21 Mart 2006 Salı

Revir

Okulda bir hastalıktır gidiyor bu ara. Gribal enfeksiyonun bin türlüsü cirit atıyor. Önü arkası kesilse hastalığın, hadi diyeceğim. Bitmiyor, bitiriyor. Sabahın köründe dikildim, müdürün karşısına. Kaşlarının altından şöyle bir baktı, sevk kağıdını uzatınca masasına. Hocam dedi, okulda öğretmen kalmadı, bugün bu beşinci. İçimden hayıflanıyorum tabii, yine benden önce kalkıp gelmiş dinine yandıklarım. Öyle, böyle derken imzaladı sevki. Dosdoğru sağlık ocağına. Eskiden böyle değildi bu işler. Canın nereye isterse oraya gidiyordun. Pek az hasta olurdum eskiden. Gideceksem Validebağ Öğretmenler Hastanesinde alırdım soluğu. Demek ki ben hasta olmayalı, yine bir haltlar karıştırmış sağlık bakanlığı. Evvela sağlık ocağına gidilecekmiş, sonra devlet hastanelerine, orada da iflah olmazsan, tıp fakultelerine. Sağlık Ocağında 102. sıranın gelmesini beklerken; çok eskilerde, okullarda, revirlerin olduğu geldi aklıma. İlk önce orada teşhis ve tedavi yapılır. Eğer gerekirse bir hastaneye sevk edilirdin. Revirin önü sabahları öğrencilerle dolardı. Hemşiremiz biraz sinirliydi doğrusu; numaradan hastalandığını anlarsa, basardı iğneyi. Hakkını yemeyelim anne gibi şefkatliydi de bazen. Acırdı bakıp halimize. Çok severse seni, Sandoz verirdi, sobasının üzerinde, fokur fokur kaynayan demliğinden; bir bardakta sıcak su. Oracıkta içer, vitaminlenirdin. Bir ara kayboldu hemişre abla, göremedik kendilerini, meğer hamilelik izini kullanıyormuş. Okul kırıldı onun yokluğunda. Uyuz salgını başladı çok geçmeden. Hergün yıkan babam yıkan, acaip acaip kokan bir sabunla. Atlattık derken uyuzu bu sefer göz nezlesi denen bir hastalık peydah oldu. Tecrit ettiler falan o da geçti. Fakat bizim Hemşire Abla geri dönmedi. Tayin istemiş bu sırada. Sonrası mı? Yerine hiç kimse gelmedi. Ya da bir şekilde göndermediler. Şimdilerde, okullarda bir zamanlar, böyle bir uygulamanın olduğunu söylesem. Hadi be sende dinazor derler. Sosyal devlettik bir zamanlar hey gidi hey.
Bebek ağlamaları arasında tam 2 saat bekledikten sonra nihayet sıram geldi. Doktor hiçte yorgun görünmüyordu o kadar hastadan sonra. Ukela ukela hastalığımı anlattım. Efendim üst solunum infeksiyonu... elinde tahtadan, kaşık benzeri bir aletle üzerime gelirken ayıldım. Anlaşılan öncekilerde olduğu gibi ağzımı ayırıp aaaaaaaa dedirtecekti. İnadına demedim. Karneyi aldı, bir ton ilaç yazdı. Bunları kim içecek dedim gülümseyerek, hiç ciddiyetini bozmadı. Tam çıkacakken eskiden okullarda revirlerin olduğunu söyledim. Hay söylemez olaydım. Adamcağız bıkmış bizim talebelerin rapor isteklerinden. (Bu arada bende rapor isteyecektim, güme gitti) Neler anlattı neler. Çocukların yaptığı haltları duydukça, utandım, ufaldım. Bir ara kaçmayı bile düşündüm. Kendini öyle kaptırdı ki, koruyucu sağlık hizmetlerinin öneminden bile bahsetmeye başladı. Neymiş? Hastalık başlamadan önlem almak gerekmekteymiş. Haklısın demekten bir kez daha hasta oldum. Zar, zor bıraktı beni. Tam çıkarken hocam bir dakika demez mi? İşte beklediğim an buydu. "size iki gün de İSTİRAHAT yazayım" Gerek yok gibi kendimden beklemediğim, saçma sapan bir söz söylerken. İstirahata ihtiyacım olduğunu, yarım saattir anlattığı hiçbirşeyi dinlemediğimi söyledi. Gayrı ihtiyari kızardım. Ama sonunda değmişti bu kadar cefaya. İki gün istirahattaydım artık.
Bugün ne mi yaptım? Kırmızı, ekose, yün battaniyemin altında, yattım demeyi çok isterdim. Duramadım, edemedim, yatamadım. Sabah yine okuldaydım. İlk teneffüsten itibaren, revir konusunu anlatmaya başladım meslektaşlarıma.
Not: Sağdaki resim, istendik bir durumdan esinlenerek alınmıştır. Ki bizimle uzaktan yakından alakası yoktur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder