Gazi, Mersin, Mimar Sinan, Kocaeli, Süleyman Demirel, ve Maltepe üniversiteleri güzel sanatlar fakültelerinden öğrenciler, “mülteci olmanın” anlamını resim, animasyon, heykel, fotoğraf, karikatür, poster, kısa film ve dramadan yararlanarak yorumladı. Türkiye'nin değişik bölgelerinden 10 üniversitenin güzel sanatlar fakültelerinin katıldığı projede üretilen yapıtlar 26-31 Ekim ve 9 - 16 Kasım 2009 tarihlerinde Ankara'da düzenlenecek iki sergi ile beğeniye sunulacak. Ekim ayındaki ilk sergi Ankara Balgat Ceyhun Atuf Kansu Caddesi 122 numarada bulunan Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü'nde düzenlenecek. 9-16 Kasım tarihlerindeki sergi ise Bilkent Üniversitesi Merkez Kampüsü'nde yer alan Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi'nde yer alacak. Sergiler üniversiteleri de dolaşacak. Çalışmaların fotoğrafları ayrıca “site.mynet.com/unhcr.uni_faproject” adresindeki siteden izlenebilecek. Türkiye'de ilk kaz gerçekleştirilen projeyi 2008 akademik yılının başında Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) Türkiye Temsilciliği başlattı. Öğrencilerin çalışmaları 2009 yılının yaz aylarında sonuçlandı. Mültecilik konusunda toplumsal farkındalık sağlamak amacıyla gerçekleştirilen proje çerçevesinde üretilen sanat eserleri sığınmacılarla dayanışma ve misafirperverlik temalarını işliyor. Projenin bir başka amacının, geleceğin sanatçılarına mültecilik konusunda duyarlılık kazandırmak olduğunu belirten UNHCR yetkilileri "Mülteci olmanın zorluğunu kamu oylarına tarih boyunca en iyi bir şekilde sanatçılar anlattılar” dediler. Projeye katılan üniversitelerin güzel sanatlar fakültelerinde konuya ilgi duyan öğrenciler öğretim üyelerinin de yönlendirmesiyle, resim, animasyon, heykel, fotoğraf, karikatür, poster, kısa film ve drama alanlarında yapıtlar verdiler. UNHCR bu eserleri, Cenevre'deki BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne de ulaştıracak.

Suyu Tuvaleti Olmayan Okul Artık Değişti...

Ankara'daki Toygar Börekçi İlköğretim Okulu artık pırıl pırıl...

Veli ve öğrencilerin okulda suların akmadığını, tuvaletlerin 20 gündür kapalı olduğunu iddia etmeleri üzerine Milli Eğitim Bakanlığı devreye girdi. Okulda tüm tadilatlar tamamlandı. Ama okul yönetimi tadilat dönemine ilişkin pek çok soru ve iddiayı yanıtsız bıraktı...

Sınav Tarihleri Belli Oldu...

ÖSYM, 2010 yılı sınav takvimini ve ücretlerini belirledi.
google_protectAndRun("ads_core.google_render_ad", google_handleError, google_render_ad);
Üniversiteye giriş için ilk aşama olan Yükseköğretime Geçiş Sınavı'na (YGS) başvurular 11 Ocak-12 Şubat 2010, ikinci aşama Lisans Yerleştirme Sınavı'na (LYS) başvurular 3-14 Mayıs 2010 tarihleri olarak belirlendi. ÖSYM, 2010 yılı sınav takvimini ve ücretlerini belirledi. Buna göre, 11 Nisan 2010'da gerçekleştirilecek YGS'ye 11 Ocak-12 Şubat 2010 tarihleri arasında başvurular alınacak. Adaylar YGS için 35 lira ücret ödeyecek. İkinci aşama olan LYS'nin başvuruları da 3-14 mayıs 2010 tarihleri arasında yapılacak. Adaylar katılacakları her bir LYS için 20'şer lira ödeyecek. LYS-1 (Matematik-Geometri), LYS-5 (Yabancı Dil) 19 Haziran, LYS-4 (Sosyal Bilimler) 20 Haziran, LYS-3 (Edebiyat-Coğrafya) 26 Haziran, LYS-2 (Fen Bilimleri) 27 Haziran'da gerçekleştirilecek. Öğrenciler bu sınavlar için lise müdürlükleri ile ÖSYM sınav merkezi yöneticilikleri ve ÖSYM'nin internet sitesinden başvuru yapabilecekler. -KPSS- ÖSYM gelecek yıl lisans, ön lisans ve ortaöğretim mezunları için KPSS düzenleyecek. Lisans mezunları için 10-11 Temmuz 2010'da, ortaöğretim ve ön lisans mezunları için 26 Eylül 2010 tarihlerinde KPSS yapılacak. Lisans adayları 10-21 Mayıs 2010, ortaöğretim ve ön lisans adayları 31 Mayıs-2 Temmuz 2010 tarihleri arasında başvuru yapabilecek. Lisans mezunları 1. oturum için 35 lira, 2. oturum için 55 lira, 3. oturum için 75 lira, dördüncü oturum 95 lira ödeyecek. Ön lisans ve lise mezunları ise 35 lira sınav ücreti alınacak. -DİĞER SINAVLAR- ÖSYM gerçekleştireceği diğer sınavların tarihlerini ve ücretlerini de açıkladı. Buna göre, Kamu Personeli Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavı'nın (KPDS) ilkbahar dönemi 2 Mayıs 2010'da ve sonbahar dönemi 7 Kasım 2010'da gerçekleştirilecek. Üniversitelerarası Kurul Yabancı Dil Sınavı'nın (ÜDS) ilkbahar dönemi 21 Mart 2010, sonbahar dönemi 3 Ekim 2010'da yapılacak. Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitime Giriş Sınavı'nın (ALES) ilkbahar dönemi 9 Mayıs 2010, sOnbahar dönemi 21 Kasım 2010'da gerçekleştirilecek. KPDS, ÜDS ve ALES'in sınav ücretleri 40'ar lira olarak belirlendi. Tıpta Uzmanlık Sınavı'nın (TUS) ilkbahar dönemi 17-18 Nisan 2010, sonbahar dönemi ise 18-19 Eylül 2010 yapılacak. Adaylar bu sınav için 60'ar lira ödeyecek. Dikey Geçiş Sınavı 'da 4 Temmuz 2010'da düzenlenecek. Bu sınavın ücreti de 50 lira olacak.

22 Ekim 2009 Perşembe

Cem Ersever

Oktay Sinanoglu

Can Dündar Kitaplari

Atilla ilhan - Kimi Sevsem Sensin

e-kitap okuma rehberi : Gerekli programlar,indirme siteleri

e-kitap okuma rehberi:Gerekli programlar,indirme siteleri,özellikleri
E-kitapları indirdikten sonra okumak için gerekli programa sahip olmak gerekir. Benim ise en çok kullandıgım pdf formatıdır.Gerek düzeni gerekse okunuşu digerlerine göre daha iyi gelir bana.Pdf formatındaki kitapları adobe reader programı ile açabilirsiniz.İkinci bir dosya biçimide doc formatıdır.Doc formatındaki dosyaları ofis word ile açabilirsiniz.LİT dosyalarıda okuma ve boyut yönünden seçkin formatlardandır.LİT dosyasını microsoft reader programı ile açabilirsiniz.Diger formatlar için gerekli programların isimlerini ve veb sitelerini aşagıda verdim.
Küçük simgeler o formatı açan popüler programın bilgisayarınızdaki görünüşüdür.Bir bakıma küçük simgeler formatın türünü göstermektedir.


PDF
Kopya koruması :İteğe bağlı
Resmi websitesi :http://www.adobe.com/products/acrobat
Kullanılan programlar :Adobe Acrobat Reader


DOC


Kopya koruması :İsteğe bağlı
Resmi websitesi :http://www.microsoft.com/word
Kullanılan programlar :Microsoft Word


LIT
Kopya koruması :VAR
Resmi websitesi :http://www.microsoft.com/reader
Kullanılan programlar :Microsoft Reader



PDB ve PRC
Kopya koruması : İsteğe bağlı
Resmi websitesi :http://www.palmdigitalmedia.com/
Kullanılan programlar : Palm reader (http://www.palmdigitalmedia.com/help/palmreader/gu ide)


HTML
Kopya koruması :YOK
Resmi websitesi :http://www.w3.org/markup
Kullanılan programlar :Herhangi bir internet tarayıcı

RTF
Kopya koruması :YOK
Resmi websitesi :http://msdn.microsoft.com/library/e...tml/rtfspec. asp
Kullanılan Programlar :Microsoft word (http://www.microsoft.com/word)


TXT ya da ASCII
Kopya koruması :YOK
Kullanılan Program :Herhangi bir kelime işlemci


CHM
Kopya koruması :YOK
Resmi websitesi :http://msdn.microsoft.com/library
Kullanılan Programlar :Microsoft HTML Help


Djvu
taranmış resim dosyalarını, düşük boyutlu bir şekilde barındırma biçimdir. Sayfalar yapılarına göre düşük çözünürlüklü-yüksek çöznürlüklü olarak biçimlendirilir. Bu sayede yazıların olduğu alan çok az yer kaplar. Karakterler tanıtılmadığı için sözcük araması ya da e-kitabı işlemek/dönüştürmek oldukça zordur.DjVu’nun en önemli avantajı özgün kitabın sayfa yapısını tamamen koruması ve salt resim dosyalarına göre çok daha az yer kaplamasıdır.
programı indirmek için http://www.djvuzone.org/download/index.html

Technorati Etiketleri: , ,

21 Ekim 2009 Çarşamba

Bilimsel Bir Makale Nasıl Yazılır ve Yayımlanır?

BİLÜMSEL BÜR MAKALE
NASIL YAZILIR
VE YAYIMLANIR?
ROBERT A. DAY
‚EVÜRÜ
GÜLAY AŞKAR ALTAY


Bilimsel Bir Makale Nasıl Yazılır ve Yayımlanır?
Orjinal isim: An "ISI" Publication "How to Write and Publish A Scientific Paper"
Robert A. Day
TÜBİTAK Yayınları / Bilgi Dizisi

linkler: (3 alternatif)
http://www.turboupload.com/9nyztky5wvau/Bilimsel_Bir_Makale_Nasıl_Yazılır_ve_Yayımlanır_(kitap-indir.blogspot.com).pdf.html

http://www.2shared.com/file/8452745/f03653a3/Bilimsel_Bir_Makale_Nasl_Yazlr_ve_Yaymlanr__kitap-indirblogspotcom_.html

http://www.filefactory.com/file/a0hg982/n/Bilimsel_Bir_Makale_Nas_l_Yaz_l_r_ve_Yay_mlan_r_kitap-indir_blogspot_com_pdf

Alexandre Jardin'in Fanfan'ı

Alexandre Jardin'in yazdığı bu kitap yayınlandığı zaman (90'ların ilk yarısı sanırım) Fransa'da bestseller olmuş ve sinemaya uyarlanmış, ben de ilk önce filmini izlemiştim zaten. Sophie Marceau ve Vincent Perez oynuyordu, şirin sayılabilecek bir filmdi.

Robinson Crusoe'nun uzaktan akrabası olan 20 yaşındaki Alexandre, çuvalla sevgilileri olan anne babasına benzememeye kararlıdır. Sıkıcı ama istikrarlı bir hatunla nişanlanmıştır, böylece ebeveynlerine dönüşmemeyi, basit fakat huzur dolu bir yaşam sürmeyi garantiye almıştır sözde. Derken Fanfan'la tanışır ve bu muzip, özgür ve serseri ruhlu genç film yapımcısına deli gibi aşık olur. Hem Laure'a (nişanlısı) ihanet etmemenin, hem de Fanfan'a olan tutkusunun sönüp gitmemesinin yolunu, Fanfan'ı görmeye devam etmekte, ama onunla ilişkiye girmemekte bulur. Aşkları, ancak seks yapmadıkları ve birbirleri için ulaşılmaz kaldıkları takdirde sürecektir.

Romanda, aşka dair gelenekleri ters yüz ediyor Alexandre. Bir ömür boyunca nasıl aynı kadın sevilir, bu konuda bir hayli alışılmadık fikirlere sahip. Monogaminin monotonluk getireceğine kesinkes inanan kahramanımız, bunun kendi başına gelmemesi için, Fanfan'ın evinin bir duvarını yıktırarak karakollardaki sorgu odalarındakine benzer bir ayna yerleştirmeye (kızcağız kendi tarafından sadece bir ayna görürken, Alexandre Fanfan'ı izliyor) kadar götürüyor işi. Böylece, Alexandre'ın hastalıklı sayılabilecek ama eğlenceli beynine göre tabii, birlikte yaşayacaklar (daha doğrusu Alexandre Fanfan'la yaşayacak), ama ilişkileri eskimeyecek, sadece en güzel şeyleri paylaşacaklar, hiçbir zaman birlikte olmayarak da arzunun asla yitip gitmemesini sağlayacaklar; sıradan bir ilişki yaşayıp birkaç senede sıkılmaktansa, beklenti ve bilinmezlik onları (ya da sadece Alexandre'ı) çok daha mutlu edecek.

Can Yayınları'nın sitesinde tanıttığı gibi "erotik bir komedi" diye adlandırmak zor bu romanı. Tutku ve alışkanlığın çelişkisiyle ilgili zarif bir masal diyebiliriz belki. Çok orijinal, o yüzden okumaya değer.

Bu yazıyı, kitabın harikulade çevirisinden (!) bir pasajla kapatıyorum:
Alexandre: "Hayır, birlikte uyumadık, asla birlikte uyumayacağız!"
[Burada kast edilenin uyumak değil beraber olmak olduğunu en aptal insanın dahi anlayacak olmasını geçtim, söz konusu karakterler 'birlikte uyumuş'lar çoktan o noktada zaten, fark etmemiş mi acaba çevirmen?]

Bilkent İlköğretimde Eğitime Başlandı...

Domuz gribinin görüldüğü okulda eğitim neşeli başladı.

Ankara'da domuz gribi vakasının görüldüğü okulda eğitim öğretim yeniden başladı. Grip nedeniyle bir hafta tatil edilen okula öğrenciler bugün geldi. 26 öğrencide H1N1 virüsünün tespit edildiği okulda öğrencilerin tamamının iyileştiği bildirildi. Domuz gribi nedeniyle bir hafta tatil edilen 597 öğrencili Bilkent University Preparatory School (BUPS) İlköğretim Okulu'nda eğitime yeniden başlandı. Öğretmenler ve öğrenciler saat 08.00 sıralarında okula giriş yaptı. Bazı öğrenciler okul servisiyle bazıları ise velileriyle geldi. Okula gelen öğrencilerin neşeli oldukları gözlendi. Ders başı yapılan okulda sabah saatlerinde yoğun bir araç trafiğinin yaşandığı dikkat çekti.
Öğrencilerin gelişini kapı önünde bekleyen Okulun Genel Müdürü James Swetz, şu ana kadar 26 öğrencide H1N1 virüsünün tespit edildiğini, öğrencilerin hepsinin iyileştiğini söyledi. Başka tür grip ve soğuk algınlığı geçiren pek çok öğrencinin olduğunu belirten Swetz, hasta çocukların evde tutulması gerektiğini, ailelerin doktorlarıyla beraber buna karar vereceklerini dile getirdi. Bir basın mensubunun ''Okul olarak herhangi bir önlem aldınız mı?'' sorusu üzerine Swetz şunları söyledi: ''Kapalı olduğumuz hafta boyunca bu konuda eğitim için çalıştık. Velilerimize mesajlar yolladık. Hasta olan çocukların okulda tutulmayacağını biliyoruz. Burada doktorlarımız ve hemşirelerimiz var. Eğer bir acil durum olursa onlar da her zaman müdahale etmeye hazırlar. Semptomları iyi bir şekilde anlattık ki hasta olan çocuklar evde tutulabilsin.'' Okulun genel müdürü James Swetz, ''Velilere basına herhangi bir açıklama yapmamaları yönünde uyarıda bulunuldu mu?'' sorusuna, "Velilere sürekli olarak tek kaynaktan güncel bilgi ulaştırmaya çalıştık. Çünkü böyle zamanlarda dedikodular olabiliyor. Bunlara ortam hazırlamamak için velileri güncel olarak bilgilendirmeye çalıştık. Tek kaynaktan bilgi almaları bizim için önemli.'' şeklinde cevap verdi. BUPS İlköğretim Okulu'nda, öğrencilerde domuz gribi virüsü tespit edilmesi nedeniyle bir hafta eğitime ara verilmişti.

ÖSS İptal Mi Edilecek?

Hakim baba yeni sistemin 2010 yılındaki üniversite sınavında uygulanmaması istemiyle Danıştaya başvurdu.

Hakim, dava dilekçesinde, tek katsayı uygulamasının Matematik-Fen grubu öğrencilerine bariz şekilde avantaj sağladığını öne sürdü. Danıştay uygulamayı durdurursa üniversite sınav sistemini büyük bir kaos bekliyor. İzmir 29. Asliye Ceza Mahkemesi hakimi Erhan Atlı, Danıştaya sunulmak üzere İdare Mahkemesi Başkanlığına verdiği dava dilekçesinde, YÖK'ün 21 Temmuz 2009 tarihli kararıyla, kendi alanından bölüm seçen öğrenciler ile alan dışı tercih yapan öğrenciler arasında uygulanan katsayı farkının kaldırıldığını belirtti. Kendisi gibi hukukçu olmak isteyen kızı Bornova Anadolu Lisesi öğrencisi Banu Atlı'nın, Türkçe, matematik, tarih, coğrafya ağırlıklı eğitim gördüğünü ve Türkçe-Matematik bölümünü seçtiğini belirten Atlı, dava dilekçesinde şu ifadelere yer verdi: “Kızım, Türkçe-Matematik bölümünü seçtiği 2007-2008 yılındaki kurallara göre alan seçmiş ve geleceğine yön vermiştir. Bu yıl sınava katılacaktır. Yükseköğretim Kurulunun tespit ettiği kurallar ile başladığı yarışın son bölümünde kural değişikliğiyle karşılaşmıştır. Yeni kurallar kızımın durumunda olan öğrenciler yönünden değil, bir yıl sonra üniversite sınavına girecek, yani 2010-2011 yılında sınava girecek öğrenciler yönünden uygulanması gerekir.” Getirilen yeni sistemle pek çok sayısal öğrencisinin tercihlerini fen grubundan hukuk, siyasal gibi okullara yönelttiğini kaydeden Erhan Atlı, “Bu durum dershanelerdeki bölüm ayrışmalarından da açıkça bellidir. Yeni sistem çok bariz şekilde sayısal eğitimi alan, 2009-2010 eğitim yılında üniversite sınavına girecek öğrenciler açısından avantaj sağlamıştır. Kamu kurum ve kuruluşları yaptıkları işlemlerde, hukuk devleti, eşitlik, güvenilirlik ilkelerini zedelememelidir” dedi. Daha önce konulan kurallara göre hazırlık yapan öğrenciler yönünden son anda yapılan kural değişikliğiyle, bir kısım öğrencilerin daha avantajlı duruma getirilmesinin “hukuka uygunluk” prensibi ile de bağdaşmadığını savunan Atlı, eskisi gibi kendi alanını tercih eden öğrenciler için 0.8, alan dışı tercihler için de 0.3'lük katsayı uygulamasının bu yıl da sürmesini talep etti.

20 Ekim 2009 Salı

Windows Vista Eğitimi (Türkçe)

Gerçekten güzel hazırlanmış bir vista eğitim seti. Vistayı hertürlü yönü ile ele almış bir kaynak. Ben tavsiye ediyorum. Yakın bir zamanda windows 7'ye geçiş yapılacak ancak win7 de wista kullanımına benzediği için çok işinize yarayacağını söyleyebilirim.

Rar içeriği:
  • Genel özellikler
  • IT yöneticileri için
  • Gelişimiş güvenlik
  • Yeni özellikler
  • Başlat menüsü
  • Görüntü özellikleri
  • Görev çubuğu ve klasörler
  • Erişilebilirlik seçenekleri
  • Windows yönetimi
  • Gelişmiş yönetim araçları
  • Donanım yönetimi
  • Ağ ve internet bağlantılarını düzenlemek


linkler: (133 MB)
http://rapidshare.com/../Windows_Vista_E_itimi__Tuerk_e_.part1.rar

http://rapidshare.com/../Windows_Vista_E_itimi__Tuerk_e_.part2.rar

kaynak: kutuphanebiz.blogspot.com

30 Bilkentli Öğrenci İyileşti...

Bilkent İlköğretim Okulu'nda görülen domuz gribiyle ilgili olarak öğrencilerin hepsinin iyileştiğini bildirdi.

BİLKENT Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Doğramacı, Bilkent BUPS İlköğretim Okulu'nda görülen domuz gribiyle ilgili olarak öğrencilerin hepsinin iyileştiğini bildirdi. Prof. Doğramacı ''Ankara'daki 41 vakanın hepsi sizin ilköğretim okulunuzdan mı çıktı?'' sorusuna , ''Hayır. Başka okullardan da var'' yanıtını verdi. Bilkent BUPS İlköğretim Okulu'nda kaç vaka görüldüğünün sorusuna Doğramacı'nın yanıtı ise '30 civarı' oldu.

Liseliye İnternet Kafe Yasağı...

Esrarla yakalanan lise öğrencisi S.F.'ye (17) Denetimli Serbestlik Yasası kapsamında ilginç bir ceza verdi.

Mahkeme başkanı tutuksuz yargılanan genci, 1 yıl süreyle kafeterya, içkili restoran, kahvehane ve internet kafelere girmeme cezasına çarptırdı. Duruşmada esrarı başka bir kişiden aldığını belirten S.F, "Denemek için almıştım. Başıma böyle bir şey gelince çok pişman oldum." diye kendini savundu.

Üniversitelilere PKK Operasyonu...

Erzincan Üniversitesi'ne giren yeni öğrencileri terör örgütü PKK'nın gençlik yapılanmasına kazandırmaya çalışanlara yönelik yapılan operasyonda 23 kişi yakalandı.

ERZİNCAN Üniversitesi'ne giren yeni öğrencileri terör örgütü PKK'nın gençlik yapılanması olarak nitelendirilen YDGM'ye 'Yurtsever Demokratik Gençlik Meclisi' kazandırmaya çalışanlara yönelik yapılan operasyonda 4'ü kız 23 öğrenci yakalandı. Şüpheliler otobüsle, Erzurum'daki 2'nci Ağır Ceza Mahkemesine gönderildi. Erzincan Üniversitesi'ne kayıt yaptıran öğrencileri bölücü örgüte katılmaları yolunda çalışmalar yapıldığı yolundaki ihbar üzerine Emniyet Müdürlüğü 16 Ekim Cuma günü 10'dan fazla adrese eşzamanlı operasyon düzenledi. Terörle Mücadele ile İstihbarat Şubesi ekiplerinin koordinesinde, Güvenlik ve Asayiş Şube Müdürlüklerinin destek verdiği saat 05.00'te başlatılan operasyonda, öğrenci evleri ile Kredi Yurtlar Kurumu'na ait kız- erkek öğrenci yurtlarında arama yapıldı. İsimleri önceden tespit edilen 4'ü kız 23 kişi, yakalanarak gözaltına alındı. Çok sayıda örgütsel dokümanın da ele geçirildiği operasyonda yakalananlar bugün Emniyet Müdürlüğü binasından alınarak, polis otobüsleriyle 13 Şubat Devlet Hastanesi'nde sağlık muayesinden geçirildi. Ellerine kelepçe takılarak hastaneye götürülen şüpheliler doktor kontrolü ardından geniş önlem altında Erzurum'a yola çcıkarıldı.

19 Ekim 2009 Pazartesi

En Korkunç 33 Korku Filmi

Son derece subjektif bir listedir bu. Türle çok alakalı olmayan filmler de olabilir aralarda [örneğin Låt den rätte komma in isimli İsveç filmi korku filmi değildi tabii ki, ama o kadar ürpertmişti ki, hem de o kadar leziz bir filmdi ki (hoho), eksik kalmasın dedim], en baba korku filmleri atlanmış da olabilir [1970 öncesi çekilmiş bir sürü kült film örneğin]. Amacım 10 dakikayı aşmayacak bir sürede beni korkutmuş ve etkilemiş filmlerin kabaca bir listesini yapmaktı. Şöyle ki:

Erzurum' lu Okçular İran' ı Fethetti

İran' daki Salon Okçuluk Yarışması 16-17 Ekim 2009 tarihlerinde İran' ın Urumiye şehrinde yapıldı. Yarışmaya İran, Azerbeycan ve Türkiye' den toplam 75 okçu katıldı.
İran' lılar yarışmaya gelen sporcu ve idarecilere çok güzel bir misafirperverlik örneği gösterdiler.






Erzurum bölgesi sporcuları değişik branşlarda İran' a gidip spor karşılaşmalarına iştirak ediyorlar. Bu seferde Erzurum bölgesi okçuluk takımı Urumiye şehrindeki okçuluk yarışmasına iştirak etti. Antrenör Hikmet Dumanoğlu eşliğinde yarışmaya katılan okçular gösterdikleri performansla İran' lı sporseverlerin ilgi odağı oldu.
İran milli takımından da sporcuların katıldığı Compound Yay kategorisinde 28 sporcu yarıştı. Bu kategoride Doğan Hancı birinci, Erol Sulumer üçüncü olurken Erzurum Compound Yay Okçuluk Takımı da Şampiyon oldu. Yarı final atışında birbirleriyle karşılaşan sporcularımız seyirciler görsel şov yaptılar.

Urumiye bölgesinde 32 si bayan toplam 150 faal okçuları mevcut. Bölge yöneticileri antrenörümüz Hikmet Dumanoğlu' nu on gün misafir edip sporcularına teknik yardım alacaklarını söylediler.
Hikmet Dumanoğlu, '' İran'daki spor yönetimini beğendiğini; özellikle de bayanların her spor branşında sporcu ve yönetici olarak çok faal olduklarını'' söyledi.