30 Mayıs 2007 Çarşamba

İstanbul Şiir Dinletisi

Şiir ve istanbul için söylenebilecek çok söz var.
Açın bakın kitaplara, antolojilere.
İstanbulla ilgili bir dolu şiire ulaşırsınız.
Bilsenizde merak edersiniz, aynı şiiri defalarca okumanın esrikliği bir başka ortaya çıkar her defasında.
Pekte bu ayrıma varmadan panolarla bezeli, ağır, karanlık bir koridordan dinletinin yapıldığı salona ulaştım. Slayt gösterisinin etrafı biraz da olsa aydınlatan ışığı olmasa bir yer bulup oturmakta güçlük çekecektim.
İçerisi abartılı bir cümleyle hınca hınç doluydu. Bu kadar şiirsever öğrenciyi bir arada görmek, işin içinde demokratik bir zorlamanın olduğunu aklıma getirince gülümsedim.
Daha mekana alışma fırsatı bulamadan. Sahnede bir öğrenci belirdi. Heyecanlı, titrek, sesiyle sıradaki şiirini okumaya başladı.
"İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,İstanbul..."
Sanırım şansına Necip Fazıl düşmüştü kızımızın.
Derken bir başka öğrenci belirdi perdenin arasından; o kadar kendini kaptırmıştı ki onun bu heyecanlı halini izlerken şiirin son iki mısrasını yakalayalbildim
"Göklere yükseliyor Sinan`ın eserleri.
Bir rüya gibi hala İstanbul`un her yeri."
Neyseki açıkladılar kim ait olduğunu yoksa merağımdan çatlardım. Nizami Sunguroğlu.
Olsun dedim olsun. Sanki bir radyo istek hattını dinler gibi sıradaki benim için olsun. Şansıma ne mi çıktı dersiniz.
"Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektiler, kalyonlar çekilecek...
Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek...
Yürü: "Hala, ne diye oyunda oynaştasın?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!"
Eyvah dedim, yanlış bir zamanda yanlış bir mekandayım yine. Meğer istanbul'un fethi anısına düzenleniyormuş etkinlik. Olsun dedim bir kez daha vatan sağolsun.
Ardı arkasına, sözümona hatiplerimiz şiirlerini okudukça, oradaki öğrenci güruhuyla fenalık getirdik. İmdadımıza Münir Nurettin Selçuk yetişti. Salonda birden bire o buğulu sesi belirdi.
" Sana dün bir tepeden baktım aziz Istanbul"
Ders kitaplarında milliyetçiliğinin temizlendiği şu günlerde (!) Acaba şiirimizden de milliyetçiliği temizlesek mi demekten kendimi alıkoyamadım.
Günü kurtaran parkalı bir gencin sahneye çıkması oldu. Emindim, adım gibi biliyordum, duruşundan, bakışından anladım bunda bir hinlik, bir uslanmazlık, bir asilik olduğunu. Kalın gür hatta davudi sesiyle (bana öyle geldi belki de) sonradan öğrendiğim program dışı şiirini okumaya başladı.
Salkım salkım tan yelleri estiğinde
mavi patiskaları yırtan gemilerinle
uzaktan seni düşünürüm
İstanbul..
Şiirin tamamının okunduğunu büyük bir alkış tufanının koptuğunu söylemek isterdim. Olmadı elbette. Göbekli, saçları hafifçe dökülmüş ön sıradan kalkan amcamız. Tabir yerindeyse bir anadolu kurnazlığıyla, paniğe mahal vermeden anfinin fişini çıkardı.
Ne olup bittiğini anlamaya çalışan talebe arkadaşların merakla olay yerine intikal etmesi. İşin içinden çıkılmaz bir durumu doğurdu berberinde.
Tüm bunlar olurken, çocuk büyük bir inançla şiirini okumaya devam ediyordu. Son anda "bekle bizi İstanbul" dediğini duyar gibi oldum, iki kişi tarafından kulise götürülmeye çalışılırken.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder