31 Aralık 2008 Çarşamba

2009 Yılı Okçuluk Sporu İçin Kardeşlik ve Atılım Yılı Olsun İnşaallah


- Tüm insanlığın ve okçuluk camiasının yeni yılını tebrik eder, hayırlara vesile olmasını dilerim. Mazlum insanların katledildiği 2008' in son günlerinde 2009 dokuz için dua edelim ki; Allah bize güzel şeyler göstersin.

- Buradan okçuluk camiasına tüm samimiyetimle sesleniyorum; herkes kendisi için istediğini karşısında ki için de istesin, herkes karşısındakinin yüzüne söyleyebildiklerini arkasından da söylesin. işte o zaman gerçek kardeşlik doğacak ve de başarı istisnasız gelecektir.

- Tüm samimiyetimle yine söylüyorum; hiç bir mevki, makam yada statü istemiyorum, istediğim Türk okçuluğunun başarısıdır. Şahıslar, guruplar, kulüpler, bölgeler yada federasyon; herkese de yardım etmeye hazırım. Yeter ki niyetlerinde samimi ve faydacı olsunlar.

- Okçuluk camiasındaki tüm idareci, antrenör, sporcu ve okçuluk emektarlarını saygıyla selamlar; sağlık ve başarılar temenni ederim.


Rıdvan UZUNTAŞ

30 Aralık 2008 Salı

MUTLU YILLAR


Da Vinci Şifresi (pdf formatta)


tanıtım:
Robert Langdon Harvard Üniversitesinde görev yapan Amerikalı bir simgebilim uzmanıdır. Paris'te verdiği bir konferans sonrasında görüşmek için randevulaştığı Louvre Müzesi Müdürü'nün o gece, üstelik onunla görüşeceği sırada öldürülmesi sonucu kendini "baş şüpheli" olarak olayların içinde bulur.
Dünyayı kasıp kavuran Da Vinci şifresinin Türkçe uyarlaması güzel bir kitap

özellikleri:
boyut: 203 Kb
yazar: K Kartal

linkler:
http://rapidshare.com/files/34325520/dan_brown_da_vinci_sifresi.rar.html

NOT:pdf formattadır bilgisayarınızda adobe reader kurulu olmalı

Da Vinci Şifresi (pdf formatta)


tanıtım:
Robert Langdon Harvard Üniversitesinde görev yapan Amerikalı bir simgebilim uzmanıdır. Paris'te verdiği bir konferans sonrasında görüşmek için randevulaştığı Louvre Müzesi Müdürü'nün o gece, üstelik onunla görüşeceği sırada öldürülmesi sonucu kendini "baş şüpheli" olarak olayların içinde bulur.
Dünyayı kasıp kavuran Da Vinci şifresinin Türkçe uyarlaması güzel bir kitap

özellikleri:
boyut: 203 Kb
yazar: K Kartal

linkler:
http://rapidshare.com/files/34325520/dan_brown_da_vinci_sifresi.rar.html

NOT:pdf formattadır bilgisayarınızda adobe reader kurulu olmalı

Atatürk'ün kehanetleri .lit uzantılı


tanıtım: ATATÜRK GELECEĞİ Mİ GÖRÜYORDU?
Bazı bilim adamlarına göre geleceği görme yeteneğinin merkezi,diansefal dediğimiz ve sempatik sinir sisteminin birleştiği beyin merkezidir.

özellikleri:
boyut: 203 Kb
yazar: K Kartal

linkler:
http://www.turboupload.com/files/get/Y8tse_-5lM/ataturkunkehanetleri.rar
alternatif
http://uploaded.to/?id=ihucp4

NOT: .lit uzantılı dosyaları açabilmeniz için MSReader adlı programı kurmanız gerekiyor
MSReader indir linki

Atatürk'ün kehanetleri .lit uzantılı


tanıtım: ATATÜRK GELECEĞİ Mİ GÖRÜYORDU?
Bazı bilim adamlarına göre geleceği görme yeteneğinin merkezi,diansefal dediğimiz ve sempatik sinir sisteminin birleştiği beyin merkezidir.

özellikleri:
boyut: 203 Kb
yazar: K Kartal

linkler:
http://www.turboupload.com/files/get/Y8tse_-5lM/ataturkunkehanetleri.rar
alternatif
http://uploaded.to/?id=ihucp4

NOT: .lit uzantılı dosyaları açabilmeniz için MSReader adlı programı kurmanız gerekiyor
MSReader indir linki

28 Aralık 2008 Pazar

MAVİ KARANLIK

“Benim yazarlarım”dan olan Vedat Türkali’nin Türkiye’nin 1980 öncesi siyasi gerçeğini de ortaya koyan harika bir romanı. İlk başlarda biraz sıkıcı gelse de, konuya hâkim olduktan sonra elinizden bırakamayacağınız bir kitaba dönüşüyor. Hatta kitap bitmesin diye ağır ağır okudum, her satırını içime işledim. Konusu şu şekilde işlenmiştir. Doktora öğrencisi Nergis ve fizik bölümünde asistan olan sevgilisi Korhan bir gün apar topar Bodrum’a giderler. Bodrum’a geliş sebepleri ise, Korhan’a gelen ölüm tehditleridir. Bir anlamda bu tehditlerden kaçıp Bodrum’a sığınmışlardır. Nergis’i burada bir sürpriz beklemektedir. Eski sevgilisi ressam Özgür. Nergis, Özgür’ün de Bodrum’da olduğunu öğrenince içinde fırtınalar kopar. Korhan ve Özgür arasında kalmıştır Nergis. İçsel hesaplaşmalarla, psikolojik analizlerle dolu, yazarın muhteşem anlatımıyla ve kurgusuyla muhteşem bir eser çıkmış ortaya. Vedat Türkali’nin bu ikinci kitabını kesinlikle herkese tavsiye ediyorum.

Kitabın Arkasındaki Not:
Zaman: 12 Eylül 1980 Darbesi öncesinin minyatür, kaotik "iç savaş" yılları. Yer: Bodrum... Kişiler: Aydınlar... Olayların eksenini, doktora Öğrencisi Nergis'in ölümle tehdit edilen sevgilisi, fizik asistanı Korhan'ı ölümden kurtarmak için Bodrum'a getirişi, orada eski sevgilisi Özgürle karşılaşması oluşturuyor. Nergis-Korhan, Nergis-Özgür ilişkisinin çevresinde, ülkenin içinde bulunduğu durum, "terör"ün tırmanışı, Bodrum'daki yaşayış ele alınıyor.

26 Aralık 2008 Cuma

BAŞARI İÇİN; OKÇULUK' TA BİRLİK BERABERLİK VE OKULLARA İNMEK ŞARTTIR



- Türkiye' deki tüm okçuluk sevenleri birlik ve beraberliğe davet ediyorum. Bu da nereden çıktı diyeceksiniz şimdi. Şuradan çıktı; en son Kayseri' de yapılan Dünya okçuluk yarışması kampında milli takım antrenörlerinin birbirleriyle çok fena tartıştıklarını duydum. Yanlış, antrenörler böyle yaparsa sporculardan başarı beklenemez. Çok çabuk kendimizi toparlamamız gerekiyor, yetkili idarecilerin bu sorunu çok çabuk çözeceğine inanıyorum.
- Şimdi bir bakalım okçulukta başarılı olmuş ülkeler ne yapıyor. Amerika,Kore,Avusturalya,Fransa,İngiltere,Almanya,Hindistan vb. ülkelerde okçuluk sporu okullara sokulmuş. Okul antrenörleri ile bölge antrenörleri, bölge antrenörleriyle ilgili bölümün milli takım antrenörleri ve en nihayetinde okçuluk baş antrenörleriyle kurulmuş çok güzel hiyerarşik düzenleri mevcut. (Bu yıl-2009- okullar arası Dünya okçuluk şampiyonası yapılacak FITA 'nın sitesinde detaylar var.) Okullarda kullanılan okçuluk malzemelerine standart getirilip malzeme üstünlüğü ortadan kaldırılmış, yani tekniği ve azmi iyi olan kazanıyor. Biz de bunu Türkiye şartlarına uyarlayıp okullara okçuluğu bir şekilde sokmalıyız. Yapılacak olan okullar arası yarışmalarda; tatlı bir rekabet,arkadaşlık ve başarı doğacaktır. Yetenekli olan çocuklarımızıda yine Türkiye şartlarına uygun olarak eğitmeliyiz. Yetenekli çocuklarımızı nasıl eğiteceğiz ?
Şöyle; şu anki eğitim sistemimizde Türkiye'de uzun süreli kamplar yapıp çocuklarmızı okuldan uzaklaştıramayız. O halde milli takım antrenörleriyle bölge antrenörleri sürekli diolog halinde olup haftalık ve aylık programlar uygulanıp rapor verilmek suretiyle sürekli bir eğitim ortamı sağlanmalı, hele günümüzde bu hiç zor değil. Tabi ki detayları bizde var istenirse yardımcı oluruz.
- Türkiye şartlarında istihdamlı okçuluk antrenörü sayımızı hızla arttırmalıyız ki, okçuluk sayesinde maddi gelir elde eden genç antrenörlerimiz bu işe sarılabilsin. Bu güne kadar güdülen okçuluk politikasında, işin kolayına gidilip, öğretmen kökenli zaten maaşiyeti olan kişiler antrenör yapılmıştır.Tabi ki öğretmenlerimiz okçuluk antrenörü yapmak çok güzel ama bunu hiyerarşik bir düzen içerisinde uygulamalıyız. Ama kalıcı başarıların gelmesi için işi sadece okçuluk antrenörü olan profesyonel eğitimciler yetiştirmeliyiz.
- Aslında spor eğitimi çok farklıdır, okçuluk antrenörü okçuluk sporu yapmış olmalı ki sporcularıyla çok daha güzel dialog kurabilsin. Bundan sonra, işi sadece okçuluk antrenörü olan genç arkadaşalarımızı istihdam etme yoluna gidilmelidir.
- Her on beş sene bir nesil demektir. Yeni okçuluk antrenörü arkadaşlarımızın sporcuya bakış açıları çok farklı ve çok daha günümüze dönük olacaktır, kanaatindeyim.

24 Aralık 2008 Çarşamba

MİMLENMİŞİM :) GARİP HALLERİM

Canım arkadaşım Gamzelianne beni mimlemiş. Garip hallerimi sormuş bana. Aklıma ilk gelenler:

1. Kitaplarım pırlatalarım kadar çok kıymetlidir. Kimseye vermekten hoşlanmam. Vermişsemde mutlaka not eder, kafamda bir tarih belirlerim ve o tarihe kadar getirmezse mutlaka isterim.

2. Kitaplarımın içine mutlaka ismimi soyismimi, kitabı aldığım tarihi ve imzamı mutlaka kaydederim. Ayrıca okumaya başladım tarih ve saati de yazarım, imzamla birlikte. Kitabın son sayfasına da bitirdiğim tarih ve saati de mutlaka yazarım.

3. Okudum kitapların arasında canım oğluma küçük küçük notlar yazarım, kitabın boş yerlerine. O gün neler yapmışsak, önemli bir konu olmuşsa mutlaka kitabımın boş yerlerine kaydederim, tarih ile birlite. Yıllar sonra kitaplarımı okuduğunda küçük küçük süprizlerle karşılaşsın diye.

4. Kitap okumadan ve süt içmeden uyumam. Mutlaka 10 sayfa bile olsa okurum. Sabah gözümüaçar açmaz ilk işim süt içmektir. Bazen bir oturuşta 1 kilo süt bile içebilirim.

5. Her an her yerde, gürültüde, sessizlikte, yemek yaparken, wc'de, otobüste, arabada kitap okuyabilirim.

6. Beyaz tişort ve gömlek hastalığı vardır bende. Her zaman beyaz tişort ve gömlek giymeye bayılırım. Ve dolabımda en çok beyaz vardır. Ve beyazlar dahil tüm tişort ve gömleklerimi bir kez giyerim sonra çamaşır makinesine.

7. Çamaşır makinesinden çıkan herşeyi ütülerim. Çoraplar hariç. Tabi böyle olunca evdeki ütüler hiç bir zaman bitmiyor. Ütüsüz hiç birşey giymem ve giydirmem ev haklına da. Pijama da olsa :)

8. Ne kadar geç kalırsam kalayım, gözlerime far sürmeden, dudaklarıma ruj sürmeden hayatta evden dışarı çıkamam.

9. O gün ilk defa yeni birşey giydiysem yada ilk defa değişik bir renk oje yada ruj sürmüşsem ve eğer o gün benim için bir olumsuzluk yaşanmışsa, ağlamışsam yada çok üzülmüşsem bir daha hayatta o giydiğim giysiyi yada ojeyi, ruju sürmem bir daha. Benim için lanetlenir ve ortadan kaldırılır.

10. Yüzüme gece nemlendirici sürmeden, gözaltı kremimi sürmeden yatmam. Ve sabah da mutlaka gündüz kremlerimi sürerim.

11. Yeni yılın ilk günü mutlaka kendime bir kitap alırım ve o gün yeni bir kitaba başlarım. Hani tüm yılım kitaplarla geçsin diye :)

12. Televizyon izlemem. Televizyon kumandasını elime hiç almam. Sadece canım oğluma çizgi film açacaksam elime alırım o kadar.

13. Canım oğlımun her gece çoraplarını değiştirirken mutlaka ayağının her noktasını öperim.

14. Çantamda her zaman kitap ve su şişesi bulunur.

Daha bir sürü var ama ilk aklıma gelenler bunlar. Bende canım arkadaşımlarım Evoironi'yi ve Zero'yu mimliyorum. Bakalım sizlerin garip halleri nelermiş? Kolay gesin canım arkadaşlarım.

Yetkililere Sesleniyorum; Lütfen Bu Kitabı Türkçeye Çevirip Okullara Dağıtın - Osmanlı Türk Yayı -




-Adam Karpowicz; Türk yayı denince Dünya' daki tek isim. Türk yayına hayran bir araştırmacı, ömrünü vermiş bu işe. Kitabı da bizim için bir hazine. Ne olur, bu kitabı Türkçeye çevirelim, kültürümüzün en önemli bir bölümü olan Türk Okçuluğunu tekrar hayata geçirelim. Halkımızı Türk Okçuluğuna sahip çıkmaya davet ediyorum.

- Kitap ingilizce yazılmış, 196 sayfa ve çok kaliteli baskıya sahip.

- Ulaşım dahil, Türkiye için fiyatı: 34.50 -dolar.

- http://www.ottoman-turkish-bows.com/

23 Aralık 2008 Salı

ÇİZGİLİ PİJAMALI ÇOCUK

Canım arkadaşım Fatoş tavsiye etti bana bu kitabı yine. Ağlayarak okudum, ağlayarak kapattım son sayfayı. Beni o kadar etkiledi ki bu kitap, bu sefer hiçbir yorum yazmayacağım. Ve herkese kesinlikle tavsiye ettiğim bu muhteşem romanının yorumlarını sizlerden bekliyorum.

Kitabın Arkasındaki Not:

Çizgili Pijamalı Çocuk, tanımlanması zor bir hikâye. Genelde arka kapakta kitapla ilgili bazı ipuçları veririz. Ama okumanın zevkini bozacağını düşündüğümüzden bu kitapta bunu yapmadık. Bizce, neler olduğunu bilmeden okumaya başlamanız çok önemli. Bu kitabı okumaya başladığınızda, Bruno adında dokuz yaşındaki bir çocukla bir yolculuğa çıkacaksınız (ama bu kitap dokuz yaşındakiler için değil). Ve er geç Bruno ile birlikte bir tel örgüye varacaksınız.Böyle tel örgüler dünyanın dört bir yanında var. Umarız asla rastlamak zorunda kalmazsınız.

22 Aralık 2008 Pazartesi

19 MAYIS 1919 29 EKİM 1923 TARİHİ ARASI ÖNEMLİ OLAYLAR





Mustafa Kemal'in, "Ulusal egemenliğe dayanan, kayıtsız, koşulsuz bağımsız yeni bir Türk Devleti kurma" kararını alması ve bunu gerçekleştirecek koşulları oluşturmak amacıyla Samsun'a hareketi, tarihin akışını değiştiren bir adımdır.
"19 Mayıs" Türk Ulusu ve kendi yaşamı içinde öyle bir dönüm noktasıdır ki, Mustafa Kemal bu günü "doğum günü" olarak nitelemiştir.
Mustafa Kemal'in, "Ben, Samsun'a çıktığım gün elimde maddî hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk Milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk Milletine güvenerek işe başladım" sözleri, O'nun kurtuluş yolunda, ulusal birliği gerçekleştirmek düşüncesiyle çıktığı Anadolu yolculuğunda Türk Ulusu'na duyduğu güveni ortaya koymaktadır.
Ulusal savaşımın bayrağını açmak için beklediği fırsat, 9. Ordu Müfettişliğine getirilmesi ile karşısına çıktı ve 19 Mayıs 1919'da ulaştığı Samsun'da kısa bir süre kaldıktan sonra 28 Mayıs 1919'da gittiği Havza'da, tüm komutanlara, üst kademedeki yöneticilere ve ulusal kuruluşlara gizli bir genelge yayımlayarak, işgal karşısında bütünleşme çağrısında bulundu.
22 Haziran 1919'da Amasya'da yayımladığı genelgede, "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" ilkesine yer vererek, Sivas Kongresi'ni toplantıya çağırdı. İngilizlerin baskısı sonucu müfettişlik görevinden alınmak istenmesi üzerine, askerlikten ve resmî görevinden ayrılma kararı alan Mustafa Kemal, 8 Temmuz 1919'da bir duyuruyla, tüm gücüyle Anadolu'nun bağımsızlık savaşı için çalışacağını açıkladı.
23 Temmuz-7 Ağustos 1919 günlerinde, geleceğimizin sağlam temeller üzerinde biçimlenmesinin yolunu açan Kurtuluş Savaşı'nın temel ilke ve yöntemlerinin belirlendiği, Erzurum Kongresi'ni topladı. Bölgesel konuları görüşmek için toplanan Kongre'de ülkenin tümünü ilgilendiren önemli kararlar alınarak ulusal savaşımın esas programı hazırlandı.
Mustafa Kemal 7 Ağustos 1919'da Kongre'nin kapanışı nedeniyle Kongre heyetine yaptığı konuşmada, esaslı kararlar alındığını ve dünyaya Ulusumuzun varlığı ve birliğinin gösterildiğini, tarihin bu Kongre'yi ender ve büyük bir eser olarak kaydedeceğini söyleyerek, toplantının önemini ortaya koydu.
4-11 Eylül 1919 günleri arasında toplanan ve Ulusumuzun, birlik ve dayanışma içinde bağımsızlığından hiçbir koşulda ödün vermeyeceğini dünyaya duyuran Kongre olma özelliği taşıyan Sivas Kongresi'nde, manda yönetimi tümüyle reddedildi. Erzurum Kongresi kararları genişletilerek, Misak-ı Millî görüşü yinelendi. Tüm ulusal direniş örgütleri "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında birleştirildi. Yurdumuzun tamamını temsil eden Heyeti Temsiliye'nin başkanlığına seçildi.
20-22 Ekim 1919'da İstanbul'dan gelen Bahriye Nazırı Salih Paşa'yla Amasya'da görüştü. Anadolu'da başlatılan ulusal savaşımın İstanbul Hükûmeti tarafından tanınması yönünden büyük önem taşıyan Amasya Protokolü imzalandı.
7 Kasım 1919'da, İstanbul'da toplanması kararlaştırılan Osmanlı Meclisi için Erzurum'dan milletvekili seçildi.
27 Aralık 1919'da, Heyeti Temsiliye üyeleriyle birlikte geldiği Ankara, bu tarihten sonra Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın önemli kararlarının alınarak, tüm Anadolu'ya yayıldığı önemli bir merkez oldu.
İstanbul'un, 16 Mart 1920'de resmen işgal edilmesi üzerine, Mustafa Kemal, bu hareketin haksız ve hükümsüz olduğunu belirterek, kapanan Meclis'in Ankara'da açılacağını tüm dünyaya ilân etti.
Mustafa Kemal, 19 Mart 1920'de yayınladığı bir genelgeyle, ulusun yeniden seçeceği temsilcilerle kurulacak yeni Meclis'in ulusun bağımsızlığını ve devletin kurtarılmasını sağlayacak önlemleri alacağını ve uygulayacağını duyurdu. Bu genelgenin ardından ülkenin her yerinde seçimler yapıldı ve Ankara'da toplanacak Millet Meclisi'nin hazırlıkları tamamlandı.
Böylece ulusal istenci gerçekleştiren ilk Meclis 23 Nisan 1920'de Ankara'da toplandı ve Mustafa Kemal Meclis Başkanlığı'na seçildi.
Bağımsızlık savaşımının askerî ve siyasî önderi ve ileri görüşlü kişiliğiyle davanın beyni olan yüce önder, 11 Mayıs 1920'de İstanbul Hükûmeti tarafından ölüm cezasına çarptırıldı.
Bir an önce kurulmasına büyük önem verdiği düzenli ordu ilk başarısını, 11 Ocak 1921'de, I. İnönü, 31 Mart 1921'de de II. İnönü zaferlerini kazanıp, Yunanlıların geri çekilmek zorunda kalmasıyla elde etti.
Meclis'te uzun görüşmeler sonucu 20 Ocak 1921'de ilk anayasa olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu kabul edildi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni, Misak-ı Milli'ye ve Anayasa'nın ilkelerine uygun biçimde çalışır duruma getirebilmek için, 10 Mayıs 1921'de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu'nu kurdu. Grubun seçilerek göreve getirilen başkanı Mustafa Kemal'di.
5 Ağustos 1921'de, Mustafa Kemal'in, geniş yetkiler verilerek üç ay süre ile Başkomutanlık görevine getirilmesini sağlayan yasa kabul edildi. "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz." anlayışı ve direktifiyle 23 Ağustos-13 Eylül günleri arasında, 22 gün 22 gece süren çarpışmalardan sonra Yunan Ordusu Sakarya Nehri'nin doğusunda tümüyle yenilgiye uğratıldı. Sakarya Zaferi'nin ardından, TBMM'nin çıkardığı bir yasayla, savaştaki üstün başarısından dolayı Yüce Önder Mustafa Kemal'e 19 Eylül 1921'de "mareşallik" rütbesi ve "gazi" unvanı verildi.
26-30 Ağustos 1922 günleri arasında Mareşal Gazi Mustafa Kemal komutasındaki Başkomutan Meydan Muharebesi, Türk Ordusu'nun kesin zaferiyle sonuçlandı. Başkomutan'ın "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!" emriyle Türk Ordusu, büyük bir moral ve güç ile İzmir yönünde ilerledi. 9 Eylül 1922'de çekilen düşman kuvvetlerinin İzmir'de yenilgiye uğratılmasıyla, 4 yıl süren Ulusal Kurtuluş Savaşımı amacına ulaştı.
3 Ekim 1922'de imzalanan ve 11 Ekim 1922'de yürürlüğe giren Mudanya Ateşkes Antlaşması ile savaş durumu sona erdi. Barış Antlaşmasının koşullarını görüşmek üzere Lozan'da yapılacak konferansa İtilaf Devletleri'nin İstanbul Hükûmeti'ni de çağırması üzerine, 1 Kasım 1922'de TBMM'nce alınan "Milletin saltanat ve hâkimiyet makamı yalnız ve ancak TBMM'dir" kararıyla saltanat kaldırıldı.
Varlığından büyük güç aldığı annesi Zübeyde Hanım'ı 15 Ocak 1923'te kaybeden Gazi Mustafa Kemal, acısına karşın, Ulusuna olan görev ve sorumluluklarını yerine getirmek için çalışmalarına ara vermedi.
29 Ocak 1923'te Gazi Mustafa Kemal, Latife Uşaklıgil ile 5 Ağustos 1925'e kadar sürecek evliliğini yaptı.
17 Şubat 1923'te İzmir'de ilk Türkiye İktisat Kongresi'nin açılışını yapan Gazi Mustafa Kemal, çağdaşlaşma yolunda, iktisadî kalkınmanın gerekliliğini vurgulayarak, siyasî ve askerî zaferlerin, ekonomik zaferlerle desteklenmeden, kısa süreli olacağına dikkat çekti.
24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla, Devletimizin uluslararası alanda siyasal, hukuksal, ekonomik ve toplumsal ilişkileri yeniden düzenlendi. Yeni Türk Devleti'nin varlığının, egemenliğinin ve bağımsızlığının tanınmasını sağlayan Lozan Antlaşması ile Misak-ı Millî sınırları İtilaf Devletlerince resmen kabul edildi.
Gazi Mustafa Kemal'in, "Lozan Antlaşması, Türk milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması'yla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastin yıkılışını ifade eden bir vesikadır." sözleri, Lozan'ın tarihimizdeki yerini ve önemini gözler önüne sermektedir.
13 Ağustos 1923'te, Gazi Mustafa Kemal, ikinci kez TBMM Başkanlığı'na seçildi. 9 Eylül 1923'te, Cumhuriyet Halk Fırkası'nı kurdu. TBMM'nin aldığı bir kararla yeni devletin başkenti, 13 Ekim 1923'te Ankara oldu.
Ulusal egemenlik esasının tam olarak ancak cumhuriyet yönetimiyle olanaklı olacağını düşünen Gazi Mustafa Kemal, 27 Eylül 1923'de Neue Freie Presse muhabirine verdiği demeçte "Yeni Türkiye Anayasasının ilk maddelerini sizlere tekrar edeceğim: Hakimiyet Kayıtsız şartsız milletindir. Yürütme kudreti, yasama yetkisi milletin tek ve gerçek temsilcisi olan mecliste toplanmıştır. Bu iki kelimeyi bir kelimede anlatmak mümkündür: Cumhuriyet..." diyerek Cumhuriyet'in kurulmasının yakın olduğu işaretini verdi.
Gazi Mustafa Kemal 28 Ekim akşamı Çankaya Köşkü'nde yemeğe davet ettiği arkadaşlarına "Yarın Cumhuriyet'i ilân edeceğiz" diyerek, kurtuluş sürecinde temelleri adım adım atılan ve ulusal egemenliğe dayanan yeni yönetim biçimini yaşama geçirme zamanının geldiğini ortaya koydu. O gece, İsmet İnönü ile birlikte bir yasa tasarısı hazırladılar. 1921 Anayasa'sının 1. maddesinin sonuna "Türkiye Devletinin hükûmet biçimi cumhuriyettir" cümlesini ekleyerek, ilgili maddelerdeki gerekli değişiklikleri kaleme aldılar.
29 Ekim günü toplanan Halk Fırkası Genel Kurulu'nda konuşan Mustafa Kemal, hükûmet krizi ve bunun çözümü için Anayasa'nın 1, 2, 4, 10, 11, 12. maddelerinin değiştirilmesini ve hükûmetin şeklinin Cumhuriyet olmasını öngören teklifi sundu. Parti toplantısında kabul edilmesinin ardından Anayasa Komisyonu'nda incelenen tasarı İsmet İnönü'nün, ivedilikle görüşülmesi önerisi üzerine okundu ve ivedilikle görüşüldü: Meclis 29 Ekim 1923 günü saat 20.30'da Cumhuriyet'i ilân etti.
ATA TÜRK DÖNEMİNDE TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN DIŞ SİYASETİ
1- Nüfus Mübadelesi (Değiş-Tokuş)
Lozan Barış Antlaşması'na göre İstanbul Rumları ile Batı Trakya'da bulunan Türkler dışında, Türkiye'de yaşayan Rumlarla', Yunanistan'daki Türkler karşılıklı olarak değiştirileceklerdi. Ancak Yunan Hükümeti İstanbul'da daha çok Rum bırakmak istiyordu. Bunun için de, Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzasından önce, İstanbul'da yerleşmiş bulunan Rumların söz konusu değişiklik dışında tu­tulmasını istiyordu. Türk hükümeti ise İstanbul'a yerleşmenin Türk kanunları na göre olacağını ileri sürerek bu isteğe karşı çıktı. Anlaşmazlık, Milletlerarası Ada­let Divanı'na götürüldü. Ama Divan, anlaşmazlığı çözümleyemedi. Türk-Yunan ilişkileri gerginleşti.
Ancak anlaşmazlık büyüyüp silahlı bir çatışmaya varmadan taraflar arasında uyuşma yolu bulundu (1926). Bununla birlikte değiş-tokuş, sonucu ancak dört yıl sonra çözümlendi (10 Haziran 1930). Daha sonra Venizelos'un (Yunan Başbakanı) Türkiye'yi resmen ziyaret etmesi Türk-Yunan ilişkilerinin gelişmesinin başlangıcı oldu. Bu ortam 1954 yılına kadar devam etti. 1954 yılında baş gösteren Kıbns sorunu, aşın uçları temsil eden Rumları eski idealleri­ne döndürdü. Bu yüzden, Türk-Yunan ilişkileri yeni bir bunalımlı döneme girdi.
2- Yabancı Okullar Sorunu
Lozan Antlaşması ile Türkiye'nin siyasal hayatında, pürüzsüz bir dönem başladığı söylenemez. Bu antlaşmanın imzasından sonra da Türkiye Cumhuriye­ti hükümeti büyük sorunlarla karşı karşıya geldi. Bunlardan biri de Yabancı Okullar sorunudur.
Lozan'da Türkiye'deki yabancı okulların konumu şu şekilde belirlenmişti: Ya­bancı Okullar, Türk kanunlarına ve diğer okulların bağlı oldukları tüzuk, yönetmelik hükümlerine uyacaklardı. Türk hükümeti -bu okulların öğrenimini düzenleyecekti. Türk Dili'nin, Türk Tarih ve Coğrafya derslerinin Türk öğretmenler tarafından' okutulması ve bu okulların Türk müfettişIeri tarafından
denetlenmeleri esası bir yönetmelikle tesbit edildi. Bazı okullar bu kurallara uymak istemediler. Uyruğunda oldukları devletlerin Türkiye'deki elçileri aracılığı ile bizimle görüşmelere kalkıştılar. Hükümet bunu iç sorunu sayarak görüşme konusu yapmayı kesinlikle reddetti. Bu esaslara uymak istemeyen bazı yabancı okullar kapatıldı. Geri kalanlar ise, hükümetin isteğini kabul ettiler ve sorun çözümlendi.
3- Irak Sınırı ve Musul Sorunu
Musul ve Kerkük, İngiltere tarafindan Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra işgal. Edilmişti. Lozan Konferansı'nda Türkiye, Musul'un Misak-ı Milli sınırlan içerisinde olduğunu ve geri verilmesini istedi.İngiltere ise buranın Irak'a ait olduğunu savundu. Çünkü, o sıralarda Irak, İngiltere'nin sömürgesi durumun­daydı. Musul ve çevresi zengin petrol yataklanna sahipti. Lozan Konferansı'nda
Musul sorunu çözümlenemediği için Türkiye ile Irak arasındaki. sınır tesbiti sonraya bırakıldı. .
Türkiye ile İngiltere arasındaki görüşmeler. 1924 yılında İstanbul'da başladı. Görüşmelerden bir sonuç alınamayınca, İngiltere konuyu Milletler Cemiyeti'ne götürdü. Diğer yandan da bazı sınır olayları çıkardı. Hatta, Şeyh Sait ayaklan­masında etkili oldu. İngiltere'nin amacı henüz kurulmuş-olan Türkiye Cumhu­riyeti'ni içten zayıflatmak ve askeri gücünü azaltmaktı.
Milletler .Cemiyeti'ndeki görüşmeler oldukça uzun sürdü. Bazı konularda Lahey Adalet Divanı'ndan görüş istendi. Alınan kararlar tarafları memnun et­meyince, yeniden Türkiye ile İngiltere arasında ikili görüşmelere başlandı.
Sonunda Ankara'da imzalanan bir antlaşma ile Türkiye-Irak sının çizildi (5 Ha­ziran 1926). Buna göre; Musul, Irak sınırları içinde kaldı. Buna karşılık, Türkiye'nin 25 yıl süre ile, Irak'ın petrol gelirinden % 1O pay alması kabul edil­di.
4- Milletler Cemiyeti ve Milletler Cemiyetine Girişimiz
5- Balkan Antantı ve Sadabat Paktı
Türkiye. "Yurtta sulh. cihanda sulh!" politikasının bir gereği olarak, bölgesel ve uluslararası alandaki banşçı faaliyetlere aktif olarak katıldı. Milletler Cemiyeti'ne üye olması, Balkan Antantı ile sadabat Paktı'nı imzalaması bunun örnekleridir.
A) Balkan Antantı
l.Dünya Savaşı'ndan sonra sınırlann yeniden, çizildiği bölgelerden biri de, Bal­kanlardı. Sınır değişiklikleri bazı devletleri memnun etme,diği için burada tam anlamıyla bir banş kurulamadı. Aynca, 1933'ten ,sona Avrupa'da banşı tehdit.
eden olaylar başgösterdi. Almanya ve İtalya'nın sil~amnaya başlaması, Balkan devletlerini kuşkulandırdı. Bu sebeple, 'Türkiye ile Yun;ıniştan arasında başlayan yakınlaşmaya, Yugoslavya ve' Romanya da katıldı. Bunun sonucunda bir
işbirliği ve dayanışma antlaşması olan Balkan Antantı imzalandı (9 Şubat 1934).
Antlaşmayı imzalayan Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya ortak sınırlan karşılıklı olarak güvenceye aldılar. Aynca, birbirlerine danışmadan her­hangi bir Balkan devletiyle antl'aşıpa yapmamayı kabul ettiler. Türkiye bu antlaşma ile banşçı faaliyetlerde önemli bir role sahip olduğunu ortaya koydu.
Aynı zamanda, batı sınınmn da güvenliğini sağladı.
, .
B) Sâdâbat Paktı
Türkiye, batıda olduğu gibi Orta Doğu'da da banş ortamının geliştirilmesinde öncülük yaptı. İtalya'nın Balkanlar ve Doğu Akdeniz'deki yayılma emelleri şüphe yaratıyordu. Bu devletin, 1935 yııında Habeşistan'a saldınnası, Doğu Ak­deniz ve Orta Doğu'da güvenliği tehlikeye duşürdii;. Bunun üzerine Türkiye,
İran, Irak ve Afganistan arasında görüşmeler yapıldı: Bu görüşmeler, Tahran'da ' imzalanan bir antlaşmayla sona erdi (8 Temmuz 1937). SâdÂbat Paktı adını alan bu antlaşma ile devletler birbirinin iç işlerine kanşmamayı, ortak sınırlara saygı göstermeyi kabul ettiler.
sadabat Paktı ile Türkiye, doğu ve güney sınırlarının güvenliğini de sağlamış oluyordu. .
6- Boğazlar Sorunu ve Montreax (Montrö) Sözleşmesi
Bildiğiniz gibi Lozan Antlaşmasıında, Türkiye'nin Boğazlar üzerindeki egemen­lik haklannı sınırlayan bazı hükümler vardı. Bu hükümlere göre; Boğazlar'ın yönetimi Türkiye'nin başkanlığında milletlerarası bir komisyona bırakılmıştı. Ayrıca, Türkiye, Boğazlar'da asker de bulunduramıyordu.
Avrupa devletleri arasında yapılmakta olan silahsızlanma konferansından olum­lu sonuç alınamaması ve 1933 yılından sonra devletlerin büyük çapta silahlan­maya başlaması karşısında, Türkiye, Boğazlar'ın güvenliğini sağlamak için hare­kete geçti. Lozan Antlaşmasını imzalayan devletlere birer nota göndererek, şartlann değiştiğini ve Boğazlar'ın yönetiminin yeniden düzenlenmesini istedi. İsviçre'nin Montrö şehrinde başlayan görüşmeler, bir antlaşma ile sonuçlandı (20 Temmuz 1936).
Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile;
"'Boğazlar komisyonu kaldırıldı ve bu komisyonun bütün görevleri Türk Devleti'ne verildi.

"'Türkiye'nin Boğazlar'da istediği kadar asker bulundurması kabuI edildi.
"'Boğazlar'dan ticaret gemilerinin her zaman, ancak Türk denetimi altında geçebilecekleri kabul edilirken, savaş gemilerinin geçişlerine sınırlamalar getirildi.
Bu antlaşma,Boğazlar üzerinde Türk egemenliğinin tekrar kurulmasını sağladı.
7- Hatay Sorunu
1921 'de Türkiye ile Fransa arasında imzalanan Ankara Antlaşması'yla. Hatay'da özel bir yönetim kurulması kabul edilmişti. Türkiye. Hatay'ın milli sınırlar içerisine alınması için bir süre beklemek zorunda kaldı. Atatürk, "Kırk asırlık Türk yurdu yabancı elinde esir kalmaz." diyerek. Türkiye'nin bu konudaki duyarlı ve kararİı tutumunu belirtti.
Fransa. 1936'da Suriye'de\d manda yönetimin~ .son vermeyi kararlaştırınca Hatay konusu önem kazandı. Türkiye. bu konunun Milletler Cemiyeti'nde ele

alınmasını istedi. Bu istek kabul edildi ve Milletler Cemiyeti aracılığı ile Türkiye
ve Fransa arasında görüşmeler başladı. O sıralarda Avrupa devletleri arasındaki dengeyi iyi değerlendiren Atatürk Türkiye'nin isteklerini. Fransa'ya kabul ettir­meyi başardı. İki ülke arasında yapılan bir antlaşma gereğince. Hatay için önce bir anayasa hazırlandı. Sonra da seçim yapılarak bağımsız Hatay Devleti kuruldu (2 Eylül 1938). Bir süre sonra, Türkiye ile Fransa arasında yeni bir antlaşma yapıldı ve Hatay'ın Türkiye'ye katılması kabul edildi. Bunun üzerine Hatay' Mec­lisi. 29 Haziran. 1939'da Türkiye ile birleşme kararı aldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bunu kabul etmesinden sonra. Hatay ili kuruldu. Barış yoluyla kazanılan bu siyasi başarıda Atatürk'ün rolü çok büyüktür.


Kaynakça: Türkiye Cumhuriyeti Inkılap Tarihi ve Atatürkçülük -2 (AÇIKÖĞRETİM LİSESİ)
Güneş-Hidrojen Sistemi

Yenilenebilir enerji kaynaklarının en önemli özelliği çevreye emisyon yaymamalarıdır.Bu çalışmada şimdiye kadar incelenen tüm sistemler içerisinde güneş-hidrojen sistemi bunu en iyi sağlayan sistemdir.Yenilenebilir enerji kaynaklarının çok yakın gelecekte tüm dünyanın enerji ihtiyacının büyük bir kısmını sağlayacağı hemen hemen belli olmuşken bu kaynaklar arasında güneş-hidrojen hibrit sistemi şu ana kadar yapılan çalışmalarda en verimli sistem olarak göze çarpmaktadır.
Bu çalışmada şu ana kadar anlatılan hemen hemen tüm sistemler güneş-hidrojen hibrit enerji sisteminin bir parçasıdır.İlk kısımda özellikle güneş enerjisinden elektrik üretimi bölümünde fotovoltaik paneller ve bunlara bağlı ekipmanlar ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır. Daha önce de belirtildiği gibi fotovoltaik panellerin verimlerini yükseltmek ile ilgili her gün daha da cesaretlendirici çalışmalar yapılmaktadır.Çok kısa bir süreç içerisinde panellerin verimlerinin hızla artması ve buna paralel olarak fiyatlarının da hızlı bir şekilde düşmesi beklenmektedir.Şu an için hidrojen üretim sistemleri içinde en uygunu doğalgazdan buhar eldesi ile olan yoldur ve 6$/GJ üretim maliyeti vardır.Ancak yakın zaman içinde doğalgazın biteceği ayrıca bu çeşit bir sistemde çıkan emisyon oranlarının yüksekliği düşünülecek olursa maliyet düşüklüğüne rağmen çok da verimli bir yöntem olmadığı görülecektir.
Aşağıdaki şekilde basit bir güneş-hidrojen sisteminin içerdiği elemanlar yer almaktadır. Çoğu daha önceki bölümlerde anlatılan elemanlar burada bir bütün halinde verilecektir.







Yukarıdaki şekilde görüldüğü gibi fotovoltaik panelden elde edilen DC güç,elektrolizörün enerji ihtiyacını karşılar.Elektrolizör içindeki su, güneş panelinden alınan enerji vasıtasıyla hidrojen ve oksijene ayrılır.Daha sonra elde edilen hidrojen bir tüpte toplanarak yakıt hücresine verilir.Daha önce de anlatıldığı gibi yakıt hücresine anot kısmından giren hidrojen,ortam havasından yada yine elektroliz vasıtasıyla elde edilmiş olan oksijenin depolandığı tüpten elde edilen oksijen ile birleşerek bir DC güç meydana getirir.Bu enerji ise gerek DC güç ile çalışan herhangi bir alette direk olarak kullanılabildiği gibi inverterler vasıtasıyla AC güce çevrilip evin veya herhangi bir ortamın tüm enerji ihtiyacını karşılayabilir.
Güneş-hidrojen enerji sistemlerinin en güzel yanlarından biri de portatif olabilme özelliğine sahip olmalarıdır.Görüldüğü gibi tüm malzemeler taşınabilir özelliğe sahiptir ve kurulum için çok büyük alan ihtiyaçları yoktur.Herhangi bir aracın üstüne yerleştirilen fotovoltaik paneller vasıtasıyla hidrojen elde edilip örneğin PEM tipi bir yakıt hücresinde bu değerlendirilebilir.Bu sistem güneşin ve suyun sağlanabildiği her yerde işlevini sürdürecektir.Bu iki kaynağın da sonsuz kaynaklar olarak öngörüldüğünü göz önüne alırsak güneş-hidrojen sisteminin nasıl bir enerji kaynağı olduğunu daha iyi kavrayabiliriz.Oysa ki hemen diğer tüm sistemler mutlaka enerjilerini başka bir yakıt vasıtasıyla karşılarlar ve bu yakıt bittiği zaman çalışamaz duruma gelirler.Güneş-hidrojen sisteminde ise güneşli saatlerde güneş panelleri tarafından üretilen elektrik hem gerekli olan enerjiyi karşılar hem de yakıt hücresini beslerken güneş alınamayan saatler için de hidrojen tankını doldurur ve bu durumda sistem kesintisiz bir güç kaynağı olarak çalışır.Bu sisteme takviye edilecek akü grubu ile de uzun süren güneşsizlik durumlarında daha önceden PV paneller tarafından doldurulmuş olan akü grubu devreye girerek sistemi çalışmasını devam ettirir.
İlk kurulum maliyetleri benzerlerine göre oldukça yüksek olsa da hareketli parçaya sahip olmamaları,hemen hemen hiç bakım gerektirmemeleri ve uzun işletim ömürleri ile güneş-hidrojen sistemleri kendilerini birkaç sene içerisinde amortize ederler.Şu an için özellikle şebekeden bağımsız konutlar ile,çöllerde veya benzer yerlerde kurulan hastaneler,okullar gibi taşınabilir gereklilik arz eden yerlerde kullanımları oldukça mümkündür.Bu gibi yerlere şebeke bağlantısı götürmek şu anki fiyat koşullarında bile birçok durumda güneş-hidrojen enerji sisteminden pahalıya gelmektedir.Bir sonraki çalışmada Edirne ili sınırlarında şebekeden bağımsız bir çiftlik evinin bu koşullar altında analizi yapılacaktır.Şebeke durumuyla maliyetler karşılaştırılacak ve emisyon oranları ile birlikte ayrıntılı bir maliyet analizi yapılacaktır.
CUMHURİYET’İN İLK YILLARINDAKİ DURUM

Fransız inkılâbının mahsulü olan cumhuriyet fikri, Türkiye’de Osmanlı Devleti’nin yıkılışıyla birlikte kurulan yeni devletin hükûmet şekli olarak ancak 1923 yılında benimsenmiştir. Cumhuriyetin ilânı sürecine gelinceye kadar Osmanlı toplumunun yenileşme döneminden geçtiği de hatırlanırsa Cumhuriyetin ilânı meselesini sâdece 1923 yılı Ekim ayında aniden ortaya çıkmış bir sosyo-kültürel hareket olarak değerlendirmemek gerekir. Cumhuriyetin ilânına giden yolda Osmanlı toplumunun özellikle Meşrutiyet devrinden itibaren gerek sosyal hayatında gerekse hukukî yapısında gerçekleştirdiği yenileşme hareketlerindeki dönüm noktaları unutulmamalıdır.
Cumhuriyete giden yol...
Osmanlı Devleti’nde, hükümranlık haklarının Osmanlı toplumu lehine çok cüz’î ölçüde de olsa sınırlandırılması yolundaki ilk teşebbüs Ayanlar’ın Osmanlı Padişahı ile akdettiği Sened-i İttifak’tır. Bu sözleşme ile bir takım siyasî hakların elde edilmesi ve yönetimin ilk defa zayıf da olsa sınırlandırılması mümkün olabilmiştir. 1839 yılında ilân edilen Tanzimat Fermanı ile ilk kez Osmanlı padişahının yetkileri üzerinde kanun gücünün varlığı kabul ediliyordu. Bu özelliği ile Tanzimat, hukuken bağlayıcı olup, padişahın yetkilerini sınırlamaktaydı. Ancak bu ferman anayasalı bir hareket özelliğine sahip olmayıp tek taraflı bir irade beyanından başka bir şey değildi. Tanzimat Fermanı, mutlak yetkilere sahip bir devlet başkanını dünyevî ve beşerî mânâda müeyyidesiz de olsa kendi isteği ile yetkilerini sınırlayan ve kanun üstünlüğünü ortaya çıkaran bir belge olarak demokratik gelişmelerin başlangıcı sayılabilir. Bununla birlikte aydınlarımız Tanzimat dönemini siyasî rejim bakımından mutlakıyetle millî hâkimiyet rejimi arasında bir intikal devresi olduğunu da ifâde etmektedirler.
1876 yılına gelindiğinde gerçekleştirilen I.Meşrutiyet’in ilânı, anayasalı yeni bir sistemin ortaya çıkmasını sağlamış, bu tarihten itibaren Türk siyasî hayatında anayasalı dönem başlamıştır. Bu gelişme cumhuriyete giden yolda önemli bir aşama olarak kabul edilebilir. Bu önemli gelişmeye rağmen I.Meşrutiyet Anayasası devlet şeklini monarşi dışına taşıyamamıştır. Saltanat yine babadan oğula intikal etmiş ve yine bazı müesseselere tayin padişah tarafından yapılmıştır. Hâkimiyet bu anayasaya göre millete değil, Osmanlı soyuna aitti. Ancak bilindiği gibi Osmanlı’nın devlet telâkkisinde hâkimiyetin kaynağı Tanrı’dır. Ortaya çıkan mevcut bu yeni duruma rağmen 1876 Anayasası ile Osmanlı Devleti’nin dinî telâkkilere dayalı bir devlet olma vasfını kaybettiği söylenemez. Bütün bu gelişmeler sonrasında Meşrutiyet anayasalarının Batı’lı mânâda anlam kazandıramadığı “Millî Hâkimiyet” kavramı; siyasî hayatımıza ancak Atatürk ile birlikte girmiştir.

Atatürk’ün Cumhuriyet kavramına yüklediği anlam...

Mustafa Kemal Paşa'ya göre “Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adâletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması ancak ve ancak tam ve kat'i mânâsıyla Millî hâkimiyetin kurulmuş olmasına bağlıdır. Bundan ötürü hürriyetin de, eşitliğin de, adâletin de dayanak noktası millî hâkimiyettir”. Atatürk, bu sözleriyle devletin sahip olduğu kuvveti ifâde ederken, bu kuvveti kendine özgü diye nitelediği anlaşılmalıdır. Gerçekten de, devleti oluşturan milletin üzerinde etkisini sürdüren kuvvet, kişi olarak hiç kimse tarafından verilmiş değildir. O, bir siyasî nüfuzdur ve devlet kavramının özünde vardır. Devlet onu halk üzerinde uygulamak ve milleti dış dünyaya ve diğer milletlere karşı savunmak yetkisine sahiptir. Bu siyasî nüfuz ve kudrete “irade” veya “hâkimiyet” denir. İşte bu anlamlarla birlikte millî hâkimiyete dayanan demokrasi ve cumhuriyeti bir devlet sistemi olarak düşünen Atatürk kendi yakın arkadaşları tarafından dahi idealist hayalperest olarak değerlendirilmişti. Hâlbuki Atatürk, 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasını sağlayarak hem Millî Mücadele fikrine siyasî ve hukukî yönden destek sağlamış aynı zamanda devletin kuruluşunu gerçekleştirmiştir.
Türkiye’nin o dönemde içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal yapısından çok daha iyi durumda bulunan birçok Avrupa devleti demokrasi fikrini hatırlarına bile getiremezken; Türkiye Devleti’nin kurucusu, eğitim düzeyi düşük, düzenli bir ordusu olmayan ve iktisadî açıdan tükenmiş bir ülkede cumhuriyet rejimini kurmak konusunda kararını çok önce vermişti. Çünkü ona göre Türk milletinin tabiat ve şiârına en uygun olan yönetim, cumhuriyet yönetimidir. Bununla birlikte Mustafa Kemal Paşa, millet bilincinin ve millet olma duygusunun kuvvetlenmesi ve Türk tarihinin millî bir zemine oturtulmasıyla Türk kültürünün gelişeceğine inanmaktaydı. Başarılı olunması hususunda nihâî hedefi ise daima cumhuriyet olmuştur. Çünkü ona göre Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.
Görüldüğü gibi Türk inkılâbının hemen her safhasında olduğu gibi cumhuriyet fikrinin kabul edilmesinde ve tatbikinde Mustafa Kemal Paşa’nın liderliği inkâr edilemez. Atatürk bu tarihî sürecin liderliğini yaparken cumhuriyet fikrinin onun zihninde çok erken dönemlerde ortaya çıkmasında en önemli etken Fransız İnkılâbı’dır. Etkilendiği yer ise Fransız İhtilâli fikirlerinin Osmanlı Devleti’nde tartışıldığı bir mekân olan Harbiye’dir. Onun zihninde filizlenen cumhuriyet düşüncesi harbiye yıllarından sonra daha da belirgin hâle gelecektir.
Resmî dosyasında “Cumhuriyetçidir” ibaresi olan Mustafa Kemal Paşa’nın, Meşrutiyetin ilânı ile sosyal ve siyasî hayatımızda elde edilen kazanımlarla yetinmediği ısrarla millî hâkimiyet kaynaklı bir cumhuriyet fikri üzerinde durduğu açıktır. Bu durumun en önemli delili İttihatçı kimliğinden dolayı Suriye’ye gönderildiğinde orada ki yakın arkadaşı Halil Bey’e açıkça “.......Cumhuriyet yaparız” diyecek kadar kafasında cumhuriyet fikrinin olgunlaştığı ve her fırsatta bu fikrini ifâde ettiği bilinmektedir.
Mustafa Kemal Paşa’nın kafasında erken dönemlerde oluşan cumhuriyet fikrine rağmen, rejimin tesisi ve ilânı 1923 yılına kadar birkaç istisnanın hâricinde tarafından açıkça ifâde edilmemiştir. Bu durum cumhuriyete giden yolda rejimi hazırlayan bütün sebeplerin örtülü bir şekilde cereyan etmesine sebep olmuştur. Ancak bu örtülü gelişmelere ve Türk siyasî hayatındaki dağınıklığa rağmen Millî Mücadele’nin ilk günlerinden itibaren demokrasinin günlük hayata hâkim olmaya başlaması mânidardır. Gerek Amasya Tamimi’nde gerekse Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde “millî hâkimiyet” fikrine atıflar yapılarak bu ana fikir, temel hedef olarak gösterilmiştir. Dönemin zarureti gereği oluşan bu tip örtülü gidişatı; Mustafa Kemal Paşa’nın ilk meclisin açılışından itibaren siyasî hayat üzerindeki tesiri ile açıklamak mümkündür. Esasında bu noktada Mustafa Kemal Paşa’nın farklı bir strateji takip etmesini akılcı bir çıkış yolu olarak mütalaa etmek gerekir. Çünkü Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları bir yandan 11 yıllık ağır savaş hâliyle Anadolu’yu işgalden kurtarmaya çalışmışlar diğer taraftan eş zamanlı olarak yeni bir devletin kuruluşunu hazırlamışlar, bütün bunların yanı sıra ilk mecliste demokratik olma çabasıyla hareket etmişlerdir. Bütün bu askerî, siyasî hâdiseleri aynı anda başarabilmek önemli bir meziyet olarak kabul edilmelidir. Üstelik sosyal açıdan düşünüldüğünde “Türkleri yeni baştan Türkleştiren” bir değişimin yakalanmış ve bu değişim “Cumhuriyet”le taçlandırılmıştır.
Yukarıdaki ifâdelerden de anlaşılacağı gibi yakın tarihimizde cumhuriyet rejimine geçiş, kademeli olarak tezahür etmiştir. Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadele hareketini ve onu temsil eden Büyük Millet Meclisi’nin bütünlüğünü bozmamak amacıyla cumhuriyet idâresiyle ilgili fikirlerini o günlerde açık bir şekilde telaffuz etmemiş, Meclis’teki değişik grupları Misâk-ı Millî çerçevesinde birleştirmeye çalışmış ve bu amaçla şeklen de olsa bazı tavizler vermeye mecbur olmuştur. Bu tavizlere rağmen Cumhuriyet rejiminin, Millî Mücadele döneminde ülke çapında prestij kazanan bir avuç kahramanın kararlı tutumları sonucunda kurulduğunu da ifâde etmemiz gerekir. Bu noktada Cumhuriyet rejiminin ülkemizde tatbik edilmesi meselesini en üst seviyede düşünen kişinin Mustafa Kemal Atatürk olduğu aşikârdır. Bununla birlikte Meşrutiyet ve Mütareke yıllarında Mustafa Kemal Paşa’nın zihninde şekillenen cumhuriyet fikrinin kendisine ait bir orijinalitesinin olduğunu da göz ardı etmemek tarihî bir hakikatin ifâdesinden başka bir şey değildir.
Saltanat ile Cumhuriyet arasında sıkışan Türk aydını...
Türkiye’de 1922 yılında saltanatın ve 1924 yılında hilâfetin kaldırılması, Mustafa Kemal Paşa’nın Millî Mücadele döneminde savunduğu “saltanat ve hilâfet mevcutlu devlet anlayışı”ndan ayrıldığının önemli bir ifâdesidir. Halifeliğin kaldırılması, rejimin demokratik anlamdaki tekâmülü açısından önemli bir siyasî gelişme olmakla birlikte Türk milleti için kültürel ve tarihî mânâları da ifâde etmektedir. 19. yüzyılın başlarından itibaren süregelen yenilikçi-muhafazakâr çatışması, hilâfetin ilgası sonucu yenilikçilerin başarısı olarak yorumlanmış; bu olaydan sonra Türkiye’de Batılı mânâda gelişmesi istenen modernleşme hareketinin önünün açıldığı düşünülmüştür.
Cumhuriyetin ilk yıllarında özellikle ortaya çıkan yenilikçi-muhafazakâr çatışması, Cumhuriyet’in ilânından bu yana geçen süreçte millet olarak tarihimiz ve kültürümüzle bir türlü barışamayacağımızın habercisi olmuştur. Türk kültür ve tarihi, hep siyasetin veya siyasî düşüncenin bir boyutu olarak ele alınmış ve değerlendirilmiştir. Türk aydınlarının tarihe bakışları ve ele alışları ekseriyetle tarafsız olmamış; objektif değerlendirmelerde maharet gösterememişlerdir. Ne yazık ki, bu eksiklik daha çok saltanattan cumhuriyete geçiş sürecini temsil eden Osmanlı tarihi için geçerlidir. Cumhuriyet’in daha doğrusu Atatürk ve inkılâplarının Osmanlı Devleti bâkiyesi ile örtüşüp örtüşmediğinden tutun da Osmanlı Devleti’nin bir Türk devleti olup olmadığına, Osmanlı’nın Türk Devleti olarak telâkki edilmesi durumunda bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin büyük sıkıntılara düşeceğine kadar bir çok meselede zihinlerde fevkalâde yanlış telâkkiler oluşmuştur. Hatta bu telâkkiler bugün milletler arası boyutta yaşanan millî meselelerinin kaynağının Osmanlı’da olduğu iddialarına kadar varmakta, Osmanlı’nın adetâ Türk milletinin alnına kara bir leke şeklinde vurulduğu saplantısından da öteye gitmektedir.

Osmanlıyı hâlâ yaşayan bir potansiyel tehlike gibi göstererek Türk tarih ve kültürüne saldırı aracı olarak kullanılması fevkalâde üzücüdür. Aynı şekilde Osmanlıyı savunuyor görünerek Türkiye Cumhuriyeti’ne düşmanlığını kusan gayri millî ve dinî akımlara karşı gerekli tedbirlerin alınamaması büyük bir ihmâldir. Günümüzde “Türkiyelilik” veya “İkinci Cumhuriyet” gibi söylemlerle yapılmak istenenlerin bunlardan farklı olmadığı kanaatindeyiz. Her iki ifâde biçiminin de çıkış noktasında azınlık psikolojisinin yer aldığı ve etnik problemlerin rol oynadığı açıktır. O hâlde aydınlarımız hâlâ Osmanlı ile Cumhuriyet arasında sıkışıp kalmak yerine Türk kültürü içindeki bütün değerlere her platformda sahip çıkarak savunmak onların hayatî görevi olmalıdır. Ülkemizin aydınları Türk tarihini ve kültürünü, bir hafıza olarak muhafaza etmek ve günümüzde yaşananları onun süzgecinden geçirmek zorundadırlar. Bu zorunluluk, devlet ve millet olarak var olmanın şartı, “tarih şuurunun” bir gereğidir.
Son dönemde Osmanlı Devleti’nin başını ağrıtmış pek çok meselenin bugün de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sıkıntıları olarak devam ettiği doğrudur. Ancak Türkiye’nin karşılaştığı bu sıkıntılar, ne yalnızca son Osmanlı’nın ne de seksen yıllık Cumhuriyet Tarihi’mizin ürünü olmasa gerektir. Buna rağmen bazı aydınlar arasında Osmanlı’ya ait kurumları kabullenmemek hatta yok saymak gibi bir arazın yaygın hâle geldiği görülmektedir. Unutulmamalıdır ki her sosyal yapı kendinden önceki sosyal yapının mirasçısıdır. Bugün sahip olduğumuz iktisadî, siyasî ve kültürel bir çok özelliğimiz Osmanlı’nın bıraktığı kültür mirasının eseridir. Bu güne kadar ifâde edilen ve sanılanın aksine; Osmanlı Devleti’nin dünya tarihindeki yeri şerefli ve onurludur. Osmanlı ile Türk özdeşleşmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de Osmanlı Devleti’nin antitezi değildir. Osmanlı’nın kendisi olduğumuz gerçeğini reddetmek, bizi geçmişinden utanan bir millet çizgisine getirebilir ki bu görüş, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran fikre temelden aykırıdır. Ayrıca geçmişte milletlerin yok olmasıyla âlâkalı bir çok tarihî hakikati idrak edemediğimiz anlamına gelir. Bunun yanı sıra Osmanlı Tarihi anlatılırken Türk devlet geleneği, Türkler’in devlet ve millet anlayışı, devletin millet için var olduğu hakikatini ve ayrıca adâletin, hoşgörünün, huzurun ve refahın halka yani millete sunulmaya çalışıldığı bir yönetim anlayışının Türk devletlerinde daima varolduğu rahatlıkla ifâde edilebilmelidir. Millî Mücadeleyi canlandıran ruhun, Osmanlı tedrisinden geçmiş kahramanlar tarafından tesis edilen “Kuva-yı Millîye Ruhu” olduğu göz ardı edilmemelidir. En önemlisi Osmanlı Hükûmeti ile Anadolu’daki meclisin siyasî devamlılık anlamında birbirlerinin zıttı değil Türk milletini yaşatma adına iki farklı yol olduğu öğretilmelidir. Türkiye’nin çağdaşlaşma hamlesinin aşağı yukarı üç asırdır var olan bir vâkıa olduğu gözler önüne serilmeli, ancak bu hususta Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığı inkılâpların bu zeminin üzerine bina edilen basamakların en önemlisi olduğu vurgulanmalıdır.
Bugünkü devlet şeklimiz olan Cumhuriyet, Misak-ı Millî ile çizilen millî sınırların üzerinde “Millî Devlet” anlayışını, “millet ve devlet birliği”ni ve “bütünlüğü”nü temsil eder. Anadolu Türkü bu temsil hakkını gerçekleştirdiği direniş hareketiyle elde etmiş, bin yıllık mâzisi olan Türk Yurdu’nun sınırlarını kanla çizmiş, millet-devlet olmanın bedelini ödeyerek, “temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti”ni kurmuştur.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte kimlik meselesi...
Osmanlı’nın çöküşüyle devletin aslî unsuru olan Türkler’de kimlik bunalımının ortaya çıkması arasında paralellik bulunmaktadır. Türk kimliği meselesinin yavaş yavaş aydınları meşgul etmeye başlaması daha ziyade Tanzimat Fermanı’nın ilânıyla başlar. Türk aydını Tanzimat’tan bu tarafa aşağı yukarı yüz elli yıl boyunca kimlik bunalımı meselesine yeni çözümler aramıştır. Ortaya konan alternatif kimlikler ise; Osmanlılık, Türkçülük, Anadoluculuk, İnkılâpçılık, Çağdaşlık, Cumhuriyetçilik, Turancılık, Demokratlık, Batıcılık, İslâmcılık, Lâiklik ve buna benzer başlıklar olmuştur.
Çok milletli bir devlet olan Osmanlı; Müslümanlık üzerine kurulu olan Türk kimliği, tek bir milletin hususiyetleri yerine, diğer milletlerle müşterek olan değerler üzerinde yükselmişti. Ancak modernleşme sürecinin baskısı ve Osmanlı Devleti’nin bu sürece karşı gösterdiği kayıtsızlık sebebiyle Türkler dışında gelişen milliyetçilik hareketleri, güçlenerek tek müşterek olan “din”in eski fonksiyonunu Osmanlı toplumunda varlık temeli açısından yitirmesine yol açmıştır.
Bu dönem, “İslâm kimliği”nden “Türk kimliğine” geçiş tarihini ihtiva etmesi bakımından önemlidir. Bu geçişte Türk milliyetçiliğinin ortaya çıkması ve hâkim ideoloji hâline gelmesi doğaldır. Ancak Türk milliyetçiliğinin ilk biçimi olan “Türkçülük” akımı, Türkler’e karşı önyargılarla dolu bir ortamda geliştiği için daima, kendisini uygarlık tarihinde Türkler’in, İslâmlık dışında da mevcut olduğunu kanıtlamak zorunda hissetmiştir.
Siyasî varlığını yaklaşık bin yıldır İslâm esasına dayandıran bir geleneğin yıkılmasının ardından Cumhuriyet’in kurucuları, çâreyi yeni devletin, yeni kimliğini Türk milletinin bizzat kendi kültürüne dayandırmanın en isabetli yol olacağına karar vermişlerdi. Temel düstur olarak benimsenen “.....hâkimiyet, kayıtsız şartsız milletindir” ifâdesiyle Türk toplumunun, cumhuriyetçi nitelikleri önplâna çıkarılmıştır. Dana da önemlisi hâkimiyet anlayışının tek bir temel esasa değil, dil, din, kültür, tarih vb. hemen her konuda müşterekleri olan bir millete dayandığı vurgulanmıştır. Bu noktada ortaya konan millet anlayışı, sâdece bir “ırk”tan oluşan topluluk değil, aksine tarihî geleneklerin ve köklü bir kültürün mensubu olan büyük bir cemiyet olarak kabullenilmiştir.
Türk kimliğinin oluşum sürecinde Cumhuriyet’in kurucuları, Türk kimliğini “kültürel aidiyete” ve “yurttaşlık mensubiyetine” dayanan bir muhtevaya sahip olarak mütalaa etmişlerdir. Bu özelliği itibariyle Türk kimliği, siyasî sınırları dahilindeki bütün farklı kesimleri kapsayıcı ve bütünleşmeyi sağlamaya yönelik bir şekilde düşünülmelidir. Türk kimliğinin sahip olduğu böyle bir bütünleşme gücüne rağmen “Türkiyelilik” gibi tamamen milliyetsiz bir kavramın hangi sebep ve ihtiyaçtan ortaya çıktığının açıklanması gerekir. Bugün “Türkiyelilik” kimliğinin bir ihtiyaç ve gereklilik olduğunu savunanların Mütareke günlerinde ki mandacı zihniyetin halefleri olduğunu görebilmek zor olmasa gerektir. Üstelik bu devşirme zihniyetin Türk kimliğine karşı tavır alarak ve bu kimlikten dışlandıklarına inanarak farklı bir kimlik altında mücadeleye girişmeleri Türk milletinin makûs talihinin yaşandığı dönemleri hatırlatması bakımından üzücüdür.


Sonuç

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde yaşanan sıkıntılardan istifade etmeye çalışan ve Batı’dan iktibas ettikleri birkaç bilgiyle donanmış bazı aydınlar, millî bir devlet meydana getirme hususunda İslâm’ı başlıca engel olarak görmüşlerdir. Hâlbuki o dönemde Cumhuriyet, sanılanın aksine İslâm’ı terk etmek sûretiyle başka bir dine intisap etme niyetinde olmamıştır. Çünkü bu süreçte Cumhuriyet’in istediği hem modern hem de Türk olan İslâm dininden başka bir şey değildi.
Bütün bunlara rağmen seksen yıllık Cumhuriyet kendi insanını hiçbir dönemde etnik farklılığı sebebiyle sosyal ve siyasî hayatından dışlamamıştır. Türk toplumu “ırk” mefhumu üzerine değil, “millet” mefhumu üzerine kuruludur. Cumhuriyet’in kuruluşunda rejime kimlik kazandıran ve anlam yükleyen aydınlardan biri olan M. Kemal Paşa da bu şuurla hareket ederek “Ne mutlu Türk olana” yerine “Ne mutlu Türküm diyene” lafzı ile çıkış noktasını göstermiştir. Dolayısıyla Cumhuriyet’i kuranların kafalarındaki millet mefhumu, bu ülkenin yurttaşlarının hiçbir ayrım yapılmadan bütünüdür ve söz konusu olan bu millet, hâkimiyetin yegâne sahibidir. Birtakım ideolojik saplantılardan yola çıkılarak, Türk kimliğini tartışmak ve bütüncü yönünün dumura uğradığını söylemek seksen yıl önce tesis edilen yeni devleti anlayamamak hatta kabullenememek anlamına gelir.
Maksatlı bir şekilde, zenginlik olarak kabul edilmesi gereken, milletin bünyesindeki her farklılığı abartarak yansıtanlar ve bu farklılıklardan yola çıkarak etnik bölücülük yapanlar, bizatihi ırkçı olanlardır. Bu anlamda düşünüldüğünde “Türkiyelilik” kavramını dillendirenler ve kendilerinin Türk milletinden farklı olduklarını vurgulayarak etnik farklılıkları kurcalayanlar, bütün hayatlarını ve siyasetlerini etnik farklılık üzerine kuranlardır. Bugün bazı yarım kafalı sözde aydınların yazılarında Cumhuriyet’in ilk yıllarında “ırkçılığın devletin resmî ideolojisi hâline geldiğini” ima etmeleri, Türk kimliğinin sıkıntılı olduğu iddiasını ispata yöneliktir. Bu tür iddialarla yapılmak istenen ise Cumhuriyetin sahip olduğu kimliği problemli göstererek, Türk kimliğinin bütüncü yönünü gizlemek ve inkâr etmektir. Ülkemizdeki oportünistler, kozmopolitler ve etnik bölücüler Türk kimliğinden rahatsız diye, “Türkiyelilik” adıyla yeni bir kimlik ihdas etmeye çalışmak yeni Türk devletini ve Cumhuriyeti kuran “Kuva-yı Milliye Ruhu”nu reddetmek anlamına gelir. Bugün Türkiye’de soy ve kültür bakımından çatısı altında toplanılacak bir ve tek kimlik olarak Türk kimliği ve bu kimliğe bağlı bir siyasî yapılanma yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti mevcuttur.

Periyodik Tablo


Periyodik Tablonun Tarihçesi


19. yüzyıl başlarında kimyasal çözümleme yöntemlerinde hızlı gelişmeler elementlerin ve bileşiklerin fiziksel ve kimyasal özelliklerine ilişkin çok geniş bir bilgi birikimine neden oldu. Bunun sonucunda bilim adamları elementler için çeşitli sınıflandırma sistemleri bulmaya çalıştılar. Rus kimyacı Dimitriy İvanoviç Mendeleyev 1860'larda elementlerin özellikleri arasındaki ilişkileri ayrıntılı olarak araştırmaya başladı. ( www.genbilim.com )

1869'da, elementlerin artan atom ağırlıklarına göre dizildiklerinde özelliklerinin de periyodik olarak değiştiğini ifade eden periyodik yasayı geliştirdi ve gözlemlediği bağlantıları sergilemek için bir periyodik tablo hazırladı. Alman kimyacı Lothar Meyer de, Mendeleyev'den bağımsız olarak hemen hemen aynı zamanda benzer bir sınıflandırma yöntemi geliştirdi. Mendeleyev'in periyodik tablosu o güne değin tek başına incelenmiş kimyasal bağlantıların pek çoğunun birlikte gözlemlenmesini de olanaklı kıldı. Ama bu sistem önceleri pek kabul görmedi. Mendeleyev tablosunda bazı boşluklar bıraktı ve bu yerlerin henüz bulunmamış elementlerle doldurulacağını ön gördü. Gerçekten de bunu izleyen 20 yıl içinde skandiyum, galyum ve germanyum elementleri bulunarak boşluklar doldurulmaya başlandı.

Mendeleyev'in hazırladığı ilk periyodik tablo 17 grup (sütun) ile 7 periyottan oluşuyordu ; periyotlardan, potasyumdan broma ve rubidyumdan iyoda kadar olan elementlerin sıralandığı ikisi tümüyle doluydu ; bunun üstünde, her birinde 7 element bulunan (lityumdan flüora ve sodyumdan klora) iki kısmen dolu periyot ile altında üç boş periyot bulunuyordu. Mendeleyev 1871 de tablosunu yeniden düzenledi ve 17 elementin yerini (doğru biçimde) değiştirdi. Daha sonra Lothar Meyer ile birlikte, uzun periyotların her birinin 7 elementlik iki periyoda ayrıldığı ve 8. gruba demir, kobalt, nikel gibi üç merkezi elementin yerleştirildiği 8 sütunluk yeni bir tablo hazırladı.

Lord Rayleigh (Jonh William Strutt) ve Sir William Ramsay'in 1894 den başlayarak soygazlar olarak anılan helyum, neon, argon, kripton, radon ve ksenonu bulmalarından sonra, Mendeleyev ve öbür kimyacılar periyodik tabloya yeni bir "sıfır" grubunun eklenmesini önerdiler ve sıfırdan sekize kadar olan grupların yer aldığı kısa periyotlu tabloyu geliştirdiler. Bu tablo 1930'lara değin kullanıldı.

Daha sonraları elementlerin atom ağırlıkları yeniden belirlenip periyodik tabloda düzeltmeler yapıldıysa da, Mendeleyev ile Meyer'in 1871 deki tablolarında özelliklerine bakılarak yerleştirilmiş olan bazı elementlerin bu yerleri, atom ağarlıklarına göre dizilme düzenine uymuyordu. Örneğin argon - potasyum, kobalt - nikel ve tellür - iyot çiftlerinde, birinci elementlerin atom ağırlıkları daha büyük olmakla birlikte periyodik sistemdeki konumları ikinci elementlerden önce geliyordu. Bu tutarsızlık atom yapısının iyice anlaşılmasından sonra çözümlendi.

Yaklaşık 1910'da Sir Ernest Rutherford'un ağır atom çekirdeklerin- den alfa parçacıkları saçılımı üzerine yaptığı deneyler sonucunda çekirdek elektrik yükü kavramı geliştirildi. Çekirdek elektrik yükünü elektron yüküne oranı kabaca atom ağırlığının yarısı kadardı. A. van den Broek 1911'de, atom numarası olarak tanımlanan bu niceliğin elementin periyodik sistemindeki sıra numarası olarak kabul edilebileceği görüşünü ortaya attı. Bu öneri H.G.J. Moseley'in pek çok elementin özgün X ışını tayf çizgi- lerinin dalga boylarını ölçmesiyle doğrulandı. Bundan sonra elementler periyodik tabloda artan atom numaralarına göre sıralanmaya başladı. Periyodik sistem, Bohr'un 1913'te başlattığı atomların elektron yapıları ve tayfın kuvantum kuramı üzerindeki çalışmalarla açıklığa kavuştu.

Periyotlar. Periyodik sistemin bugün kullanılan uzun Periyotlu biçiminde, doğal olarak bulunmuş ya da yapay yolla elde edilmiş olan 107 element artan atom numaralarına göre yedi yatay periyotta sıralanır ; lantandan (atom numarası 57) lütesyuma (71) kadar uzanan lantanitler dizisi ile aktinyumdan (89) lavrensiyuma (103) aktinitler dizisi bu periyotların altında ayrıca sıralanır. Periyotların uzunlukları farklıdır. İlk periyot hidrojen periyodudur. Ve burada hidrojen (1) ile helyum (21) yer alır. Bunun ardından her birinde 8 element bulunan iki kısa periyot uzanır. Birinci kısa periyotta lityumdan (3) neona (10) kadar olan elementler, ikinci kısa periyotta ise sodyumdan (11) argona (18) kadar olan elementler yer alır. Bunları, her birinde 18 elementin bulunduğu iki uzun periyot izler. Birinci uzun periyotta potasyumdan (19) kriptona (36), ikinci uzun periyotta rubidyumdan (37) ksenona (54) kadar olan elementler bulunur. Sezyumdan (55) radona (86) kadar uzanan 32 elementlik çok uzun altıncı periyot, lantanitlerin ayrı tutulmasıyla 18 sütunda toplanmıştır ve özellikleri birinci ve ikinci uzun periyottaki elementlerinkine çok benzeyen elementler bu elementlerin altında yer alır. 32 elementlik en son uzun periyot tamamlanmamıştır. Bu periyot ikinci en uzun periyottur ve atom numarası 118 olan elementlerle tamamlanacaktır.

Gruplar. Helyum, neon, argon, kripton, ksenon ve radondan oluşan altı soy gaz, tümüyle dolu altı periyodun sonunda yer alır ve bunlar periyodik sistemin 0 grubunu oluştururlar. Lityumdan flüora ve sodyumdan klora kadar uzanan ikinci ve üçüncü periyottaki yedişer element ise sırasıyla I., II., III., IV., V., VI., VII. grupları oluştururlar. Dördüncü periyotta yer alan, potasyumdan broma kadar sıralanan 17 elementin özellikleri farklıdır. Bunların periyodik sistemde 17 alt grup oluşturdukları düşünülebilir, ama bu elementler geleneksel olarak 15 alt grupta toplanırlar ve demir, kobalt, nikel ve bundan sonraki periyotta benzer özellikte olan elementler tek bir grupta, VIII. Grupta yer alırlar. Potasyumdan (19) manganeze (25) kadar olan elementler sırasıyla Ia, IIa, IIIa, IVa, Va, VIa, VIIa alt gruplarında, bakırdan (29) broma (35) kadar olan elementler de Ib, IIb, IIIb, IVb, Vb, VIb, VIIb, alt gruplarında toplanırlar.

I. grup alkali metaller grubudur ; lityum ve sodyumun yanı sıra potasyumdan fransiyuma kadar inen metalleri kapsayan bu grup, farklı özelliklere sahip Ib grubu metallerini içermez. Aynı biçimde, berilyumdan radyuma kadar inen elementleri kapsayan II. grup toprak alkali metallerdir ve IIb grubundaki elementleri kapsamaz. III. grubu oluşturan bor grubu elementlerinin özellikleri, IIIa grubunun mu yoksa IIIb grubunun mu, bu grupta yer alacağı sorusuna kesin bir yanıt getirmez, ama çoğunlukla IIIa grubu elementleri bor grubu olarak düşünülür. IV. grubu karbon grubu elementleri oluşturur ; bu grup silisyum, kalay, kurşun, gibi elementleri kapsar. Azot grubu elementleri V. grupta toplanmışlardır. VI. grup oksijen grubu elementlerinden, VII. grup ise halojenlerden oluşur.

Hidrojen elementi bazı tablolarda Ia grubunda gösterilmekle birlikte kimyasal özellikleri alkali metallere ya da halojenlere çok benzemez ve elementler arasında benzersiz özelliklere sahip tek elementtir. Bu nedenle hiç bir grubun kapsamında değildir.

Uzun periyotların (4., 5. Ve 6. periyotlar) orta bölümünde yer alan IIIb, IVb, Vb, VIIb, Ib gruplarındaki ve VIII. gruptaki 56 elemente geçiş elementleri denir.

Bir Periyotta Soldan Sağa Doğru Gidildikçe ;

a) Atom no, kütle no, proton sayısı, atom kütlesi, nötron sayısı, elektron sayısı, değerlik elektron sayısı artar.

b) Atom çapı ve hacmi küçülür.

c) İyonlaşma enerjisi artar.

d) Elektron ilgisi ve elektronegatifliği artar. (8A hariç)

e) Elementlerin metal özelliği azalır, ametal özelliği artar. (8A hariç)

f) Elementlerin oksitlerinin ve hidroksitlerinin baz özelliği azalır, asitlik özellik artar. (8A hariç)

g) Elementlerin indirgen özelliği azalır, yükseltgen özelliği artar. (8A hariç)

Bir Grupta Yukarıdan Aşağıya Doğru İnildikçe ;

a) Proton sayısı, nötron sayısı, elektron sayısı, çekirdek yükü, Atom no, Kütle no artar.

b) Atom çapı ve hacmi büyür.

c) Değerlik elektron sayısı değişmez.

d) İyonlaşma enerjisi, elektron ilgisi ve elektronegatiflik azalır.

e) Elementlerin metal özelliği artar, ametal özelliği azalır.

f) Elementlerin, oksitlerin ve hidroksitlerin baz özelliği artar, asit özelliği azalır.

g) Elementlerin indirgen özelliği artar, yükseltgen özelliği azalır.

TÜRKİYE’DE İNKILAP HAREKETLERİ


Atatürk’ün inkılap anlayışı radikal ve köklü değişiklikler yapılması şeklindeydi. Özellikle Türk milletini son yüzyıllarda geri bıraktıran kurumları kaldırmak, yerine çağdaş kurumlar getirmek istiyordu. Zaten ulusal egemenlik anlayışına uygun kurulan bir devletin de yeni kurumlara ihtiyacı vardı. Bundan dolayı birbirini takip eden değişik alanlarda çeşitli inkılaplar yapılmıştır.

SİYASİ ALANDA :
Saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922 – Laikliğin ilk aşaması)
Ankara’nın başkent olması (13 Ekim 1923)
Cumhuriyet’in ilanı ( 29 Ekim 1923 – Demokratikleşmede önemli bir adım)
Halifeliğin ilgası (3 Mart 1924 Laikleşmede önemli bir adım)
Ordunun siyasetten ayrılması (19 Aralık 1924)
Anayasa’dan “Devletin dini İslam’dır” ibaresinin çıkarılması (10 Nisan 1928)

Atatürk ilkelerinin anayasaya girmesi (1937)

HUKUKİ ALANDA :
Yenilik Yapılmasının Nedenleri :

Osmanlı Devleti’nde hukuki birliğin olmaması
Batı medeniyetine bir an önce geçmek için batı hukukuna yönelme gereği
Osmanlı hukuk sisteminin, laik devletin esaslarına uygun olmaması
Osmanlı hukuk sisteminde kadın hakları konusunda eksikliklerin olması
Mecellenin tamamlanamamış olması

Medeni Kanunun Kabulü (17 Şubat 1926) :

Medeni kanun, evlenme, boşanma, miras vb. her türlü ilişkileri düzenlemektedir. Medeni kanun bu yönüyle toplum hayatının düzenlenmesinde önemli rol oynamıştır.

Türkiye laikliği benimsediği için şer’i hukuka göre düzenlenen mecelleyi uygulayamazdı. Yeni bir kanun hazırlanması da çok zaman alabilirdi. Bundan dolayı Japınlar’ın yaptığı gibi İsviçre Medeni Kanunu’nun alınması kararlaştırıldı. En son hazırlanan modern bir kanundu. Akılcı ve pratik çözümler getiriyordu. Laiklikte önemli bir adım atıldı.

Buna göre; tek eşlilik, resmi nikah zorunluluğu, kadınlara da boşanma hakkı, mirasta ve şahitlikte eşitlik, kadınların dilediği işte çalışabilmesi, Patrikhane’nin dünya ile ilgili yetkilerinin kaldırılması, din ve mezhep farkının kaldırılması gerçekleştirilmiştir .

Not : Ayrıca Almanya’dan Ceza Mahkemeleri Usülü, İtalya’dan Ceza, Fransa’dan idari hukuk alınmıştır.

EĞİTİM VE KÜLTÜR ALANINDA :
Osmanlı Devleti’nde eğitimde birliğin olmaması ve dini nitelikli olması yenilik yapılmasını zorunlu kılıyordu.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924) : Eğitim ve öğretim birleştirilerek, devlet denetimine ve Milli Eğitim Bakanlığı emrine verildi. Bu kanun çerçevesinde medreseler kapatıldı. (Laiklikle ilgilidir.)
Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun (1926) : İlk ve orta öğretimin esasları tespit edildi. Eğitim-öğretim hizmetleri laik eğitim anlayışıyla modernleştirildi. (Laiklikle ilgilidir.)
Harf İnkılabı (1 Kasım 1928) : Türkler tarih boyunca Göktürk, Uygur ve Arap alfabelerini kullanmışlardı. Laik Türkiye Devleti’ne en uygunu olarak görülen Latin alfabesi, yeni Türk alfabesi olarak kabul edildi.

Millet Mektepleri’nin Açılması (1928) : Yeni Türk Alfabesi’ni “halka” öğretmek amacıyla okullar açılmıştır.
Türk Tarih Kurumu’nun Kurulması (15 Nisan 1931) : Türk tarihini “Milliyetçilik ve Laiklik” ilkeleri esaslarına uygun olarak ele almak, Türkler’in kökenini, hizmetlerini, kurdukları devlet ve medeniyetleri araştırmak amacıyla kurulmuştur.
Türk Dil Kurumu’nun Kurulması (12 Temmuz 1932) : Türkçe’yi yabancı dillerin tesirinden kurtararak gelişmesini ve zenginleşmesini sağlamak, dilde millileşme ve sadeleşme yoluna gitmek, Türkçe’yi bir bilim ve kültür dili haline getirmek amaçlanmıştır.

Not : Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu’nun kurulması milliyetçilik ilkesiyle ilgilidir.

Üniversite Reformunun Yapılması (1933) :

- Darülfünun kaldırılarak yerine İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. (31 Mayıs 1933). Modern bilime açık olan bu üniversitede Hitler Almanyası’ndan kaçan bilim adamları da görev aldılar.
- Ankara Hukuk mektebi (1925 – İlk yüksekokul), Yüksek Ziraat Enstitüsü (1933)
- Ankara Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi (1936 – İlk fakülte)
- Güzel Sanatlar Akademisi, Devlet Konservatuarı açıldı.

TOPLUMSAL ALANDA :
Kılık – Kıyafet İnkılabı :

- Şapka Kanunu (25 Kasım 1925)
- Dini Kıyafetlerle dolaşılmasının yasaklanmadı (3 Aralık 1934)

Not-1 : Çağdaşlaşma ile ilgili bir inkılaptır.

Not-2 : Diyanet İşleri Başkanı, Patrik ve Hahambaşı bu kanunun dışında tutulmuştur.

Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması (30 Kasım 1925) : Çıkarılan kanunla tekke, türbe ve zaviyeler kapatıldı. Yine aynı kanunla “Şeyhlik, dedelik, dervişlik, seyyitlik, çelebilik, türbedarlık” gibi unvanlar da kaldırıldı. (Laiklikle ilgilidir)
Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişiklik : Bu alanlarda birliği sağlamak ve batılılaşmak amacıyla değişiklik yapılmıştır. Hicri ve Rumi takvim yerine Miladi Takvim (1 Ocak 1926) kabul edildi.

Ağırlık ve uzunluk ölçüsü olarak uluslar arası ölçüler olan metre ve gram kullanılmaya başlandı (1 Nisan 1931)

Devletler arası ilişkilerde düzeni sağlayabilmek için hafta tatili Cuma’dan pazara alındı. (1935).

Soyadı Kanunu’nun Kabulü (21 Haziran 1934) : Kişilerin sosyal hayatta kolaylıkla tanınmaları, karışıklıkların önlenmesi için herkese Türkçe ve ahlaka aykırı olmayan birer soyadı verilmiştir. TBMM Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadını vermiştir.

Bu kanunla beraber eski toplum zümrelerini belirten unvanlar kaldırıldı. Aynı kanunla Osmanlı nişan ve rütbelerini taşımak da yasaklandı.

Kadınlara Siyasi Haklar Verilmesi (5 Aralık 1934) : Kadınlara 1930’da belediye meclislerine, 1933’te muhtarlıklara girme hakkı, 5 Aralık 1934’te de milletvekili seçme ve seçilme hakkı bir çok Avrupa devletinden önce verilmiştir.

EKONOMİK ALANDA :
Mustafa Kemal, askeri zaferlerin, siyasi ve ekonomik zaferlerle devam ettirilmesi gerektiğine inanıyordu. Bu gayeyle ekonomik faaliyetleri bir bütün olarak değerlendirmiş ve Lozan imzalanmadan önce ele almıştır.

İzmir İktisat Kongresi (18 Şubat – 4 Mart 1923) : Lozan’daki barış görüşmelerinin kesildiği bir sırada, İzmir’de Türkiye İktisat Kongresi toplandı. Değişik kesimlerden 1135 temsilcinin katıldığı bu kongrenin sonucunda “Misak-ı İktisadi” kabul edildi. Buna göre ekonomik kalkınmada tam bağımsızlık öngörülüyor, kaynakların en iyi şekilde değerlendirilmesi ve kendi çabamızla kalkınmanın gereği ortaya konuluyordu.
Kapitülasyonların Kaldırılması (24 Temmuz 1923) : Lozan’da kesin olarak kaldırılmıştır.

Aşar Vergisi’nin Kaldırılması (17 Şubat 1925) : Köylünün rahatlatılması ve üretimin artırılması amacıyla aynı zamanda şer’i bir vergi olan aşar kaldırıldı.
Kabotaj Kanunu’nun Çıkarılması (1 Temmuz 1926) : Türkiye karasularında Türk gemicilerin ticaret yapmasına imkan tanınıyor, denizcilik geliştirilmeye çalışıyordu. (Milliyetçilikle ilgilidir.)

Teşvik-i Sanayi Kanunu (1926) : Özel sektörü sanayi alanına çekmek ve ona kredi sağlamak için çıkarılmıştır.
Tarım-Kredi Kooperatiflerinin Kurulması (1928) : Çiftçiye kredi, ucuz alet ve makine imkanı oluşturmaya çalışıldı.
Birinci 5 Yıllık Kalkınma Planı (1933 – 1938) : Bu dönemde devlet, temel tüketim ve ara mallar sağlamak gayesiyle üç beyaz ve üç siyah projesine ağırlık vermiştir. Un, şeker, pamuk üç beyazı, kömür, demir ve akaryakıt ise üç siyahı oluşturuyordu. Bu temel malların üretilmesi ile döviz tasarrufu sağlandığı gibi, bu maddeler ile dışa bağımlılık da ortadan kalkacaktı.

Hazırlanan bu plana göre özel sektörün gerçekleştiremeyeceğ i yatırımlar, devlet eliyle yapılmaya başlandı. Plan doğrultusunda dokuma, demir, kağıt, cam ve kimya alanlarında 1937’ye kadar onaltı fabrika kuruldu. Fabrikaların işletmeye açılmasıyla, dışarıdan alınan mallar yüzde elli oranında azaldı. “İkinci Beş Yıllık Plan” ise İkinci Dünya savaşı’ndan dolayı uygulanamadı. Fakat, 1945 yılına kadar süren savaş esnasında Türkiye, dışarıya muhtaç olmadan kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmiştir. Sümerbank’ın açılmasıyla elde edilen başarı, kuruluşların açılmasını teşvik etmiş ve maden işleri uğraşacak Etibank kurulmuştur. Böylece sanayide devletçilik ilkesi yerleştirilmeye çalışılmıştır.

Not : Çağdaşlaşmanın en yoğun olduğu dönem 1923-1934 yılları arasıdır.
Sanayi İnkılabı ve Sonuçları

SANAYİ İNKILABI

Avrupa`da üretim genellikle el emeğine dayalıydı ve mahalli karakterdeydi.Sabır işi olan iplik
bükümü ile dokumacılıkta el emeğinin payı daha büyüktü.Denizaşırı ülkelerle yapılan ticaret, İngiliz
dokunma sanayinde kullanıldı ve geliştirildi.Mekanik dokuma tezgahları, hem üretimin artması hemde
kalitenin yükselmesi sonucunu verdi.Makine yapmak için demire ve demirin işlenmesinde daha ileri yöntemlere ihtiyaç duyuldu.Böylece, demir üretiminin arttırılmasına çalışıldı. Çelik yapımında yeni metotlar bulundu.Çeliğin kullanım alanları genişledi.makineleri n daha verimli çalışması için, yüksek güce duyulan ihtiyaç buharın makinelere uygulanması ile çözüme ulaştırıldı.Daha büyük ve daha çok sayıda iplik ve dokuma makineleri hizmete girdi.Her tarafta imalathaneler kuruldu. Evlerde yapılan mahalli karakterdeki üretim gittikçe milli bir nitelik aldı. Daha sonra milletlerarası boyutlara ulaştı.

Büyük fabrikaların ortaya çıkmasıyla eski hayat tarzında da değişim oldu.İşveren sermaye sahipleriyle çalışan kesim arasındaki gelir farkı büyüdü. Tekniğin tarıma uygulanması ile çok sayıda çiftçi işsiz kaldı. Bunlar sanayi kesiminde çalışmaya başladılar.Ücretler düşük seviyelerde kaldı.Kadınların ve küçük çocukların, çok ucuza ve uzun süreli çalıştırılmaları, genel bir hoşnutsuzluğa yol açtı.

Gelir seviyesinin yükselmesi, tüketici kitlenin genişlemesi sonucunu verdi. Büyük firmalar ve
bankalar faaliyete geçti. Ulaşım imkanları arttı. Okyanusları aşabilecek yüksek kapasiteli gemiler inşa
edildi. Demir yollarının yapımına da hız verildi. Posta sistemi kuruldu, iletişim hızlandı. Bu sayede,
uzak ülkelerden mal getirilmesi kolaylaştı. İç ve dış ticaret daha da canlandı.

Sanayi inkılabı, İngiltere`den sonra Avrupa`nın diğer ülkelerine de yayıldı. Fransa`da sanayi
inkılabının ilk belirtileri yine dokuma sanayinde görüldü. Hollandalı sermayedarlar ise, ülkelerinde
milli bir sanayi kurmak yerine, servetlerini yabancı ülkelerdeki yatırımlarında kullandılar.




SANAYİ İNKILABININ SONUÇLARI

Üretimin artması, elde edilen malların pazarlanması meselesini ortaya çıkardı. Bu da, Avrupa
devletleri arasında kıyasıya bir rekabet ortamı yarattı. Sanayi inkılabı, bütün ülkelerde aynı hızla
gerçekleşmedi. Bu yüzden Sanayi toplumları ve tarım toplumları gibi ayırımlar ortaya çıktı. Sanayinin
geliştiği şehirlere göç hareketleri hız kazandı. İşçi sınıfının, kötü hayat şartlarından şikayetleri
çoğaldı. İşçi haklarını ön plana alan sosyalizm, hürriyetçilik ve milliyetçiliğin yanında, yeni bir
akım olarak ortaya çıktı. Sanayi inkılabını gerçekleştirmiş devletler, toplumun ihtiyaçlarına cevap
verebilecek yeni politikalar üretmek ve uygulamak zorunda kaldılar.
TIME CLAUSE

1. TANIM
"Time Clause" yapılarda zaman uyumu kuralına dikkat etmek gerekir. Bu cümlelerde, ana cümle ile yan cümlede kullanılan tense uyumlu olmalıdır. Yani,
PRESENT I neverPRESENT forget to pray before I go to bed.
FUTURE Will you be there when IPRESENT arrive at the airport.
PAST When we got there, the film wasPAST over.
"Time Clause" yapılarda zaman uyumu kuralına bir tek since uymamaktadır.
I've known him since I left school. PRESENT« PAST


2. TIME BEFORE

2.1.Until/Till
KULLANIMI
until/till + isim / cümle / -ing
ÇEVİRİSİ
yüklem + -E / -IncEyE kadar [1]
isim + -E kadar [2]

- He worked patiently until he completed polishing. [1]
Cilalamayı bitirene/bitirinceye kadar sabırla çal??tı.
- Until the war, they didn't know any poverty. [2]
Savaşa kadar, yoksulluk nedir bilmediler.
"Until" ve "by" kelimelerinden hangisinin kullanılaca?? konusu çeviri ya da İngilizce yazma/konuşma esnasında bir tereddüt konusu olabilmektedir.
"Until" belirli bir zamana kadar süren bir olay ya da durum için kullanılır.
- I have to keep writing until the end of next year.
"By" belirli bir zamanda ya da o zamandan önce oluşan bir olay için kullanılır.
- My book will be finished by the end of next year.
Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da, "by" kelimesinin zaman yapılarında bu tür kullanımında hiçbir zaman bir "conjunction" olarak kullanılamaması, yani, ardından bir S+V+(O) yapısının gelememesidir.

2.2. Before
KULLANIMI
before + isim / cümle / -ing
ÇEVİRİSİ
yüklem + -mEdEn önce
yüklem + -DEn önce

- They left before the door was opened.
Kapı açılmadan önce gittiler.

2.3. By the time
KULLANIMI
by the time + cümle
ÇEVİRİSİ
yüklem + -EnE kadar

- They will have gone by the time we arrive.
Biz varana kadar onlar gitmiş olacaklar.


3. SAME TIME

3.1. As
KULLANIMI
(just) as + cümle
ÇEVİRİSİ
(tam) ... -(i)ken

- As she was walking down the road, she was hit by a lorry.
Yolda yürürken (ona) bir kamyon çarptı.

3.2. As long as/So long as
KULLANIMI
as long as/so long as + cümle
ÇEVİRİSİ
yüklem + -DIğI sürece/müddetçe

- I'll love you as long as I live.
Seni yaşadığım sürece seveceğim.

3.3. While/(Whilst)
Bu kelimelerden "whilst" çok resmi yapılarda kullanılabilir.
KULLANIMI
while/whilst + cümle [1] / -ing [2]
ÇEVİRİSİ
yüklem + -(i)ken

- They came while I was sunbathing. [1]
Ben güneşlenirken geldiler.
- While walking, he stumbled and fell. [2]
Yürürken sendeledi ve düştü.

3.4. When/Whenever
KULLANIMI
when + cümle [1] / sıfat [2] / -ing [3]; whenever + cümle [4] / sıfat [5]
ÇEVİRİSİ
(her ne) zaman ... -sE
yüklem + - DIğI zaman/-E/Ir(i)ken/-DIğI(n)dE/-IncE/ -DIkçE

- When I sleep I always snore. [1]
Ben uyurken hep horlarım.
- Please do your exercise when(ever) possible. [2]
Lütfen mümkün olan bir zaman / fırsat bulduğunda al??tırmanı yap.
- Be careful when lifting this bag. [3]
Bu çantayı kaldırırken dikkatli ol.
- She visits her parents whenever she finds time. [4]
Ne zaman fırsat bulsa anababasını ziyaret eder.

3.5. Now that
KULLANIMI
now that + cümle
ÇEVİRİSİ
için
(Hazır) ... yüklem -DIğI [(n)E] göre

- Now that everybody is here, we can start the meeting.
(Hazır) herkes burada olduğuna göre, toplantıya başlayabiliriz.

3.6. "-ing"
- He came in shouting.
Bağırarak girdi.
Bu yapıya benzer bir yapıda hiç yüklem kullanılmamaktadır:
- He came in drunk. (= When he came in he was drunk.)

3.7. During
KULLANIMI
during + isim
ÇEVİRİSİ
esnasında

- During the storm, a lot of people hid in the cinema.
Fırtına esnasında bir çok insan sinemaya s???ndı.


4. TIME AFTER

4.1. After
KULLANIMI
after + cümle [1] / -ing [2] / isim [3]
ÇEVİRİSİ
yüklem/isim + -DEn/(mEsIn)In ardından/sonra

- After he had seen the murder, he couldn't sleep whole night. [1]
Cinayeti gördükten sonra bütün gece uyuyamadı.
- After finishing his meal, Peter went to bed. [2]
Yemeğini bitirdikten sonra Peter yatmaya gitti.
- After the riot, everything is calm and quiet. [3]
Ayaklanmanın ardından herşey sessiz ve sakin.

4.2. As soon as
KULLANIMI
as soon as + cümle [1] / -ing [2]
ÇEVİRİSİ
yüklem + -Er yüklem + -mEz

- As soon as she saw the poster, she burst out a laughter. [1]
Posteri görür görmez bir kahkaha patlattı.
- As soon as leaving work, he rushes to the bar. [2]
İşten çıkar çıkmaz bara koşar.

4.3. Directly/Immediately
Bu iki yapı da sık kullanılmaz.
KULLANIMI
directly/immediately + cümle
ÇEVİRİSİ
yüklem + -Er yüklem + -mEz

- She smiled immediately she heard the news.
Haberi duyar duymaz gülümsedi.

4.4. Once
KULLANIMI
once + cümle [1] / -ing [2]
ÇEVİRİSİ
Bir kez .. yüklem + -DI mI/-mEyE gör-

- Once I make make up my mind, nothing can stop me. [1]
Bir kez kararımı verdim mi beni hiçbirşey durduramaz.
- Once signing this contract, you will have to obey the rules. [2]
(=Once you sign this contract ...)

4.5. Since
KULLANIMI
since + cümle [1] / -ing [2] / isim [3]
ÇEVİRİSİ
yüklem + -Den beri/bu yana

- He feels much better since he completed his exams. [1]
Sınavlarını tamamladığından beri kendisini çok daha iyi hissediyor.
- We haven't gone out since visiting you. [2]
Sizi ziyaret etmemizden beri(dir) dışarı çıkmadık.
- I've been typing since 12. [3]
12'den beri daktilo yazıyorum.

4.6. When/Whenever
Kullanım ve çeviri açısından "Same time" başlığı altında ele alınan "when / whenever" ile aynıdır.

4.7. Now that
Kullanım ve çeviri açısından "Same time" başlığı altında ele alınan "now that" ile aynıdır.

4.8. No sooner ... than
KULLANIM
No sooner + had + Subject + V3 + than ..+ Simple Past
(Mutlaka devrik yapıda kullanılır)
ÇEVİRİ
Daha yeni/Henüz ... yüklem + -mIştI ki ...

- No sooner had he left than he heard the explosion.
Daha yeni çıkmıştı ki patlamayı duydu.

4.9. Hardly/Scarcely ... when
Kullanım ve çeviri açısından "No sooner ... than" yapısı ile aynıdır. Mutlaka devrik yapıda kullanılır.

4.10. On, upon
"-ing" başlığı altında (aşağıda) ele alınmaktadır.

4.11. (only) to ...
Geçici bir durumu göstermek ve durumun ortaya çıkardığı sonucu ifade etmek için kullanılır.
- I rushed to the door to discover it was locked
cümlesinde "to discover" yapısı "in order to discover" anlamı taşımamaktadır, zira bu anlamı taşıyor olsa kapının kilitli olduğunu bile bile kapıya gitme söz konusu olacaktır.
* Kapının kilitli olduğunu keşfetmek için kapıya koştum.
Bu yapının gerçek karşılığı
... to discover = and I discovered
yaklaşımı ile
Kapıya koştum ve kilitli olduğunu farkettim
şeklinde olacaktır.
- I woke up one morning to find myself on the floor.
Bir sabah uyandığımda kendimi yerde buldum.
- She turned the corner, to find the car gone.
Köşeyi döndü ve arabanın orada olmadığını gördü.
- The curtain parted, to reveal a market scene.
Perde açıldı ve ortaya bir pazar dekoru çıktı.

4.12. yüklem + to + yüklem
Aslında "yüklem + and + yüklem" şeklinde kullanılabilecek bir yapıdır ve uzunca bir süreye bağlı bir sonucu ifade eder.
- She lived to be 100. (= and she became 100.)
- The show went on to become a great success.


5. "-ing"

5.1. Same time (= When)
- Returning to the village, I met an old friend.
Köye döndüğümde eski bir arkadaşla kar??laştım.
- (On/Upon) receiving the letter, you should reply immediately.
Mektubu alınca hemen yanıtlaman gerek.
"-ing" yapısı ile "time" ve "reason" anlatıldığı zaman ana cümlenin ve yan cümlenin öznesinin aynı olması gerekir.
- When I returned to the village I met an old friend. (= Returning to the village I met an old friend.)

5.2. Time after (= When/After)
"Having + V3" yapısı ile oluşturulur.
- Having completed his study he submitted it to the committee. (= After he had completed ...)

5.3. (By) + "-ing"
Bu yapı zaman belirtmesinin yanısıra neden (= reason) de belirtebilir.
- By taking advantage of the darkness, he escaped.
Karanlıktan yararlanarak kaçtı.

5.4. ..., "ing"
- He rose to his feet, spilling coffee on his pants.
(= When he was rising to his feet, he spilt coffee on his pants.)


6. Past participle (= V3)
Bu yapı edilgen (=passive) özellik ta??maktadır.
- (When it is) taken as it is, the sentence will mean nothing.
Olduğu gibi ele alındığında bu cümle bir anlam taşımaz.

CONDITION CLAUSE


1. IF

1.1. First conditional
Şu an ya da geleceğe ait gerçekleşmesi mümkün olasılık anlatır.
KULLANIMI
If + Simple present, Future/Present tense
ÇEVİRİSİ
-EcEk
(Eğer) ... -I/Er ise, ...
-I/Er
- If nothing is done about high rate of population growth, world population will have doubled by the year 2000.
Eğer hızlı nüfus artışı oranı konusunda birşeyler yapılmazsa dünya nüfusu 2000 yılına gelindiğinde iki katına
çıkmış olacak.
DEVRİK YAPI
- Should you see her, give her the message.
Onu görecek olursan mesajı ilet.

1.2. Second Conditional
Şu an ya da geleceğe ait gerçekleşmesi pek mümkün olmayan olasılık anlatır.
KULLANIMI
would (be able to)
If + Simple past, could
might
ÇEVİRİSİ
(Eğer) ... -sE(ydI), ... -I/ErdI
- If you were a man, I'd slap you here and now.
Erkek olsaydın seni şimdi şurada seni tokatlardım.
DEVRİK YAPI
- Were you a man, I'd slap you here and now.

1.3. Third Conditional
Geçmişe ait ve gerçekleşmesi artık mümkün olmayan olasılık anlatır.
KULLANIMI
could
A. If + Past Perfect, would + have + V3 [1]
might
could
B. If + Past Perfect, would + V1 + (now) [2]
might
would would
C. If + + have + V3, could + have + V3 [3]
could might

ÇEVİRİSİ
A.
-sEydi
(Eğer) , ... -I/ErdI
-mIş olsaydı

- If he had known the result he wouldn't have been so happy. [1]
Sonucu bilmiş olsaydı o kadar mutlu olmazdı.
B.
-sEydi
(Eğer) , (şimdi) ... -I/ErdI
-mIş olsaydı

- If you had been more careful, you'd be earning more. [2]
Daha dikkatli olmuş olsaydın (şimdi) fazla kazanıyor olurdun.
C.
-sEydi
(Eğer) , ... -EbIlIrdI
-mIş olsaydı

- I could have helped him if I could have swum. [3]
Yüzebilseydim ona yardım edebilirdim.


DEVRİK YAPI
- Had he been more careful, he could have won.

1.4. If + should
Az bir gerçekleşme olasılığı gösterir.
- If you should see him, let me know.
Onu görecek olursan haberim olsun.

1.5. If + happen to
"If + should" yapısı ile aynı anlamdadır.

1.6. If + were to
"Were to" yapısı gelecekte gerçekleşme olasılığı az bir olayı anlatmada kullanılabilir.
- What would you do if a war were to break out ?
Savaş çıkacak olsa ne yapardın ?
"Were to" yapısı zorlayıcı bir öneri ifade edebilir.
- If you were to move your chair a bit, we could all sit down comfortably.
Sandalyeni biraz oynatırsan hepimiz rahatça oturabiliriz.

1.7. If it weren't for
Bu yapı olayın bir başka olayı değiştirdiğini/etkilediğini göstermede kullanılır.
- If it weren't for his wife's money, he'd never be a boss.
Karısının parası olmasa asla patron olamaz.

1.8. If it hadn't been for
"If it weren't for" yapısının geçmiş zaman halidir.
- If it hadn't been for your help, she could have gone to prison.
Senin yardımın olmasa hapishaneye düşebilirdi.

1.9. But for
"If it hadn't been for" yapısı ile aynı anlamı taşır.
- But for you, I could have given up long ago.
Sen olmasan uzun süre önce vazgeçmiş olurdum.

1.10. If only (= I wish ...)
A) If only + Past tense
- If only I had more money, I could buy a drink.
(Keşke) daha fazla param olsaydı, içecek birşey alırdım.
- If only you hadn't told Jackie the truth, everything would have been all right.
(Keşke) Jackie'ye gerçeği anlatmamış olsaydın, herşey yolunda olurdu.


B) If only + would/could
Bu yapı istek/amaç belirtir.
- If only she wouldn't speak all the time, she'd make a perfect guest.
(Bir de) sürekli konuşması olmasa kusursuz bir konuk olurdu.
- If only he wouldn't snore !
Bir de horlamasa !


2. AS LONG AS, SO LONG AS
KULLANIMI
as long as, so long as + cümle
ÇEVİRİSİ
- DIğI sürece/takdirde

- She can come in as long as she promises to keep silent.
Sessiz durmaya söz verdiği takdirde içeri girebilir.

3. ASSUMING, PROVIDED, PROVIDING, SUPPOSING
KULLANIMI
assuming/provided/providing/supposing + (that) + cümle
ÇEVİRİSİ
Assuming/supposing -DIğInI varsayarsak/varsayınca
Provided/providing -mEsI koşulu ile/-DIğI takdirde

- Assuming that the journey will take a full day, we may except him any minute.
Yolculuğun bir tam gün süreceğini varsayarsak onu her an için bekleyebiliriz / her an gelebilir.
- You can borrow the car provided that you promise to drive carefully.
Dikkatli sürmeye söz verdiğin takdirde arabayı ödünç alabilirsin.

4. IN CASE
KULLANIMI
in case + cümle
ÇEVİRİSİ
- sE diye
- Buy another bottle of vodka in case more people come.
Fazla insan gelirse diye bir şişe votka daha al.
Bu yapı "in case of + isim/-ing" ( ... "durumunda") şeklinde de kullanılabilir.
- In case of a fire, use the side doors.
- In case of meeting him, do not offer to shake hands.
"Just in case" kullanımı ise "ne olur ne olmaz" anlamını yansıtır.
- "Why do you always carry that umbrella ?"
- "Just in case."

5. IN THE EVENT THAT, JUST SO (THAT), ON CONDITION (THAT)
KULLANIMI
in the event that
just so (that) + cümle
on condition (that)
ÇEVİRİSİ
-mEsI durumunda/-DIğI takdirde
- In the event that the police ask you your address, you are not legally bound to give it.
Polis adresinizi soracak olursa/Polisin adresinizi sorması durumunda yasal açıdan söylemek zorunda değilsiniz.

6. UNLESS
KULLANIMI
unless + cümle
ÇEVİRİSİ
-mEz ise/-mEmEsI durumunda
- I'll quit unless I'm given a pay rise.
Maaşım artırılmazsa ayrılacağım.

7. GIVEN
KULLANIMI
given (that) + cümle
ÇEVİRİSİ
olsa, -mEsI durumunda
- Given that x = y, then n(x+a) = n(y+a) must also be true.
x = y ise bu durumda n(x+a) = n(y+a)'nın da doğru olması gerekir.
Given yapısı "rağmen" anlamını taşıyan cümle olarak da kullanılabilir.

8. WISH
Dilek belirten bir yapı olarak "I wish / He wishes / .. " çeşitli zamanlarla birlikte kullanılabilir. Bu zamanın seçimi elbette cümlenin oluşturulduğu duruma bağlıdır.

Durum Wish
(Simple Present)
I'm not rich. I wish I was/were rich.
I don't earn a lot. I wish I earned a lot.
She talks a lot. I wish she didn't talk a lot.
(Present Continuous)
It's raining. I wish it wasn't/weren't rainining.
She is studying. I wish she wasn't/weren't studying.
(Simple Past)
She didn't come. I wish she had come.
(Present Perfect)
He has lost it. He wishes he hadn't lost it.
("Will")
You will always complain. I wish you wouldn't complain.
He will sing all the time. I wish he wouldn't sing.

Bu yapılar Türkçe'ye "keşke" olarak aktarılabilir.



PLACE CLAUSE

1. WHERE
KULLANIMI
where + cümle
ÇEVİRİSİ
yüklem + -DIğI yerde
- Where I come from, this is called injustice.
Benim geldiğim yerde buna haksızlık derler.


2. WHEREVER
KULLANIMI
wherever + cümle
ÇEVİRİSİ
(neresi olursa orada)
yüklem + -DIğI her yer(d)e/yerin
- They went wherever they expected to find work.
İş bulmayı umdukları her yere gittiler.


CONCESSION CLAUSE

1. CÜMLE İLE KULLANILANLAR

1.1. Although / Though
"yüklem" + -mEsInE rağmen/karşın; -DIğI halde
- Although he is young, he is not inexperienced.
Genç olmasına karşın tecrübesiz değil.
Devrik yapı ile de kullanılabilir.
- Careful though/as she was, she couldn't prevent the accident.
(=Although she was ...)

1.2. Even if/Even though
Türkçe'ye çevirisi "although" ile aynıdır. "Even if" "-sE bile" olarak aktarılabilir.
- He borrowed my jacket even though I'd told him not to.
Almamasını söylememe rağmen ceketimi ödünç aldı.
- You have to be on time even if the lesson starts very early.
Ders çok erken başlasa bile dakik olmalısın.

1.3. Whereas
Türkçe'ye "although" gibi ya da "... ise de", "... iken" ile aktarılır.
- Whereas he has plenty of money, he has no-one to trust.
Çok parası varsa da güvenileceği bir tek kimsesi yok.

1.4. While /Whilst
Türkçe'ye "although" gibi aktarılır.
- While he is rather nice, sometimes he is a menace.
Oldukça sevimli olmasına rağmen bazen bir başbelası.

1.5.
Despite
In spite of
Irrespective of + the fact that
Regardless of
Notwithstanding
Türkçe'ye "...( gerçeğin)e karınn/rağmen" ile aktarılırlar.
- Despite the fact that he is rather nice, sometimes he is a menace.
(=Although he is ...)

1.6. As
Devrik yapı durumunda "rağmen" anlamı taşıyabilir.
- Tired as I was, I went on walking.
(=Although I was tired ...)
- Change your mind as you will, you will gain no support.
(=Although you may change ...)
Bu yapı "Reason " veya "Similarity Clause" olarak da kullanılabilir.
"As" kelimesi yerine "that" kullanıldığı da görülür.
- Fool that he was, he made no mistakes.
Aptal olmasına rağmen hiç hata yapmadı.

1.7. As ... as
Bu yapı ender olarak kullanılır.
- As widespread as his fame may be, he is not well-known in this part of the country.
(=Although his fame may be widespread, ...)


2. CÜMLE İLE KULLANILMAYANLAR

2.1. Despite/In spite of
KULLANIMI
isim [1]
despite/in spite of +
-ing [2]
ÇEVİRİSİ
yüklem + -mEsInE rağmen/karşın
isim + -E rağmen/karşın
- He came in spite of his illness. [1]
being ill. [2]
Hastalığına/Hasta olmasına rağmen geldi.

2.2. Irrespective of, Regardless of, Notwithstanding
KULLANIMI
irrespective of isim
regardless of +
notwithstanding WH
ÇEVİRİSİ
isim + -E rağmen/karşın
yüklem + -mEsInE rağmen/karşın
"göz önüne alınmaksızın"
- Regardless of whatever he may say, do it as you please.
Onun ne diyebileceğini düşünmeksizin, dilediğin gibi yap.

2.3. ..., still / yet
KULLANIMI
..., still/yet + -ing [1] / cümle [2]
ÇEVİRİSİ
yine de, ancak, fakat, bun(lar)a karşın

- He suffered a lot, yet never giving in. [1]
he never gave in. [2]
Çok acı çekti ama asla pes etmedi.

3. Given (that)
Yerine göre koşul anlamı da verebilen bu yapı pek sık kullanılmamaktadır.
- Given her charm, she is alone.
that she has charm, she is alone.
Çekici olmasına rağmen/Cazibesine rağmen, yalnız.