18 Ekim 2009 Pazar

Çocukluk Oyunlarım 2: Civilization

Çoğu insanın “sabahlamak” olarak adlandırılan eylemle bir şekilde tanışmışlığı vardır. Üniversitedesinizdir, arkadaşınızla gittiğiniz barda köşede duran hatun gülümsedi mi emin olamazsınız ve gece 4’e kadar kenarda beklemeye karar verirsiniz. Sonra da arkadaşınızla kös kös eve yürüyüp alkolün etkisiyle sızarsınız. Ya da ertesi gün final jüriniz vardır, hocanın verdiği eleştiriyle değiştirdiğiniz projenizin son halini yetiştirmek için stüdyoda boyalar içinde kalmış halde maket yapmaya çalışıyorsunuzdur. Ya da çok tatlı bir kızla tanıştığınız o tatil gecesi, onunla ne zaman öpüşeceğinizi düşünerek uzun uzun konuşmaya dalmışsınızdır. Ya da gecenin oyuna verdiği tadın da artmasıyla, arkadaşlarınızla masaüstü rpg oynamaya kaptırmışsınızdır.

Sabahlama eyleminin sonu her zaman -çoğu zaman- güzel olmaz, üniversitede atfedilen o havalı imajı da (“heeey hadi bu gece sabahlayalım!”.. Ne oluyorsa sabahlayınca, bok var sanki) genelde sonraki yıllarda katlanılacak bir şey değildir.

Fakat sabahlamanın engellenemediği zamanlar vardır. Yeterince çalışırsanız dersinizin finali için sabahlamanız gerekmez, yeterince becerikliyseniz hatunlar için sabahlamanız gerekmez. Ama muhteşem bir oyun oynuyorsanız ve zone'a girdiyseniz, asla ve asla oyunu kapatıp ertesi gün devam etmeniz aynı havayı vermeyecektir. Kafanızda dönen binlerce stratejik kararla birlikte oyunu bırakıp gidemezsiniz. Benim için bu muhteşem oyun Civilization’du işte.



Bir tanesi yakın zamanda olmak üzere 4 tane devam oyunu yapılmış, birçok başka oyunun tasarımını etkilemiş bir Sid Meier baş yapıtı olan Civilization, turn-based bazlı strateji oyunlarının babası olarak zaten konuya ilgili olanlar tarafından yeterince biliniyordur. M.Ö. 3000'de başlayan oyun, dünya üzerindeki ilk insanların yarattığı medeniyetlerin (bir tanesi sizinki olmak üzere), teknolojiden ekonomiye, tarımdan savaşa birçok farklı boyutta gelişmesini konu alıyor. İlk şehrinizi kurarak başlayıp, giderek gelişip, farklı coğrafyalara dağılmış, gerek ülke yönetiminin başındaki liderlerden dolayı gerek içlerinde bulundukları coğrafyalardan dolayı farklı politikalar izleyen diğer medeniyetlerle etkileşim içine giriyor ve kendi medeniyetinizi geliştirmeye çalışıyorsunuz. İç yönetiminiz de dış politikanız kadar önemli, despotluktan komünizme, demokrasiden cumhuriyete farklı yönetim çeşitleri insanlarınızın mutluluğunu ve daha birçok başka şeyi etkiliyor.




Oyunun galibiyetle biten iki sonu var, uzaya yaşamı taşımak veya dünyayı ele geçirmek. Tabii ki çoğu oyunda olduğu gibi sonuçtan (amaçtan) çok süreç esas olarak bağımlılık yapan şey, ve Civilization bu süreç boyunca, bir daha tekrarlanamayacak ve sadece o oyuna (ve oyuncuya) özel deneyimler sunuyor ve unutulmaz anlar yaşatıyor. Bazı insanlar oyunların sanat olup olmadığını tartışadursun, oyunlardan önce gelmiş olan hiçbir sanat formunun ulaşamayacağı bir nokta bu. Beni öküz gibi eğlendiren ve her biri birbirinden farklı ve bana özel olan deneyimlerle dolu yüzlerce (belki binlerce) saatten bahsediyoruz dostum. Hey. Anlıyor musun adamım? Şimdi çek o beyaz kıçını mahallemden. Eöö neyse.

Coğrafyanın talihsizliği

Dünyanın genişlemeye müsait olmayan bir tarafına düştüğünüzde (çorak topraklar, buzullar, fazlasıyla küçük adalar gibi), medeniyetinizi geliştirmeniz zordu. Özellikle küçücük bir adadaysanız, haritanın karanlık taraflarında (özellikle dünyayı custom olarak yarattıysanız, yani bildiğimiz Avrupa, Amerika gibi kıtalardan oluşan dünya değilse burası) neler döndüğünü deli gibi merak ederek beklemek zorunda kalırdınız gemiciliği bulana kadar. Sınırlı kaynaklarla siz gemiciliği bulana kadar başkaları çoktan almış yürümüş olabilir, ve hatta sizi o daracık adanızda sıkıştırıp bir de utanmadan dibinizde şehir kurabilirdi. Haliyle böyle durumlarda savaş açmazdım hemen ama karşımdaki medeniyetin lideri biraz agresifse, biraz da gelişmiş teknolojiye sahipse ya haraç isterdi ya da barış yaptıktan sonra savaş açardı. Pearl Harbor misali sonradan kazık yememek adına her zaman baştan savaş açmayı ya da barış yapıp sonra savaş açmayı tercih etmişimdir (7 günahtan en büyüğü kibirdi di mi?) Sonra da debelenirdim kurtarcam ülkeyi diye.



En heyecanlı anlardan bazıları, belli bir çapa ulaştıktan sonra sizinle aynı güce sahip tipleri tespit ettiğinizde yaşanırdı. Başta barış imzalasanız bile onları geçmek isterdiniz, inceden yeni ele geçirilmemiş karalar bulayım derdiniz ya da direkt girişirdiniz. Bazen de siz o medeniyetle birbirinizi yerken, uzakta verimli bir kıtada başka bir süper güç sessiz sedasız gelişmiş olurdu. Bir sürü şehre sahip kocaman bir medeniyeti çökertme noktasına getirmek ve başta ukala davranan liderini en sonunda haraca bağlamak çok eğlenceliydi.

Bir keresinde de custom yaratılmış bir dünyada, tüm dünyayı ele geçirdiğimi sanmama rağmen oyun bitmemişti. Çok yayılmış olmama rağmen kutuplara yakın karanlıkta kalmış ve göremediğim bölgelerde küçük bir ada olmalıydı bilmediğim bir medeniyeti barındıran. Eşek gibi arayıp bulmuştum sonunda tek şehirlik bir zulu kabilesini, utanmadan barış imzalayıp, haraç alıp sonra nükleer bomba atıp duruyordum üstlerine. Hiçbir savunmaları kalmamasına rağmen ele geçirmiyordum ama, sürekli nükleer atıp durdum. (Bunda ne gibi bir eğlence bulduğumu soracaklar lütfen İnternet tarayıcılarının sağ üst kısmındaki küçük çarpı işaretine bassınlar. Hele ki aranızda ahlaki sorgulamalara gidip “aman ne vahşi vıy vıy” diyecek kadar sıkıcı olabilecek insanlar varsa televizyonlarını açıp kanlı bıçaklı haberleri izlemeye sonra da “aman canım memleket pek bozuldu” muhabbeti yapmaya devam etsinler ve buralara hiç uğramasınlar. Bu bir oyun, gerçek hayat değil.)

Kim önce X yapacak?

Medeniyetlerin gelişimini belirleyen en açık öğe teknolojiydi. Catapult’larla kendi çapınızdaki medeniyetlere dehşet saçarak gezinirken birden barutu bulmuş olan insanlarla karşılaşmak moral bozucu olabiliyordu. Fakat bazen komik şeyler de olmuyor değildi, mesela iletişime geçtiğiniz medeniyetle teknoloji alışverişi teklif ettiğinizde onda çok basit bir teknoloji olmadığını görüp onun karşılığında tank yapmanın (!) bilgisini öğrenebiliyordunuz. Belli üniteler savaştaki üstünlükleriyle yeni bir çağ başlatıyorlardı resmen, bunu öğrendikten sonra sürekli bir sonraki milestone’u oluşturan üniteyi diğer medeniyetlerden önce keşfetmeye çalışıyordunuz (barutu bulunca muskeeter yapabiliyor ve defansınız adına barut öncesi saldırı ünitelerine karşı inanılmaz avantaj sağlıyor, tankı bulunca inanılmaz bir kara saldırı gücüne sahip oluyordunuz).



Nükleer bomba ise ayrı bir dönem açıyordu, nükleer bomba gücüne sahip birine kimse savaş açmak istemiyordu. Ama sonuçta o da başkası tarafından ajanlar aracılığıyla çalınıp size karşı kullanılabiliyordu. Ayrıca nükleer bombaların yarattığı kirlilik yüzünden tüm dünyadaki verimli alanlar yok oluyordu (birdenbire tüm şehirlerin etrafındaki alanlarda verim düşüyordu).

Deniz ve hava üniteleri de çok fantastikti. Hava üniteleri çok güçlüydü fakat turn sonunda bir şehre inmek zorundaydı yoksa düşüyordu. Sırf kıyıdan saldırıp defansını çökerttiğim şehre, çıkartma yapabilen gemiye sahip olmadığım için ele geçiremediğim oluyordu, tam çıkartma yapmaya geldiğimde düşman toparlanmış olabiliyordu ve tekrar tekrar denemek gerekirken oyunun başka bir tarafında güçsüz düşebiliyordum.

Vatandaşlık Bilgisi 101

Oyunda en eğlendirici olan faktörlerden biri yönetim şekilleriydi. Despotizmden sonra sırayla krallık (monarşi), komünizm, cumhuriyet, demokrasiyi keşfederdiniz (başka var mıydı ilk oyunda? Sonraki oyunlarda din falan da eklenmişti). Diğerlerinden demokrasiye geçtiğiniz anda şehirlerinizde yaşayan herkes sapıtır ve size karşı ayaklanırdı, bu açıdan gerçekçiydi, tabii insanları mutlu tutup ayaklanmaları bastırabildiğiniz noktada en verimli olan da demokrasi oluyordu ve bu şekilde oyun kendini dengeliyordu.

Şehirlerdeki insanları mutlu tutmak için onlara çeşitli yapılar yapabildiğiniz gibi, şehirdeki insanların bir kısmını bu iş için ayırıp müzisyen/eğlendirici falan da yapabiliyordunuz. Bir kısım insanı da devlet memuru yapıp, sıkıcı hayatlar karşılığında size vergi toplamalarını sağlayabiliyordunuz.

* * *

Sonuç olarak Civilization, ben ve benim gibi birçok insan için yeni bir dönem başlattı. Gerek oyunun yapımcısı olan Sid Meier’in, gerek birçok başka insan ve firmanın, benzer arayüzü ve mantığı sürdüren turn-based strateji oyunları çıktı sonrasında (Master of Orion, Master of Magic, Colonization vs..). Ne zaman ki real-time stratejiler popüler oldu, bildiğimiz derinlikteki strateji oyunları azaldı (aksiyon olayının dayanılmaz gücü, hehe). Karşı olduğum sanılmasın, Command & Conquer serisi, Warcraft ve StarCraft serileri benim için inanılmaz heyecan vericiydi. (Bu türde favorim daha ileriki yıllarda çıkan ve oyunlarında genelde tanrı simülasyonuna kafayı takmış olan Peter Molyneux’un Dungeon Keeper’ıydı. Oyunda kötü tanrıyı oynuyorduk, karanlık mağaralar içinde yaratıklar, karanlık büyüler yaratıyor, ele geçirdiğimiz şövalyeleri işkencelerle değiştiriyor ve kendi askerimizi yapıyor, gerekirse kendi yaratıklarımızı da işkenceyle yola sokuyorduk. Sonradan çıkan Black & White’ı ise çok merak etsem de hiç oynamaya vaktim olmadı.)




Bir süre sonra turn-based strateji oyunları iyice azaldı, zaten insanlar PC’den konsollara kaydı ve absürd kontrol araçlarıyla oynanan ve derin olmayan oyunlara kaydılar (Hala bağımsız oyun geliştiricileri arasında PC için turn-based oyun yapıp hayatlarını kazananlar mevcut olsa da çok azlar).

Aşırı seçici elitist oyunsever kisvesine bürünüp tüm konsol oyunlarını aynı kategoriye sokmayı ve küçümsemeyi kesinlikle istemem ama PC oyunlarında olup da konsollarda asla güzel olamayacak tek oyun türü stratejidir herhalde (gerek kontrollerin yetersizliği, gerek konsolun getirdiği kültürel yaklaşım sonucu). Yine de sandbox kavramının bu kadar trendy olduğu bir dönemde, turn-based stratejilerin bir nevi geri planda kalması bana ilginç geliyor. Oyun tasarımlarının yapıları açısından, oyuncunun neredeyse her istediğini yapabilmesini sağlamakla kalmayıp, bu yaptıklarının da binlerce farklı sonuç yaratabilmesini sağlayan yegane tür yine strateji türü bence; bir aksiyon oyununa göre bu deneyimi strateji oyunlarında sağlamak çok daha kolay, fakat nedense stratejiler bir şekilde PC’ye azalan ilgiyle birlikte gölgede kaldılar. Kimbilir belki onlarda yatan cevherleri de mevcut oyun kültüründe kabul görecek şekilde yeni oyunlara uyarlayabilen birileri çıkar. Böyle de toplayalım bu yazıyı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder