13 Ekim 2009 Salı

Bir bilim adamı: Doç. Dr. Muzaffer Tunç


Geçtiğimiz ay toprağa verildi hocamız. Bir kaç arkadaş birbirimizi aradık. Beklemediğimiz bu ölümün şaşkınlığını üzerimizden atamadan, ürkek cümlelerle başsağlığı diledik. Nedense hep bir sessizlik oldu telefonda.

Belki binlercemiz benzer bir şekilde öğrendi bu zamansız ölümü. İnternet haber portallarında bir iki satır yazı. Ve nedense hep aynı resim Türk bayrağı önünde sade bir gülümseme.

Bilmiyorlardı ki aceleyle yerleştirilmiş o resim belki de kendisini en iyi anlatanıydı.

Çok şey söylenebilir hocamız hakkında, bundan sonra da söylenecek. Şuna yürekten inanıyorum daima anlatılacakta. Bunların içerisinde kendisine en çok yakışanı “mütevaziydi“ olacaktır kanımca. Hem öyle bir tevazudur ki bu kimselere rahatsızlık vermeden; sabahın erken bir vaktinde, tek başına gitmeyi göze alabilmiştir hastaneye…

Söylenecek çok şey var ama birkaç şey yazamadan edemeyeceğim. Bunun için fakültenin henüz ilk günlerinden bahsetmeliyim. Burada ne işim var dediğim günlerde tebessümüyle, o her zaman ki ikna ediciliğiyle devam etmemi sağlamıştı eğitimime.

Yine ilk günlerden bir ayrıntı, her zaman iliklerdi kürsüye çıktığında ceketinin düğmesini. Sorarım size hiç açık gördünüz mü? Sormadık neden diye. Soranlar olmuştur kim bilir ama biz bilirdik neden düğmelenmiştir o ceket.
Ha bir de yeri gelmişken; koyu renk takım elbiseyle görülmemiştir kendileri.

Geriye dönüp baktığımda kalbimin ve aklımın derinliklerinde bir bilim adamı duruşu kalıyor bende. Hem öyle bir bilim adamıydı ki o yerellik ile evrenselliği kendinde özümsemişti. Şimdiler de her nerede görev yapıyorsam o bilimden taviz vermeyen duruşu korumaya çalışıyorum. Ve kendisine söz verdiğim gibi, her geçen gün daha çok seviyorum coğrafyayı.

Nur içinde yat hocam. Mekanın cennet olsun. Elbet tekrar görüşürüz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder