4 Ocak 2010 Pazartesi

Avrupa Tarihi Ödevi

Yüzyıl savaşları

İngiltere'nin, Fransa topraklarına göz dikmesi, savaşların başlamasına sebep oldu. 116 yıl süren savaşların başlangıcında, İngiltere başarılı olarak Fransa'nın bir bölümünü işgal etti.
      Kresy Savaşı'nda (1346) İngilizler, tarihte ilk kez topu kullanmışlardır. Zaman zaman ara verilen savaşlar sırasında Jan Dark adlı genç bir kız, gaipten sesler duyduğunu ve Fransa Kralı'na yardım etmekle görevlendirildiğini ileri sürdü. Fransızlar tarafından bir azize kabul edilen Jan Dark'ın İngilizlerce yakalanarak yakılması üzerine Fransızlar, harekete geçerek İngilizleri her yerde yendiler.
      Yüzyıl Savaşları sırasında (1337 -1453), Fransa'da derebeylik zayıfladı. Derebeylerle mücadelenin sonucunda Fransa'da mutlak krallık kurularak siyasi birlik sağlandı.
      İngiltere'de Yüzyıl Savaşları'ndaki yenilgiden sonra iç savaş çıktı. Çifte Gül adıyla 30 yıl süren iç savaşta, İngiltere'de derebeylik rejimi zayıfladı. Yüzyıl Savaşları, Kuruluş Dönemi'nde Osmanlı Devleti'nin Balkanlar'daki ilerleyişini kolaylaştırmıştır.

Haçlı Seferleri

Avrupalıların 11. yüzyılın sonları ile 13. yüzyılın sonları arasında Müslümanların elinde bulunan ve Hıristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs ve dolaylarını geri almak için düzenledikleri seferlere Haçlı Seferleri denilmiştir. Haçlı Seferleri'nin dini, siyasi ve ekonomik nedenleri vardır:

Dini Nedenler

Hıristiyanların, kutsal yerleri, özellikle Kudüs'ü Müslümanlardan geri almak istemesi.

Katolik Kilisesi'nin Ortodoks dünyasını egemenliği altına almak istemesi.

10. yüzyılda Fransa'da ortaya çıkan Kluni Tarikatı'nın Hıristiyanları Müslümanlara karşı kışkırtması.

Din adamlarının etkisi ile Hıristiyanlarda oluşan koyu fanatizm.

Papa ve din adamlarının nüfuzlarını arttırmak istemeleri.

Siyasi Nedenler

Avrupalıların Türkleri, Anadolu, Suriye, Filistin ve Akdeniz'den uzaklaştırmak istemeleri.

Türkler karşısında zor durumda kalan Bizans'ın Avrupa'dan yardım istemesi.

Senyör ve şövalyelerin macera arayışları.

Ekonomik Nedenler

İslam Dünyası'nın zenginliği, Avrupa'nın fakirliği.

Avrupalıların doğudan gelen ticaret yollarına hakim olmak istemeleri.

Avrupa'da toprak sahibi olmayan soyluların toprak elde etmek istemeleri.

Avrupalıların doğunun zenginliklerine sahip olmak istemeleri.

I. Haçlı Seferi (1096-1099)

Papa II. Urban ve Piyer Lermit'in çabalarıyla Avrupa'da kalabalık bir ordu hazırlanmıştı. Anadolu'ya ilk gelen düzensiz gruplar, I. Kılıç Arslan tarafından yok edilmişlerdir. Ancak bu grubun ardından şövalye, kont ve düklerden oluşan bir ordu, Anadolu'ya girdi. Türkiye Selçuklularının merkezi İznik kuşatıldı. Kılıç Arslan, İznik'i boşaltmak zorunda kaldı. Haçlılara karşı başarı ile mücadele eden Kılıç Arslan, Haçlıları çok kalabalık olmalarından dolayı durduramamıştır. Antakya'yı işgal eden Haçlılar, 1099'da Kudüs'ü Fatımilerden aldılar. Sonuçta:

Kudüs, Haçlıların eline geçti.

İznik ve Batı Anadolu, Bizans'ın eline geçti.

Anadolu Selçukluları, İznik'i kaybedince Konya'yı başkent yaptılar.

Haçlılar, ellerine geçirdikleri Antakya, Urfa, Trablusşam, Sur, Yafa, Nablus gibi şehirlerde feodalite rejimine dayanan dükalık ve kontluklar kurdular.

II. Haçlı Seferi (1147-1149)

Musul Atabeyi İmadeddin Zengi, Urfa'yı 1144'te Haçlılardan aldı. Ardından Halep ve Şam alınınca Kudüs Krallığı Papa'dan yardım istedi. Papa'nın çağrısı ile Alman İmparatoru III. Konrad ile Fransa Kralı VII. Lui, ayrı yollardan Anadolu üzerine sefere çıktılar. İki ordu da Anadolu Selçukluları tarafından bozguna uğratıldı. Ordularının büyük kısmını kaybeden iki kral, Şam'a saldırdılar, fakat başarılı olamadılar.

III. Haçlı Seferi (1189-1192)

Mısır'da devlet kurmuş olan Selahaddin Eyyubi, Haçlılarla amansız bir savaşa tutuştu. Amacı, Suriye'deki Haçlı üstünlüğüne son vermekti. Selahaddin Eyyubi, bu mücadelede başarılı olarak 1187'de "Hıttin" denilen yerde Haçlıları yendi. Kudüs dahil olmak üzere Suriye'nin büyük bir bölümünü Haçlı istilasından kurtardı.

Kazanılan bu zaferler, Avrupa'da duyulunca, her yerde dini propagandalar yapıldı. Alman İmparatoru Frederik Barbaros, Fransa Kralı Filip Ogüst ve İngiltere Kralı Arslan Yürekli Rişar komutası altındaki yeni Haçlı orduları harekete geçtiler. Kara ve deniz yollarıyla gelen Haçlı orduları, Kudüs'ü almayı başaramayarak geri döndüler.

IV .Haçlı Seferi (1204)

Eyyubiler, Haçlılarla mücadeleye devam ediyorlardı. Filistin'deki Yafa ve sahil şeridindeki bazı kaleler, Eyyubilerin eline geçince Papa, bütün Hıristiyanları sefere çağırdı. Haçlılar, bu defa deniz yolunu kullanmak istediler ve Venedik ile anlaştılar. Bu sırada Bizans'ta taht kavgaları sürüyordu. İmparator olmak isteyen Aleksi Angelos, Haçlılardan çeşitli vaadlerle yardım istedi. Papa'nın muhalefetine rağmen İstanbul'a gelen Haçlılar, tahttan indirilen İzak ve oğlu Aleksi'yi imparator ilan ettiler ve İstanbul'u yağmaladılar.

İstanbul halkının ayaklanarak imparatoru ve oğlunu öldürmesi üzerine Haçlılar, İstanbul'u işgal ederek Latin İmparatorluğu'nu kurdular (1204). İstanbul'dan kaçan Bizans soyluları, İznik Rum İmparatorluğu'nu (1204 -1261) ve Trabzon Rum İmparatorluğu'nu (1204 -1461) kurdular. İznik Rum İmparatorluğu, 1261 yılında Latin İmparatorluğu'nu yıkarak Bizans'ı tekrar canlandırmıştır.

V. Haçlı Seferi (1228)

Papa'nın çağrısı üzerine Alman imparatoru II. Frederik, deniz yolu ile Akka'ya geldi (1228). Bu sırada Eyyubiler, iç mücadeleler ile uğraşıyorlardı. Haçlılar, bundan yararlanarak Sayda ve Kudüs'ü kuşattılar. Haçlılarla başa çıkamayacağını anlayan Eyyubi Hükümdarı Melik Adil, Haçlıların Kudüs'te serbestçe oturma şartını kabul ederek 10 yıllık bir anlaşma yaptı (1229). Böylece Haçlılar amaçlarına ulaştılar. Ancak Filistin'e kadar inen Harzem Türklerinin Haçlıları yenmesiyle Eyyubiler Kudüs'ü yeniden ele geçirdiler (1244).

VI. Haçlı Seferi (1248)

Kudüs, tekrar Türklerin eline geçince, Papa yeniden Hıristiyanları sefere çağırdı. Ancak Avrupalılar seferlerden bıkmışlardı. Sadece Fransa Kralı Sen Lui sefere çıktı. Sen Lui de Eyyubi Hükümdarı Turanşah'a esir düştü. Önemli miktarda kurtuluş parası vererek Fransa'ya dönebildi.

VII. Haçlı Seferi (1270)

Fransa Kralı Sen Lui, kardeşinin kışkırtmalarıyla son Haçlı Seferi'ne çıktı. O sırada Tunus'tan kalkan Arap korsanları, doğuya giden Hıristiyan gemilerine zarar veriyordu. Bu yüzden Tunus'a sefer düzenleyen Sen Lui ve ordusunun yarısı, veba salgını nedeniyle öldü.

Haçlı Seferleri'nin Sonuçları

Dini Sonuçlar

Avrupa'da kiliseye ve din adamlarına duyulan güven sarsıldı.

Skolastik düşünce zayıfladı.

Kilise ve Papa'nın otoritesi sarsıldı.

Siyasi Sonuçlar

Seferler sırasında binlerce senyör ve şövalyenin öldü. Sağ kalanların bir kısmı da topraklarını kaybetti. Böylece feodalite rejimi zayıfladı.

Merkezi krallıklar, güç kazanmaya başladılar.

Feodalitenin zayıflamasıyla köylüler, çeşitli haklar elde ettiler.

Türklerin batıya doğru ilerleyişleri bir süre için durdu.

Bizans, Batı Anadolu'daki toprakların bir kısmını ele geçirdi.

Haçlılar ile yapılan mücadeleler, İslam Dünyası'nı, Moğol saldırıları karşısında güçsüz bıraktı.

Ekonomik Sonuçlar

Doğu-batı ticareti gelişti.

Marsilya, Cenova, Venedik gibi Akdeniz limanları önem kazandı.

Avrupalılar, dokuma, cam ve deri işleme sanatını öğrendiler.

Papaların ve kralların seferlere mali destek sağlamak için İtalyan bankerlerine başvurmaları, bankacılığı geliştirdi.

Avrupa'da hayat standartları yükseldi. Ticaretle uğraşmaya başlayan şehir halkı, zenginleşerek burjuva sınıfını oluşturdular.

Anadolu, Suriye ve Filistin, ekonomik bakımdan zarar gördü.

Teknik Sonuçlar

Pusula, barut, kağıt ve matbaa, Avrupa'ya götürüldü. Bunlar, Avrupa'da bilim ve teknik alanında gelişmelere yol açtı.

Avrupalılar, İslam Medeniyeti'ni yakından tanıdılar ve faydalandılar.

Avrupa'da kültür hayatı canlandı.

Ortaçağda kilise va papalık

Hz. İsa'nın havarilerinin çabaları sonucunda Roma İmparatorluğu'nda Hıristiyanlık yayıldı. Roma İmparatorluğu, Hıristiyanlığın yayılmasını önlemeye çalıştı. Ancak başarılı olamadı. 381 yılında Roma, Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul etmiştir.
       Havari Sen Piyer'in Roma'daki vekiline ''Papa'' adı verilmiştir. Ortaçağ'da Hıristiyanlar, iki büyük mezhebin etkisinde kaldılar. Bunlardan Katolik Mezhebi'nin dini lideri Roma'daki Papa, Ortodoks Mezhebi'nin dini lideri İstanbul'daki Patrik idi. Özellikle Papaların elinde geniş yetkiler vardı. Bir kimseyi aforoz ederek dinden çıkarabilirdi. Aforoz edilen kişi, toplum hayatının dışına itilirdi. Krallar bile aforoz edilmekten çekinirlerdi. Papa'nın enterdi ilan ettiği ülkede ise bütün dinsel faaliyetler durdurulurdu. Krallar bu duruma düşmek istemedikleri için Papa ile iyi geçinmeye çalışmışlardır.
       Ortaçağ'da krallar ve senyörler, kiliseye büyük topraklar bağışladılar. Böylece kilise örgütü oldukça zenginleşti. Kilisenin koyduğu kurallar, Hıristiyan ülkelerin kanunlarında yer aldı. Hatta Kutsal Roma Germen İmparatorları taçlarını Papa'nın elinden giymeye başladılar. Elde ettiği ayrıcalıkları kaybetmek istemeyen din adamları, skolastik düşünce sistemini geliştirdiler. Bu düşünceye göre kilisenin koyduğu esaslar değişmez kabul ediliyordu. Deney yasaklanmıştı. Bu düşünce tarzına dogmatizm adı verilmiştir.

Coğrafi keşifler

15. ve 16. yüzyıllarda Avrupalılar tarafından yeni ticaret yollarının, okyanusların ve kıtaların bulunmasına "Coğrafi Keşifler" denmiştir. Önceleri dini ve ilmi amaçlarla başlayan dünyaya yayılma hareketleri 15. yüzyılın ikinci yarısında açık bir şekilde ekonomik amaçlara yönelmiştir.
     Yeniçağ Avrupası'nda ticaretin gelişmesi, paranın esası olan değerli madenlere ihtiyacı arttırmıştır. Avrupalılar, değerli madenlere ulaşabilmek için Asya ve Avrupa'ya seferler düzenlemişlerdir.
     Coğrafi Keşiflerin Nedenleri
     *Avrupalıların pusulayı öğrenmeleri, gemicilik ve coğrafya bilgilerinin artması.
     *Avrupalıların, doğu ülkelerinin zenginliklerine ulaşabilmek amacıyla yeni ticaret yolları aramaları.
     *İstanbul'un fethinden sonra Türklerin, doğu ticaret yollarına hakim olmaları ve Avrupalıların açık denizlere çıkma ihtiyacı hissetmeleri.
     *Avrupa'da değerli madenlerin az bulunmasından dolayı kralların (İspanyol-Portekiz) gemicileri desteklemesi.
     *Avrupalıların, Hıristiyanlık dinini yaymak istemeleri.
     *Avrupalıların dünyayı tanımak istemeleri.
     Keşifler
     İpek Yolu
     Çin'den başlayarak Orta Asya üzerinden, Hazar Denizi'nin güneyinden ve kuzeyinden geçerek Trabzon ve Kırım Limanlarına gelen malların buralardan Avrupa'ya ulaştığı yoldur.
     Baharat Yolu
     Hindistan'dan başlayarak İran Körfezi ve Irak üzerinden Suriye Limanlarına veya Kızıldeniz yoluyla Süveyş ve Akabe'ye, oradan da kara yoluyla İskenderiye'ye ulaşan yoldur. Uzak Doğu ile yapılan ticaret, Venedik ve Mısırlıların elinde bulunuyordu. Bu devletler, diğer devletlerin Baharat Yolu'ndan faydalanmasını engellemeye çalışmışlardır.
     İlk keşif seyahatleri, Atlantik Okyanusu ve Afrika Sahillerinde 14. yüzyılın başlarında Fransız ve Cenevizli gemiciler tarafından yapılmıştır. Bu seyahatler sonucunda Kanarya ve Azor Adaları keşfedildi.
     Kristof Kolomb, 1492'de Amerika Kıtası'na ulaştı. Portekizli gemici Bartelmi Diyaz'ın Ümit Burnu'nu bulmasından sonra Vasko dö Gama, Ümit Burnu'nu dolaşarak Hint Okyanusu ve Hindistan'a ulaştı. Portekizli Macellan ve Del Kano, dünyayı dolaşarak yuvarlaklığını kanıtlamışlardır.
     Keşiflerin Sonuçları
     *Keşifler, dünya tarihinde önemli sosyal, siyasal, ekonomik ve dini değişikliklere neden olmuştur. Bu durum, keşiflerin evrensel yönünü ortaya koymaktadır.
     *Eski ticaret yolları değişti. Akdeniz, doğu -batı ticaretindeki önemini kaybetti. Baharat ve İpek Yolları önemini kaybetti. Bu durum Atlas Okyanusu Limanlarının önem kazanmasına neden olmuştur.
     *Avrupalılar, yeni keşfedilen yerlerde sömürge imparatorlukları kurdular. Bu durum, keşfedilen ülkelerden Avrupa'ya altın ve gümüş başta olmak üzere bol miktarda hammadde götürülmesine neden olmuştur. Bu gelişmeler Avrupa'nın zenginleşmesini, hayat standartlarının yükselmesini ve Rönesans hareketlerinin gerçekleştirilmesini sağlamıştır.
     *Ticaretle uğraşan burjuva sınıfı zenginleşmiş ve Avrupa ürünleri yeni pazarlar bulmuştur. Böylece daha sonraki yıllarda gerçekleşecek olan Sanayi Devrimi'ne ortam hazırlanmıştır.
     *Keşfedilen yerlere Avrupa'dan göçler olmuş, bu durum Avrupa kültür ve medeniyetinin yayılmasını sağlamıştır.
     *Hıristiyanlık, yeni ülkelere yayılmıştır. Ancak bazi bilimsel gerçeklerin ortaya çıkması sonucunda Hıristiyanların dini inançları zayıflamış, Kilise'ye güven sarsılmıştır.
     *Dünyanın bazı yerleri, Avrupalılar tarafından tanınmış, yeni kültürler, canlılar ve ırklar ortaya çıkmıştır.
     Coğrafi Keşiflerin Türk Dünyası Üzerindeki Etkileri
     Coğrafi Keşifler, bütün insanlığı etkilemiştir. Bu yönüyle evrensel bir özelliğe sahiptir. Akdeniz Limanları, Coğrafya Keşifler sonucunda önemini kaybetti. Ancak 1869'da Süveyş Kanalı'nın Fransızlar tarafından açılmasıyla bu limanlar yeniden önem kazanmıştır.
     Coğrafi Keşifler, Müslüman ülkeler açısından büyük zararlara neden olmuştur. İslam ülkeleri yoksullaşmış, Türkistan Hanlıkları giderek zayıflamış ve Ruslar karşısında gerilemiştir. Osmanlı İmparatorluğu, İpek ve Baharat Yollarına hakim olmasına rağmen yolların değişmesinden dolayı umduklarına ulaşamamıştır. Osmanlı İmparatorluğu, ticaret faaliyetlerini yeniden geliştirebilmek için Avrupalı devletlere kapitülasyonlar vermek zorunda kaldı.
     Ayrıca Osmanlı topraklarında kervan yolları boyunca faaliyet gösteren halk ve zanaatkârlar işsiz kaldı. Bu durum, Osmanlı Devleti'nde ekonomik sıkıntılara ve Celali İsyanları'na zemin hazırlamıştır.
     Osmanlı Devleti, Hint ticaret yolunun hakimiyeti için Portekizlilerle, Akdeniz hakimiyeti için de İspanyollarla mücadele etti. Endonezya'da savunma ve koruma savaşları yapan Osmanlı Devleti, Hıristiyan Avrupa karşısında ''Doğu Kalkanı'' haline gelmiştir.

RÖNESANS

15. ve 16. yüzyıllarda önce İtalya'da başlayan ve daha sonra Avrupa'da yayılan edebiyat, güzel sanatlar ve bilim alanındaki gelişmeler, yenilikler ve anlayışlara "Yeniden Doğuş" anlamında Rönesans denilmiştir.
     Rönesans'ın Nedenleri
     *Ortaçağ'ın sonlarına doğru kültür ve sanatta önemli bir birikimin oluşması.
     *Avrupa'nın İspanya'da Endülüs Emevi Devleti ve Sicilya aracılığı ile İslam Medeniyeti'ni tanıması.
     *Matbaanın geniş kullanım alanına girmesiyle yeni buluş ve düşüncelerin yayılması.
     *Avrupa'da kültür ve sanat faaliyetlerini destekleyen, bilim adamları ve sanatkârları himaye eden varlıklı kişilerin (mesenlerin) ortaya çıkması.
     *Coğrafi Keşiflerden sonra zenginleşen Avrupa'da, sanattan ve edebiyattan zevk alan bir sınıfın ortaya çıkması.
     *Antikçağ (Eskiçağ) eserlerinin incelenmesi.
     *İstanbul'un fethinden sonra Bizanslı bazı bilginlerin İtalya'ya göç ederek eski Yunanca'yı öğretmeleri ve eski eserleri tanıtmaları.
     Rönesans, 14. yüzyılın sonlarında İtalya'da başlamıştır. Rönesans'ın ilk önce İtalya'da başlamasında; İtalya'nın coğrafi konumu, ekonomik durumu, dini ve tarihi önemi, siyasal durumu ve İslam Medeniyeti'nden etkilenmesi önemli rol oynamıştır.
     İtalya'da Rönesans, 14. yüzyılın sonlarında Hümanizma ile başlamıştır. Hümanizma; Eski Yunan ve Latin kültürünü en yüksek kültür örneği olarak alan ve Ortaçağ'ın skolastik düşüncesine karşı Avrupa'da doğup gelişen felsefe, bilim ve sanat görüşü, insanlık sevgisini en yüce amaç ve olgunluk sayan bir doktrindir.
     İtalya'da Eskiçağ'dan kalan antik eserleri incelemek ve benzerlerini yapabilmek amacıyla akademiler kurularak Yunanca, Latince ve İbranice metinler incelendi. Hümanizma, insanın kendini tanımasına, yasalarını yapmasına ve haklarını korumasına zemin hazırlamıştır.
     Rönesans'ın Sonuçları
     *Avrupa ülkelerinde bilim, sanat, edebiyat alanlarında yeni bir dünya görüşü ortaya çıktı.
     *Skolastik düşünce yıkıldı. Düşüncede serbest bir ortam doğdu.
     *Deney ve gözleme dayanan pozitif düşünce ortaya çıktı.
     *Kilise zayıfladı. Bu durum Reform Hareketlerini başlattı.
     *Bu döneme kadar bilim, sanat ve medeniyet alanlarında İslam Ülkeleri öncülük yaparken, Rönesans hareketleriyle Avrupa Ülkeleri öne geçti.
     *Avrupa'da insan faktörü öne çıktı. İnsanlar kendi haklarına sahip çıkmaya başladılar.

REFORM

Katolik Kilisesi'nin bozulması ve dini amaçlardan uzaklaşması üzerine 16. yüzyılda Almanya'da başlayarak diğer Avrupa Ülkelerine yayılan dini alandaki yeniliklere Reform denilmiştir.
     Reform'un Nedenleri
     *Katolik Kilisesi'nin bozulması ve ıslahat fikrinin yayılması.
     *Hümanizm sayesinde Hıristiyanlığın kaynaklarına inilmesi, İncil'in milli dillere çevrilerek temel ilkelerin ortaya konulması.
     *Matbaanın yaygınlaşması ile okuma-yazma bilenlerin artması üzerine Katolik Mezhebi'nin sorgulanmaya başlanması.
     *Endülüjans sorununun ortaya çıkması, para karşılığında kilisenin günahları affetmesi.
     *Rönesans hareketlerinin etkisi.
     *Reform hareketlerinin ilk defa başladığı Almanya'da siyasal birlik olmaması ve Almanya'daki prenslerin dinde yenilik isteyenleri desteklemesi.
     1517'li yıllarda Reform düşüncesi Almanya'da Martin Luther tarafından ortaya atıldı. Sonunda Luther'in görüşleriyle Protestanlık mezhebi doğdu. Protestanlar ve Katolikler arasında mücadeleler Ogsburg Antlaşması ile sona erdi (1555). Buna göre; Protestanlık Mezhebi ve Kilisesi kesin olarak kabul edilmiştir.
     Alman prensleri istedikleri mezhebi seçme ve kendi topluluklarına kabul ettirme konusunda serbest oldular. Prensler, kendi ülkelerinde din işlerinin mutlak hakimi haline geldiler. Prenslerin mezheplerini kabul etmeyen Almanların başka yerlere göç etmesine izin verildi. Almanya'da başlayan Reform hareketleri İngiltere, Fransa, İsveç, Norveç ve Danimarka gibi ülkelere de yayılmıştır.
     Reform'un Sonuçları
     *Avrupa'da mezhep birliği bozuldu. Katolik ve Ortodoks Mezhepleri yanında Protestanlık, Kalvenizm ve Anglikanizm mezhepleri ortaya çıktı, mezhepler arasında çatışmalar başladı.
     *Din adamları ve kilise, eski itibarını kaybetti.
     *Katolik Kilisesi, kendisini yenilemek ve düzenlemek zorunda kaldı.
     *Eğitim-öğretim faaliyetleri kiliseden alınarak laik bir eğitim sistemi kuruldu.
     *Katolik Kilisesi'nden ayrılan ülkelerde kilisenin mallarına ve topraklarına el konuldu.
     *Papa ve kilisenin Avrupa Ülkelerinin kralları üzerindeki etkisi sona erdi ve Avrupa'da siyasal bölünmeler yaşandı. Çünkü Ortaçağ'da Papa, Avrupa krallarına taç giydirerek onların krallıklarını onaylıyor ve yönlendirebiliyordu. Papanın bu gücü kaybetmesi, Haçlı Seferleri'nin düzenlenmesini engellemiştir.
     *Katolik kalan ülkelerde yeni mezheplerle mücadele etmek amacıyla Engizisyon Mahkemeleri kuruldu.
     *Protestan krallar ve prensler, din işlerinin mutlak hakimi oldular.
     *Reform hareketleri, Avrupa'yı siyasi yönden zarara uğratmıştır. Şarlken'in Osmanlı Devleti üzerine yapmayı planladığı Haçlı Seferi bölünmelerden dolayı gerçekleşmemiştir.
     *Mezhep savaşları, Osmanlı Devleti'nin Avrupa'da ilerlemesini kolaylaştırmıştır.
     Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan Gayrimüslimlerin büyük çoğunluğu Hıristiyandı. Osmanlı Devleti bunlara inanç ve din konularında serbestlik tanıyarak geniş haklar verdi. Osmanlı'da dini bakımdan bağımsız olan Hıristiyan Toplumu, Avrupa'daki mezhep kavgalarından etkilenmedi. Bunda Osmanlı Devleti'nin Hıristiyan halkı kilisenin suistimallerine karşı koruması etkili olmuştur.

SANAYİ DEVRİMİ

18. yüzyılın ikinci yarısıyla 19. yüzyılın ilk yılları arasında bir seri buluşun, enerji, tekstil, demir, çelik ve ulaştırma üretimlerini etkilemek yoluyla İngiltere'nin üretim karakterinde meydana getirdiği yapısal değişmedir. Kesin tarih vermek mümkün olmamakla beraber 1760 ile 1829 arasındaki dönemi kapsadığı kabul edilmektedir.
     1769 tarihine kadar olan dönemde, ekonomik faaliyet, iki ana akım üzerinde toplanmış bulunmaktaydı: Tarım ve ticaret. Bu tarihe kadar iktisadi hayatın ana faktörleri, köylü, tüccar, lonca mensubu gibi kimselerdi. Fabrika işçisi yoktu. Sanayi kapitalisti de iktisat sahnesine çıkmış değildi. Zenginlerin çoğu servetini bir şey imal etmekle değil, ticaret, nakliyat ya da borç para vermekle yapmışlardı.
     Sanayi Devrimi'nin Kara Avrupası'nda değil de İngiltere'de başlamasının nedenlerini anlayabilmek için İngiltere'yi Avrupa'nın birçok ülkesinden ayıran farkları incelemeliyiz. Bunlardan birincisi, İngiltere'nin bu ülkelere göre daha zengin oluşudur. Bir yüzyıl süren keşifler, esir ticareti, korsanlık, ticaret ve savaşlar, İngiltere'yi dünyanın en zengin devleti haline getirmiştir. İngiltere'deki zenginlik, yalnız asillerin elinde değildi; ortanın üstünde geniş bir ticaret burjuvazisine yayılmış bulunmaktaydı.
     İkincisi, İngiltere, feodal toplumdan ticari topluma başarılı bir geçişe sahne oldu. Toprağa dayanan eski kuvvetle, paraya dayanan yeni kuvvet arasında çıkar çatışmaları olmasına karşılık, İngiltere'yi yönetenler, piyasa ekonomisine karşı çıkmak yerine, oradan gelen taleplere uyma yolunu seçmişlerdi.
     Üçüncüsü, İngiltere'nin fen ve mühendislik alanındaki çalışmaların en büyük destek ve teşvik bulduğu yer olmasıdır. Bunlardan başka, kömür ve demir yataklarının zenginliği, icatları tespit eden ve koruyan milli bir patent sisteminin kurulmuş olması gibi nedenler de sayılabilir. Ancak bütün bu faktörleri harekete geçiren, bir grup yeni insanın iktisat sahnesine çıkmasıydı. Yeni insanlar her şeyden önce müteşebbisti.
     Sanayi Devrimi'nin etkileri, üretimi arttırması ve uzun dönemde iktisadi refahı geliştirmesidir. Sanayi Devrimi, fiziki sermayenin genişlemesine ve emek verimliliğinin geniş çapta artmasına yol açan bir süreçti.

FRANSIZ İHTİLALİ

Fransız İhtilâli'nin ortaya çıkmasında, Fransa'nın dışındaki ve içindeki gelişmelerin etkisi olmuştur.
Siyasal Nedenler
     Fransa, 16. yüzyıldan beri, katı bir mutlakiyetle yönetiliyordu. Kral, Tanrı'dan başka kimseye hesap vermek zorunda değildi. Adaletsiz ve güç kullanılarak toplanan vergiler, kralın zevk ve eğlencesine ayrılıyordu. 18. yüzyıl sonlarında halk, bu duruma isyan etmiştir.
Sosyal Nedenler
     Fransa'da halk, birbirine eşit olmayan, ayrı hak ve imtiyazlara sahip soylular, rahipler, burjuvalar ve köylüler olmak üzere sınıflara ayrılmıştı. Toplumda eşitliğin olmaması, soyluların ve rahiplerin geniş imtiyazlara sahip olması, zenginleşerek devlete vergi ödeyen burjuvaların siyasal haklar istemesi, hiçbir hakkı olmayan ve en ağır işlerde çalışan köylülerin burjuva sınıfını desteklemeleri, Fransız İhtilâli'nin çıkmasında etkili olmuştur.
Fransız Aydınlarının Etkisi
     18. yüzyılda Fransa'da birçok aydın yetişti. Aydınlar, Fransız İhtilâli'nin fikir yapısını hazırladılar. Monteskiyö (İran Mektupları ve Kanunların Ruhu Üzerine), Volter, Dalamber, Didero ve Jan Jak Russo (Sosyal Mukavele), yazdıkları eserlerde Fransa'nın rejimini eleştirdiler, yeni çözüm yolları ileri sürdüler. Aydınların bu çalışmaları, Fransa'da halkın krallık rejimine karşı kışkırtılmasını ve ihtilalin hazırlanmasını sağlamıştır.
     Dış Nedenler
     1215'ten beri İngiltere'de halkın istekleri, kral tarafından dikkate alınıyordu. 17. yüzyıldan itibaren de İngiltere'de Meşruti Krallık kesin olarak yerleşmişti. Böylece kral, anayasada belirlenen yetkilerin dışına çıkamıyor ve halkın temsilcilerinden oluşan bir meclis, ülke yönetimine katılıyordu. Ayrıca Amerika'da yayınlanan İnsan Hakları Bildirisi, Fransızları derinden etkilemiştir. Fransızlar, İngiltere ve Amerika'daki hakların kendilerine de tanınmasını istemişler, bu da Fransız İhtilâli'nin ortaya çıkmasında etkili olmuştur.
     Ekonomik Nedenler
     Fransız İhtilâli'nin en önemli ve yakın nedeni, ekonomik durumun bozulmasıdır. Bunun başlıca nedeni, Fransa'nın özellikle 18. yüzyılda katıldığı savaşlar ve devletin gereksiz harcamalarıydı. Bu nedenle vergiler ağırlaştırılmış, halk geçim sıkıntısı çekmeye başlamıştır. Maliyeyi düzeltmek amacıyla alınan tedbirler sonuç vermeyince Fransa Kralı 16. Lui, Fransa'nın bir çeşit milli meclisi olan Etejenero'yu toplantıya çağırarak gerekli tedbirlerin alınmasını istedi (1789).
     Bu toplantıda soylular ve rahipler ile halkın temsilcileri arasında anlaşmazlık çıkınca, halkın temsilcileri Etejenero'yu, Milli Meclis ilan ettiler. Milli Meclis, kendi onayları olmadan vergi toplanmaması kararı aldı. Kral, bu kararı kabul etmediği gibi kuvvet kullanarak Milli Meclis'i dağıtmak istedi. Bu gelişme karşısında halkın temsilcileri, anayasa hazırlamadan dağılmamaya karar verdiler.
     Milli Meclis, anayasa hazırlıklarına başladıktan sonra kendisini ''Kurucu Meclis'' ilan etti. Kral, yabancı askerlerle Meclis'i dağıtmak isteyince, ayaklanan halk, Bastil Hapishanesi'ni basarak siyasi tutukluları serbest bıraktı (14 Temmuz 1789). Böylece bütün dünyayı derinden etkileyecek sonuçları ortaya çıkaran Fransız ihtilali başlamış oldu.
     İhtilâlin Sonuçları
     *Yıkılmaz diye düşünülen, hatta egemenlik hakkını Tanrı'dan aldığı iddia edilen mutlak krallıkların yıkılabileceği ortaya çıktı.
     *İlkel şekli Yunan şehir devletlerinde, gelişmiş şekli İngiltere ve ABD'de görülen demokrasi, Kıta Avrupası'nda da gelişmeye başladı ve Batı medeniyetinin vazgeçilmez unsurlarından biri haline geldi.
     *Egemenliğin halka ait olduğu kabul edildi.
     *Milliyetçilik ilkesi, siyasi bir karakter kazanarak, çok uluslu devletlerin parçalanmasında etkili oldu.
     *Eşitlik, özgürlük ve adalet ilkeleri yaygınlaşmaya başladı.
     *Şahsi güçlere, zekâya ve girişim yeteneğine ortam hazırladı.
     *Fransız İhtilâli, sonuçları bakımından evrensel olduğundan Yeniçağ'ın sonu, Yakınçağ'ın başlangıcı kabul edildi.
     *Dağınık halde bulunan milletler, siyasi birliklerini kurmaya başladılar.
     *İnsan Hakları Bildirisi, Fransızlar tarafından dünya çapında bir bildiriye dönüştürüldü.
     *Fransız İhtilâli'nin yaydığı fikirlere karşı İhtilâl Savaşları (1792-1815) başladı. Önce Fransa ile Avusturya ve Prusya arasında başlayan bu savaşlara İngiltere ve Rusya'da katıldılar. Savaşlar Napolyon'un yenilgisiyle sonuçlandı. Viyana Kongresi ile Avrupa'nın siyasi durumu yeniden düzenlenmiştir (1815).

VİYANA KONGRESİ (1815)

Fransız İhtilali'nden sonra imparator olan Napolyon, bütün Avrupa devletlerini hakimiyetine almak istedi. Bu nedenle Fransa ile Avrupa devletleri arasında Napolyon Savaşları başladı (1805-1815). Bu savaşların sonunda Napolyon mağlup olmuştur.
     Avrupa devletleri, Avrupa'da bozulan sınırları ve siyasi dengeyi yeniden düzenlemek ve Avrupa'nın geleceğini belirlemek amacıyla Viyana'da bir kongre topladılar (1815). Osmanlı Devleti'nin katılmadığı bu kongreye 90 kadar devlet katıldıysa da kongreye Fransa'nın yenilmesinde etkili olan İngiltere, Rusya, Avusturya ve Prusya hakim olmuştur. Bu kongrede:
     *Büyük devletlerin istekleri doğrultusunda Avrupa devletlerinin sınırları çizilmiştir.
     *Fransız İhtilali'nin yaydığı fikirler göz önüne alınmamış ve siyasi emeller öne çıkmıştır.
     *Sınırların çizilmesinde milliyet, din ve dil faktörleri önemsenmediği için Avrupa'da barış ve huzur sağlanamamıştır.
     *İngiltere, Rusya, Prusya ve Avusturya, kurdukları düzeni koruyabilmek için aralarında bazı antlaşmalar yapmışlardır.
     *Şark meselesi ortaya atılmıştır.
     *Rusya, Osmanlı Devleti'nin paylaşılmasını istemişse de İngiltere'nin çıkarlarına ters düştüğünden kabul edilmemiştir.
     *Büyük devletler yeni topraklar kazanmıştır.
     *Mutlak Krallık sistemi devam ettirilmeye çalışılmıştır.
     Viyana Kongresi Antlaşması'yla, Belçika ile Hollanda, İsveç ile Norveç birleştiler. Fransa, ihtilalden önceki sınırlarına geri çekildi. Napolyon'un son verdiği hükümet ve krallar ülkelerine dönerek tahtlarına yeniden sahip oldular.
     Viyana Kongresi'nden Navarin Olayı'na kadar geçen döneme (1815-1827) Avrupa'da "Yeniden kurmak, düzenlemek" anlamına gelen Restorasyon Devri denilmiştir. Bu dönemde Avrupa'nın büyük devletleri, Viyana Kongresi kararlarını uygulatabilmek ve mutlak krallık yöntemini devam ettirebilmek için kendi aralarında Kutsal İttifak ve Dörtlü İttifaklar kurmuşlardır.

1830 İHTİLALLERİ

Viyana Kongresi'nin getirdiği düzene ilk tepki hareketi Fransa'da başlamıştır. Viyana Kongresi'nden sonra Fransa Kralı, ülkede asıl gücü elinde bulunduruyordu. Bu arada iktidardaki krallık taraftarı muhafazakârlar, basın ve düşünce özgürlüğüne sınırlama getirdiler. Anayasanın tanıdığı hakları vermediler. Bu nedenle muhafazakârlarla liberaller arasında tartışmalar başladı.
     Kral 10. Şarl, Meclis'i dağıttı. Yapılan yeni seçimi muhalifler kazanınca Kral, Meclis'i tekrar dağıttı ve basın özgürlüğünü kaldırdı. Bu gelişmeler üzerine halk ayaklandı; Kral tahttan indirilerek daha liberal görüşleri benimseyen Lui Filip tahta çıkarıldı (1830).
     Sonuçları:
     *Yeni Kral, anayasaya sadık kalacağına dair yemin etmiştir.
     *Fransa'da meşruti krallık kurulmuştur.
     *Fransa'da başlayan ihtilaller, diğer Avrupa ülkelerine de yayılmıştır.
     *Avrupa Ülkelerinde liberal demokrasiler güçlenmiş ve parlamenter sisteme geçiş hızlanmıştır.

1848 İHTİLALLERİ

Nedenleri
     *Milliyetçilik hareketlerinin, liberalizmin güçlenmesi ve bunların bağımsızlığa dönüştürülmek istenmesi.
     *Sanayi devrimi ile ortaya çıkan işçi sınıfının bir takım sosyal haklar talep etmesi.
     Fransa'da Kral, işçilerin sorunlarını çözmeyi ihmal etti. Ayrıca kişi hürriyetlerini kısıtlamış, şahsi iktidarını kuvvetlendirme yoluna gitmiştir. Bu durum, ihtilâlin patlak vermesine neden oldu. İhtilalin çıkmasında liberallerin ve sosyalistlerin büyük etkisi olmuştur.
     Sonuçları:
     *Kral istifa etmiş ve Fransa'da cumhuriyet ilan edilmiş, sosyal hukuk devleti kavramı doğmuştur.
     *Halka seçim hakkı tanınmıştır.
     *Ölüm cezası kaldırılmış ve esir ticareti yasaklanmıştır.
     *Avusturya'da toprak köleliği kaldırılmıştır.
     *1848 İhtilalleri, İtalya, Avusturya, Prusya, Belçika, Hollanda ve İngiltere'de görülmüştür.
     *Avrupa'da liberalizmde önemli gelişmeler olmuştur.
     *İtalya ve Almanya'da siyasi birliğin kurulmasına zemin hazırlanmıştır.
     *Avrupa'da krallar, uyruklarına yeni haklar vermişlerdir.
     *İngiltere'de seçim hakları genişletilmiş ve işçi sınıfına yeni haklar verilmiştir.
     *Avrupa'da sosyalist akımlar yayılmaya başlamıştır.
     *Rusya, bu ihtilâllerden 20. yüzyılın başlarına kadar fazla zarar görmemiştir.
     20. yüzyıl boyunca Avrupa Devletleri, Osmanlı Devleti'ne karşı çifte standart uygulamışlardır. Bu devletler, Viyana Kongresi'nden sonra monarşilerin güçlü siyasi kuruluşlar olarak devamını amaçlayan bir siyaset izlediler. Bu nedenle sert önlemler almışlar, 1830 ve 1848 İhtilâllerini kanlı bir şekilde bastırmışlardır. Ancak kendilerindeki gibi yönetimi monarşi olan Osmanlı Devleti'ni destekleyecekleri yerde parçalanmasını ve yıkılmasını hızlandırıcı faaliyetler içine girmişlerdir.
     Başta Rusya ve Avusturya olmak üzere Avrupa Devletleri, Osmanlı Devleti'ndeki azınlık isyanlarını desteklediler. Bu durum, Avrupalıların diğer ülke ve devletlere çifte standart uyguladığını göstermektedir.

FAŞİZM

FAŞİST İTALYA

Sovyet Rusya'dan sonra Birinci Dünya Savaşının ortaya çıkardığı yeni rejimlerden biri de İtalya'da Faşizm olmuştur. Rusya'da Bolşevikler, nasıl savaşın yarattığı iç karışıklık, düzensizlik ve hoşnutsuzluklardan yararlanarak bir hükümet darbesi ile iktidarı ele geçirdilerse, Faşizmin İtalya'da iktidarı ele geçirmesinde de İtalya'nın karmakarışık iç durumu başlıca rolü oynamıştır.
        İtalya, Birinci Dünya Savaşına büyük ümitlerle katılmıştı. 1915 Londra ve 1917 St. Jean de Maurienne Antlaşmaları, Adriyatik ve Doğu Akdeniz'de İtalya'ya geniş ufuklar açmıştı. Müttefiklerinin zaferi, ümitleri daha da kuvvetlendirmişti. Fakat Paris Barış Konferansı'nın ilk günlerinden itibaren İtalya hayal kırıklıklarını, zaferin meyvası olarak toplamak zorunda kaldı.
        1915 Londra Anlaşması'nı Başkan Wilson tanımadı. 1917 Anlaşması'nı ise, Rusya tasdik etmediği için, Müttefikleri yürürlüğe koymadı. 1915 Anlaşması ile kendisine Alman sömürgelerinden pay vadedildiği halde, sömürgelerin dağıtımında İtalya'ya hiçbir şey verilmedi.
        Savaşın bunca fedakarlıklarının bedeli İtalyan milleti için, ümitlerin yıkılması oldu. Savaş sona erdiği zaman iç durum da karışmıştı. Savaş ekonomik hayatta sarsıntılar yapmıştı. Birçok fikir akımları ortaya çıkmıştı. İtalya'nın liberal demokrasisinin yanında şimdi, sendikalizm, sosyalizm, komünizm gibi akımlar ortada görünüyordu. Bu akımların etkisi altında, işçiler kaynaşmaya başlamıştı. İşçiler fabrikaların idare ve karına ortak olmak istiyorlardı.
        Memleketin her tarafına dağılmış ve saklanan 500.000 asker kaçağı ise başka bir problemdi. Terhis olan asker ve aydınlar ise maddi ve manevi tatminsizlik içindeydi. Bunlar işsizdi. İç politikada istikrar kalmamıştı. 1919-1922 arasında iki defa seçim yapılmış ve dört hükümet değişmişti. Hükümetlerin otoritesi kalmamıştı. Bu durum Benito Mussolini liderliğindeki Faşist Partisi'nin (Partito Nazionale Fascista) işine yaradı. Faşist Partisi 1919 yılında Fascio di Combattimento alarak kurulmuş ve 1921 Kasımı'nda Parti haline gelmişti. Komünizmin olduğu kadar liberal demokrasiye de aynı derecede düşman, disiplin taraftarı, koyu milliyetçi bir parti idi.
        1919 Kasım seçimlerinde bir tek milletvekili bile seçtiremeyen Faşistler, 1921 seçimlerinde Parlamentoya 35 milletvekili sokmaya muvaffak olmuşlardı. Bundan sonra aydınlar, askerler ve halk arasında hızla yayılıp gelişti. İtalya halkı, memleketin anarşik durumunda Faşizmin disiplin ruhuna sarıldı. Solcu akımın da gittikçe kuvvetlenmesi, Monarşiyi ve Vatikan'ı da endişeye sevkediyordu.
        1922 Ağustosu'nda işçilerin genel grevle ekonomiyi felce uğratmaları ve durumun karışması üzerine Faşist Partisi'nin Kara Gömleklileri Napoli'den Roma'ya bir yürüyüş yaparak hükümet darbesine hazırlanınca, Kral selameti, hükümeti Faşist Partisi'ne vermekte buldu. 30 Ekim 1922 de Mussolini başkanlığa getirildi. Bu, İtalya tarihinde Mussolini ve Faşist diktatörlüğünün başlangıcıdır. Bu diktatörlük 1943'e kadar devam edecektir.
        Mussolini'nin ilk işi, kısa bir sürede, muhalefeti ve demokratik müesseseleri ortadan kaldırarak, devleti Faşist Partisi'nde kişileştirmek oldu. Memleketin siyasal düzeni korporatif temsil esasına dayandırıldı. Faşizmin İtalya'da egemen olmasının önemli sonuçlarından biri de, Avrupa'nın bir çok memleketlerinde, iki -savaş- arası devresinde, diktatörlük akımlarının kuvvetlenmesi ve bir takım diktatörlüklerin kurulması olmuştur. Bu, savaş sonrası Avrupasının. 19'uncu yüzyılın liberalizmine gösterdiği bir tepki idi. Savaşın kitlelerde yarattığı düzensizlik, anarşi ve istikrarsızlık, disiplin rejimlerinin modasını kuvvetlendirmiştir.
Faşizmin Dış Politikası
        Faşizmi iktidara getiren sadece iç faktörler değil, belki ondan da fazla dış faktörlerdi. İtalyan milletinin milletlerarası planda karşı karşıya bırakıldığı hayal kırıklığı ve tatminsizlik, Faşizmin milliyetçi politika ve propagandasına kuvvetli bir destek oldu.
        Mussolini, Akdeniz'de eski Roma İmparatorluğu'nu yaratmak istiyordu. Paris barış konferansında küçük düşürülen, bir kenara atılan İtalyan milletine, bir milli prestij, bir milli benlik vermeyi vaadediyordu. İtalya'nın 1281'den beri gerçekleştirmek istediği sömügecilik emelleri, "Roma İmparatorluğunun yeniden kuruluşu" adı ile Mussolini'nin elinde bir milli idealizm haline getirildi.
        Mussolini, Akdeniz'e "bizim deniz" (mare nostrum) diyordu. Başbakan olduktan birkaç ay sonra 1923 Şubatı'nda İtalyan Senatosu'nda verdiği bir söylevde şöyle diyordu: "Şunu söylemek cesaretine sahip olmamız gerekir ki, İtalya bir tek denizde ebediyen kapanıp kalamaz, bu deniz Adriyatik olsa bile. Adriyatik'ten başka Akdeniz vardır".
        Esasına bakılırsa, Mussolini'nin, iktidarının ilk günlerinden itibaren gerçekleştirmeye çalıştığı yayılma ve genişleme politikası, gerçekte 1915 ve 1917 anlaşmaları ile İtalya'nın göz koyduğu toprakları hedef tutuyordu. 1936 da Habeşistan'ı ele geçirecektir ki, bu İtalya için yeni birşey değildi. Fakat ne var ki, Mussolini eski mallara "Roma İmparatorluğu" damgasını vurarak piyasaya sürdü.
        Yıllardan beri küçüklük kompleksi içinde kıvranmış olan İtalyan milleti için Mussolini'nin bu yeni damgası küçümsenemezdi. Faşist rejimin içerde İtalyan milleti için ne derece rahatsızlık doğurduğu bilinemez. Lakin faşist dış politikanın bütün Doğu Akdeniz milletleri için rahatsızlık ve huzursuzluk doğurduğu bir gerçektir. Bu huzursuzluğu ilk duyan da Adriyatik bölgesi ve bu bölgede Yugoslavya oldu.
        Mussolini ilk önce Fiume (Yugoslavlar Rijeka derler) meselesini ele aldı. Fiume, 1920 Kasımında İtalya ile Yugoslavya arasında yapılan bir antlaşma ile bir Serbest Şehir olarak bağımsızlık statüsüne kavuşturulmuştu. Fakat faşistler burada karışıklık çıkarmaktan geri kalmadılar. Bunun için Mussolini de iktidara geçer geçmez bu meseleyi ele aldı ve Yugoslavya üzerinde baskıda bulunarak Ocak 1924'te bu devletle yaptığı bir anlaşma ile Fiume'nin İtalyaya katılmasını sağladı. Yalnız Fiume'nin Baroş Limanı Yugoslavyaya verildi.
        İtalya'nın sertlik gösterisi ikinci olarak Yunanistan'a yöneldi. Yunanistan-Arnavutluk sınırını düzenlemek için kurulmuş bulunan milletlerarası komisyondaki İtalya temsilcisinin Yanya'da 1923 Ağustosunda öldürülmesi üzerine, İtalyan donanması Corfu Adası'nı bombardıman edip, arkasından adayı işgal etti.
        İtalya, Yunanistan'dan 50 milyon liret tazminat istedi. İtalya'nın bu kuvvet politikası küçük devletlerde korku uyandırdıysa da, Milletler Cemiyeti bu korkuyu gideremedi ve Yunanistan, İtalya'nın istediği bu 50 milyon liret tazminatı vermek zorunda kaldı. Yugoslavya'dan sonra Yunanistan da Adriyatik'te bu yeni kuvvetin ortaya çıkışını endişe ile izliyordu.
        Faşist İtalya'nın, Yugoslavya ile Yunanistan'ı korkutan daha önemli faaliyeti ise, İtalya'nın Arnavutluk üzerinde günden güne artan nüfuzu oldu. Doğrusu Mussolini, Arnavutluk konusunda, eski İtalyan hükümetlerinden çok daha başarılı oldu. 1924 yılı sonunda, eski başbakanlardan Ahmet Zogo'nun Arnavutlukta iktidarı ele geçirmesi ve 1925 Ocak ayında da cumhuriyet ilan etmesi, İtalya'nın işini çok kolaylaştırdı. Zogo, kendi diktatörlüğünü korumak için İtalya'ya dayandı. İtalya, Arnavutlu'ğa geniş ekonomik yardım yaptı. 27 Kasım 1926 da İtalya ile Arnavutluk arasında bir Dostluk ve Güvenlik Paktı imzalandı.
        Mussolini, 1927 Şubatı'nda faşist parlamentosuna bu Paktı sunarken, "Arnavutluğun bağımsızlık ve toprak bütünlüğü İtalya'nın Adriyatik'teki durumu için bir garantidir" diyordu. Bu anlaşma, Yugoslavya tarafından tepki ile karşılandı. Arnavutluk'un Yugoslav sınırları içindeki Arnavutlarla ilgilenmesi, bu münasebetlerin düğüm noktası idi. Bu sebeple Yugoslavya, İtalya-Arnavutluk Antlaşması'na, 1927 Kasımı'nda Fransa ile imzaladığı bir Dostluk ve İttifak Antlaşması ile cevap verdi.
        Yugoslavya, antlaşmayı İtalya ile bir savaş hali için imzaladığını açıklamaktan çekinmedi. Bunun üzerine İtalya 22 Kasım 1927 de Arnavutluk ile İkinci Tirana Antlaşması'nı imzaladı. 25 yıl için imzalanmış olan bu savunma ittifakı antlaşması ile Arnavutluk tamamen İtalya'nın kontrol ve himayesi altına girmiştir.
        Cumhurbaşkanı Ahmet Zogo, İtalya'ya dayanarak 1928'de krallığını ilan etmiştir. Bundan sonra artık Arnavutluk için İtalya'nın Belçika'sı denilmiştir. İtalya'nın Arnavutluk üzerinde kurmuş olduğu bu durum İtalyan-Yugoslavya münasebetlerinin düzelmesini engellemiştir.
        İtalya'nın Arnavutluk vasıtasiyle Balkanlara kol atması Yunanistan için de bir endişe kaynağı olmuştur. Öte yandan, Mussolini'nin Doğu Akdeniz ve Anadoluyu da yayılma alanları arasında saymaktan çekinmemesi, Türk-İtalyan münasebetlerine daima bir soğukluğun egemen olmasına sebep olmuştur.
        1934 Balkan Paktı da, İtalyan tehdininin önemli bir rol oynamış olduğunu gözden uzak tutmamak gerekir. Faşist İtalya'nın İngiltere ile münasebetleri, 1935'e kadar iyi bir çerçeve içinde akmıştır. Fransa'nın savaş sonrası Avrupasında dengeyi kendi tarafına eğiltmesi ve bir üstünlük sağlaması İngiltereyi, İtalya'da bir denge unsuru aramaya götürmüştür. Buna karşılık İtalyan-Fransız münasebetleri on yıl kadar hiç iyi gitmemiştir.
        İtalya'nın bir deniz kuvveti olarak Akdeniz'de sivrilmesi Fransa'nın hiç hoşuna gitmemiştir. Özellikle İtalya'nın barış antlaşmalarının kurduğu düzene karşı cephe alması (revizyonizm) bu hoşnutsuzluğun temel sebeplerinden biridir. Bunun içindir ki İtalya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan gibi revizyonist devletlerle daima yakın münasebetler kurmaya çalışmıştır. Aynı sebeple, Küçük Antant'a (Yugoslavya, Romanya ve Çekoslovakya) da cephe almış ve bunu Fransa'nın reaksiyoner bir bloku olarak görmüştür. Fransa ile İtalya arasındaki sürtüşme ve rekabet ise, İtalya'nın Almanya'da Fransa'ya karşı bir denge unsuru görmesini sağlamıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder