24 Mart 2006 Cuma

Müzelere Gezi Rehberi

Tam 80 kişiydik, sıkıştık, didiştik, bir otobüse bindik. Bu talebe milleti ne kadar heyecanlıymış canım, sabahın 7'sinde dikilmişler okulun bahçesinde. Bense genişten alıyorum herşeyi, bu adamlar saat 9 demişse 10 bulur gitmemiz. Okul bahçesine girince kalabalık bir talebe guruhunun hücumuna uğruyorum. Nerde bu devlet diye bağırıyor arkalardan biri. İsmini özenlice not alıyorum. Sandwicler yaptırmışız onlar geliyor. Otobüse yerleştiriyoruz. Sonrası yolculuk başlıyor. En önde ordunun kumandanı ben, bir ara şoför denilen beyaz gömlekli, göbekli kişi mikrofonu uzatıyor. Başlıyorum nasihat etmeye. Yolda şöyle yapmalı, müzede şöyle davranmalı, şuraları gezeceğiz, buralarada konaklayacağız, 4 grup halinde turlayacağız, lütfen oradaki görevlileri zor durumda bırakmayın, yüksek sesle konuşmayın. Tam yeni yeni açılıyordum ki hamaset nutkumu kesiyor arka taraflardan esmer tenli bir çocuk. Hocam kaset var atım mi ? Ne kaseti, ne atıyorsun demeye kalmadan bir çırpıda ön tarafa ulaşıyor. Dosdoğru otobüsün önüne. Yerleştiriyor kaseti. Hafta sonları kesin muavinlik yapıyor bu teres. Ne diyorum evladım o. Kahtalı Miçe diyor. Başlıyorlar oynamaya.
Zor sakinleşiyorlar çocuklar, otobüsün eski olması, klimasının bulunmaması işime yarıyor. Hepsi ter içinde kalıyor çok geç olmadan. Bir ara arkaya doğru bakıyorum. Her biri kendi halinde. Kimisi ilk kez görüyormuş gibi bakıyor İstanbul'a. Belki de öyledir. Boğazdan geçerken birden bire cep telefonları beliriyor ellerinde. İnanmazsınız hepsi fotoğraf makineli. Durun diyorum bitirmeyin pozlarınızı, gülüyorlar.

Mikrofonun hala elimde olduğunu anlayınca. Başlıyorum etrafı anlatmaya; Kasımpaşa'yı, Haliç'i, Galata Köprüsünü geçip, Yeni Cami'den kıvrılıyoruz sola. Surların altında geçip Yenikapı'dan çıkıyoruz yukarıya ve Topkapı Sarayı. Elimde kağıtlar,izin süreci derken içeriye girebiliyoruz. Rehber denilen adamlardan canımı zor kurtarıyorum. Zaten paramız pulumuz yok. Bir otobüs bulup gelmişiz her şeyimiz o kadar. Hadi diyorum 2 saat buradayız. Kurallara uymak kaydıyla istediğiniz yeri gezebilirsiniz. Öbek öbek dağılıyorlar etrafa. Çok geçmeden yanıma geliyorlar koşarak. Birşey oldu sanıp endişeleniyorum. Meğer bir turistle konuşmuşlar heyecanları ondan. Akıllı durmayacaklar bu andan itibaren belli oluyor. Devriye çıkıyorum korktuğum başıma geliyor. Koreli bir kızı yakalamışlar. Kızcağız bu kadar ilgi karşısında sarhoş, hepsiyle fotoğraflar çekiniyor. Konuşmaya çalışyor. Birbirilerine adresler veriliyor. Sonradan öğreniyorum adının Yumi olduğunu. Yumi biz oradan çıkana kadar artık bizim kafileyle geziyor. İki saat çabuk geçiyor. Toparlanma saati gelince, bir çoğu biraz daha zaman istiyor ama daha gezecek bir o kadar yerin olduğunu söylüyorum. Sonunda Sarayın bahçesinden dışarı çıkmayı başarıyoruz. Yumi bize el sallyor.

Çocuklar acıkmış, hadi diyorlar hocam nevaleler nerede. Bir ekip oluşturup kumanya dağıtılıyor. Herkes karnını doyurduktan sonra Arkeoloji Müzesine geçiyoruz . Burada biraz daha sessiz olmak gerekiyor ama ısrarla hatırlatıyorum. Kesinlikle hiçbireşeye dokunmamalarını da üstüne bastırarak. Umarım beni dinliyorlar. Bu arada Bir kaç kez sayım yapıyorum. Kaybolan, kaçan var mı diye. Çok şükür hala 80 kişiyiz. Ve o 80 kişi dalıyoruz. Sütunların heykellerin arasına. Bense güneşli bir İstanbul göğü bulmuşum kaçırır mıyım? Güneşleniyorum. İki kız çocuğu geliyor. Mumya görmüşler anlatıyorlar. Hocam o gerçek mi? Gerçek diyorum bir daha müzenin o bölümüne yaklaşamıyorlar. Bir iki saatte burada kaldıktan sonra. Ayasofya'ya doğru yüyüyoruz. Ayasofya'ya giderken çocukları kaybetme tehlikesi var. Bir iki kükreyince kıta teber yol alıyorlar. Ayasofya'yı keşfetme işini tamamen çocuklara bırakıyorum. Öyle bir dalıyorlar ki Ayasofya'ya bütün dehlizlere girmiş olmaları kesin. Yarım saat sonra toparlamak için yaptığım girişim sonuçsuz kalıyor. Grubun birini bulamıyorum. Nihayet WC'lerde yakalıyorum onlarıda. Meğer gezi boyunca böyle bir ihtiyaçları olabileceğini tasarlayamamışım. Onu da hallediyorlar sorunsuz. Artık dönmek için otobüsümüze yöneliyoruz. Öyle bir yorulmuşlar ki otobüse hiç baskı yapmaksızın yerleşiyorlar. Elbetteki tekrar tekrar sayıyorum. Dönüş yolunda bir çoğu uyuyor. Hatta ben bile bir ara kendimden geçiyorum. Nihayetinde varıyoruz okula kazasız belasız. Okula indiklerinde diğer arkadalaıyla paylaşmak için midir nedir? Birdenbire kayboluyorlar. Öyle bir reklam yapmış olmalılar ki haftaya bir gezi daha yapmam konusunda yoğun istekle karşılaşıyorum. Bakalım bir daha isteyebilecek miyim?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder