6 Ocak 2010 Çarşamba

AVRUPA SİYASİ TARİHİ ÖDEVİ

AVRUPA SİYASİ TARİHİ

İnsanoğlu’nun yeryüzündeki yaşamını bütün yönleriyle değiştiren ve temelden etkileyen en önemli iki olay tarım ve sanayie dayalı üretim yollarının bulunmasıdır. İnsanoğlu tarıma veya sanayie dayalı uygarlıklar meydana getirmişlerdir. Tarım insan yaşamının başat geçim kaynağı olduğu sürece, uygarlıklar arasındaki etkileşim çok güçlü olamamış ve bu uygarlıklar belirli coğrafyalarla sınırlı veya yerel düzeyde kalmışlardır. Uygarlık, sanayi faaliyetlerinin başlamasıyla birlikte genişlemiş, modern teknolojik icatların ekonomik, politik ve sosyal yaşamda daha çok yer almasıyla birlikte evrensel veya global bir düzeye ulaşmıştır. Bu süreç dahilinde, uygarlık belirli ve sınırlı merkezlerden çevreye doğru yayılmıştır. Böylece, birbirleriyle etkileşimli ve geçici nitelikte olan bağımsız ekonomik ve politik birimler sistemi merkeziyetçiliğe doğru genişlemiştir. Yani, tarihsel süreç dahilinde küçük şehir-devletlerinden merkezileşmiş imparatorlukların veya güçlü merkezi devletlerin olduğu bir sisteme doğru genişleme söz konusudur. Bu düşünce dahilinde, tarihi süreç üç ana döneme ayrılabilir.

1. Ortadoğu Bölgesi’nin Üstünlüğü ve Tarıma Dayalı Uygarlıklar Dönemi (MÖ 5000-MÖ500)

A. Mezopotamya: Sümer, Akad, Babil, Asur, Elam Uygarlıkları

B. Anadolu: Hitit, Lidya, Frigya, Urartu Uygarlıkları

C. Mısır Uygarlığı

2. Uygarlığın Globalleşmeye Başlaması ve İmparatorluklar Dönemi (MÖ500-MS1500)

A. Girit, Miken, Yunan Uygarlıkları

B. Doğu Akdeniz Uygarlıkları: Fenikeliler ve İbraniler

C. Büyük İskender ve Hellenizm

D. Roma Uygarlığı

E. İslamiyet’in Doğuşu ve Yükselişi: Asrı Saadet Devri, Emeviler, Abbasiler.

F. Moğol ve Türk Milletlerinin Egemenliği: Cengizhan, Selçuklular, Osmanlılar

3. Batı Dünyasının Üstünlüğü Ele Geçirmesi (MS 1500)

Hıristiyanlık dininin MS 381 yılında Roma İmparatorluğu tarafından resmi din olarak kabul edilmiş ve Havari Sen Piyer’in Roma şehrindeki temsilcisine Papa adı verilmiştir. Böylece, Hıristiyanlık Avrupa kıtasında ekonomik, politik ve sosyal bir güç merkezi olarak ortaya çıkmıştır. Aforoz etme, Enterdi ilan ederek bütün dinsel faaliyetleri durdurma gibi yetkileri elinde bulunduran Papalık krallar, prensler ve soylular üzerinde etkinlik kazanmışlardır. Bununla birlikte, elde ettikleri toprak ve para bağışlarıyla Papalık ekonomik bakımdan da güçlenmiştir. Bu ayrıcalıkları kaybetmek istemeyen din adamları skolastik düşünce sistemini geliştirmişlerdir. Kilisenin koyduğu esasların tartışmaya kapalı ve değişmez olarak görüldüğü bu mutlak değerler sistemine dogmatizm denilmiştir.

Roma imparatorluğu ikiye bölünüp, Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla, barbar kavimler Avrupa’nın değişik bölgelerinde devletler kurmuşlardır. Bu devletlerin başında bulunan krallar kendi geleneklerini Roma kanunlarıyla birleştirerek yeni düzenlemeler yapmışlar ve topraklarını kontluklara onları da daha küçük birimlere ayırarak başlarına barbar şeflerini getirmişlerdir. Kavimler Göçü ile başlayan karışıklıkların etkisiyle büyük toprak sahipleri ve köylüler hayatlarını devam ettirebilmek için güçlü şahısların koruması altına girmişlerdir. Halkın himayesi altına girdikleri şahıslara süzeren himaye edilen halka da vassal denilmiştir. Soylular bağlılıkları karşılığında maiyetlerinde bulunan toprakların işletme hakkını köylülere vermişlerdir. Feodalite adı verilen ve Ortaçağ boyunca Avrupa’nın ekonomik, politik ve sosyal görüntüsünü belirleyen bu sistemde halk dört değişik sosyal sınıfa ayrılmıştır:

1. Soylular: Krallar, Dükler, Kontlar, Baronlar, Vikontlar, Şövalyeler

2. Din Adamları ve Papalık

3. Ticaret ve Sanayi ile uğraşan şehirli Burjuvalar

4. Köylüler: Hiçbir hakkı olmayan Serfler, Kısmi haklara sahip olan Serbest Köylüler

Haçlı Seferleri (1096-1270): Bu seferlerin neticesinde Avrupa kıtasında ekonomik, politik ve sosyal hayat değişmeye ve gelişmeye başlamıştır. Öte yandan, Doğu büyük zararlar görmüştür. Haçlı Seferleri sırasında binlerce soylunun hayatını kaybetmesi feodal beyliklerin gücünü kaybetmesine ve merkezi krallıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bununla beraber, Roma Kilisesi ve Papaya olan güven sarsılmaya başlamış ve din adamlarının otoritesi ve skolastik düşünce sistemi zayıflamıştır.

Ekonomik bakımdan, Avrupa kıtasının hayat standartları yükselmeye başlamıştır. Ticaret ile uğraşan şehir halkı zenginleşerek Burjuva sınıfını oluşturmuştur. Bunun yanında papaların ve kralların seferlere mali destek sağlamak amacıyla İtalyan bankerlerine başvurmaları bankacılığı geliştirmiştir. Pusula, barut, kağıt ve matbaanın Avrupa kıtasına götürülmesi bilim ve teknik alanındaki gelişmelerin önünü açmıştır.

Yüz Yıl Savaşları (1337-1453): Valoisler Fransa’sının önce Plantagenetler sonra Lancesterler İngiltere’si ile giriştiği savaşlar dizisi önceleri Fransa tahtı için bir veraset savaşı görünümündeydi ve geçen zaman içinde tarafların hedeflerinin değişmesiyle çok değişik boyutlar kazanmıştır. Bu savaşlar süresince hem İngiltere’de hem de Fransa’da feodalite rejimi zayıflamış ve modern milliyet bilinci oluşmaya başlamıştır. Klasik feodal bir savaş gibi başlayan bu savaşlar, millet ile millet arasında olan bir savaş olarak sona ermiştir. Fransa’da mutlak krallık meydana getirilerek siyasi birlik sağlanmıştır. İngiltere’de ise Yüz Yıl savaşlarının sonunda iç savaş çıkmıştır. Çifte Gül denilen ve otuz yıl süren bu iç savaş neticesinde İngiliz feodal rejimi sarsılmıştır.

Onbeşinci yüzyıldan itibaren Avrupa kıtasında yeni politik anlayışlar ve kurumsal yapılanmalar oluşmaya başlamıştır. Mutlak krallıkların güçlenmesiyle feodalite düşüncesi zayıflamaya başlamıştır. Ayrıca, Papalığın eski itibar ve gücünü kaybetmeye başlaması Avrupa’da birleşik Hıristiyan alemi oluşturma düşüncesinin zayıfladığını göstermektedir. Yeniçağ Avrupa’sını şekillendiren faktörler:

1. Barutun ateşli silahlarda kullanılmaya başlanmasıyla krallıkların güçlenmesi

2. Pusulanın Avrupa kıtasına geçmesiyle gemicilik bilgisinin ilerlemesi

3. Ağır sabanın tarımda kullanılmaya başlanmasıyla, tarım alanlarının genişlemesi ve tarım ürünlerinin bollaşması.

4. Kağıt ve Matbaanın kullanılmasıyla birlikte kültürel hayatın canlanması.

Ayrıca, ticaretle uğraşan şehirli burjuva sınıfının gelişmesi feodalite rejiminin zayıflayıp yok olmasında ve merkeziyetçi krallıkların güçlenmesinde önemli bir faktör olmuştur. Burjuva sınıfının ana hedefi iç gümrüklerin kaldırılarak sıkı dış gümrükler yerleştirilmesini sağlamaktı. Bu da küçük feodal devletçiklerin birleştirilerek daha büyük politik otoriteye yani krallıklara dönüştürülmesiyle mümkündü. Merkantalizm denilen bu ekonomik ve ticari anlayış sonraları sömürgeciliğin gelişmesinde de büyük rol oynamıştır. Bu anlayışa göre, ulusal devletin güçlenmesi değerli madenlerin stoklarının artırılması ile sağlanacağından zengin madenleri ele geçirme yönündeki sömürgecilik zorunlu hale gelmiştir.

Milli monarşilerin kurulmaya başlanmasıyla birlikte, modern Avrupa milletlerinin oluşum süreci başlamıştır. Bunun yanında, bireyin bütün özellikleriyle ön plana çıkmasını sağlayan Hümanizm ve Rönesans hareketleri modern insanı oluşturacak düşünce inkılabını gerçekleştirmiştir. Roma ve Yunan medeniyetlerinin yeniden canlanmasını sağlayan bu sürecin esas yürütücüsü ticaret ile uğraşan şehirli burjuva sınıfı olmuştur. Bunlar elde ettikleri mali zenginliklerini sanat ve sanayi alanlarındaki yeniliklere yatırmışlardır. Rönesans şu temel anlayışlarıyla skolastik düşünce sistemini sarsmaya başlamıştır.

1. Yeryüzü ilgi çekici ve araştırmaya değer bir yerdir.

2. İnsan güçlüdür ve bu gücüyle büyük başarılar elde edebilir.

3. İnsanın faaliyet göstermesi şerefli bir olaydır.

4. Gerçek olan güzeldir ve insan gerçeği araştırmalıdır.

Reform Hareketleri: Krallar ve zengin burjuvalar, kilisenin manevi sınırlandırmalarına ve genel hükümranlığına ve koyduğu vergilere karşı çıkmaya başlamış ve bunun sonucu olarak, krallar dinin lideri olarak Papanın yerini alma eğilimine girmişlerdir. Bunun sonucunda, Bohemya, Kuzey Almanya, İngiltere, İskoçya, Danimarka, Norveç ve İsveç kralları Roma kilisesinden ayrılıp kendilerine ait milli kiliselerini kurmuşlardır. Buna paralel olarak, kilisenin etkisi sade vatandaş üzerinde dahi azalmaya başlamıştır. Kilisenin otoritesine karşı kendi İncillerine sahip çıkmak isteyen halk kendi kiliselerini buna uygun olarak yönetmek eğilimindeydi. Bunun en tipik örneği Almanya’da Martin Luther’in başlatmış olduğu Protestanlık hareketidir.

Roma kilisesinin bünyesinde misyonerlerin ve azizlerin önayak olduğu karşı reform hareketinin amacı Kiliseyi doğru yola çekerek onun gücünü arttırmaktı. Bu hareketin en önemli temsilcilerinden olan İspanyol Loyolalı Aziz İngatius 1538 yılında “İsa’nın Toplumu” denilen ve halk arasında Cizvitler olarak anılan bir tarikat kurdu. Bu harekete mensup din adamları daha çok eğitim kurumları yoluyla misyonerlik faaliyetleriyle uğraşıyorlardı.

Reform hareketlerinin en önemli sonucu skolastik düşünce sisteminin yok olmaya başlaması ve laikliğin kurumsallaşması sürecine girmesi olmuştur. Ayrıca, Reform hareketleri ahilinde, bir grup Protestan şehir-devletleri prensleri bir araya gelerek Katolik Kutsal Roma Germen İmparatoruna karşı 1546 yılında savaş başlatmışlardır. Bu askeri ve politik mücadeleyi sona erdiren 1555 yılında imzalanan Augsburg Barış Antlaşması’na göre:

1. Protestanlık kilisesi ve mezhebi kesin olarak tanınmıştır.

2. Alman prensleri istedikleri mezhebi seçme ve kendi halklarına kabul ettirme konusunda serbest olmuşlardır.

3. Prensler kendi ülkelerinde dinsel işler üzerinde mutlak hakim olarak kabul edilmişlerdir.

4. Prenslerin mezhebini kabul etmeyen Almanların başka yerlere göçüne izin verilmiştir.

5. Katolik olarak kalan memleketlerde yeni mezheplerle mücadele amacıyla Engizisyon mahkemeleri kurulmasına karar verilmiştir.

Coğrafi Keşifler: Önceleri bilimsel ve Hıristiyanlık dinini yaymak gibi dinsel gayelerle başlayan dünyaya yayılma hareketleri onbeşinci yüzyılın ikinci yarısında açık bir şekilde ekonomik amaçlara yönelmiştir. Yeniçağ Avrupa’sında ticaretin gelişmesi ekonomik pazarın esası olan değerli madenlere olan ihtiyacı arttırmıştır. Bu değerli madenlere ulaşabilmek için Avrupalılar Asya ve Afrika kıtalarına seferler düzenlemeye başlamışlardır. İlk keşif seyahatleri Atlantik Okyanusunda ve Afrika sahillerinde onbeşinci yüzyılın başlarında Fransız ve Cenevizli gemiciler tarafından başlatılmıştır. Bu seyahatler sonucunda “Kanarya” ve “Azar” adaları keşfedilmiştir. Portekizli gemici Bartelemeo Diyaz’ın Ümit Burnu’nu keşfetmesinden sonra Vasko dö Gama Ümit Burnunu dolaşarak Hint Okyanusuna ve oradan Hindistan topraklarına ulaşmıştır.

Bu keşiflerin sonucunda, ticaretle uğraşan burjuva sınıfı zenginleşmiş ve mallarını pazarlamak için yeni memleketler bulmuşlardır. Böylece daha sonraki yıllarda gerçekleşecek olan Sanayi İnkılabı için zemin oluşmaya başlamıştır. Coğrafi Keşifler Akdeniz kıyılarındaki limanların önemini 1869 yılında Süveyş Kanalının Fransızlar tarafından açılmasına kadar olan dönemde önemini kaybetmesine neden olmuştur. Böylece, kervan yolları ve limanlar boyunca faaliyet gösteren zanaatkar ve halk ekonomik bakımdan durumları kötüleşmeye ve Osmanlı Devletinin gerilemesine ve dolayısıyla Celali İsyanlarına zemin hazırlamıştır. Osmanlılar Hint ticaret yolunun hakimiyeti için Portekizlilerle, Akdeniz Bölgesinin hakimiyeti için mücadele etmişlerdir. Endonezya’da savunma ve koruma savaşları yapan Osmanlılar Hıristiyan Avrupa karşısında Doğu Kalkanı haline gelmişlerdir.

Otuz Yıl Savaşları: Augsburg Antlaşmasının uygulamada yürümediğini gören Protestanlar haklarını savunmak için aralarında birlik kurup 1618 yılında Bohemya’da ayaklandılar. Katolik Alman devletleri Kutsal Roma-Germen imparatoru II. Ferdinand’ın liderliğinde birleştiler. Protestanlar ise dışardan destek sağlayabilmek amacıyla İngiltere, Hollanda, Fransa nezdinde girişimlerde bulundular. Öte yandan, Katolik Almanlar İspanyanın desteğine güveniyorlardı. Fransa Katolik olmasına karşın Habsburg hanedanıyla mücadele içinde olduğundan dolayı İsveç, Alman ve Hollanda Protestanlarıyla anlaşarak Kutsal Roma-Germen imparatoruna karşı savaş açtılar. Bunun ana nedeni, Fransız Kralı XIV. Louis’in amacının İspanya topraklarına veraset yoluyla sahip olarak Kutsal Roma-Germen topraklarında ilerlemeye devam etmek istemesiydi. Böylece, Fransa Avrupa kıtasına hakim olacak ve Amerika kıtasındaki sömürgelerin yeni efendisi bir deniz gücü olacaktı. Bunun içinde doğal olarak ilk önce Fransa’yı çevrelemiş olan Katolik İspanya ve Kutsal Roma-Germen İmparatorluklarıyla mücadele etmek zorunda olacaktı. Protestanların Katolikleri mağlup etmesiyle birlikte 1648 yılında Westphalia Barış Antlaşması imzalanarak Otuz Yıl Savaşları son bulmuştur. Buna göre:

1. Kutsal Roma-Germen İmparatoru Almanprenslerin dinsel-politik serbestliklerini tanıyacaktı

2. Almanya’da Katolikliğin yanında Protestanlık ve Kalvinizm geçerli mezhepler olacaktı.

3. Flemenk Cumhuriyeti bağımsız hale gelecekti.

Böylece, Uluslararası hukuk bakımından Kutsal Roma Germen imparatorluğunun parçalanmış ve Alman prenslerinin bağımsız hale gelmişlerdir. Böylece Avrupa kıtasında güç dengesi tamamen değişmiş oldu. İspanya Avrupa’daki üstünlüğünü kaybederken, Fransa en güçlü devlet haline gelmiş ve İsveç Baltık Denizi Bölgesinde hakimiyetini kurmuştur. Bununla beraber, daha önceki uluslararası toplantılar dinsel nitelikteyken, Westphalia devlet, savaş ve iktidar sorunlarının tartışıldığı laik bir konferans olmuş ve toplantılar sırasında Papalık temsilcisi dinlenilmediği gibi antlaşma metni Papaya imzalattırılmamıştır. Dolayısıyla, kilisenin politik gücü iyice sınırlandırılmış ve Avrupa kıtasında kendi kanunlarına göre davranan, kendi milli politik ve ekonomik menfaatlerini gözeten, ittifaklar kuran ve bozan modern bağımsız devletler oluşmuştur. Bugünkü anlamda devletlerin oluşturduğu uluslar arası sistem Wstphalia Antlaşmasının sonucudur.

İspanya Vesayet Savaşları: Büyük miras bırakacak olan İspanya Kralı II. Charles vasiyetinde İspanya topraklarının bütün olarak Fransa Kralı XIV. Louis’in torununa kalacağı ama iki tahtın hiçbir zaman birleştirilemeyeceği ve Louis’in kabul etmemesi durumunda aynı koşullar altında Avusturya Habsburg Kralının oğluna sunulacağı belirtilmişti. II. Charles 1700 yılında ölünce, Fransa’nın etkisinin genişleyebileceğini düşünen XIV. Louis bu mirası kabul etti. Fakat, Kutsal Roma-Germen İmparatorluk İngiltere, Hollanda, Portekiz, Savua ve Brandenburg dükalıkları buna itiraz ederek Fransa’ya karşı bir ittifak meydana getirmişlerdir. Bu ittifakla Fransa arasındaki savaşlar Fransa’nın yenilgisiyle son buldu ve 1713 yılında Utrecht Barış Antlaşmasıyla Avrupa kıtasındaki yeni güç dengesi oluşturuldu. Buna göre, Cebelitarık ve Minorka adasını, Amerika kıtasındaki Newfondland ve Nova Scotia kolonilerini alan İngiltere Akdeniz ve Atlantik Okyanusunda bir deniz gücü haline gelmiş, İskoçya ile politik birliğini sağlamlaştırmış ve gelecekte ekonomik zenginliğinin temel kaynaklarından birisini meydana getirecek olan İspanya Amerika’sına köle taşıma ayrıcalığını elde etmiştir. Milano, Napoli, Sicilya ve Belçika Avusturya Habsburglarına bırakılmıştır.

Savua ve Brandenburg yöneticileri galip olan tarafa katıldıkları için kral olarak kabul edilmişler ve Avrupa kıtasının politik ufkunda yükselmeye başlamışlardır. Bu antlaşmadan sonra Savua dükalığı Sardunya (Piyemento) adıyla, Brandenburg ise Prusya adıyla anılmaya başlanmıştır. Bu anlaşmanın sonucunda, üçyüze yakın otonom prensliklerden oluşmaya devam eden Almanya hala bir karmaşa içinde, İtalya parçalanmış vaziyette ve İspanya Fransa’nın etkisi altında kalmışlardır. Bu antlaşmanın konusunun İspanya dünyasının paylaşımı olduğu için politik ve ekonomik nedenlere bağlı olan, dinsel niteliği olmayan bir savaşa son vermiş ilk antlaşma olma özelliğini taşımaktadır.

Yedi Yıl Savaşları: (1756-1763) İngiltere ve Fransa arasında sömürgecilik ve deniz üstünlüğü için çıkmış olan politik mücadeleler sonucunda Avrupa kıtasında yeni saflaşmalar meydana çıkmıştır. 1756 yılında İngiltere ve Prusya arasında ittifak kurulmasına karşı Fransa ve Avusturya-Habsburglar arasında evlilik yoluyla hanedan bağları kurulmuştur. Böylece Almanya toprakları üzerinde Avusturya ve Prusya arasındaki rekabet belirginleşmeye başlamıştır. Bu savaş sonunda imzalanan Paris Barış Antlaşmasıyla, Fransa, Afrika ve Amerika kıtasında ve Hindistan’da bulunan denizaşırı sömürgelerinin hepsini İngiltere’ye bırakmıştır. Böylece hem ekonomik bakımdan hem de politik bakımdan Fransa güç kaybederken, İngiltere denizlerdeki ve sömürgecilik yarışındaki üstünlüğünü sağlamlaştırılmıştır. Öte yandan, Prusya Avusturya karşısına daha etkin bir biçimde Almanya toprakları üzerinde politik bir güç olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır.

İngiltere’de Demokrasi Hareketleri:Avrupa’da mutlakıyetçi kraliyet rejiminden parlementerizme geçiş, İngiltere’de başlamıştır. Kıran kırana geçen siyasi mücadelenin sonucunda İngiliz soylular, Kral Yurtsuz John’a 1215 yılında Magna Charta adı verilen bir fermanı kabul ettirerek, parlemento yönetimini kurdular. Buna göre:

1. Kral halkın onayını almadan vergi toplayamayacaktı.

2. Kanuni dayanağı olmadan kimse tutuklanamayacak, hapis ve sürgün edilemeyecekti.

3. Ülkeye giriş ve çıkış serbest olacak, tam ticaret serbestisi tanınacaktı.

Parlementer sistem bazen işletilerek bazen askıya alınarak, on yedinci yüzyıla gelinmiş olundu. Bu yüzyıl mutlakiyetçilerle özgürlükçü hareketlerin mücadelesine sahne olmuştur.

Kral I. Charles’ın parlementoya danışmadan İspanya ve Fransa’ya savaş ilan etmesi ve bu savaşların maliyetini karşılayabilmek için vergileri arttırması üzerine, İngiliz Parlementosu 1628 yılında Haklar Bildirisi (Petition of Rights) adı verilen belgeyi yayınladı. Bu bildiride, kralın yetkileri sınırlanarak hukuksal süreçten geçmeden kralın kimseyi suçlayamayacağı, cezalandıramayacağı ve orduyu halka karşı kullanamayacağı belirtiliyordu. Kral buna tepki göstererek parlementoyu dağıttı. Ancak, vergi izni alabilmek için 1640 yılında parlementoyu tekrar toplanmaya çağırmak zorunda kaldı.

Aradan geçen kırk yıllık süreç sonunda, 1689 yılında İngiliz Parlementosu’nun Haklar Kanunu (Bill of Rights) yayınlamasıyla, egemenlik parlementonun denetimine geçmiştir. Bu bildiriye göre;

1. Parlemento seçimleri serbestçe yapılabilecektir.

2. Parlemento üyeleri tam bir ifade özgürlüğüne sahip olacaktır.

3. Parlementonun kabul ettiği kanunlar kral dahil herkesi bağlayacaktır.

4. Parlementonun izni alınmadan asker ve vergi toplanamayacaktır.

Bu kanun ile parlementer demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi ilkeler Avrupa’da ve tüm dünyada ilk önce İngiltere’de uygulanmıştır.

ABD (Amerika Birleşik Devletleri’nin) Kurulması: İngiltere Amerika kıtasındaki topraklarını genişlettikten sonra başta kendi ülkesinden olmak üzere çeşitli ülkelerden göçmenler getirerek koloniler kurdu. Onsekizinci yüzyılın ortalarında sayıları onüçe ulaşan bu kolonilerin başında İngiliz Kralının tayin ettiği bir vali bulunuyordu. 1756 – 1763 yılları arasında İngiltere’nin Fransa-Avusturya-Rusya ittifakına karşı sömürgeler ve dünya egemenliği için savaşmıştı. Tarihe Yedi Yıl Savaşları olarak geçen bu savaşlar sonunda, imzalanan Paris Barış Antlaşması ile İngiltere uluslararası arenada egemen güç haline gelmiştir. Fakat aynı zamanda İngiliz devlet maliyesi bozulmuştur. Bu durumu düzeltmek için İngiltere’nin yeni vergiler koyması Amerika kıtasındaki kolonilerinin tepkisiyle karşılaştı.

1774 yılında toplanan I. Philedelphia Kongresi’nde koloni halkları İngiltere’ye karşı savaş ilan etmişlerdir. Yedi Yıl Savaşlarından yenik çıkan Fransa’nın cömertçe mali ve askeri yardımlarıyla da, bağımsızlık mücadelesi başlamıştır. Daha sonra 1776 yılında II. Phidelphia Kongresi’nde bu koloniler bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Bu kongre sırasında Thomas Jefferson tarafından kaleme alınan Amerikan Bağımsızlık Bildirisi ve İnsanlar Hakları Bildirisi kabul edilerek onaylanmıştır. Birinci bildiride İngiltere’nin Kuzey Amerika’da uyguladığı sömürge politikası kınanmış ve Amerikalıların bağımsız bir devlet kurma hakları savunulmuştur.

George Washington komutasındaki koloni güçleri tarafından yenilgiye uğratılan İngiltere geri çekilmiş ve 1783 yılında imzalanan Versailles Barış Antlaşmasıyla onüç koloninin bağımsızlığını kabul etmiştir. Bağımsızlıklarını ilan eden koloniler dahili işlerinde serbest olmak şartıyla 1787 yılında ABD’yi (Amerika Birleşik Devletleri) kurmuşlardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder