30 Eylül 2005 Cuma

Dikkat! Okul Var





Şanssızım diyemem ben kendi payıma
Oluyor böyle şeyler ara sıra
Sözgelimi okul kitaplarına girmez şiirim
Bütün çocuklar anlar da









Cemal Süreya Türk Dili ders kitaplarında yine yok. Bu gidişle hiç olmayacakta. Kitaplar değişiyor, yazarlar değişiyor, müfredatlar elden geçiriliyor; yok yok yok yine yok. Durun bir dakika hepten ümidi kesmemeli. Şu 100 temel eser var ya. Orada bir Cemal Süreya kitabı var: Aritmatik İyi Kuşlar Pekiyi Bazende Yardımcı ders kitaplarında bulmak olası. Talim terbiyede II. Yeniye karşı bir önyargı mı var bilinmez. Sözümona yıllardır kitaplara alınmayışını nedeni fazla erotik bir şiiri olmasıymış. Olsa olsa kendi deyimiyle cins şairdir Cemal Süreya. Derhal yeniden yazılacak olan,Türk Dili kitabının komisyon üyelerini bulmalı. Ders kitabına alınana kadar eylem falan yapmalı. Olmadı Savaş Ay denilen kişiliğe gidip tartıştırmalı. AB'ye gidip 3 Ekim müzakereleri öncesi, ön şart olarak sunulmalı. Bir Şeyler yapmalı. Kendi adıma Cemal Süreya'yı geç keşfettim ( 20'li yaşlarımda, aşık olunca). Ümidim çocuklar daha erken keşfetsin.





Laboratuar

Laboratuar kurmak deliliğine girişen ilk coğrafyacı ben olmalıyım. Her zaman imrenirdim şu fencilere. Beyaz önlüklerini giyerler, bir dolu alet edevatın arasında başlarlar uygulamalı ders anlatmaya. Bense geçerken kapı arasından içeriye kondurmadan bakardım. Müfredat değişti ayağına laboratuar kurma isteğiyle idareye başvurdum. İsteğim garip gelse de kabul ettiler. İyi de dediler ne yapacaksın orada. Ohooo dedim, hayal etmenin sınırı yok ki. Sahi ben ne yapacağım o bomboş oda da. Evvela bir tepegöz buldum, sehpası, perdesi. Alet kurmayı sevmem ama iş başa düştü bir kere. Kurdum. Şimdi camlara perde lazım, korniş takmak falan. Büyükçe bir masa bulup üzerinde kabartma harita yapacak ortamı hazırlamalıyım. Kabartma haritası laboratuarın temeli olacak. Sonra panolar oluşturmalı. Panonun birine bitki koleksiyonu oluşturmalı. Duvarın birine dev Türkiye haritası, üzerinde tarım ürünlerini yetiştiği yerlere göre göstermeli. Ay ve güneş tutulması modelleri. Bir köşede çeşitli kayaçlardan oluşan galeri. Meteoroloji ekipmanları. Coğrafya dergileri, çeşitli afiş ve resimler. İlk anda aklıma gelen bunlar. Süreç içerisinde birkaç araç daha eklersem oldu bu iş.

28 Eylül 2005 Çarşamba

Yeni Coğrafya


Bu eğitim-öğretim yılı zorlu geçeceğe benzer. Eski alışkanlıkları birden bire terketmek kolay değil ya da başka bir deyişle yeni olana uyum sağlamak çok zor. Şuna inanmak lazım ki her zorluk, her sıkıntı beraberinde üretimi hatta öğretme coşkusunu da getirir.
Yeni müfredat Türk öğretmenin sınavı olacak anlaşıldı. Değişikliklere ne kadar hazırız, görülecek. Modern eğitim sistemlerini nasıl benimsiyoruz, izlenecek. Ya coğrafya öğretmenleri olarak bizler bu çalışmanın içerisinde ne denli hazır, yatkın, işlevsel olacağız tam bir muamma. Ortada bir materyalin olmaması, okutabileceğimiz bir kitabın bulunmaması dahası bizi bu sisteme adepte edecek bir eğitimin verilmeyişi işimizi zorlaştıracak.
Ortada yeni bir eğitim sistemi var. İskeletini oluşturdular ve önümüze bıraktılar. Şimdi hadi diyorlar ete, tene bürüyün. Bakalım ortaya çıkacak ürün neye benzeyecek. Bir Frankeistain mı yoksa tatil kitaplarındaki yanakları kırmızı, güleryüzlü, öğrenme isteğiyle yanıp tutuşan bir çocuğa mı?
Belkide bu nedenle bu sayfadan bilgilerimi, bilgilerimizi paylaşmak amacıyla kendimce bir dizi faaliyette bulunacağım. Katkılarınıza her zaman açığım. Olur ya benim gibi bu işe hevesliyseniz beraber kalkışırız bu işe. Buna ihtiyacımız olduğu kesin. Sağdaki Yeni Coğrafya linkine tıklamanız dileğiyle.

Nihayet Bu Da Oldu

O yazıyı görünce tamam dedim aradığın işte bu. Okudum dikkatlice. Ya ben bunca yıl böyle yazıları görmüyor muydum nedir? Hep merak ederdim bu adamları kim seçer, kim çağırır bu toplantılara, seminerlere, kongrelere. Duydum ilde bir toplantı varmış. Artık durur muyum katılmak için başvurdum hatta onların davetini beklemeden vardım gittim toplantıya. Tahmin edersiniz ki toplantıdaydım. Toplandık, konuştuk, tartıştık. İyi bir şeymiş şu toplantı. Bir oluşum
sürecinin içinde bulunmak iyi geldi. Eskiden bir program geliştirilse, en son benim haberim olurdu. 6. kademeden diyorum buna ben. 1. kademede tasarlayanlar, 2. kademede uygulanabilir hale getirenler, 3. kademede il grupları, 4. grupta ilçe grupları, 5. grupta ilçe zümre başkanları, 6.grupta öğretmenler. 4. gruba geçtim sanırım. Bundan sonra takipdeyim. Nerede bir çalışma olursa yüzsüzlük edip kendimi davet ettireceğim. Davet etmiyorlar mı olay yerine bir yolunu bulup intikal edeceğim. Kambersiz düğün olmaz misali.

24 Eylül 2005 Cumartesi

Coğrafya Dersini Sevmek


Coğrafya dersini sever misiniz? Şöyle bir an kendinizi tartarak düşündüğünüzü görür gibi oluyorum. Büyük olasılık lise yıllarınıza doğru gittiniz. Haritaydı, dünyaydı, paraleldi, saatti derken içinize bir fenalık mı geldi yoksa. Zaten hocası da sevimsizin biriydi. Bütün ders yeşilli kahverengili mavili bir resimin önüne geçer garip cümleler kurardı. Efendim orojenez, kuaterner yok kaldera, pluviyal. baygınlıklar geçirirdiniz... Okuldan sonra bir daha karşılaşmadınız... Yalnızca tatil için çıktığınız yolculukta, bir maar'ın yanından geçerken: ben bunu bir yerden hatırlıyorum ama nereden diyerek geçiştirdiniz.
Coğrafya dersini sever misiniz? aslında sevdiğinizi söyleyeceksiniz, yüzüme bakıp doğru söylesem adamcağız kırılır mı acaba diyeceksiniz içinizden. Birbirimizi kandırmayalım. Ne çabuk unuttunuz; bilmem hangi ülkenin bilmem hangi madeninin ihtisalini ezberlemek zorunda kaldığınız günleri. Şu yarışma programlarıda olmasa ne işinize yarardı tüm bu zırıltılar. Tahtaya kaldırılıp falanca akarsuyu bulmanız istenildiğinde taşıdığınız kaygıyı, sıkıntıyı, utancı hissedin bir de.
Geçen yıl bir anket yapılmış okullarda, en az sevdiğiniz ders hangisidir diye. Sonucu bu kadar yazıdan sonra tahmin etmiştirsiniz herhalde: Coğrafya. Değil matematik, değil kimya-fizik, değil ingilizce, değil tarih.. En baş sırada; Coğrafya. ÖSS birincisi bir tek soruyu yapamıyor; Coğrafya. Tv dizisindeki kötü karakter öğretmenin branşını bilin bakalım; Coğrafyacı.
Herkesin bir coğrafya öğretmeni vardır. Tutun bir kez hatırlamaya çalışın. Kimdi, Nasıl biriydi. Benimle kim konuşmaya tutuşsa: söz uzayıpta, mesleğimi, ne iş yaptığımı öğrenmeye geldiğinde birden yüzü ekşiyor ve başlıyor o artık aşinası olduğum konuşmaya. "bizim bir coğrafyacı vardı" Bak rezil herife, ulan benim 10 coğrafya öğretmenim vardı, anlatmaya kalktım mı bilinç altıma yerleşmiş, iğrenç anılarımı. Bunların coğrafyacısı bir de bayansa pekte bir zalim oluyorlar kardeşim, artık ezberlemedikleri için yedekleri dayaklar mı? yoksa derste yaşanan ve benim dinlermiş gibi yaptığım anılar mı? Anlatıp dururlar. Bakın bu en fazla aklımda kalanı, bir tanesinin coğrafyacısı konuşurken ağzından tükürükler saçıyormuş. Bunu anlatan eşşoğlusu yüzünden ön sıralara yaklaşamaz oldum.
Coğrafya dersini sever misiniz? Sevmiyorsanız yandaki resme bakın, çocuğun dünya bakarken ki gözlerine. Bir keşfin başlangıcındaki zamana. Sonra da bir atlasın başına geçip (evin bir köşesinde mutlaka vardır) başlayın dünyayı dolanmaya. Kuş uçuşu geçersiniz dağların, çöllerin, okyanusların, kıtaların üzerinden. Bir akarsu boyunca kıvrılırsınız. Dünyanın diğer tarafında ilbaharın başladığını, ağaçların çiçek açtığını hayal edersiniz. Siz uykuya dalarken birilerinin işe gittiğini düşünüp keyif çatarsınız. Okyanusun en ıssız adasını bulup robinson'culuk oyanarsınız. Hem bir şey söyleyim mi. Vize falan da istemez.

22 Eylül 2005 Perşembe

Eğitimi Haber Yapmanın Dayanılmaz Hafifliği


Rakamlar korkunç 13.750.000 öğrenci 575000 öğretmen
Böylesi sayısal çoklukta hata aramak mı? O çok kolay bir iş.
Bakın son bir ay içerisinde eğitimle ilgili haberlerin bir değerlendirmesi:

Kız çocuklarının okullaşması; devlet politikası olduğundan en çok haber yapılanı. Olumlu bir kampanya ve her geçen gün (Kardelenler gibi) yeni kampanyalarda ekleniyor
Müfredat Değişikliği; kimsenin bilmediği, bilenin sırdır diye söylemediği, tepemize birden çullanan, önümüzdeki bir yıl boyunca anlaşılamayacağına inandığım olay. Aslında haber yapılırken hiçbir yayın organı bilgi sahibi olmadığından yüzeysel geçilen, iyi bir şeymiş gibi anlatılan durum. 4 yıllık lise diye de bilinir kendileri.
Öğrenci kayıtları, bağışlar. İşte eğitimin zayıf karnı. Hep aynı vuruyorlar ya bir müddet sonra saldırıya duyarsızlaşıyoruz. El bilir, âlem bilir ama basın bilmez.
Diz üstü etek genelgesi. Aslında genelgede Ucuz ve herkesin alabileceği kıyafetler vurgulanıyordu ama işlerine böyle yayınlamak geldi.
Yetersiz okul binaları, yetersiz derslikler, kalabalık sınıflar.
Öğretmensiz okullar, okulsuz öğretmenler. Kafiye diye yazmadım.
Eğitimde eşitsizlik durumları Gariban sınıfları, lanetliler sınıfı, parasızlar sınıfı. Tembeller sınıfı. Kenar mahalleliler sınıfı…
Sistem değişikliği kurbanları, sistem değişikliğiyle sınıfta kalmaktan kurtulanlar. Afçılar, aflar, affediciler, affedilenler, affedilmeyenler.
Devlet adamlarının okul açılışları. Kırmız kurdeleler, altın varaklı makaslar, protokol sıraları
Görevden alınan eğitim kurumları yöneticileri, sürülenler, yer değiştirilenler.
12 eylül ile okulların başlamasının aynı tarihe gelmesi. Köşe yazarları bayıldı bu işe adamların kıt beyinlerinde şimşekler çaktırdı güller açtırdı.
Katsayı adaletsizliği, İmam Hatiplilerin durumu. Sağ kroşeler, sağ direktler, sağ aparkatlar.
Bulunamayan ders kitapları, basılmayı bekleyenlerde denilebilir.
Okul alışverişleri. dev kampanyalar, tiraj artırıcılar. Dikkat edilmesi gerekenler listeleri.
OKS faciası ÖSS faciası
Manisa’daki müdür odaları ile başlayan lüks okul müdürü odaları tartışmaları, kısa kesildi. Bana kalırsa biraz kaşımak lazım
Cümle out harf in. Okuma yazma öğretiminde yapılan değişiklik. Yanılmıyorsam 80’li yıllarda yeni olduğu söylenilen bu sistem uygulanıyordu
100 temel eser tartışması. Sahi şu kitaplar bir gelse de temellensek, kültürlensek.

Listeyi uzatmak olası… Yarın her hangi bir gazeteyi alıp kaldığım yerden devam edin isterseniz. Biliyorum ki devam edemeyeceksiniz. Bir haber çok verildiğinde konu erozyona uğruyor, niteliğini yitiriyor. Haber yapılan siz olsanız dahi göremediğiniz oluyor.
Öğretmen olduğumdandır tavsiye vermeye üstüme yoktur. Araştırmacıları, tez hazırlayanları, meraklıları, kaos teorisyenlerini, guinnesçileri, yönetim uzmanlarını, stratejistleri mili eğitim müdürlüklerine davet ediyorum. Gidinde görün bir sistem nasıl idare edilir. Tarihte eşi benzeri görülmemiş bir mucizeyi yakından izleyin. Böyle bir fırsat hiçbir yerde ele geçmez. Gidin birkaç saatiniz orada geçirin.

Az kalsın unutuyordum alın size bir haber malzemesi daha, hakkında yıllarca konuşabileceğiniz, saatler süren programlar yapacağınız. Uzman Öğretmenlik Sınavı. Sonuçları açılanınca göreceksiniz ne demek istediğimi. Size kolay gelsin, biz üstesinden geliriz nasıl olsa.

20 Eylül 2005 Salı

Okula Gelme Nedenleri (Röportaj 1)

SORU: Okula niçin geliyorsunuz?
— Sabah uyanıyorum hocam, Aaa! bir bakmışım okuldayım.
— Pardon! Ben neredeyim? Burası okul mu?
— Müdür darılır valla.
— Beni buraya sayıyla verdiler.
— Aslında bu soruyu sorduğunuza sevindim, bir kere bu sorunun soruluş şekli itibariyle değerlendirilecek olursak; kimi soruların bir sorunsal olmaktan çıkıp….! Güüm!! Pat!!
— Söz hocam bir daha gelmeyecem
— Kantinde hamburger yemek için
— Sözlü mü var ne? Ulan şimdi bu beni kaldırır. Ahanda çağırıyor.
— Hademeyi özlediğim için.
— Okul sıcak ve rahat olduğu için.
— Asuman hocayı görmek için
— Yollar boş kalmasın diye.
— İş olsun diye. Sahi siz niye geliyorsunuz?
— Sabahları spor olsun diye.
— Hocam bak bir daha gelmem ha..!
— Ehliyet alabilmek için
— Bir sabah süsleyip püsleyip sokağa çıkardılar. Dondurma bile aldılar... sonrası malumunuz
— Kızlar cazibeme dayanamıyor da…
— Evde uyku tutmuyor be hocam.
— Hocam yemin ederim camı ben kırmadım. Ekmek mushaf çarpsın ki.
— Gidecek yerim mi vaaaar… Diyecek sözüm mü vaaaar…
— Kahır çekmek için… Çile doldurmak için…
— Devamsızlıktan kalmamak için
— Ben sana demedim mi oğlum, bu hoca kafayı yiyecek diye. Vah vah iyi adamdı ya…
— Sabahın köründe tuhaf tuhaf sorular sorsunlar diye
— Her Türk Öğrenci Doğar… Her Türk Öğrenci Doğar
— Hocam sanırım müdür sizi çağırıyor…
— Bu kadar jöleyi boşa mı sürdük yani… Tövbe… Tövbe…
— Eş dost hısım akraba rahat etsin diye.
— “Alışmış kudurmuştan beterdir”
— Mercimeği fırına verdikte…
— Kimin adamısın ulan sen!!. - Şey... Pardon Sizi öğrenci sanmıştım da.

18 Eylül 2005 Pazar

İlk Ders


Hadi ilk haftanın yüzü suyu hürmetine bir şey anlatmadık ama bu hafta görürsünüz gününüzü. Dersin ortalarına doğru yandaki şekle dönüşeceksiniz bahse girerim. Hooooop uyumak yok, kaldırın kafanızı. Üç aydan bu yana bugünü beklemişim, dilim damağım tutulmuş konuşmayı, konuşmayı. Dur bir tozumuzu atalım. Arkadaki gel bakalım buraya, çabuk tahtayı sil. Kocaman bir dünya çizeceğim şimdi. Üstüne paraleller, meridyenler... Ne o, daha deftere bir şey yazmadınız mı? Kocaman bir başlık atın bakalım oraya, şimdi bir de yan başlık. Bakın ne güzel oldu. Satırbaşı yapın bakalım... daha yeni başlıyoruz derse. Sizi bulmuşum bir kere ödevsiz bırakır mıyım?

Porsuk Ağacı


Agahta Christie ne zaman Porsuk Ağacı Cinayetini yazmayı aklına koydu. Ogün bugündür tanışırız kendisiyle. Tanışmamız biraz da Asri Mezarlığı sayesindedir. Hani mezarlıklarda olmasa ağaç göreceğimiz yok; şu yarı step memleketimizde.
O Gün anlamıştım Porsuk Ağacıyla olan dostluğumuzun kadim olacağını. Diğer ağaçlardan farklıydı bir kere; sımsıkı dalları arasına kuşlar da konmazdı, konsa da taşlardım zaten kuş denilen hayvanları. Benim ağacımdı bir kere. Gel zaman git zaman Porsuk Ağacıyla muhabbetimiz arttı. Baktım kocayemişin birine çaput bağlıyorlar. Ben durur muyum, elbisemden küçük bir parça yırtarak çoktan süslemiştim bile totemimi.
Gölgesinde az mı kitap okudum, kitap dediğime bakmayın teksaslar, tommiksler, conanlar. Aradan uzun zamanlar geçti. Kentlere kendimi vurduğumdan beri pek az görüşürüz. Eski Sayılı tarihi bir mecmuada rastladım en son. Ok yapımında kullanırlarmış kendilerini. Kuvvetli yapısından olsa gerek. Giderekte azalmaktaymış popülasyonu. Türlerinde bazıları koruma altına dahi alınmış. Ne yaptım dersiniz? Sabahı zor ettim. Sabah olunca Boğaza inip, en yakın porsuk ağacını ziyarete gittim. Baktım yerli yerinde duruyor. Öyle keyifli güneşleniyordu ki kıyamadım sessizliğini bozmaya. Uzaktan bildirmeden seyrettim. Boğaz’a inmekle iyi etmişim hani, Nedendir bilmem Boğaziçi’ni seyretmediğim gün İstanbul’da yaşadığımdan şüphe ediyorum. Çengelköy’de kahvaltı yapmazsam doyduğumu bilmemem gibi…

12 Eylül 2005 Pazartesi

Safranbolu veya Mekanları Tüketmek


Sen dur, durda. Tamda okul açılacakken yollara düş. Olacak iş mi yahu. Akıllı adam işimi bu. Hafta sonu yat uyu be adam. Okula hazırlan, plana ne yaz. Ne işin var Safranbolu'larda, dellendin mi?
Gönülsüz oldu mu? bir başka oluyor benim gezilerim. Bir kere gidilecek yere varılana dek her şeye kulp takıyorum. Otobüs eski, bu ne bitmez yol, midem bulanıyor, niye gündüz gitmiyoruz, şoförün kravatı niye kırmızı, şu klimayı kapatın artık, üzümün çöpü var , armudun sapı... daha neler, neler..
Aslında bu yolculukta neden huzursuzluk yarattığımı keşfettim. Aferin bana. Meğer turizm denilen bu dangalaklıkmış beni geren, oldum olası uzak tutan. Giderken John Urry'nin Mekanları Tüketmek kitabını almışım yanıma. Kasıtlı almışım . Okudukça açıldım, sövdüm, saydım, homurdandım. Korkunç bir deneyim oldu bir bakıma. Bir süre sonra mekanları tükete, tükete kitabı da tükettim. Pek tabii ki yolculuğum aynı oranda çekilmez bir hal aldı. Benim ne işim vardı, bu dağ başlarında vaaaay.. vay...
Turun bir yerinde yörük köyü ziyaretine çıktık. Yörükleri seyrettik, yörükler bizi. Aaa ne kadar ilginç insanlar, bak nasıl yaşıyorlar, bunların çocukları da oluyormuş, Yavrucum bak bunlar yörük konuşmaları arasında. Bol, bol; yörüklü, yörüklü fotoğraf çektirdik. Aslında her yerde fotoğraf çektirdik. O kadar para verdik elbette çektireceğiz.
Dinine yandımın memleketinde başımızı sokacak bir evimiz yok, maaşın yarısını kiraya veriyoruz. Tuttuk ahşap evleri seyrettik. Saatlerce baktık, baktık. Gördüğüm tek şey; çoğunluğunda insanoğlunun yaşamadığıydı. Yaşasa yaşasa bizim gibi tüketicioğullarının yaşadığıydı.
Bu arada böyle turlarda en önemli olayın yemek olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. O kadar para verdik yemeden olur mu? Tam 200 kişiydik, durmadan yedik, yedik acıktık yine yedik. Yemek bitti, lokumlara saldırdık. Otobüse bindik pasta, bisküvi..kendimi sürüye kaptırıp o kadar çok yemişim ki ... bu sabah kalktığımda göbeğimden ayaklarımı göremedim. Bugün bütün gün aç durdum, bir süre yemek yemeden yaşamam gerekiyor sanırım.
Yalnız, Safranbolu'da sabahın erken saatlerinde uyanıp, kenti yaşamak, dinlemek, hisstetmek kadar güzeli yok. Hem bakarsınız benim karşılaştığım gibi, sizde, sokak aralarında gerçek Safranbolu insanlarıyla karşılaşırsınız. Size müşteri gözüyle bakmadıklarında, sohbetlerine doyum olmuyor. Hele birde Delilerinden birine takıldıysanız, değmeyin keyfinize.

8 Eylül 2005 Perşembe

Hayli Geçkin bir Gitar

Çok mu geç kaldım? Hemde nasıl. Tünel'de dikilmiş duruyorum. Parmaklarıma bakıyorum boyuna. Uzundur parmaklarım benim, çokça zaman hoşlanmadığım bir şekilde incedir de. Hele o kocaman ellerle tutuştu mu sıkışmaya, belirgin bir şekilde ortaya çıkar ince, zayıf oluşu. Geç kaldım geç. Vazgeç der gibi söylüyorum bunu kendime. Tünelde müzik dükkanları ışıl ışıl. İhtiyari durağın önündeyim. Akşam olmak üzere. Ellerim.. terliyorlar. Parmaklarımı kütürdetiyorum, Nasılda unutmuşum tırnaklarımı kesmeyi allah kahretsin. Yok yok iyidir böylesi diye vazgeçiyorum tırnaklarımla uğraşmaktan. Tramvay kalkmak üzere, üç beş kişi gülüşerek, konuşarak biniyorlar. Vatman denilen kişi beni süzüyor. Ellerimi cebime sokuyorum. Neden 16 yaşında tutturmadımki şu gitar alma işini. Hem çevremde de gitar çalanlarda vardı. Az mı onlar çaldı ben bağıra çağıra eşlik etmedim. O zamandan koyulsaydım bu işe döktürüdüm evvel allah bu mereti. Tramvay hareket edince, meydan bir anda tuhaf bir şekilde boşaldı. Müzikevinin kapısına yaslanmış, uzun saçlı, solomon sakallı bir gencin bulunduğum yöne doğru baktığını hissettim. Belki de bakmıyordur kimbilir. İçimden diyorum, şimdi beni çağırsaya. Hemşerim geeeel, gitarların eyyisi burda. gel, akşam pazarı bu, alan gidiyor diye bağırsaya. Yok, kapıda durmuş gelen geçen kızları süzüyor. Ulan ben şimdi bu dükkana nasıl girecem. Bu fırlama "abi bırak bu ayakları" "çoluğuna çocuğuna ekmek götür" demez mi. Der dinine yandığım. İyide ben nasıl alacam bu gitarı. Yolun başındayken vazgeçirtecek beni köp'oğlusu. Yahu çocuktan ne istiyorum ki ben. Geç kaldım işte geç.Olamaz, yürümeye başlıyorum. Korkarım bir iki adım sonra müzikevine girip gitarlara bakacam. Biri beni durdursun, ne yalanlar söyleyecem şimdi çocuğa. Kapıdan içeri girdim nihayet. Her nevi, her renk gitarla dolu bir yer burası. Duvarlar boyunca sıralamışlar. En arka tarafa doğru yöneliyorum. Çocuk peşim sıra gülümseyerek geliyor. Buldu tabii ki dalga geçecek adamı. Şunun gülümsemesine bakın hele. Gülmüyor inek, sırıtıyor. Hemen gözüme kestirdiğim ilk gitarı işaret ederek, soruyorum. -Ne kadar bunlar? Anlıyor deyyus acemi olduğumu -yeni mi başlayacaksınız? Sana ne be adam yenisinde, geçinden. - Yoo.. aslında ben.. kem.. küm.. Neymiş klasik gitarı tavsiye edermiş. Sorduk mu zirzop. - haklısınız bende klasik düşünüyorum. diyerek bilmiş havalarına giriyorum. Yemiyor elbette. - abi bunlar 300 milyon. Çüş, ulan memur adamım ben. - birde Çin malları var, onlar daha uygun. Çinlileri pekte severim hani. Üzerinde ayıcık resimleri olan bir gitarı çıkarıyor diğerlerinin arasından. Satamamışlar belli ellerinde kalmış. Millet karizma yapmaya alıyor bu dalgayı. Ayıcıklıyı da benim gibi yaşını başını almış .......... adamlar. Siyah bir kılıf uyduruyor gitara, penalar, yedek teller. Çay da söylüyor, sevdim bak bu çocuğu. Zaten anlamıştım, akılı bir delikanlı olduğunu. Bir güzelde akord ediyor gitarı. Daha ne isterim ki. Sırtlanıyorum meredi, eve doğru koyuluyorum. Yol boyunca olur olmaz bana bakıyorlar. Baksınlarda görsünler geleceğin virtüözünü. Peh peh peh. Tutmayın beni. İyi de nasıl çalacam şimdi bu telli canavarı. Serçe parmağıma takılıyor gözüm. Hem de sol eliminkisi canına tükürdüğüm. Çocukken kırılmıştı. Üstelik 16 yaşındayken, Dolama denilen bir illet geçirmişti. Neyleyim artık parmaksız olmaktan yeğdir. O değil üstteki resime takılıyor benim kafam. Bir insanoğlunun eli böyle bir şekli nasıl alıyor allahaşkına. Geç kaldım geç. Sanki bir güç benim gitar çalmamı istememiş bunca yıl. (vah.. vah..) Evdeyim, kılıfından çıkarırken dikkatliyim. Zaten zor bela almışım ayıcıklı gitarımı. Maazallah çizilirse. Daha tellerine dokunmadan Ricard Bach'ın hikayesi geliyor aklıma. Gönülsüz bir Mesihin Serüvenin'de, hayatında ilk defa gitarla karşılaşan birinin, ilahi bir kudretle gitarı çalışı gibi bir şey. Bakarsınız kimbilir.. ve nihayet tellere dokunuyorum.. Yanılmıyorum..


4 Eylül 2005 Pazar

Yeni Öğretmene Tavsiyeler

Okulların açılacağı şu günlerde haddim olmayarak birkaç yersiz tavsiyede bulunayım dedim. Umarım işinize yarar.

1.İnternetten planlarını indir. Çıktısını al, müdüre imzalat. Sakla bir gün bakarsın lazım olur.
2.Zümre hazırla, toplantısını yap: meslektaşlarınla, dersdaşlarınla kaynaş.
3.Bir çift sağlam ayakkabı al, tabanı ortopedik olsun. Gün boyu ayakta dikileceksin unutma.
4.Eğitsel kol seçimlerinde uyanık ol. Angarya kolu sana kakalamasınlar.
5.Kendini iyi bir öğretmen olacağım diye motive et, yoksa bu yılı zor çıkarırsın.
6.Ben işimi yapar çıkar giderim deme. İdarecilere şirin sözler söyle.
7.Erkenden yat, uyu. Öğleden sonraki derslerde öğrencilerle birlikte uyuyakalmakta var işin sonunda.
8.İlk derste başla ders yapmaya ileri de büyük bir ihtimal vaktin olmayacak. Ya kar yağacak ya da bayram gelecek dahası sene sonunda öğrenci bulamayacaksın sınıfta.
9. Ders programı hazırlanırken tetikte ol. Sabahçı olmaya çalış.
10. Öğrencilerini ilk günden başlayarak kitap defter
getirmesi için ikna et.
11. Çantana tebeşir zulası yap. Büyük bir olasılık sınıfta bulamayacaksın. Tebeşirsiz öğretmene teşbihte hata olmaz.
12. Okul kapısından içeri girdiğin anda unut her şeyi. İçeride 1000’lerce göz senin gibi olmaya çalışacaktır. Onlar için iyi bir şey ol.
13. İkinci hafta veli toplantısı yap. İyi bir toplantı yaparsan, neler olabileceğine sende şaşıracaksın.
14. Rehber öğretmeni olacağın sınıf, mümkünse yeni başlayanlardan olsun (9. sınıflar mesela). Hem sözün hem dişin hem de nazın geçer.
15. Yoklama defterine yazılı tarihlerini hemen yaz, sınıfa göster. Ültimatomdur.
16. Okulda her zaman bir şeylerle meşgul ol. Kendine yatıyor dedirtme.
17. Öğretmen odasına girdiğinde selam ver. Dikkatlerini çekecek şekilde yap bunu. Yoksa anlamsızlaşır, kafalarını bile kaldırmazlar.
18. Kendine iyi bir dolap kap. Dolapta ayakkabı boyası, iğne iplik, yara bandı, en az 10 tane kalem, tebeşir, silgi, daksil mutlaka bulunsun.
19. Kendine bir paket mentollü şeker al. Dilin damağın kuruyunca imdadına yetişir (nanelide olabilir hani).
20. Okulda kendini unuttur ya da başrol oyna.
21. İyi bir dinleyici ol. Müdürü, diğer öğretmenleri, velileri, hizmetlileri, öğrencileri dinle. Konuştukları hakkında yorum yapma. Hatta yapabiliyorsan hiç konuşma.
23. Hafta sonu maç özetlerini, kurtlar vadisini, içinde okul geçen dizileri takip et. Yoksa ne konuştuklarını anlayamazsın.
24. Koridorda yürürken Kadir İnanır gibi yürü. Bakışların düğme ilikletsin.
25. Sabah dersin olmayabilir ama okula erken gel, bir dolu işini bu sürede halledersin. Bunun yanında okuldan biraz geç çıkmakta da fayda var.
26. Yazılılarını yaptığın gün oku öğrencilerine duyur. Eve iş götürme.
27. Not defterini öğrencilere gösterme. Yoksa ona saygı duyarlar.
28. Yanında mutlaka bir ajanda bulunsun. Öğrencilerin isteklerini, şikâyetlerini, yapılması gerekenleri not et. Ben unutmam deme. Son zil çalınca kendini bile unutacaksın.
29. 24 kasım öğretmeni olma , 24 yıl sonra hatırlanan öğretmen ol. Bu nasıl olacaksa.
30. Kırmızı kalem kullanma. Öyleymiş işte sen beni dinle.
31. Okulda rahat edebileceğin 3-5 yer edin. Öğretmen odasında oturmak zorunda değilsin.
32. Öğrencilerinin gözlerinin içine bakarak konuş.
33. Hiçbir işini öğrenciye yaptırma. Zaten yüzüne gözüne bulaştıracaktır.
34. Sınıfta hiçbir şey yeme içme. Genelde onlarda senin gibi kahvaltı yapmadan gelirler.
35. Sınıfta konuştukların akşam olunca en az 20 evde konuşulacaktır. Haberin olsun dedim.
36. Argo kullanma. Hatta yaşamının hiçbir anında kullanma.
37. Öğrenciye ismiyle hitap et. Önemsendiğini hissedecektir. Bırak biraz keyfini çıkarsın.
38. Kendine en kısa zamanda bir okul bul ve orada yaşlan. “Babanı da sevmezdim zaten” diyebileceğin öğrencilerin olur.
39. Teneffüsü babanın hayrına vermiyorlar, zil çalınca hemen sınıftan çık. İntikamını içeri zili çalınca hemen sınıfa gelerek alırsın nasıl olsa.
40. Ve en önemlisi çocukları sev.

1 Eylül 2005 Perşembe

Yeniden İmece


İmece 1960'lı yılların, aydınların, Köy Enstitülülerin, ilerici öğretmenlerin, Türkiye üzerine düşünenlerin dergisi olarak yola çıkmış ve kısa zamanda efsanevi bir karakter kazanmış bir dergiydi. Şimdilerde yeni kuşak köy enstitütüler adı altında biraraya geldiler. Ne de olsa Tonguç Baba'nın çocukları onlar. Bizde torunları olsa gereğiz. Dergi elime geçtiğinde şöyle bir boğaza inip, çınaraltında bir masaya kuruldum. Ne çok özlemişim insanın içini aydınlatan o güzelim yazıları okumayı. Birden yalnız olmadığımı hissettim, bu da birşey sayılır. Dahası her defasında dürtüklemek zorunda kaldığım umutlarım canlandı.
Aydınlanmanın ışığının sönmemesi dileğiyle..

okullar açılıyor

Bu filmi çok gördüm ben. 6 yaşımdan beri aynı yaygara. Çocuk aklımla da olsa sezerdim o zamanlar bir şeylerin ters gidebileceğini. Tahminen ilk önce havalar serinler ilk uyarıdır bu, Akşam gezmeleri başlayınca şüphelerim artar. Bir yerlerden dumanlar yayılır etrafa. salça yapanlar, konserve kaynatanlar bir kışa hazırlıktır başlamıştır yine. Oyunun en tatlı yerinde eve çağrıldıysam.. olay tafaımdan anlaşılmıştır artık. başka işaretlerde vardır bunun yanında. yaz gelince birdenbire kaybolan o insanlar; tarlalardan, yaylalardan, gurbetlerden, memleketten kıt'a teber geri dönerler. Caddeler kalabalıklaşır. Yaz boyu bir gölgede tavla, domino oynayan esnafın bütün dişleri karşı kaldırımdan sayılmaktadır. Dükkanlar şenlik yeridir. Kiralık ev arayan birisi yanaşır yanıma. Fener ilk hafta berabere kalmıştır. Annesinin kolunu çekiştiren çocuk! okulların açılacağını hatırlatmaktadır.
her ne kadar ayaklarım geri geri gitse de zaman gelmiştir. Gömlekler çıkarılır. Takım elbise temizlemeye verilir. Herşey bir güzel ütüden geçer öyle ya içimiz bile buruşmuştur.
yazın bittiği her yerde söylenir...
artık her nesne okulların açılacağını hatırlatmaktadır.