29 Mart 2006 Çarşamba

Eğitimde İyi Örnekler Konferansı

Bir konferans olurda bu mualliminiz geri kalır mı? Kamu görevlisi olduğumuz için telefonla arayıp bir rezervasyon yaptırdık bakalım. Gidip meslektaşlarımız ne gibi etkinlikler içindeymiş görelim. Derya içre olupta deryada olduğunun farkında olamamak var işin sonunda. Öyleki bu meslekte insan kendini değerlendiremiyor. Öğretmenlik bireysel bir etkinlik ne de olsa. Bir sınıfın içindesin ve çoğu zaman kendini değerlendirmek mümkün olmuyor. Sözümona yıllar geçtikçe kendini tekrarlıyor insan. Sanıyor ki en iyisi işte bu, benim yaptığım. Ama mutlaka bir yanılgıya dönüşüyor. Sırf bu yüzden katılmalı bu konferansa. Konferansın içeriği de çok zengin. Özellikle sınıf içi uygulamalar ilgi alanımı oluşturacağa benziyor. Belki bir de Öğretimde Kullanılan Materyaller. Geçmiş yıllardaki etkinliklere katılamadım ama sunum özetlerin bir şekilde okudum. Bazı çalışmalar çok ilgimi çekmişti. Önyargıyla yaklaştığım oldu önerilen bazı etkinliklere fakat aralarından kimilerini sınıfta uyguladığımda verim aldığımı da itiraf etmeliyim. Katılmak istiyorsanız ilgili linki tıklayarak ulaşabilirsiniz. Konferansa nasıl gideceğiniz, nasıl katılacağınız hakkında yeteri kadar malumat var sayfalarında. Tabii ki bir hafta sonunuzu Istanbul'a biraz uzak olduğunu düşündüğüm Sabancı Üniversitesi Yerleşkesinde geçirmek kaydıyla. Orada olacağım...

 Konferans





27 Mart 2006 Pazartesi

Türkiye'de Eğitim Reformu

Dünya Bankası Türkiye Direktörü Andrew Vorkink'in Hacettepe Üniversitesi'nde yaptığı "Türkiye'de Eğitim Reformu" başlıklı konuşma

1


Günaydın.
Benim bugünkü sunumumda Türkiye’nin Avrupa Birliğine entegrasyon sürecinde karşılaşacağı zorluklar üzerinde ve Türk eğitim sisteminin Avrupa’ya yetişmesi ve süratle değişen dünyada rekabet edebilecek çalışanlar yetiştiren bir eğitim sistemi yaratılması için gereken reformlar üzerinde duracağım. Türkiye’nin doğru politika reformları ve yatırımları yapması halinde nasıl bir Avrupa Kaplanı haline gelebileceği hakkında başka konuşmalar da yaptım. Bugünkü sunumdan, Türkiye’nin kendisini bir Avrupa Kaplanına dönüştürmesini hızlandırırken dikkate alabileceği eğitim sektörü reformlarını vurgulamak için istifade etmek istiyorum. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tüm reformlar içinde, eğitim belki de Türkiye’nin en zorlu görevler ve en büyük fırsatlarla karşı karşıya olduğu alandır.
2


Günümüz dünyası hem ekonomik hem de sosyal açıdan hızla değişmektedir. Küresel rekabet her zamanki gibi mükemmel olmasa da, örneğin serbest ticaret henüz adil ticaret haline gelmemiştir, yine de düşüncelerin rekabeti hiçbir zaman bu denli güçlü olmamıştı.
Ülkelerin kendilerine sormaları gereken birinci soru artık ne kadar sınai kaynağa sahip oldukları değil, işgücünün ne kadar eğitimli olduğudur. Buna göre, ülkelerin gelir seviyelerine dayalı olarak aralarında meydana gelen ayrım artık aynı zamanda eğitim ehliyetlerine dayalı olarak toplumlar arasında bir ayrım haline gelmiştir. Yüksek eğitim düzeyine sahip ülkeler dünyada yaşam standardı bakımından önde gelmektedir. Bugün anlatacağım şey, Türk eğitim sisteminin Türkiye’nin AB’de ve küresel olarak rekabet etmek için ihtiyaç duyduğu eğitimli işgücünü yetiştirecek durumda olup olmadığıdır.
3


En önemli küresel değişimlerden birisi artık işverenlerin işçilerinden geçmişte olduğundan daha farklı ve yeni türden beceriler istemeleridir. Grafikte görüldüğü gibi, son yirmi beş yılda işyerinde ihtiyaç duyulan beceri türleri basitten karmaşığa doğru değişmektedir. Bu grafik, 2001 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan bir araştırmaya dayanmaktadır. Teknoloji ve küreselleşmenin, işverenlerin yeni işçilerden beklentilerini nasıl değiştirdiğini göstermektedir. Yeni çalışanlardan beklenen beceri şartlarındaki değişiklikleri ölçmektedir. Şekil, beş ana görev türünün her biri için trendi ortaya koymaktadır.
Uzman düşünüş hızla artmaktadır: kural-tabanlı çözümlerin olmadığı problemleri çözme ki bunlar arasında araştırma becerileri, bilimsel düşünme, diyagnostik becerileri sayabiliriz.
Karmaşık iletişim hızla artmaktadır: bilgi edinmek, açıklamak veya eylemin sonuçlarına ilişkin olarak başkalarını ikna etmek üzere başkalarıyla etkileşim kurma ki bunlar arasında ikna edici yazışma, personel yönetimi, hukuki yazışma, reklam ve pazarlama ve satışı sayabiliriz.
Rutin manuel görevler yavaş yavaş azalmaktadır: kuralları uygulayarak iyi tarif edilebilen fiziksel görevler, örneğin ilaçları sayma ve ambalajlama, tekrarlı montaj gibi.
Rutin bilişsel görevler süratle azalmaktadır: mantık kuralları uygulayarak iyi tarif edilebilen zihinsel görevler, örneğin gider raporlarını tutmak, muhasebe kayıtlarını tutmak, tekrarlı müşteri hizmeti, banka görevlisi gibi (bu görevler artan sayıda bilgisayar tabanlı yapılabilmektedir).
Rutin olmayan manuel görevler marjinal olarak azalmaktadır: “eğer öyleyse - böyle olur kural-tabanlı” olarak tarif edilemeyecek, nispeten basit fiziksel işler, örneğin, temizlik işleri, kamyon sürücüsü, yolcu taşıma tabloları gibi. Bu tip düşük beceri isteyen işlere talep devam edecektir ancak bunların ücreti çok düşüktür.
Grafik ayrıca, farklı türden becerilere talebin zaman içinde önemli oranda değiştiğini göstermektedir. Ekonomi büyüdükçe ve daha karmaşık hale geldikçe, işverenler yeni işçilerden daha yüksek beceri talep ediyor. Gerçi Türkiye işgücü piyasasının 1998’deki ABD işgücü piyasası olmadığı aşikardır, ancak yine de işgücü beceri şartlarındaki bu trendler Türkiye’nin orta ve uzun vadeli geleceği için muhtemelen geçerlidir.
[Expert thinking = Uzman Düşünüş]
[Complex communications = Karmaşık iletişim]
[Routine manual = Rutin manuel]
[Routine cognitive = Rutin bilişsel]
[Non-routine manual = Rutin olmayan manuel]
4

Avrupa Birliği, 2005’in başlarında “İstihdam Politikası Kılavuzu”nu kabul etmiştir. Kılavuz, AB üyelerinin eğitim sistemlerine yöneliktir çünkü AB’nin ekonomik büyümesinin işgücünde daha yüksek becerilere sahip olmaya bağlı olduğu ve eğitim düzeylerini iyileştirmenin işgücü becerilerini iyileştirmede en iyi yol olduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla AB, üye ülkelerin yüksek kaliteli öğrenim standartları koymasını ve bu standartlara ulaşmasını, tüm seviyelerde eğitim fırsatlarını artırmasını ve gençlerin esnek öğrenim yollarına girmesini ve eğitim sisteminin işgücü piyasasının ihtiyaçlarını karşılamasını sağlamaları için çağrıda bulunmuştur. İlaveten, AB’nin Lizbon Gündemi mikyaslarının bir parçası olarak, AB kendi üye ülkeleri için özel eğitim hedefleri belirlemiştir: 2010 yılına kadar, gençlerin %85’i orta öğretimden geçmiş olacaktır. Türkiye’nin bu gösterge bakımından ne durumda olduğunu ayrıca konuşacağız.
5

Başka yerlerde neler olduğuna dayalı olarak Türkiye iki büyük soru ile karşı karşıyadır: Birincisi, Türkiye’deki işçiler AB’de rekabete hazır mı? İkincisi ise, Türk eğitim sisteminin mezunları şimdiki ve gelecekteki iş piyasası için hazırlıklı mı? Eğitimli bir işgücünün bir ülkenin diğerleriyle rekabet edebileceği yegane varlık olduğu söylenmiştir. İşsizlik rakamları Türkiye’de okulların ve üniversitelerin gençleri bu zorlu görev için hazırlamıyor olabileceğini göstermektedir. Özellikle, mezunların sahip olduğu beceriler ile işgücü piyasasının talep ettiği beceriler arasında büyük bir uyumsuzluk olduğu görülmektedir. Tabii ki bu, orta öğretim ve üniversiteden yeni mezun olanlarda gözlenen yüksek orandaki işsizliğin ana nedenlerinden biridir.
6

Küresel ve Avrupa zorlu görevi, mezunlar için artan oranda karmaşık ve rekabetçi bir işgücü piyasasında işe yarayabilecek yüksek becerileri yaratan daha güçlü bir eğitim sistemi yaratmaktır. Bu aşikar olarak Türkiye’nin karşı karşıya olduğu aynı zorluktur.
Yine de Türkiye’nin son yıllarda eğitim sistemini, özellikle ilköğretim okulları düzeyinde, iyileştirmede kaydettiği büyük ilerlemeyi görmekteyiz.
1997 reformları ve finansmanı ile salt sekiz yıllı sürede Türkiye 7-14 yaş grubunun okullaşma oranını %80’den %90’a yükseltti.
Hükümet yoksullar için kaliteli okul sağlama yönünde olağanüstü çaba sarf ediyor, örneğin 1997’den bu yana yüzlerce yeni Yatılı İlköğretim Bölge Okulu (YİBO) ve Pansiyonlu İlköğretim Okulu (PİO) kuruldu ve yarım milyondan fazla öğrenci için taşıma hizmeti başlatıldı. İlköğretimde kamu harcaması 1997’den bu yana önemli ölçüde arttı.
Son OECD araştırmasının gösterdiği gibi, Türk kamu ilköğretim ve orta öğretim okulları dünya çapında akademisyenler yetiştiriyor.
Talim-Terbiye Kurulu tarafından geliştirilmekte olan yeni müfredat, öğretim standartlarını ve beklentilerini güncelleme yönünde büyük bir sıçramadır. Eğer uygun şekilde uygulamaya konulursa, Türk sınıflarını öğretim ve öğrenme çıktıları için geleneksel yaklaşımlardan uzaklaştırarak, analitik beceriler, uzman ve yaratıcı düşünme becerileri ve problem çözme yaklaşımlarını geliştiren güncel ve aktif öğrenme yöntemlerini kullanan bir yaklaşıma yönelecektir.
Ulusal Programlar, Örneğin eğitimi iyileştirmek için Hükümet-İstanbul Menkul Kıymetler Borsası ortaklığı gibi, ve diğer şeyler yanı sıra Temel Eğitim programına %100 destek, sektöre, özellikle pahalı fiziksel altyapı ihtiyaçları için, milyarlarca liralık yeni kaynak getirmeyi başarmıştır.
Ve Türkiye, kendi eğitim sistemini küresel toplumunki ile irtibatlandırmaktadır, ki bundan da Türk yurttaşları ve politika yapıcılar aynı şekilde fayda görecektir. 1997’den bu yana, Türkiye Uluslararası Eğitim Birliği ve OECD ile birlikte uluslararası değerlendirmelere katılmış, eğitim kalitesi konusunda (OECD tarafından) ve eğitim etkinliği ve verimi konusunda (Dünya Bankası tarafından) harici izleme etütlerini davet etmiş ve müfredat reformu ve yüksek öğretim reformu konusunda Türkiye’de uluslararası konferanslar yapılmıştır.
7

Türkiye’de bu başarılar olsa da, mevcut eğitim yaklaşımı Türkiye’nin AB’yi yakalaması için yeterli midir?
Mevcut sistem Türkiye’de eğitim sektörü politikasını yirmi yılı aşkın süredir belirlemiştir. Temel eğitimin neredeyse evrensel hale getirilmesine, eğitim altyapısının büyük ölçüde genişletilmesine, okullarda daha fazla eğitim materyali ve teçhizatına ve Temel Eğitim Programına %100 katkı, ICT (Bilgisayar) Sınıfları Programı, ve Haydi Kızlar Okula kampanyası gibi çeşitli önemli projelere katkıda bulunarak amacına hizmet etmiştir.
Ancak, mevcut sistem amacına hizmet etmiştir ve benim görüşüme göre, tüm okul mezunlarının Türkiye’de ve Avrupa’da şu an mevcut olan daha rekabetçi dünyada rekabet edebilmesini sağlamak için büyük değişikliklere ihtiyaç duymaktadır. Avrupa entegrasyonu ve küreselleşme zorlu görevlerini karşılamak ve Türk eğitimine yüksek kalite getirmek ve Türkiye’deki tüm öğrencilere daha iyi eğitim ve istihdam fırsatları sunabilmek için Türk eğitim sisteminde büyük bir yapısal değişikliği ele alma zamanıdır. Türk eğitim toplumu, bu yaklaşıma geçmeye başlamıştır, bunun kanıtları Hükümetin uluslararası etütlere katılmasında, kapsamlı müfredat modernizasyonu tekliflerinde, ve gönüllü kuruluşların eğitim reformunu ve kalite iyileştirmesini desteklemeye artan katılımında görülmektedir.
Ancak daha cesur reform dizisine ihtiyaç vardır. Şimdi Türk eğitim sisteminin bugün karşı karşıya olduğu zorlu görevlere bakalım.

Son 30 yıldır emek verimi artışı düşük olmakla birlikte, son zamanlarda emek verimindeki artışlar ciddi boyutlardadır. Yine de, emek verimindeki bu son artışlar, insan kapitali katkısından ziyade başka faktörler nedeniyledir. Aslında 1981’den bu yana, insan kapitalinin emek verimi artışına katkısı daha da azalmıştır. Türkiye’nin önündeki en büyük zorluk, orta ve uzun vadede büyüme performansını sürdürmek için işgücünün kalitesini yükseltmektir. Bu sunumun geri kalanında bu zorlukları ele alacağım ve Türkiye’nin Avrupa’nın Ekonomik Kaplanı hedefine ulaşmasına yardımcı olacağına inandığımız birtakım eğitim sektörü reformları sunacağım.
9

Türkiye için birinci zorluk, AB üye ülkeleri bir yana, aynı gelir düzeyine sahip diğer ülkelerle karşılaştırıldığında dahi çok düşük düzeyde kalan okul öncesi programlara katılan çocuk sayısıdır. Başka ülkelerde yapılan ve Türkiye’de teyit edilen çalışmalar göstermektedir ki okul öncesi programlara katılım, hayatın geri kalan dönemlerinde okur yazarlık, sağlık, zeka, müteakip eğitim alma ve istihdam ve hatta gelir düzeyi gibi önemli faktörler üzerine dahi etki etmektedir. Çalışmalar ayrıca göstermektedir ki okul öncesi katılım için harcanan her bir dolar, sonraki eğitim harcamalarında azalan maliyet ve artan sosyal faydalar şeklinde topluma iki ila dört dolar oranında getiri sağlamaktadır. Dolayısıyla zorlu görevimiz, Türkiye’de okul öncesi programlara katılımı ya devlet ya da devlet ve özel programlar birleşimi şeklinde geleceğe yatırım şeklinde nasıl artırabileceğimizdir. Türkiye son yıllarda okul öncesi katılımı artırmak için çaba harcamaktadır ancak sonuçlar katılımı sadece birkaç yüzde puanı kadar artırmıştır. Bu arada, gelir düzeyleri Türkiye’den çok daha düşük olan ülkeler dahi, önemli miktarda daha yüksek katılım oranlarına sahiptir. Okul öncesi çağdakilerin sağlayacağı faydayı bir an önce elde etmek için bu oranları artırmak Türkiye için büyük bir zorlu görev olacaktır.
10

İkinci zorluk ise Türkiye’de orta öğretim mezunlarının düşük seviyesi ve Avrupa ile eğitim farklarıdır. Türkiye evrensel temel eğitim yolunda çok önemli aşama kaydetmiş, temel eğitim seviyesinde net okullaşmayı sekiz yıldan daha kısa sürede %80’den %90’a çıkarmıştır. Ancak orta öğretimde resim o kadar başarılı değildir. Aslında, 22 yaşındaki gençlerin, özellikle kızların, %85’inin tam orta öğretime sahip olması şeklindeki AB hedefini Türkiye’nin başarabilmesi için çok uzun bir yol vardır. Bu grafik son beş yılda, yılda yaklaşık bir yüzde puan olmak üzere, bir gelişme kaydedildiğini göstermektedir. Ancak bu hızla Türkiye’nin bugünkü AB seviyelerine ulaşması 30-40 yıl sürecektir, tabii AB ülkelerinin de her yıl yükseldiğini biliyoruz. İlaveten, bu rakamlar Türkiye’deki büyük bölgesel ve cinsiyet eşitsizliklerini de gizlemektedir. Örneğin Diyarbakır’da 20-24 yaş grubunun yalnızca yüzde 28’i orta öğretim diplomasına sahiptir, ve bu yaş grubunda kızların yalnızca yüzde 17’si diploma sahibidir. Diyarbakır’daki sonuçlar Kars ve diğer Doğu İllerindeki sonuçlarla aynıdır. Zorlu görev, orta öğretim mezunlarının toplam sayısını AB ortalamasına getirmek ve öte yandan Doğu illerinde kızların okullaşmasını ve orta öğretimi tamamlama oranlarını artırmaya odaklanmaktır.
11

Türkiye’nin karşı karşıya olduğu diğer bir büyük zorlu görev ise, daha büyük sayıda öğrenci için daha yüksek öğrenme seviyesi yaratmaktır. OECD ülkeleri, öğrencilerin zorunlu eğitimlerini tamamladıkları zamanda, ki bu uluslararası karşılaştırma amaçları için 15 yaşındakiler olmaktadır, ne bildiğini ve ne yapabildiklerini ölçmek için PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı)’nın geliştirilmesinde işbirliği yapmışlardır. Aralık 2004’te yayınlanan PISA araştırma raporu Türkiye’de 15 yaşındakilerin yüzde 52.3’ünün altılı öğrenme yeterlik ölçeği üzerinde 1’in üzerine çıkamadıklarını göstermektedir. Buna karşılık AB ülkelerinde öğrencilerin yalnız yüzde 16.6’sı bu düzeydedir. Yansının üzerindeki düz çizgi Tük skorlarının yarıştığı ülkeler ve aralarına katılmayı arzuladığı AB üyelerinden nasıl büyük ölçüde farklı olduğunu göstermektedir. Bunun Türk eğitim sisteminin nasıl bir işgücü hazırladığı konusunda çok önemli sonuçları vardır şöyle ki düşük yeterlik oranları, Avrupa’da ve Türkiye’de işgücü piyasasının yüksek beceriler talep ettiği bir zamanda eğitim sistemi düşük beceriler vermektedir.
Bu yetkinlik seviyelerinin reel önemi vardır.
Yetkinlik Seviyesi 1’de olan öğrenciler (Türkiye’de 15 yaşındakilerin yüzde yirmi seksizi bu seviyeye bile ulaşamamaktadır), yalnızca içinde tüm bilginin mevcut olduğu ve soruların açık şekilde tanımlandığı durumlarda aşina oldukları metinlere ilişkin soruları cevaplayabilmektedir, bunun anlamış şudur, bu çocuklar bilgiyi tanıyabilmekte ve açık anlaşılır durumlarda doğrudan talimatlara göre rutin prosedürleri uygulayabilmektedirler.
Öte yandan Yetkinlik Düzeyi 5 şu demektir: öğrenciler karmaşık durumlara ilişkin modellerle çalışabilmekte, sınırlamaları tanıyabilmekte ve varsayımlar oluşturabilmektedir, bu modellere ilişkin karmaşık durumlarla başa çıkmak için uygun problem çözme stratejilerini seçebilmekte, ve karşılaştırıp değerlendirebilmektedir. Bu öğrenciler geliştirilmiş düşünme ve muhakeme becerileri, sembolik ve biçimsel karakterizasyonlar ve bu durumlara ilişkin derin öngörüyü kullanarak stratejik olarak çalışabilmektedir. Bir bakıma, Türkiye’nin bu skorlarını bugünün dünyasında işverenlerin talep ettiği becerilerle karşılaştırabiliriz. Maalesef, Türkiye diğer ülkelerin zaten halletmiş olduğu, eğitim becerilerinin orantısını temelden daha karmaşığa değiştirme gibi büyük bir zorlu görev ile karşı karşıyadır.
12

Türkiye’nin karşılaştığı dördüncü zorluk mesleki eğitim sistemine ilişkindir - bu sistemde halen orta öğrenimdeki 3 milyon öğrencinin 1.1 milyondan fazlası yer almaktadır. Birçok kimse meslek okullarının işgücü piyasasının talep ettiği orta öğretim mezunlarını yetiştirdiğini varsaymaktadır ancak gerçekler bunu desteklemiyor.
Bugün, genç bir meslek okulu mezunu, genel lise mezunları (üniversiteye gitmeyen genel lise mezunları) kadar ücret almaktadır ve meslek okulu mezununun iş bulma ihtimali daha yüksek değildir. Üniversite mezunlarının geliri daha yüksektir, tabii ki bu yüzden birçok genç üniversiteye girmeye çalışıyor. Ancak talebi karşılayacak yeter sayıda üniversite kontenjanı yoktur. Gerçekte Türkiye’de üniversiteye gitmek isteyen öğrencilerin ancak yaklaşık üçte biri üniversiteye girebilmektedir.
Yıllardır Devlet üniversitelere yüksek talebi azaltmak için politikalar izlemiştir, örneğin mesleki eğitime yöneltecek bazı sınırlı teşvikler sağlamak (örneğin aynı alandaki Meslek Yüksek Okullarına giriş gibi) ancak bu işe yaramamıştır çünkü meslek eğitimine giriş artmamıştır. Türkiye’nin önündeki zorlu görev, mesleki ve genel okullardaki tüm öğrencilere onları üniversiteye giriş ve üniversitede okuma için hazırlayacak temel öğrenim yetkinliklerini öğrenme fırsatını sağlamaktır. Bu şekilde Devlet, üniversiteye girmede “adil fırsat”ı kullanarak tüm öğrencileri (mesleki eğitimdekiler dahil) orta öğretimde en yüksek standartlarda temel öğrenim yetkinliklerini öğrenmeye teşvik edebilir. Buna paralel bir zorlu görev de, genel orta öğretim okullarında uygulamalı becerileri öğrenme fırsatını öğrencilere kazandırmak olacaktır, çünkü sınırlı üniversite kontenjanları karşısında öğrencilerin hepsi üniversiteye giremeyecektir.
13

Türkiye’nin beşinci zorlu görevi, nasıl bir sistemin orta öğretimde performansı en iyi ölçebileceğine ve böylelikle öğrencilerin üniversiteye girişte değerlendirilebileceğine ilişkindir. Ne yazık ki mevcut ÖSS sınav sistemi, bir yanda en yüksek dürüstlük ve şeffaflığa sahip olmakla birlikte, daha farklı türden bir eğitim sistemi için daha uygundur. Özellikle Türkiye’nin gelecekteki ihtiyaçlarına ve tüm öğrencilerin yetkinliklerini artırma hedefine pek uygun değildir. Halihazır şekliyle - gerçi değişiklikler düşünülmektedir - ÖSS öğretim ve öğrenmenin kalitesini belirlemektedir çünkü müfredatın aşırı ölçüde dar bir aralığını test etmekte, yalnızca çoktan seçmeli sorularla ölçülebilir öğrenmeyi test etmekte ve bir defalık kısa bir sınav şeklinde test etmektedir. Bu sınavın üniversiteye kabul ve yerleştirmedeki büyük etkisini dikkate aldığımızda, ÖSS bir sınava hazırlık sektörü yaratmıştır ki bu sektör insan kapitalini ve geleceğin işgücünün eğitim ehliyetlerini yükseltme bakımından çok az değer katmaktadır. Aileler çocuklarını dershaneye göndermek için ortalama olarak $5000 civarında para harcamaktadır, ki bu kaynaklar çoktan seçmeli soruları çabucak cevaplama yeteneğini artırmak yerine çocukların bilgi ve düşünme yeteneğini güçlendirmeye yöneltilse çok daha iyi olur. Tabii ki dershane kurslarına gücü yetenler üniversiteye girişte daha avantajlı durumda olmaktadır ve düşük gelirli aileleri bu sürecin dışında tutmaktadır bu da “fakirin fakir kalmaya devam ettiği” kısır bir döngü yaratmaktadır çünkü yoksul olanlar iyi eğitim alamıyor ve dolayısıyla iyi gelir getiren işlere sahip olamıyor.
İlaveten, ÖSS gibi giriş ve seçme sınavları müfredat gerekleri bakımından okulların performansını ölçmek veya öğretmenlerinden ilave yardıma ihtiyaç duyan öğrencileri teşhis etmek ve böylece okulun performans hedeflerini daha iyi karşılamasını sağlamak üzere tasarımlanmış değildir. Nihayet ÖSS sınavı, okullara ve öğretmenlere kendi performansları hakkında geri bildirim sağlamıyor çünkü bu sınav ile okulda öğrenilen bilgiler test edilmiyor.
14

Küresel deneyim göstermektedir ki eğitim kalitesinde en büyük tek faktör öğretmenlerin kalitesidir. Basit şekilde ifade edilirse, daha iyi öğretmenler daha iyi öğrenci, daha iyi beceriler ve daha iyi iş demektir. Türkiye’deki mevcut eğitim sistemi öğretmenleri yeterince desteklemiyor ve öğretmen kalitesini daha iyi öğrenci yetiştirmek için gerekli seviyelere yükseltmiyor. Araştırmalar göstermektedir ki güncel müfredat ve öğrenme beklentilerine paralel olarak öğretim uygulamalarını değiştirmeleri için öğretmenlerin yoğun eğitime ve sürekli desteğe ihtiyacı vardır. İlk öğretmen eğitimi özellikle yeni beklentileri ve öğretmenlerin gereklerini desteklemek üzere yeniden tasarımlanmalıdır. Fakat ilk öretmen eğitimi Milli Eğitim Bakanlığının (MEB) çok az nüfuz sahip olduğu bir alandır. Türk eğitim sisteminin çelişkili özelliklerinden birisi şudur ki MEB öğretme ve öğrenmenin birçok belirleyicisi üzerinde oldukça geniş bir yetkiye sahipken (örneğin müfredat, eğitim materyali, öğretmen ataması, okul tesisleri, teçhizatı ve gözetim) sistemin en kritik girdisi olan insan kaynaklarını kontrol etmemektedir. Özel olarak, MEB, üniversiteye öğretmen eğitim programlarına kişilerin seçimini (bu işi ÖSS yapıyor) ve öğretmenlerin akademik hazırlanmasını (bunu da YÖK ve üniversite yapıyor) veya mesleğe girişi (bunu da Kamu Personeli Giriş sınavı yapıyor) kontrol etmemektedir.
15

Avrupa ve dünyanın birçok kısmıyla karşılaştırıldığında, Türkiye’deki kamu okulları kaynaklar, personel görevlendirme (okulda), ders kitabı seçimi, öğretim zamanının tahsisi ve verilen programların seçimi konusunda en az özerkliğe sahiptir. Hiçbir özerklik olmadan okullar sonuçlardan sorumlu tutulamazlar veya kaliteyi yükseltmek için teşvikleri olmaz. Öte yandan, sektördeki kaynakların hemen hemen tamamını kontrol eden ve tahsisini belirleyen merkezi yönetim, merkezin kendi uygun görevi olan okullar arası adaleti sağlamayı başaramamıştır. Örneğin 2004 yılında ülke genelinde her bir ilköğretim öğrencisi başına ortalama harcama 1.250 YTL idi. Ancak bazı illerde özellikle ülkenin doğu ve güneydoğu bölgelerinde öğrenci başına harcama bu miktarın yalnızca yarısı kadardı. Bu bölgelerdeki öğrencilerin ekonomik olarak en dezavantajlı olan ve ülkedeki en düşük performanslı öğrenciler olduğu göz önüne alındığında, merkezi yönetim tahsis kararları üzerindeki kontrolünü ülkenin daha varsıl ve daha yoksul bölgeleri arasında var olan eşitsizliği gidermede kullanmamıştır.
16


Türkiye’nin eğitim harcamaları GSMH payı olarak çok yüksektir (yüzde 7) - dünyadaki en yüksektir. Fakat bu kamu harcamaları nedeniyle değildir, çünkü kamu harcamaları diğer AB ve OECD ülkelerinin biraz altındadır. Türkiye’nin eğitime bu denli para harcamasının esas nedeni, özel olarak cepten yaşılan harcamaların payının çok büyük olmasıdır. Çoğunlukla aileler dershanede sınava hazırlık kurslarının ücretlerini, çocuklarının ilköğretim ve orta öğretimdeki ilave desteklerini ve vakıf üniversitelerindeki öğretim ücretlerini ödemektedir. Aslında dershane kurslarına her yıl harcanan para miktarı neredeyse genel orta öğretim okulları için devletin ayırdığı tüm eğitim bütçesine eşittir. Bu, harcamalarda çok büyük bir dengesizliktir.
Sınava hazırlık endüstrisinin büyümesini teşvik edecek politikalar yerine birçok ülke, özel okul eğitimcilerine okulların yönetme, öğretimi organize etme ve öğrencilerini seçmede geniş esneklik tanımak suretiyle, tüm eğitim seviyelerinde özel okullaşmayı (Türkiye’de nispeten nadir olan) sağlamak için özel sektörü teşvik eden politikalara sahiptir. Bu okullar kamu sektöründeki iyi öğrencileri çekmekte ve kamu fonlarının kalite ve eşitliği sağlamak üzere daha iyi kullanılmasına fırsat tanımaktadır. Fakat halihazırda kamu kaynakları eşitliği sağlamak için etkin şekilde kullanılmamaktadır - öğrenci başına en düşük harcamaya sahip her on vilayetten dokuzu güneydoğu ve doğudadır.
17


Öğrenmenin okuldan çıkışta durmadığını bilmek zorundayız. Süratle değişen işgücü piyasasında ve bilgi ekonomilerinde işçiler yetkinlik ve ehliyetlerini sürekli güncellemek ve iyileştirebilmek ve öğrenme ortamlarının en geniş yelpazesinden yararlanabilmek zorundadır. Haziran 2003 tarihli Brüksel’de toplanan Avrupa Konseyi, yaşam boyu öğrenme yoluyla insan kapitalinin geliştirilmesine özel vurgu yapmıştır.
Avrupa Konseyinin 2003 tarihli Yaşam Boyu Öğrenme Kararını müteakip rapor bir analiz, AB Üye Devletlerinde kaydedilen gelişmeyi ortaya koymaktadır. İlave eğitim ve öğretimde %12.5 oranındaki yetişkin katılımı hedefine ortalama olarak temelde ulaşılmıştır, ancak İngiltere gibi bazı ülkelerde bu ortalamanın çok ötesine geçilmiştir. AB Eurostat Veritabanı raporları Türkiye’deki işgücünün yaşam boyu öğrenmeye hemen hemen hiç katılmadığını ve fırsatlarda artışın ihmal edilebilir düzeyde olduğunu göstermektedir. Bu da Türk işgücünü işverenlerin talep ettiği değişen becerilere göre güncel tutma zorlu görevidir.
18


Türkiye, AB üyeliği için on yıllık bir geleceği planlamaktadır. Ne eğitim sektörü ne de işgücü piyasaları halihazırda AB entegrasyonu için hazırdır. Ancak Türkiye tüm seviyelerde Türk okullarında eğitimin kalitesini ve mezunların becerilerini büyük ölçüde artıracak temel eğitim reformlarını yapabilecek durumdadır. Eğitim reformlarının etkisini göstermesi zaman alacağından, Türkiye’nin şu an büyük reform programını başlatması zorunludur böylelikle on yıl sonra eğitim sektörü şu anda göründüğünden daha farklı görünebilsin. Bu da reformların genel bir reform stratejisi altında bir çok alanda yapılmasını gerekli kılıyor. Ancak bu strateji tüm eğitim düzeylerinde kapsamlı olmalı ve Türkiye’nin problemlerini bir parça orada ve bir parça burada değişiklik yoluyla çözmeye çalışmamalıdır. Ne de Türkiye’deki kurumlar diğer kamu kurumları, özel sektör ve hükümetin mutabakatı olmaksızın kendi başlarına reforma girişmelidir. Türkiye’de konuştuğum herkes Türkiye’nin eğitimi iyileştirmesi gerektiğini söylüyor ancak nereden başlanacağı ve sistemin hangi parçalarının değiştirilmesi gerektiği konusunda genellikle şiddetli bir tartışma yaşanıyor.
İlaveten, Türkiye’de eğitim konusunda tartışmanın çoğu oldukça duygusal konularda oluyor ve asıl meseleye - yani öğrenci ve eğitim kurumları kalitesine - ilişkin değil. Benim görüşüme göre, eğitim değişimi gereklidir fakat bu değişim yalnız ve yalnız tüm taraflar arasında AB entegrasyonu için, millet ve milletin çocukları menfaatine reformların gerekli olduğu konusunda ulusal bir mutabakat olursa mümkün olacaktır. Bu mutabakatın tüm eğitim seviyelerinde kalite ve eşitlik konusunda ulusal menfaat üzerinde odaklanması ve birkaç yıl boyunca finanse edilmesi ve Türkiye genelinde sahiplenilmesi gereklidir.
19


Avrupa’yı yakalama ve öğrenciler ve işçilerin becerilerini yükseltme yolunda Türkiye’nin karşı karşıya olduğu zorlu görevlerden söz ettim. Şimdi, Dünya Bankasında bizlerin bu hedeflere ulaşmak için hangi reformlara ihtiyaç duyulduğunu ve hangilerinin ulaşılabilir olduğunu düşündüğümüzü ortaya koymak isterim. Birinci reform öğrencilere ilişkindir. Türkiye okul öncesi tesislerin sayısını büyük ölçüde artırmalıdır, halen %15’ten az olan okul öncesi programlara katılımı 2015 yılında %50’ye getirme hedefini koymalı ve bu hedefe ulaşmaya çalışmalıdır. Ayrıca, ilköğretimde okullaşmayı, özellikle ülkenin doğu kesimlerinde, artıracak programları sürdürmelidir. İkinci olarak, araştırmalar orta öğretimi tamamlamanın ekonomik kalkınma ve bireysel beceri geliştirmenin anahtarı olduğunu göstermektedir. Türkiye’nin orta öğretimde okullaşma ve tamamlamayı artırmak için büyük bir hamle başlatması zorunludur, tüm ülke genelinde her bölgede 2015 yılında %80’e ulaşmayı hedeflemelidir. Zorunlu eğitim süresini uzatmak okullaşmayı artırmanın bir yoludur, ancak tesislere, ICT ve öğretmenlere büyük bir yatırım gereklidir bunun yanı sıra daha yoksul bölgeler ve özellikle orta öğretim seviyesinde kızların okullaşmasının düşük oranda olduğu bölgelere yönelik harcamalar gereklidir. Fakat yeni yatırım okullaşmayı artırmanın tek yolu olmayabilir - Türkiye’de birçok okul öğretmen başına ideal öğrenci sayısının alt ucunda faaliyet göstermektedir ve derslik veya öğretmen eklemeden veya kaliteden taviz vermeden daha fazla öğrenciyi okula alabilir.
20


İkinci reform okulların kalitesini artırmaya yöneliktir. Birçok ülke okul eğitim kalitesi göstergesi sistemi başlatmıştır. Türkiye kendi kalite göstergelerini ve asgari kalite standartlarını geliştirmelidir. İlaveten, Türkiye her okulu bu standartlara göre değerlendirme ve sonuçları kamuya bildirme ve bu standartlara ulaşabilmesi için tüm okulları destekleme stratejisi geliştirmeli ve uygulamaya koymalıdır. Bunun hem kalite hem de eşitlik üzerinde büyük etkisi olacaktır. Bir kez tüm okullar kalite standartlarına eriştiğinde, bir sonraki adım, standartları asgari seviyenin üzerine çıkarmaktır.
Türkiye diğer ülkelerin deneyimlerinden öğrenerek veya OECD okul kalitesi standartları çalışmasına dayalı olarak kendi kalite göstergelerini geliştirebilir.
21


Üçüncü reform öğrenmeye ilişkindir. Eğitimi iyileştirmeye yönelik tüm çabalar öğrenci öğrenmesinin ne kadar arttığı ile yargılanmalıdır. Talim-Terbiye Kurulunun önerdiği müfredat reformunun esas hedefi, sınıfta öğretme ve öğrenmeye yeni yaklaşımlarla ikmal edilmiş olarak, öğrenme beklentilerini ortaya koymaktır. Yeni müfredatın uygulamaya konması hükümet için büyük bir zorlu görevdir.
Burada birkaç tavsiye var.
Birincisi, yeni müfredat, açık ve ölçülebilir öğrenme standartları üzerine oturtulmalıdır.
İkincisi, tüm kilit paydaşların (öğrenciler, öğretmenler ve aileler) yeni müfredatı ve değişikliğin gerekçesini anlaması ve öğrenme standartlarının neler olduğunu kavraması gereklidir (yani öğrencilerin her bir sınıfta veya eğitim aşamasında ne bilmesi bekleniyor).
Üçüncüsü, bu standartlara ulaşılıp ulaşılmadığı ve nerede ulaşıldığını ölçmek ve neden ulaşıldığını veya ulaşılmadığını teşhis etmek için değerlendirme araçları geliştirilmeli ve uygulamaya konulmalıdır.
Dördüncüsü, öğrenme standartlarına ulaşılıp ulaşılmadığını ve okullarının ve diğer okulların bu standartlara göre başarı seviyesini yetkililer paydaşlara bildirmelidir.
Ayrıca, her okul için hedef belirlemek (öğrenme standartlarının her birine ulaşan öğrenci yüzdesi) ve bu hedeflere ulaşması için okulları ödüllendirmek veya desteklemek de mümkündür.
Son olarak, ilk öğretmen eğitimi ve meslek içi eğitim yeni müfredat, yeni standartlar ve farklı öğrencilerin bu standartlara erişmesine yardım edecek stratejiler çevresinde yeniden tasarımlanmalıdır. Bu da YÖK, Talim-Terbiye Kurulu ve meslek içi eğitimle görevli MEB dairelerinin yeni bir koordinasyon seviyesini gerektirecektir.
22


Dördüncü reform, özellikle orta öğretim ve üniversite düzeyinde, eğitime erişim konusundadır.
Bugünkünün aksine, Türkiye’de revize edilmiş bir eğitim sistemi tüm orta öğretim öğrencilerinin hem üniversiteye hem de iş yaşamına hazırlanmak için akademik yanı sıra uygulamalı yetkinlikleri öğrenme fırsatına sahip olmasını sağlamalı ve desteklemelidir.
Bu mesleki ve genel orta öğretim öğrencileri ayrımını azaltmak ve aynı zamanda tüm öğrencilere mesleki beceri sağlamak demektir. Aynı zamanda her öğrencinin revize edilmiş eğitim sisteminde çok çalışma ve iyi öğrenme yönünde motive edilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu demektir ki hiçbir öğrenci üniversiteye hazırlanma ve giriş için yarışmadan mahrum bırakılmamalıdır. Bu da üniversite sayısında büyük bir artış gerektiğini ve teknik okulların kalitesini artırmak ve iki yıllık üniversite diplomaları yaratmak suretiyle dört yıllık üniversitelere alternatif getirmek gerektiğini göstermektedir.
Nihayet, ülkenin doğu vilayetlerinde kızların ilköğretime eksik erişiminde hala önemli problemlerin var olduğunu ilave etmek gerekir. Bu problem, merkezi ve taşra eğitim makamlarının sürekli dikkatini istemektedir.
23


Önerilen beşinci reform, ilköğretim ve ortaöğretim sonunda yapılan sınavlara ilişkindir. İlköğretim okulları için halihazır sınav yapısındaki iyileştirmeler okulda öğrenilen bilgileri test etme üzerine odaklanmalıdır.
Orta öğretim okulları için, halihazır ÖSS sınavı artık amacına hizmet etmemektedir ve yerini orta öğretimin son yılında yapılan ve öğrencinin orta öğretimde öğrendiği bilgileri test eden bir dizi sınav almalıdır. Bu sınavlar orta öğretimden mezuniyet için standart oluşturacak, okulların performans seviyesini ölçme yöntemi sağlayacak, öğrencilerin dershaneden ziyade sınıfta öğretilen öğrenmesini teşvik edecek ve üniversitelerin ve işverenlerin sınav yeteneğini değil bilgiyi ölçmesi için bir ölçme aracı sağlayacaktır.
Türkiye için muhtemel modeller Fransız veya Uluslararası Bakalorya, Alman Arbitur veya İngiliz “A” seviyeleri olabilir. Türk modeli öğrencilerin orta öğretimde öğrendiği hem bilgiyi hem de becerileri test eden kapsamlı bir test seti olabilir. Öğrencilerin seçebileceği konu bloğu seçenekleri olan merkezi temel konuları içermelidir.
Revize edilen bir sınav sistemi altında üç veya dört temel konu olabilir, bunlar genel okulların akademik müfredatı yanı sıra çeşitli meslek okulları müfredatını kapsayan yeter sayıda seçmeli konudan oluşabilir - belki toplamda 15 seçenek, her biri iki seviyede sınava tabi tutulabilir. Adaylar, okul türü ne olursa olsun, tüm temel konuları alır ve almak istedikleri konu seçeneklerini ve düzeylerini seçerler (yüksek veya düşük - üniversiteye gitmek istemelerine bağlı olarak).
Almanya, Fransa veya İngiltere durumunda olduğu gibi öğrenciler bu tür sınavlara özel öğretim kursları ile hazırlanamazlar ancak yalnızca kendi orta öğretim okullarında hazırlanabilirler. Bu da orta öğretim okulları üzerinde öğrenci öğrenme başarısı ve kalitesini artırma yönünde kamu baskısını teşvik edecektir.
24


Altı numaralı reform, okulların özerkliğini artırmaya ilişkindir. OECD araştırması, öğrencilerin özerkliği yüksek okullarda daha iyi öğrendiğini göstermektedir. Diğer uluslararası araştırmalar da merkezi müfredat yönetimine fakat okul tabanlı personel ve materyal kaynakları yönetimine sahip sistemlerin de daha iyi performans gösterdiğini ortaya koymuştur. Türkiye kendi “Okul Kalkınma Modeli” deneyimini yaşamıştır. OKM göstermektedir ki okullar (yani personeli ve toplumu), uygun destek olması şartıyla, kendi stratejik planlamalarını yapmak ve yaşayabilir iyileştirme projeleri geliştirmek için kapasite ve teşviklere sahiptir. OKM’nin Devlet ihtiyaçları ve hedefleriyle tutarlı olarak iyileştirmeleri başarmak üzere yeni okul kalitesi standartları ve öğrenci öğrenme standartlarına uygun hale gelmek üzere güncellenmesi gereklidir.
Okullar aynı zamanda hibe alacak ve yönetebilecektir ve bu hibeleri kullanarak standartlarını artırmaktan sorumlu tutulabilecektir.
25


Bir sonraki reform, kaliteyi yükseltecek ve okullar arasında eşitsizliği azaltacak şekilde okulları finanse etmektir.
Orta vadeli bir harcama çerçevesi, kamu kaynaklarının yukarıdan aşağıya tahminlerini birkaç yıl boyunca arzulanan politikaların maliyetlerinin aşağıdan yukarıya tahminleri ile uzlaştıracak bir çerçeve sağlamak suretiyle çok yıllı planlaması olan yıllık bütçeleme ile birleştirecektir. Orta Vadeli Eğitim Çerçevesi, her yıl tekrarlanan, karar makamlarını toplam kaynakları kısa ve orta vadeli politika öncelikleri ile dengelemeye zorlayan sürekli bir süreci oluşturmaktadır.
Ancak Özel Eğitimin de rol oynaması gereklidir: Birçok ülkede daha büyük ve canlı bir özel sektör kamu eğitiminde kalite ve eşitliği artırmaktadır. Özel okullar okul, öğretme ve öğrenmeye yönelik yeni ve yaratıcı yaklaşımlar yarattıkça kamu eğitiminin kalitesini de artırmaktadır. Özel okullar, daha büyük mali imkanları olan ailelere hizmet etmek suretiyle eşitliği artırmaktadır çünkü kamu kaynaklarının büyük bölümünü diğer sosyo-ekonomik grupların çocuklarına hizmet için serbest hale getirmektedir. Ayrıca, daha fazla özel eğitim, orta ve düşük gelirli demografik gruplardan gelen gençler için kamu üniversitelerinde daha fazla yer açmaktadır.
26


Yüksek öğretim ve üniversite düzeyinde reform, talep ile mevcut kontenjanlar arasındaki farkı azaltmak ve işgücü piyasasının ihtiyacına uyan becerilere sahip mezunlar yetiştirmek için zorunludur.
Bu reformlar, üniversiteler bünyesinde, “dişleri” olan sağlam bir kalite güvence sistemi geliştirmeyi içermektedir. Üniversitelere kendi bütçeleri üzerinde daha fazla yönetsel ve mali özerklik tanıyın ki değişen araştırma ve beceri talebine uygum sağlama yeteneklerini artırsınlar. Bir finansman formülüyle üniversitelere çok yıllı finansman sağlayın. Üniversitelerin ticari yönelimli faaliyetler dahil farklı faaliyetler geliştirmesini sağlayın. Üniversiteleri mütevelli ve kamu heyetlerine hesap verir hale getirin, sadece kamu kurumlarına hesap verir olmasınlar.
Orta öğretim sonrası seviyede kontenjan azlığını halletmek için Türkiye’de çok sayıda üniversitenin kurulması gereklidir. İlaveten, MYO’ları yerel işverenler ve yüksek öğretim kurumlarıyla bağlantılı temel yüksek okullar ve teknik yüksek okullara dönüştürmek gereklidir.
Diğer önemli bir adım ise YÖK’ü üçüncü düzeyde genel eğitim politikasını belirleyen stratejik bir organ haline getirmektir, üniversitelerin yönetim ve idaresini yavaş yavaş bırakmalıdır ki bu işler üniversitelerin kendilerine emanet edilip kendi yönetim kurulları tarafından izlenmelidir. Son olarak, stratejik bir politika belirleme organı olarak YÖK, orta öğretim sonrası eğitimin finansmanı için bir formül geliştirmek ve uygulamak için Maliye Bakanlığı ile işbirliği yapmalıdır.
27


Yaşam boyu öğrenme reformu ise işgücünün becerilerini değişen talep ile uyumlu kılmaya yöneliktir. Bunun işlemesi ve Türkiye’de çok düşük düzeyde olan yaşam boyu öğrenmeyi iyileştirmek için işverenler ile eğitim kurumları arasında ortaklıklar kurulmalıdır. Bu, işverenler için kendi işgörenlerinin becerilerine ve ülke genelinde mevcut işçiler için eğitim kurumları yaratmaya yatırım yapma teşvikleri yaratmak demektir. Bu aynı zamanda Devletin yaşam boyu öğrenmeyi bir öncelik haline getirmesi demektir. Özel sektör, özel getiriler yüksek olduğunda yaşam boyu öğrenmenin finansmanını teşvik eden politikaları görmelidir. Ayrıca bu demektir ki devlet, sübvansiyonlar, ferdi öğrenme hesapları ve öğrenicilerle maliyet paylaşma dahil, bir dizi finansman opsiyonunu teşvik etmelidir. Son olarak devlet, işgücünde sonuçları ve etkiyi artırmak için izlenebilir hedefler koymak ve katılım ve sonuçları ölçmek için ulusal mikyaslar sistemi kurmalıdır.
28


Son yıllarda eğitim sektöründe çok şey başarılmıştır ancak Türkiye’yi AB ile entegre etmek ve Türkiye’de yaşam standartlarını ve istihdamı artırmak için büyük çaplı eğitim reformlarına ihtiyaç vardır. Müteakip 5, 10 veya 15 yılda reformların faydalarını görebilmesi için Türkiye’nin şimdi harekete geçmesi gereklidir. Değişim asla kolay değildir ancak Türkiye’nin ekonomi, ilköğretim reformu ve AB’ye hazırlanma gibi diğer birçok alanda zaten gösterdiği gibi Türkiye, değişmenin gerektiği konusunda ulusal mutabakat olduğu zaman, iyi yönde değişme kapasitesine sahiptir. Türk toplumu için belki de en önemli konu olan eğitimde bu ulusal mutabakatın zamanı şu andır. Bugün sizlere eğitim sektöründe Türkiye’nin karşı karşıya olduğu zorlu görevlerin bir analizini sundum. Ayrıca, Dünya Bankasında bizlerin bu zorlu görevleri başaracağını ve Türkiye’yi ileriye götüreceğini düşündüğümüz reformları da ortaya koydum. Bizim reform önerilerimiz tabii ki mükemmel değildir ve şüphesiz geliştirilebilir. Ayrıca bunları uygulamaya koymak da kolay değildir. Ancak umarım ki ortak hedefimiz Türkiye’nin Türk eğitim kalitesini artırmak ve süratle değişen dünya için Türkiye’yi hazırlamak için bir stratejik plan geliştirmesine yardım etmektir.
Teşekkür ederim.




Sudoku



Oldum olası sevmem şu uzak doğu oyunlarını, tahmin ederim bu da diğerleri gibi beynin etini yiyen cinsten. okulda çocuklar sormasa, hem de ısrarla sormasa bu işe girişmezdim. Neyleyelim ilk önce öğretici öğrenecek bu zıkkımı sonra talebelere sirayet edecek. hem bugünlerde gazatenin biri de bu oyunu kupon karşılığı verecekmişmişmiş... versin bakalım. bakın burada bir sudoku örneği var, sanal ortamda oynamak için. bakalım beceriksizlikte beni geçebilecek misiniz? şimdiden kolay gelsin derim. hatta mümkünse uğraşmayın. salgındır nihayetinde.

24 Mart 2006 Cuma

Müzelere Gezi Rehberi

Tam 80 kişiydik, sıkıştık, didiştik, bir otobüse bindik. Bu talebe milleti ne kadar heyecanlıymış canım, sabahın 7'sinde dikilmişler okulun bahçesinde. Bense genişten alıyorum herşeyi, bu adamlar saat 9 demişse 10 bulur gitmemiz. Okul bahçesine girince kalabalık bir talebe guruhunun hücumuna uğruyorum. Nerde bu devlet diye bağırıyor arkalardan biri. İsmini özenlice not alıyorum. Sandwicler yaptırmışız onlar geliyor. Otobüse yerleştiriyoruz. Sonrası yolculuk başlıyor. En önde ordunun kumandanı ben, bir ara şoför denilen beyaz gömlekli, göbekli kişi mikrofonu uzatıyor. Başlıyorum nasihat etmeye. Yolda şöyle yapmalı, müzede şöyle davranmalı, şuraları gezeceğiz, buralarada konaklayacağız, 4 grup halinde turlayacağız, lütfen oradaki görevlileri zor durumda bırakmayın, yüksek sesle konuşmayın. Tam yeni yeni açılıyordum ki hamaset nutkumu kesiyor arka taraflardan esmer tenli bir çocuk. Hocam kaset var atım mi ? Ne kaseti, ne atıyorsun demeye kalmadan bir çırpıda ön tarafa ulaşıyor. Dosdoğru otobüsün önüne. Yerleştiriyor kaseti. Hafta sonları kesin muavinlik yapıyor bu teres. Ne diyorum evladım o. Kahtalı Miçe diyor. Başlıyorlar oynamaya.
Zor sakinleşiyorlar çocuklar, otobüsün eski olması, klimasının bulunmaması işime yarıyor. Hepsi ter içinde kalıyor çok geç olmadan. Bir ara arkaya doğru bakıyorum. Her biri kendi halinde. Kimisi ilk kez görüyormuş gibi bakıyor İstanbul'a. Belki de öyledir. Boğazdan geçerken birden bire cep telefonları beliriyor ellerinde. İnanmazsınız hepsi fotoğraf makineli. Durun diyorum bitirmeyin pozlarınızı, gülüyorlar.

Mikrofonun hala elimde olduğunu anlayınca. Başlıyorum etrafı anlatmaya; Kasımpaşa'yı, Haliç'i, Galata Köprüsünü geçip, Yeni Cami'den kıvrılıyoruz sola. Surların altında geçip Yenikapı'dan çıkıyoruz yukarıya ve Topkapı Sarayı. Elimde kağıtlar,izin süreci derken içeriye girebiliyoruz. Rehber denilen adamlardan canımı zor kurtarıyorum. Zaten paramız pulumuz yok. Bir otobüs bulup gelmişiz her şeyimiz o kadar. Hadi diyorum 2 saat buradayız. Kurallara uymak kaydıyla istediğiniz yeri gezebilirsiniz. Öbek öbek dağılıyorlar etrafa. Çok geçmeden yanıma geliyorlar koşarak. Birşey oldu sanıp endişeleniyorum. Meğer bir turistle konuşmuşlar heyecanları ondan. Akıllı durmayacaklar bu andan itibaren belli oluyor. Devriye çıkıyorum korktuğum başıma geliyor. Koreli bir kızı yakalamışlar. Kızcağız bu kadar ilgi karşısında sarhoş, hepsiyle fotoğraflar çekiniyor. Konuşmaya çalışyor. Birbirilerine adresler veriliyor. Sonradan öğreniyorum adının Yumi olduğunu. Yumi biz oradan çıkana kadar artık bizim kafileyle geziyor. İki saat çabuk geçiyor. Toparlanma saati gelince, bir çoğu biraz daha zaman istiyor ama daha gezecek bir o kadar yerin olduğunu söylüyorum. Sonunda Sarayın bahçesinden dışarı çıkmayı başarıyoruz. Yumi bize el sallyor.

Çocuklar acıkmış, hadi diyorlar hocam nevaleler nerede. Bir ekip oluşturup kumanya dağıtılıyor. Herkes karnını doyurduktan sonra Arkeoloji Müzesine geçiyoruz . Burada biraz daha sessiz olmak gerekiyor ama ısrarla hatırlatıyorum. Kesinlikle hiçbireşeye dokunmamalarını da üstüne bastırarak. Umarım beni dinliyorlar. Bu arada Bir kaç kez sayım yapıyorum. Kaybolan, kaçan var mı diye. Çok şükür hala 80 kişiyiz. Ve o 80 kişi dalıyoruz. Sütunların heykellerin arasına. Bense güneşli bir İstanbul göğü bulmuşum kaçırır mıyım? Güneşleniyorum. İki kız çocuğu geliyor. Mumya görmüşler anlatıyorlar. Hocam o gerçek mi? Gerçek diyorum bir daha müzenin o bölümüne yaklaşamıyorlar. Bir iki saatte burada kaldıktan sonra. Ayasofya'ya doğru yüyüyoruz. Ayasofya'ya giderken çocukları kaybetme tehlikesi var. Bir iki kükreyince kıta teber yol alıyorlar. Ayasofya'yı keşfetme işini tamamen çocuklara bırakıyorum. Öyle bir dalıyorlar ki Ayasofya'ya bütün dehlizlere girmiş olmaları kesin. Yarım saat sonra toparlamak için yaptığım girişim sonuçsuz kalıyor. Grubun birini bulamıyorum. Nihayet WC'lerde yakalıyorum onlarıda. Meğer gezi boyunca böyle bir ihtiyaçları olabileceğini tasarlayamamışım. Onu da hallediyorlar sorunsuz. Artık dönmek için otobüsümüze yöneliyoruz. Öyle bir yorulmuşlar ki otobüse hiç baskı yapmaksızın yerleşiyorlar. Elbetteki tekrar tekrar sayıyorum. Dönüş yolunda bir çoğu uyuyor. Hatta ben bile bir ara kendimden geçiyorum. Nihayetinde varıyoruz okula kazasız belasız. Okula indiklerinde diğer arkadalaıyla paylaşmak için midir nedir? Birdenbire kayboluyorlar. Öyle bir reklam yapmış olmalılar ki haftaya bir gezi daha yapmam konusunda yoğun istekle karşılaşıyorum. Bakalım bir daha isteyebilecek miyim?

23 Mart 2006 Perşembe

Helldorado

"Fyordlarda bir kovboy, buz tutmuş göl yüzeyinde yürüyor. Deri çizmesinin mahmuzları ve her an kırılma ihtimalini de yanına alarak"
Norveç'li bir grup Helldorado. Norveçten böyle bir şeyler çıkar mı hiç tahmin etmezdim. Bu ülkeyle ilgili yargılarımı gözden geçirmeyelim. Bu kadar karanlık ve soğuk bir ülkeden yakıcı müzikler duymak son derece keyif verici. Helldorado'nun yeni bir grup olduğunu düşünürken, hayli mazilerinin olduğu gerçeğiyle karşılaştım. Karşılaştığım diğer bir gerçek ise Türkiye'den ciddi bir kitlenin grubu takip ediyor olması. Helldorado ile ilgili RadioEksen'de çok güzel bir yazı var. Ama ben kendimi tutamayıp biraz Tarantino biraz Hüzün birazda Yakıcı bir Meksika Güneşi demeden edemeyeceğim grup için. Albüme adını veren The Ballad of Nora Lee'yi dinlemek için üzerine tıklayınız.
 Helldorado

21 Mart 2006 Salı

Revir

Okulda bir hastalıktır gidiyor bu ara. Gribal enfeksiyonun bin türlüsü cirit atıyor. Önü arkası kesilse hastalığın, hadi diyeceğim. Bitmiyor, bitiriyor. Sabahın köründe dikildim, müdürün karşısına. Kaşlarının altından şöyle bir baktı, sevk kağıdını uzatınca masasına. Hocam dedi, okulda öğretmen kalmadı, bugün bu beşinci. İçimden hayıflanıyorum tabii, yine benden önce kalkıp gelmiş dinine yandıklarım. Öyle, böyle derken imzaladı sevki. Dosdoğru sağlık ocağına. Eskiden böyle değildi bu işler. Canın nereye isterse oraya gidiyordun. Pek az hasta olurdum eskiden. Gideceksem Validebağ Öğretmenler Hastanesinde alırdım soluğu. Demek ki ben hasta olmayalı, yine bir haltlar karıştırmış sağlık bakanlığı. Evvela sağlık ocağına gidilecekmiş, sonra devlet hastanelerine, orada da iflah olmazsan, tıp fakultelerine. Sağlık Ocağında 102. sıranın gelmesini beklerken; çok eskilerde, okullarda, revirlerin olduğu geldi aklıma. İlk önce orada teşhis ve tedavi yapılır. Eğer gerekirse bir hastaneye sevk edilirdin. Revirin önü sabahları öğrencilerle dolardı. Hemşiremiz biraz sinirliydi doğrusu; numaradan hastalandığını anlarsa, basardı iğneyi. Hakkını yemeyelim anne gibi şefkatliydi de bazen. Acırdı bakıp halimize. Çok severse seni, Sandoz verirdi, sobasının üzerinde, fokur fokur kaynayan demliğinden; bir bardakta sıcak su. Oracıkta içer, vitaminlenirdin. Bir ara kayboldu hemişre abla, göremedik kendilerini, meğer hamilelik izini kullanıyormuş. Okul kırıldı onun yokluğunda. Uyuz salgını başladı çok geçmeden. Hergün yıkan babam yıkan, acaip acaip kokan bir sabunla. Atlattık derken uyuzu bu sefer göz nezlesi denen bir hastalık peydah oldu. Tecrit ettiler falan o da geçti. Fakat bizim Hemşire Abla geri dönmedi. Tayin istemiş bu sırada. Sonrası mı? Yerine hiç kimse gelmedi. Ya da bir şekilde göndermediler. Şimdilerde, okullarda bir zamanlar, böyle bir uygulamanın olduğunu söylesem. Hadi be sende dinazor derler. Sosyal devlettik bir zamanlar hey gidi hey.
Bebek ağlamaları arasında tam 2 saat bekledikten sonra nihayet sıram geldi. Doktor hiçte yorgun görünmüyordu o kadar hastadan sonra. Ukela ukela hastalığımı anlattım. Efendim üst solunum infeksiyonu... elinde tahtadan, kaşık benzeri bir aletle üzerime gelirken ayıldım. Anlaşılan öncekilerde olduğu gibi ağzımı ayırıp aaaaaaaa dedirtecekti. İnadına demedim. Karneyi aldı, bir ton ilaç yazdı. Bunları kim içecek dedim gülümseyerek, hiç ciddiyetini bozmadı. Tam çıkacakken eskiden okullarda revirlerin olduğunu söyledim. Hay söylemez olaydım. Adamcağız bıkmış bizim talebelerin rapor isteklerinden. (Bu arada bende rapor isteyecektim, güme gitti) Neler anlattı neler. Çocukların yaptığı haltları duydukça, utandım, ufaldım. Bir ara kaçmayı bile düşündüm. Kendini öyle kaptırdı ki, koruyucu sağlık hizmetlerinin öneminden bile bahsetmeye başladı. Neymiş? Hastalık başlamadan önlem almak gerekmekteymiş. Haklısın demekten bir kez daha hasta oldum. Zar, zor bıraktı beni. Tam çıkarken hocam bir dakika demez mi? İşte beklediğim an buydu. "size iki gün de İSTİRAHAT yazayım" Gerek yok gibi kendimden beklemediğim, saçma sapan bir söz söylerken. İstirahata ihtiyacım olduğunu, yarım saattir anlattığı hiçbirşeyi dinlemediğimi söyledi. Gayrı ihtiyari kızardım. Ama sonunda değmişti bu kadar cefaya. İki gün istirahattaydım artık.
Bugün ne mi yaptım? Kırmızı, ekose, yün battaniyemin altında, yattım demeyi çok isterdim. Duramadım, edemedim, yatamadım. Sabah yine okuldaydım. İlk teneffüsten itibaren, revir konusunu anlatmaya başladım meslektaşlarıma.
Not: Sağdaki resim, istendik bir durumdan esinlenerek alınmıştır. Ki bizimle uzaktan yakından alakası yoktur.

18 Mart 2006 Cumartesi

Vomos Bien

Jose Marti Küba Dostluk Derneği etkinliği önümüzdeki hafta başlıyor. Vomos Bien ( İyi Gidiyoruz). Herşeye rağmen iyi gidiyoruz demek için orada olmalı. Şu uzak ülkenin çocuklarına bir omuz vermeli .
Kübayı nasıl tanırsınız? Yanılmıyorsam puro diyeceksiniz. Olsun zararı yok. Bazıları şeker diyecek, coğrafyanız genel kültürünüz amma iyiymiş diyeceğim. Che, Fidel diyenler biliyorlar olmalı bizim sakallı amcaları.
Çocukken, evden kaçtığımda aklıma koymuştum, bir yolunu bulup gidecektim Küba'ya. Sonrası babam zor ikna etti. Gülerim hala hatırladıkça. O gün bugündür planlar yaparım, çocukluğumun fantastik kaçış planı. Tahmin edersiniz ki Edirne'yi geçmek bile nasip olmadı. Elbette bu maaşla biraz zor.
İyi ya işte dedim. Hazır adamlar gelmişler gideyim bari. Hiç değilse; buradayız, kendinizi yalnız hissetmeyin demek için, yitirmeyin sakın yürekliliğinizi demek için.

17 Mart 2006 Cuma

Onlar İçin Minübüs Şarkısı

Eşyanın konumunu biçimini rengini almışlardır
Koltuğa oturdular mı koltuğun boyuna eklenir boyları
Pat pat pat diye gülerler bir motosiklet neşesiyle
Ama zariftirler de bir bisiklet kazasında ölmeyi akıl edecek kadar,
Patatesin ağaçtan mı koparıldığını tartışacak kadar naiftirler de,
Hakçası bilmedikleri yoktur, bütün balık adlarını bilirler bir kere,
Lunapark beğenisiyle düzenlenmiştir yatak odaları,
Kadındırlar nişanlıları kendilerine ada falan armağan ederler
Dardırlar da, söz aramızda, çekecek kullanarak işlemde bulunmak gerekir,
Bayramlarda trafik noktalarına gül lokumu kutuları bırakırlar,
Ulusçudurlar bunun kanıtı olarak viskiyi kâseyle içerler
Ama batılıdırlar da lahmacuna havyar sürecek kadar,
Hekimdirler güneş gözlüğüyle kürtaj yaparlar başarırlar da
Şapkaları güzel bir niyet gibidir, öfkeleri dört mevsim reklamı,
Lirik değillerdir olmayı da istemezler zaten isteseler de olamazlar
Ama hamarattırlar uyku hapları ve bir sürü zımbırtıyla ölümü magazinleştirecek kadar;
Padişahtırlar ferman çıkarmışlardır: hareme patlıcan ve hıyar ancak kıyılarak sokulabilir;
Sikke kesmişlerdir badem yaprağından ince kırağı tanesinden yeğni; Tecimendirler yüzyıllar boyunca karılarına hükümdarların sataşmasını ağırca bir vergi olarak kabullenmişlerdir.
Düşünürdürler de ölülerin aile albümlerinden toplumbilim kuralları çıkaracak kadar,
Dalgalı görürler her şeyi çiçek sayrılığını omuriliklerinde geçirmişlerdir;
Efedirler, Nazilli'de Uzunçarşı onlarındır törenlere madalyalarla katılırlar
Ama yük kamyonları Denizli'den geçerken plaka değiştirir
Ve sakıngandırlar sokakta konuşurken sırtlarını duvara verecek kadar;
Düğünlerinin provası yapılır sünnetlerinin de ölümlerinin de
Kefenleri de kundakları gibi özenle hazırlanır ve aynı renktedir:
Kızlar için pembe-beyaz oğlanlar için beyaz-mavi
Dünya müzesinin en renkli portreleridirler
Tarihin sabıka kaydında fotoğrafları
Önden güleç ve edilgin yandan keskin ve firavun;
Dilenciler ve genelev kadınları üstüne sayısız özdeyiş yatar kursaklarında,
İçlerindeki sevgi insanları atlayarak hayvanlara yönelmiştir
Özellikle kedilere ve köpeklere karşı iyice duygusaldırlar iki gözleri iki çeşme,
Öldürmemektir felsefeleri bir karıncayı bile, ama yaşatmayı bilmezler,
Bönlükten korkarlar, gezgin köftecilerden adamakıllı korkarlar
Fotoğrafın arabından ödleri kopar
Öğretmenlerden de korkarlar nedense
Ama elbet yerine göre gözüpektirler de
Sigaralarını yüksek fırından yakacak kadar;
Çincede demagoji olanağı var mıdır?
Arpaçay ne ilçedir?
Atçalı Kel Memet mi Manisalı Kör Bayram mı?
Yarın mı öbürgün mü?
Sorulardan korkarlar;
Yine de yanıtları hazırdır her şeye:
...dığı gibi, ...mekle birlikte, ...na karşın;
Olasılığa tanrı gibi taparlar da olağandan ödleri kopar,
Doğuran atı güzel bulur
Eski Anadolu-Bağdat demiryolu ortaklığının kitaplığında
Ve bir takım belletenlerde adları geçer,
Noterler tutar güncelerini,
Yönetmendirler kurul başkanıdırlar
Japon feneri ya da uçurtma tadı taşıyan senetlerden
Zamanaşımı süresi dolmadan tüyüp gider imzaları,
Kimi sözler onlar için kullanılır: saygın, ünlü, şahane
Kimi sözler onlar için de kullanılır
Kimi sözler onlar için kullanılamaz
Kimi sözlerin kullanılmaması doğrudur
Kimi sözler hiç kullanılamaz
Haşhaşla çalıştırırlar güzellik enstitülerini
İşbilirlik konusunda yücegönüllüdürler Svidrigaylov'luk taslarlar
Gerçekte su katılmadık birer Lujin'dirler
Taşarondurlar,
Yine de
Göçmen kuşların durumu söz konusu olunca
Bir yerlerinden birkaç Ahmet Cemil birden çıkarabilirler;
Dibe çökerler devinim evrelerinde
Durgun dönemlerdeyse kurbağa pislikleri gibi
Yan yana omuz omuza bitişe bitişe
Suyun yüzüne yükselirler
Giderek renkleri koyulaşır
Avukattırlar
Günoğludurlar
Nilüferleri kararta kararta
Kalırlar orda.
Cemal Süreya

16 Mart 2006 Perşembe

Yıldırım Türker veya Bir Şiiri Aramak

Siz bilmezsiniz ne kadar aradım. Aramanın türlü halleriyle. Ev bir dehlizmiş meğer, atılmalardan kurulu bir enkaz. kişisel bir gömü. Zaten aramak en tutkulu işimdir böylece bilesiniz. O kitabı bir yerlerden bulmalı öyleyse. O kitaba olan ihtiyacım güpegündüz bir tehdit. İç hesaplaşmalar deyin siz buna, ben ev kazaları. Geçmişimiz vardı o kitapla, siz bilmezsiniz ya da bilirsiniz ne farkeder boş bir apartmanın en üst katında, perdesiz bir pencereden bakarken şehrin zifiri taraflarına, hayatı bir kitaba dayandırmayı. Başkaca bir şey yoktur bir ihtimal, sığınılacak en küçük objede belirirsiniz, en agresif halinizdir bu olsa olsa.
Ne kadar aradım, baskısı tükenmiş olmalı. Bir kopyasına ihtiyacım var bu muhakkak. Ey oğul arama motorlarında boşuna metafor arama. İndirilmiş bir duygudan öteye gidemezsin.
Sonunda yalvarırken yakalanma ihtimalim var beynime. Ey beyin, binlerce yazarın yüzü suyu hürmetine, hatırla. Kargış et çıkar, bir zamanlar ezbere bildiğim sayfaları. İhvanın ve revanın uğruna beni utandırma. Bul çıkart, zihnin grift yollarından, o şiiri, gün ağarmadan önce.
Kişioğluyum, benzemek ve bezenmek isterim. O şiiri hayatıma bir miğfer yapmalıyım. Onda yaşayıp, onda soluk almalıyım. Sevgilime okumalıyım, ki olasılık manzaraya da ihtiyacım olacak.
Ama nereden bulmalı şimdi, o şiiri. Bulunmaz ne kıymetli. Hiç değilse hatırladığım kadarıyla. Yıldırım beni bağışla.
YABANCI

Ellerim hep yaşlıydı
Uzun uzun seyrederdim
Kemikleri çıkmış damarları fırlamış
kırış kırış ellerimi
Büyüdükçe de hiç benim olmadı bu eller
Dokunsam
bir başkasının elleri
dokunurdu sanki sevgilime

Çocukken bir başkasının hayatına
doğmuş olduğuma inanırdım
Bir bozacının oğluymuşum aslında
Beni bulduğu yermiş hayatım
Kış geceleri o sıkıcı çatı katında
Kulağım hep dışarıdaydı
8 yaşında kendimi astığımda
Mükemmel bir ilmekle
Ben o küçük sürgünü de
idam etmiştim zaten

bir başkası olmak istedim hep
bir başkası
tanımadığım biri
bir yabancı
ürpererek içine girsem beni ağırlayan kalıbın
o hayat benim olsa
o gövde benim
bir başkası olmak istedim hep
bir başkası
ben dar geldikçe kanatlı ruhuma

kaç kez de başardım üstelik
biri oldum olmasına ya
sonra hızla alıştım
yine ben demeye
o tuhaf yabancıya
o tuhaf yabancıya
Yıldırım Türker ( Cihangir Kedileri)

Şiddet ve Okul

Ceketin düğmeleri ne işe yarar?
Parçalı bir kıyafettir ceket. Ön tarafta iki kısımlıdır. Sadece birleştirsin diye midir düğme bu ayrıksı yapıyı yoksa sözüm ona saygı işareti midir? Öğrenci korkarak yürümektedir. Koridorda elleri her an tetikte, bir hocayla karşılaşma ihtimalinden.
Bir çocuğun saçlarını sevmek ne kadar zordur bilseniz. Uzanan el, uzanılan kafa için her zaman bir tehdittir. Sakınmalar bir refleksken, davranışa dönüşür. Çocuk, başının belalısıdır çünkü her iki taraf için.

Tebeşir çok taraflı bir yazma aracıdır. Bütün boyutlarını yazma edimi için kullanabilirsiniz. Türlü kalınlıkta yazı karakterleri edinilir böylece. Ama arka taraftaki öğrenciye gidecek kadar mecaliniz kalmadığında, atılan bir mermiye dönüşür. Ön taraftan fırlatıldığında sınıfı boydan boya kat ederek hedefini bulur bir şekilde.
Duvardan atlayan çocuk karşı tarafa ulaştığında midesinde ağrılar hisseder, haz mıdır bu?
Jöleden iyice sertleşmiş bir saçı makasla kesiyorlardı. Kulaklarımla metalik sesler duydum. Tel fırçayla tarandı saçları çocuğun.
Elinde çay bardağıyla merdivenleri çıkmaya çalışan çocuk ne kadar acemi. Çay tabağının altı taşmak üzere. Dökmemek için ne kadar dirense nafile. Yukarıya çıktığında bardak boşalmış olacak. Hoca bardağın dolu tarafını görse bari.
Okula sırayla girilir. Tek sıra halinde geçilerek, her iki tarafında öğretmenlerin dizili olduğu bir geçitten.
Zil bir düzenleme frekansı değil bir dürtüleme uygulamasıdır daha çok. Çaldığında iki tür tepkinin verilmesi beklenir. Salınma ve Tıkılma.
Okulda bazı aletlerin adları zamanla kişileşir: Haydar. Kimi haydarlarının Kızılcık Ağacından yapıldığı iddia edilir. Daha sert olsun diye.
Ergen psikolojide çocuğa verilen bir addır. Okulda ise bir deney aracıdır çoğu zaman.
Sert öğretmen, baba öğretmendir. Diğerleri çabuk unutulur, parmak izlerini yüzlere çıkartabilenlerdir hatırlanan.
Kulak, en korumasız organdır. Ele avuca rahatlıkla gelir. Çekildiğinde esneme payı vardır. Bazılarının yırtıldığı rivayet edilir. Kimi zamanda duyma işlevini yeri getirdiği söylenile gelir. Rivayettir. Ve rivayetler muhteliftir.
Okula başlamadan önce retorik dersi alınsa iyidir. Çünkü okulda söz söylemek sanatsal bir iştir. Bu nedenle sukut etmek erdem sayılır. Onun da aslı ikrardan gelir.
Bazı odaların kapıları kapalıdır okulda, tokmakları ateştendir. Her kim ki girme durumunda kala içeri. Fişlenir.
Karne mal beyanıdır öğrencinin. Rakamlar hiç bu kadar tedirgin edici olmamıştır.
Okula bazı şeyler giremez. Bıçak, kasatura, şiş, cep telefonu vs. ama nedendir hiçbir evcil hayvanda giremez.
Bunun yanında okulda çiçek, bir öğrenci üzerine bastığında hatırlanılır. O da bahçe de varsa öyle bir yaşama formu. Hatırlanmakla kalınsa baridir.
Öğretmen masasının üst kısmını daha sert daha tok ses çıkaran bir ahşaptan imal ederler. Avuç içiyle vurulduğunda celse başlamıştır.
Güreş, karate, kung fu, judo, aikido, boks en sevilen sporlardır. Öğle aralarında ve okul çıkışlarında turnuvalar düzenlenir. Kazanana kahvede okey istekası verilir.
Karşı cinsi tanımak yürek ve bilek işidir.

12 Mart 2006 Pazar

Balkon

Balkon karışma isteğidir hayata. Evin bir çıkıntısıdır sokağa doğru. Gökyüzüne açılan kapıdır. Uzvudur evin balkon. Onunla dokunur şehre.
Balkon keşfetme isteğidir diğer yaşamları. Saatlerce bakabilirsiniz yoldan geçenlere. Karşı balkonlarda oturanlara. Aynı zamanda balkon dışavurma özlemidir, kendi hayatını. Balkonda çiçek yetiştirilir sözgelimi. Açelyalar, sardunyalar, begonyalar... Ama kimisi yer tutmasın diyedir, fazla eşyalarını koyar.
Balkon çok amaçlı bir yapıdır. Ev etkinlikleri yapılır onda. En çok yakışanı belki de kahvaltıdır. Güneşli bir pazar günü ne güzelde olur. Mangalda yaparsınız ancak bu birazda çıkaracağınız dumanın kirlilik oranına ve komşuların tahammül katsayısına bağlıdır. Bunun yanında tavuk horoz ve bilimum kümes hayvanı dahi yetiştirebilirsiniz.
Çamaşır ile balkon arasında mahrem bir ilişki vardır. Döker ortaya neyiniz var, neyiniz yoksa. Şimdilerde kapatıyorlar balkonları, yetmedi eve katıyorlar bir kaç mimari girişimle. Kimbilir Sezai Karakoç okumuşlardır da ondan. Şairlerin belkide en tahammülsüzüdür balkona, bunu açık açıkta dile getirmiştir aynı adlı şiirinde.
Çocuk düşerse ölür çünkü balkon Ölümün cesur körfezidir evlerde Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların Anneler anneler elleri balkonların demirinde
İçimde ve evlerde balkon Bir tabut kadar yer tutar Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen Şezlongunuza uzanın ölü
Gelecek zamanlarda Ölüleri balkonlara gömecekler İnsan rahat etmeyecek Öldükten sonra da
Bana sormayın böyle nereye Kosa kosa gidiyorum Alnından öpmeye gidiyorum Evleri balkonsuz yapan mimarların
Balkon sevmezleri bir yana bırakacak olursak. Bizde balkon evden önce gelir. Deniz manzaralı bir evde, kim oturmak istemez fakat manzaralı olmak evin değil, balkonun özelliğidir. Bunun için ayrıksı durur, balkon evlerden. Sovyet mimarlar bir deniz veya göl kenarına yapacaklarsa toplu konutları, balkon koymazlarmış manzaralı tarafa, diğer tarafa çevirirlermiş. ki komşuluk ilişkisi artsın diyedir.
Nereden çıktı bu balkon? Bahar geldi dersem kolayına kaçmış olurum. İtiraf etmeliyim ki dilime takılan o türküden başka bir şey değildir. Bu lakırtıları yapmam. Hani Kahtalı Mıçe'nin söylediği "armut dalda, kız balkonda sallanıyor vay, vay" Balkonu bu kadar ergen düşünmekte olası elbette. Hem balkona serenad yapılır. Birde ayışığı varsa patlat Napoliteni, kendini dışarı atmayacak hane yaşayanı tanımam. Ama bu işi yapacaksanız önlemlerinizi iyi alın. Zira adli kayıtlar Ümraniye civarında balkon düşmesi sonucu ortaya çıkan davalarla doluymuş.

11 Mart 2006 Cumartesi

Ankara'ya Gitmek

Soğuk mudur Ankara hiç bilmem. Bilmezliğim kış mevsiminde hiç bulunmayışımdan. Belki bir yaz günü geçmişim kıyısından. O yaz günlerinin birinde, Dikmen'den seyreylemişim en çok. Buna birde Mamak'ta konakladığım bir sonbahar gecesini eklemeliyim.
Hiç çağırmadı beni Ankara. Gel demedi. Oysa ne çok sevmiştim uzun düzlükler boyunca uzanışını. Bozkır çocuğuyum ondandır böyle tutkuyla sevişim. Sorsalar, Deniz'i olmayan bir kent derdim Ankara için, yanılgıdan başka bir şey değilmiş bu. Şimdi anladım.
Ankara'yı kitaplardan bilirim samimi olmak gerekirse. Cemal Süreya'nın "Ben neredeysem, mutsuzluğumun başkenti orasıdır" dediği kenttir. Haydar Ergülen'in vefalısıdır. Sahiden vefalı olsa gerektir. Yıllar geçsede unutmaz sizi. Unutmamıştır.
Aslında bir şekilde çeker kendisine. Kimin düşse Anadolu'ya yolu, bilmelidir ki bütün yollar ona çıkar. Öyle kaçmak olmaz.
Hiç çağırmadı beni Ankara. Oysa günde 5 tren kalkar Ankara'ya. Başkent Ekspresiyle giderim, gideceksem. Aramızda bir gönül bağı vardır ne de olsa. Sadece tren mi binlerce otobüs kalkar. Harem, iki adımdır gitmek isteyen için. Zaten köşede bir muavin valizinizi almak için beklemektedir. Sizi görür görmez anlar. Ankara yolcusu peronda belirmiştir. Mahmur mudur Ankara yollarına düşen yoksa endişeli midir bilinmez ama.
Hiç çağırmadı beni Ankara.
En azından şimdiye kadar...

10 Mart 2006 Cuma

Vaniköy


Hocamız bugün tatildedir. Anlaşılan boğazda almıştır soluğu. Vaniköy'den İstanbul'a dikey bir bakış fırlatmıştır. Karakıştan sonra çıkan ilk güneşi kaçırmamıştır. Keyif sürmüştür bir kez daha. Demli çaylar içmiştir bulduğu her çınarın altında. Yeni bir mevsime hazırlamıştır kendini. En önemlisi talebesiz bir gün geçirmiştir. Mutlu dönmüştür evine.

8 Mart 2006 Çarşamba

Okul'dan Kareler...

Bu blogta bugüne kadar okulumla ilgili hiç birşey yazmamışım. Madem öğretmen günlüğü burası. Bir kaç resim bir kelam edeyim bari.
Resim 1 de talebelere harita çizdiriyorum. 5 koldan saldırmışlar. Kocaman aydınger üzerinde. Kimi dağları buluyor kimi akarsuları. Umarım yaptığı işten zevk alıyorlardır. Sanki arkası dönük olan erkek çocuğu "ulan şu hoca gitsede kaytarsam der gibi. Fotoğaftaki bir diğer ayrıntı ise arka plandaki öğrencinin kafasını sola yaslayarak kendini kaptırmış bir şekilde çalışması. İşte tamda aradığım motivasyon. Dur şuna 5 vereyim okulka gidince.
İkinci resimde öğrencimiz sabahın köründe geldiği okulda, dersi beklerken hazırlamış olduğumuz panoyu okuyor. Demek ki yaptığımız çalışma amacına ulaşmış. Panoyu hazırlarken çok titiz davrandığımı söylemeliyim. Okuldaki panoların düzensizce, özensizce hazırlanması hep canımı sıkmıştır. Öyleki bir hafta geçmede toplu iğneleri sökülür. 2 hafta kalabilirse -ki mutlaka bu sürede paçavraya dönecektir- başarı sayılır. Bakalım bizim pano ne kadar süre orada kalacak. Hatta ne kadar reyting yapacak merak ediyorum. Reytingin ne kadar yüksek olduğunu yazılıda panodan sorunca öğrenirim nasıl olsa.
Son görüntü ise okul bahçesinden. Deprem tatbikatı sonrası talebeler sıra olmuşlar. Bu arada yağmur yağıyor ve ortada bir kısım göle dönüşmüş. O kadar gerçekçi bir tatbikat ki bu panik haliyle darmadağın olmuşlar. Nöbetçi öğretmen bağırıyor. Geri planda bir gariplik var ama bir kısım öğrenci sınıflarından yeni çıkmaya başlamış. Umarım deprem falan olmaz.
Bundan sonra okuldan kareler yayımlaya devam ederim artık. Birden bire hoşuma gitti bu iş. Böylece birazda eğitime birinci elden, yakın plan bir bakış getiririz.

4 Mart 2006 Cumartesi

Güneş Tutulması

Güneş Tutulmasının gerçekleşmesine 24 gün kaldı. Takvimleri biraz karıştırınca çarşamba gününe geldiği gerçeği ile karşı karşıyayız. İstanbul'da saat 13:58 de tam tutulma gerçekleşecek. Yandaki resimde de görüleceği üzere % 86.7 oranında. İyi de acaba izleyebilecek miyiz? Niyetim tam tutulmanın gerçekleştiği bir yere gitmekti. Örneğin Tokat'a. Bir de aynı gün hava açıkta olursa ki öyle hesap ediliyor. Müthiş bir deneyim olacaktı. Bu saatten sonra biraz zor görünüyor. Kime diyebilirim, bana izin verin tutulmayı izleyeceğim diye. Büyük bir ihtimal vermezler. Ne yapalım artık 2060 yılını beklerim bende. Anlaşılan bir şekilde ölmemem gerekiyor. 80'li yaşlarda güneşmiş tutulmuşmuş ilgimi çeker mi pek kestiremiyorum.
Gelelim asıl mevzuya. Tutulmanın olduğu gün okul tatil edilsin. Yine mi hocam. Hadi onu geçtim. Hiç birşey yapılamıyorsa tutulmanın başladığı ve bitttiği saatler arasında ders olmasın. Çıkaralım çoluğu çocuğu okul bahçesine, izlesinler. Belki de bir çoğu o zaman farkına varacak dünya denilen bir gezegende yaşadığının. Bugüne kadar müfredatımızda ders olarak yer almayan, konu olarakta üstünkörü geçtiğimiz, astronomi hakkında bilgi edinsinler. Bir daha böyle bir laboratuar ortamı bulamayız yıllarca.
Artık izin verirlerse, verirler. Olmadı inisiyatif kullanıp dersi dışarıda işlerim. Bir de deney yaparsak işi kılıfına uydurmuş oluruz.
Tutulma sonrası deprem falan olacakmış. Ne dersiniz? Şarlatanlar etrafta dolanmaya başlamış. e-mail zincirleri oluşturmuşlar. Bir yaygaradır gidiyor. Bilim adamları olmaz, olamaz diyor, yok öyle bir şey. İnsanoğlunun belleğinde güneş tutulmasının korkunç bir olay olarak kazındığını hatırlatarak tedbiri elden bırakmayın derim. Sonuçta göksel bir anormallik gerçekleşiyor. Koca güneş bu, dikkatli olmak lazım.