26 Kasım 2009 Perşembe

Death Note



Sevmediğim bir şey söz konusu olunca yazmak kolay ve bir nevi meditatif bir eylem oluyor. Sevilen şeyler hakkında yazmak ise biraz zor, “gidin görün” diyip kısa keseyim istiyorum bazen. Fakat bunu şimdi anlatacağım çizgi roman/çizgi film/film (evet şu an anlatacağım şeyin üç versiyonu var) için yapmaya içim el vermiyor, çünkü böyle bir durumda önyargıların baskın çıkacağını biliyorum. Teknolojik ürünler söz konusu olduğunda sahip oldukları üne ters düşecek şekilde, Japon çizgi filmi dendiğinde bir çoğunuzun aklında şöyle bir imaj oluştuğunu biliyorum:


Hayır hayır hayır hayır hayır, Death Note böyle bir şey değil.


Haliyle, anlatacağım şeyin büyük gözlü veletlerin çığrışlarından ibaret bir çocuk işi olmadığını anlatmam gerek ki, Death Note’un hakkını yemiş olmayayım. (Death Note’la bir şekilde zaten tanışık olanlar için ise, çizgi film, sinema filmi ve çizgi romanı kıyaslamasını sona saklı- yorum)

Kimler Okumalı / İzlemeli: Şimdiden yazayım da tüm yazı önyargılara kurban gitmesin: Eğer Lost, Prison Break, Alias tarzı alengirli senaryolara sahip dizilere meraklıysanız, Death Note’u kesinlikle izlemelisiniz/oku- malısınız. Kısacası bahsettiğim şey, TRT’nin Pazar kuşağındaki çizgi filmlerden biraz farklı.


Japon çizgi filmi / çizgi romanı: Bu noktada uygun kaçacak bir açıklama geçeyim: Japonların çizgi filmlerine (gerek 2 saatlik filmler olsun, gerek bölümlerden oluşan diziler olsun) “anime”, çizgi romanlarına “manga” deniyor. Bundan sonra bu terimlerle yazacağım çünkü hem yazması daha kolay, hem de çoğunluk için çizgi film / çizgi roman gibi kavramların akılda yarattığı “2. sınıf eser” izlenimini taşımıyorlar. Anime ve mangaların çocuklar için olanları olduğu gibi gençler/yetişkinler için olanları da var (Hatta pornografik olanlar var ve bunlara “hentai” deniyor). [Genelde aşina olduğumuz Amerikan/Avrupa çizgi filmleri içinde yetişkinlere yönelik olan belli bir akım varsa bile ben bilmiyorum, ama çizgi romanlar söz konusu olduğunda DC’nin başı çektiği yetişkinlere yönelik, edebiyat kısmı ağır basan belirgin bir akım mevcut diyebiliriz. Çizgi roman yazarlarından Alan Moore’u (Watchmen, V for Vendetta) ve Neil Gaiman’ı (Sandman, Stardust) eserleri sinemaya uyarlandığı için duymuş olabilirsiniz...]

Mangalarda çizim kareleri, normal çizgi romanlardan farklı olarak, sağdan sola doğru okunuyor. Bu açıdan içine girmesi biraz zor ve karışıklık yaratıcı olabiliyor. Fakat mangaların alıştığımız batı usülü senaryolarından daha farklı ve yeri geldiğinde daha özgün olması (gerek Japon kültürü gerek konuları gereği), bu özelliği küçük bir engel kılıyor. Mangalardan yapılan uyarlama animeler, benim gördüğüm kadarıyla mangalara oldukça sadık, dizi şeklinde çekildikleri için kısıtlamaya gidilmeden olduğu gibi aktarılabiliyorlar.



Konuya gel: Death Note, bir ölüm tanrısının (Shinigami), Ölüm Defteri’ni (Death Note) dünyaya bırakmasıyla başlayan olaylar zincirini konu alıyor. Ölüm Defteri ise, içine ismi yazılan insanları şak diye öldüren bir defter. Siz, bu mükemmel fikrin bir konuya dönüşüp dönüşemeyeceğini, nereye kadar uzatabileceğini merak ederken, olaylar sürekli gelişiyor ve hiç tahmin edemediğiniz yerlere gidiyor. (Yazının bu kısmı izlemeyenler için olduğu için gereksiz yere karakterleri tanıtıp ilk bölümlerin büyüsünün bozulmasını istemiyorum). Aksiyondan çok senaryo ve diyaloglara (ama süper zekice diyaloglara) dayanan bir eser bu, samuraylar ya da robotlar gibi kendinizi uzak hissedebileceğiniz fazla japonumtrak öğeler yok, bu açıdan yeni manga okuyacak biri için içine girmesi oldukça kolay.

“İyi ama bu yaşta çizgi film izlemek/çizgi roman okumak baymaz mı?”: Söz konusu yaşı 50’den büyük insanlar olduğunda bu tepkiyi anlamak zor olmasa da, bu tepkinin güncel kültüre dair merak ve birikimi olan bazı arkadaşlarımdan da geldiğini bildiğimden bu açıklamayı özet şekilde geçmem gerekecek:

1) Merak etmeyin, izleyeceğiniz şey voltron veya tsubasa değil, bunları sevenlere lafım yok tabii ama Death Note çocukluk anılarınızı tazeleyip nostalji yaşamanız için önerilebilecek bir çizgi film değil. Her saniye “kim ne yaptı da böyle oldu” diye dikkatle izlenmesi gereken detaylı bir dizi, bu açıdan batı yapımı olan ve karışık olduğu iddia edilen birçok yapımla da boy ölçüşür bence.
2) Her ne kadar konu yetişkinlere yönelik olsa da, sahnede gerçek insanlar yerine çizgi tipler görmek bazıları için rahatsız edici bir deneyim olarak algılanabilir. Bu önyargıyı bir şey yazarak kırabilme ihtimalim çok az, ama eğer film/edebiyat konusunda yenilikler arayan biriyseniz neden bunu aşmanız gerektiğini aşağıda açıklamaya çalışayacağım:

Death Note’u batı dünyası yazsaydı ne olurdu?: Manga/anime dünyasına girmediyseniz ve sırf çizgi eserlere ve karakterlere karşı duyduğunuz çekingenlikten dolayı geri duruyorsanız kaçırdığınız şeyleri spoiler vermeden anlatmanın başka yolunu bulamadım:

Hatırlamayanlar için: Death Note, bir ölüm tanrısının (Shinigami), Ölüm Defteri’ni (Death Note) dünyaya bırakmasıyla başlayan olaylar zincirini konu alıyor. Ölüm Defteri ise, içine ismi yazılan insanları şak diye öldüren bir defter. Bu konuyu Amerikalıların ele alıp dizisini çektiğini düşünün: İlk bölüm 5 milyon dolar harcanarak çekilir, görseller çok etkilidir. Baş kahramanımız kahraman dedektif Joe’yu hırpalanmış takım elbisesi içinde, üzerinden dumanlar çıkmakta ve kaosa sürüklenmiş olan şehrin doldurduğu ufka bakarken buluruz. Her şey normal giderken birden insanların durduk yere ölmesiyle başlayan olayların arasında kalan ve canını zor kurtaran dedektif, ilerdeki bölümlerde kendisini olayları çözmeye adayacaktır. Buraya kadar güzel değil mi? Peki sonra ne olacaktır? Biz 4 sezon boyunca asla bu ölümlerin nedenini öğrenmeyeceğiz, bunun yerine dedektifle karısının gereksiz ilişkisini, iş yerindeki kankasının sorunlarını falan dinleyeceğiz, arada arabalarıyla şüphelendikleri adamları falan kovalayacaklar, bazen bir yere çıkmayan ipuçları elde edecekler falan filan. Bazı özel bölümlerde flashback/flashforward’lar olacak konuyla ilgili olmasalar bile. 4. sezonun sonunda dedektifin kankası esasında kötü adam çıkacak ve dizi tam heyecanlanırken 512 aylık tatile girecek.

Fransızlar bu konuyu ele alsalar filmini çekerlerdi. Konuyu da, defteri bulduktan sonra bununla aşık olmayı başaramayan erkekleri öldüren, fakat içinde sevgi arayan ve sonunda aşık olan bir kıza bağlardı (Uvvv çok tatlı, aman aman).


Biliyorum bu filmin aslında Fransız yapımı falan olmadığını, idare edeceksiniz artık.

Almanlar çekse reality show yaparlardı, bir sezon boyunca eve kapatılan 12 tip arasından, her hafta sonu eve saklanmış olan ölüm defterini bulan kişi istediği kişiyi elerdi, fakat ölüm defterini bulduğunu fark eden biri olursa dokunulmazlık kazanırdı (herkes dokunulmazlık kazanırsa defterin sahibi ölürdü). Bunun yanında bol bol sevişirler, aufsung gutenborg hüpschlaft diye konuşup dururlardı. İtalyanlar çekse bağrış çağrıştan konuyu anlamazdık zaten, salla gitsin. Eğer Türkler çekseydi, Death Note’un ismi Alın Yazısı olurdu. Gerisini siz düşünün artık.


(El emeği göz nuru afişime katkıları için Çavlan’a teşekkür ederim:) )

Bu fikirlerin biri bile size çekici geliyorsa, Death Note’u izleyip/okuyup orijinal senaryo nasıl yazılırmış görmeniz lazım. Öte yandan, bu fikirleri iç bayıcı ve monoton bulduysanız, Death Note’u izleyip/okuyup yeni bir şeyler tatmanızın zamanı gelmiş demektir.

Konuya aşina olanlar için ---- Death Note manga/anime/film karşılaştırması:

Bu bölümü Death Note’un herhangi bir versiyonuyla (anime/manga/film) aşina olmadıysanız okumayın, spoiler verebilirim:

- Spoiler - (izlemeyen okumasın)

Death Note’un ilk olarak mangasını okumuştum, sonradan Çavlan’la animeyi ve filmi izledim. Öncelikle anime, manganın neredeyse aynısı. Sürekli konuşmalardan oluşan bir seriyi nasıl ekrana aktarabilirler ki diyordum ama başarmışlar. Her ne kadar aralarda kaybolan detaylar olsa da, gördüğüm en “uyumlu” uyarlama diyebilirim; haliyle manga muhteşem olduğu için anime de çok güzel. Mangada uzun uzun açıklanan çoğu şey animede de açıklanıyor, arkaplan müziğini koyup üstüne uzun uzun konuşturmuşlar karakterleri (bazen düşünce sesi şeklinde), kötü de durmamış.



Karakter çizimleri de mangayla birebir aynı, animasyonlar da gayet başarılı. Müzikler pek hoş, hem orkestral işlerden hem de enstrumental/rock tarzı şarkılardan oluşuyor. 2 sezon olarak bölebileceğimiz animenin ilk sezonunun başlangıç müziği daha standart bir Japon rock parçasıyken, 2. sezonda giriş müziği öküz gibi bir death metal parçası! (Yeeeahh! Jürürünç!) Bence serinin ruhuna, karanlığına, ayrıca Death Note’un diğer anime/mangalara kıyasla gösterişsiz olan görsellerinin altında yatan orijinal konusuna süper uymuş: Bazen köşede köhne bir kebapcı görürsünüz, tırsarsınız ama girdikten sonra yemeklerin hiçbir yerde yemediğiniz lezzette olduğunu görürsünüz hani; Death Note da böyle bir etki yaratıyor işte onunla karşılaşma anınızdan itibaren. Giriş müziğinin (ve ona eşlik eden muhteşem jeneriklerin) köhne veya kalitesiz olmadığı kesin ama sıradan bir izleyici için de alışılmadık olduğunu ve garipseyebileceğini tahmin ediyorum.


Karizma böyle bir şey..

Animede beni tek rahatsız eden şey, mangada olmayan ve gereksiz bir duygusallık yaratma çabası içeren sahneler. Neyse ki bunların sayısı fazla değil, biri L’in kaybedeceğini anlamasıyla başlayan bölüm. Mangada L son ana kadar mücadele verip aklını çalıştırırken, animede öleceğini anlamasıyla yavşayan, Light’a ilkokul seviyesinde laf sokan bir L görüyoruz. O değil de, adama neden ayak yıkattınız ulan? Evet, yanlış okumadınız, L, Light’a mağlup olduğunu ve öleceğini anladığı noktada adamın ayağını yıkıyor. Öeeeeeh birader!



Sanırım bu Japon kültürünün uzantısı olan bir şey, hani bükemediğim eli öperim, zeki düşmana saygı duyarım hesabı. Bunun gibi Japonlara has olduğunu sezdiğim başka şeyler de var (aşırıya kaçan tepkiler, çığlıklar, sesler gibi..) ama izlerken alışıyor insan. Light’ın babası iki de bir “uhh”, “ağ..öüğhh” gibi sesler çıkarıyor mesela şaşırdığı zaman, hani ağzını azcık bükeyim herif şaşırmış gözüksün demek yok, illa o sesi eklemişler. Bazı noktalarda herifin ağzı sabit, yine o ses çıkıyor.

Misa’nın da “Lightooooooooo” diye bağırması falan kopuk. Güzel ama, seviyor insan, çünkü konu süper sonuçta.

Gelelim filmine. Esasında 2 film var, birbirinin devamı olan. İkisi de rezalet. Yazının başında sevmediğim şeyi yazmak daha kolay diyordum ama şimdi de buna üşendim. O derece rezalet yani. Casting bu kadar kötü olabilir, Light’ı oynayan çocuğun mangadaki karizmatik tiple alakası yok. Çocuğun gıdısı var ulan! Yuvarlak suratlı bir şey. L’i oynayan eleman ise gerçeğine çok benziyor ama hareket etmediği sürece. Hareket ettiği zaman komik oluyor. Esasında mangadaki L ile çok benzer şeyleri yapıyor ama hareketler bir türlü oturmuyor, hızlı ya da garip gözüküyorar. Animedeki L’in hareketlerini izleyip kapsaymış biraz, o güzeldi bak. Ryuk’u 3D modellemişler, en çok o benzemiş ama o da hiç gerçek karakteri gibi davranmıyor, aptal saptal her boka gülüyor.


Solda Light, Sağda L, orijinal halleriyle başlarına
geleceklerinden habersiz bakarken..


Yine solda Light, sağda L. Simitçi bıyığı ve yuvarlak
suratlara dikkat. (Yeni isim önerilerim: Himmet ve Ruşen,
babalarının ahşap atolyesinde poz verirken)

Death Note’un en güçlü kısmı olan senaryo ve diyaloglar piç olmuş. Diyaloglar korkunç, karakterler kötü oynamanın yanı sıra inanılmaz mantıksız ve saçma sapan şeyler yapıyorlar. L hiç olmadığı kadar çocuksu ve saçmasapan espriler yapmaya kasıyor, Light sadece suçluları öldürme motivasyonunu kaybetmiş, öyle ki şekil olsun climax olsun diye birinci filmin sonunda sevgilisini (mangada olmayan sevgilisini!) öldürüyor. Ryuk, Light’ın her sorusundan sonra soruyu tekrarlayıp kahkahalarla gülüp sonra soruyu cevaplıyor (bunu karizmatik olsun diye yapmışlar ama “Adın ne?” diye sorulan soruya da “Adım mı ne? Hahahahahahahahahahahah.....(30 saniye).. Ryuk” şeklinde cevap verince olmuyor ki).


Bir efsanenin bittği an... (“Osurdun mu Ruşen?”)

Işıklandırma, kamera açıları falan saçmasapan, evde handycam’le çekim yapmış koymuş adamlar sanki. Alakasız yan karakterler var, yeni bir şey de katmıyorlar (Her saniyesi dolu geçen 37 bölümlük animeyi 4 saate sığdırmak mümkün değil zaten ama eksikmiş gibi ortama yeni yan karakter sokmanın mantığı ne ola ki?) İkinci filmin yarısında baydık, izlemedik geri kalanını.

İşte böyle, size de filmini tavsiye etmem, özeti budur. Etrafta “önce bir filmini izleyelim, beğenirsek diğerlerine zaman ayırırız” falan diyen olursa engelleyin. Zaten o kişiler animesini izlemeye başlarsa dayanamayıp devam edecektir . : )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder