5 Nisan 2006 Çarşamba

Benim Bilmeyi İstediğimi Şeyi Bana Öğrettiğine Emin Misin?

Uluslararası 21.Yüzyıl Öğrenme Girişimi, eğitim araştırmacılarını ve uygulayıcılarını bir araya getiren ve insan beynine ilişkin yeni anlayışlar geliştirmeyi ilke edinen bir kuruluş. Varolan eğitim yapılarını orgulamayı ve eğitim politikalarına yol göstermeyi amaçlayan bir vakıf olarak tüm dünyada çeşitli organizasyonlarla öğrenme süreçleri ve beynin içinde neler olduğuna dair bildiklerimizi eğitim sistemine dahil etmeyi hedefliyor. Abbott varolan eğitim sistemlerinin öğreniminin fazla, eğitiminin az olduğunu söyleyerek ölçüyü nerede kaçırdığımızı sorguluyorJohn Abbott’a göre gelecekle ilgili söz söyleyenler, gençlerle en yakından ilgili olanlar değil, politikacılar ve danışmanları... Ve bu çok tehlikeli. Öğrenme süreci siyasi konulardan önceliklidir. Eğer dünyayı yok etmezsek 100 yaşına dek yaşama şansımız var, ancak çok okula gitmiş ve yeterli eğitim alamamış kişiler olarak sınıfta öğrendiklerimizi unutuyoruz. Çünkü öğrenmelerimizin % 80’i sınıf dışında gerçekleşiyor. Bu nedenle öğrenme yaşantımızı sınıfta bırakmamalıyız. Öğrenme üzerine öyle bir aşk yaratmalıyız ki bu ömür boyu sürsün. Üniversiteye gelip düşünme ve eleştirme yeteneği olmayan, okumayan, bilgileri internetten indiren bir nesil var karşımızda.
İnsan öğrenen bir türdür ve yaşam başarımızın temeli ailede atılır. Anne-çocuk arasında ilk birkaç ay içinde oluşan iyi bir diyalog, annenin bebeği emzirirken onunla 7 cm. yakınlıkla göz kontağı kurarak emzirmesi, çocuğun zeka kapasitesini artırır. Medeniyet, günümüzde zenginlikle eşdeğer görülür; bu nedenle bebek doğduktan sonra anne hemen işinin başına döner. Ancak araştırmalar kendisiyle konuşulan bebeklerin çok daha iyi bir zeka kapasitesine sahip olduğunu gösteriyor. Baba, doğumun son üç ayında annenin karın duvarından bebekle konuşursa bebek doğar doğmaz 10 dakika içinde babasının sesini %100 oranında ayırt eder, babasını tanır. Baba çocuğa biberon verirken göz teması kurarsa bu onun gelecekte çocuğuyla iyi iletişim kuracağını gösterir. 3 ile 4 yaşlarında insan beyni bir sünger gibi sıvıları çekme eğilimindedir. Ancak bu çekim gücü yaş ilerledikçe azalır. Çocuklarının sorularına cevap aramakla cebelleşen ebeveynler, bu cevapları çocuklar ancak keşfederek kendileri bulduklarında onların gelecekteki yaşamda başarılı olabileceklerini unutmamalılar. Çocuklar yanında oldukları yetişkinlerin hareketlerini izleyerek daha kalıcı öğrenmeler meydana getirirler ve çocuklar sizin başarılarınız kadar hatalarınızı da tekrarlarlar. Bugünün gençleri, ailelerini aşmış durumdalar çünkü onlar 21.yüzyılda varolmak zorundalar. Onların çocukları da kendilerini aşarak bulundukları çağda ayakta kalma savaşı verecekler.
“Aldığım eğitim ne işe yarayacak? Okuldan nefret ediyorum. Öğrendiklerimin çoğu, bana öğretilenler değil; öğrendiklerim, benimle konuşulanlar...”
Bu sözler Roma’da 230 yılında bulunan bir yazıdır. Roma’nın en iyi okullarından biri olan Saint Augustin’e giden bir filozofun eğitim sisteminden şikayetini yansıtıyor. Bu sözün anlamını düşününce bugün çok da yol alamadığımızı anlıyoruz. Derslerden nefret ediyoruz, öğretmenin tahtaya yazdıklarını deftere kopyalıyoruz, öğretmenlerimiz bizi dondurulmuş bir mikro dalga yemekle karıştırıyorlar. Sınıfı geçip geçmemeye ve aldığımız notlara o kadar saplandık ki sınıfı neden geçtiğimizi sorgulamaya vakit bulamıyoruz.
İnsan tabiatı gen şifreleri, kodlar, gizlerdir. Genlerimizi 10 nesil önce 1200 farklı dünyalı akrabamızdan ve %50 anne, %50 babadan alıyoruz. Genler fiziğimizi belirler ve her şey için belli bir kapasiteyle doğarız. Çevremizdeki uyaranlarla kapasitemizin uyaranları ya açılır, ya kapanır. Öğrenme için de aynı şey söz konusudur. Genetiği çok iyi anlamadığımız için eğitimi yapılandıramıyoruz. Genetiğimiz 30 bin yıl içinde mutasyona uğruyor. Yani beynimiz en son 30 bin yıl önce güncellendi. Taş devrindeki bir insanı 2006 yılına getirsek taş devrinde gösterdiği davranışları göstermeye devam eder. Darwin, 50 yıl önce türlerin temeli olarak evrimimizin tamamlanmadığını söyledi. İnsanlar 2 milyon yıl önce beyinlerini kullanmaya başladı. Böylece beynin büyümesi de başlamış oldu. İnsan dışındaki memelilerin her biri beyinlerinin %95’i gelişmiş olarak doğar. İnsan da böyle olsaydı fetüsün büyümesi 37 ay sürerdi ve doğum kanalından dışarı çıkamazdı. Beynimiz % 40 oranında gelişerek dünyaya geliyoruz, Einstein'lar oluyoruz. İnsan, merak mekanizmasıyla doğar, varolma savaşı merakla gelir. Gözlerimiz çevrede görecek bir şey bulamazsa gelişemeyiz. Ancak ön şartlanmalarla doğarız. Beynimizde önceden oyulmuş hatlar var ve biz bu hatların tersine yol alamıyoruz. Bu hatlar 7 milyon yıllık sürede evrimleşmiş ve bugünkü haline ulaşmıştır. 2,5 yaşında bir çocuğu düşünün, ona hiç Türkçe öğretmediğiniz halde günde 27 kelime öğrenerek bu dili kusursuz konuşmaya başlar. Çok dilli ailelerde 5 yaşına geldiğinde bir çocuk 2–3 dili bir arada konuşmaya başlar. 7 yaşın altındaki çocuklar dili çok hızlı öğrenirler. Beynimiz, dili işleme süreciyle doğar ve bunu çok hızlı yapmak zorundadır.
Eğitimciler olarak çocukların keşfetmeye, öğrenmeye, sorgulamaya açık gözlerine odaklanmıyoruz. O gözler bize şu soruyu soruyor:
Benim bilmeyi istediğim şeyi bana öğrettiğine EMİN MİSİN?
Bana öğrettiklerini kendi başıma anlarsam daha anlamlı olur. Ya papağan olur, fonetik kodları tekrarlarım; ya da öğrenirim. Öğrenme ile ilgili hala geçerli olan en çarpıcı söz Konfüçyüs’ündür: “Duyarsam unuturum, görürsem hatırlarım, yaparsam öğrenirim”. İnsanları neden eğittiğimizin farkında olmalıyız. Eğitimciler bir karar vermeli; entegre tesislerde başını sağa sola kaldırmadan belli yemler yiyerek büyüyen, tesisten dışarı adımını attığı anda ayakları üzerinde duramayan tavuklar etiştirmek mi istiyorsunuz, yoksa yemyeşil tarlaları, yaylaları keşfederek çeşit çeşit otları yiyerek büyüyen, kuvvetli bir tavuk yetiştirmek mi istiyorsunuz? Benzetme tuhaf gibi gözükse de umarım anladınız. Parmak izlerimiz gibi kimse kimseye benzemiyor. Farklı olduğumuz için ilginciz. Bugün batılı eğitim modeli okul dışı eğitimin önemini vurgulamak için ters yüz edilmiş, içi dışına çıkarılmış yeni eğitim sistemleri yaratıyor. Gençleri huzursuz, asi diye tabir ettiğimiz ama risk alma tutkuları olan döneme “adölesan dönemine” gereken önemi vermeliyiz. Eğitimin erken yaşlarda başlamasını sağlamalıyız. İyi sistemler iyi öğretmenler gerektirir. Öğretmenlerimizi donanımlı yetiştiremiyorsak öğretmenden az etkilenecek bir sistem yaratmalıyız.
Gelişim bir göçtür, bir risktir, bir ilerlemedir. Tarihte dağın ardındaki yerleşim yerini merak eden risk almaya hazır gençler olmasaydı, bugün dünya keşfedilmemiş olurdu.
“İyi not alma kaygısı, risk alma tutkularını, deneyleme arzularınızı öldürmesin!”
KAYNAK: Nihan Feyman

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder